Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

5 (66). Sayı - Kasım-Aralık 2012

       Türkiye'nin yeni-sömürge bağımlı kapitalist sistemi 10 yıldır AKP eliyle ekonomide neo-liberal politikaların dizginsiz uygulamalarıyla, siyasette ABD emperyalizminin imalatı olan ılımlı İslam konseptiyle, kültürel ve sosyal alanda muhafazakar dincilikle postmodern politikaların kimi yerde içiçe geçtiği, kimi durumlarda yan yana ilerlediği bir program temelinde, özellikle ABD emperyalizminin desteği ve denetimi altında restore edilmeye çalışılıyor.
       Restorasyon programı ne burjuva siyaset alanında, ne de devrimci ve sol cephede (Kürt ulusal demokratik hareketi hariç) ciddi bir muhalefetle/direnişle, devrimci çıkışlarla karşılaşmadığı için önemli yol katetmiştir.
       AKP bir yandan yalancı pehlivan misali demokrasi şampiyonluğu yaparak, bir yandan kriz sonrası zaten toparlanma sürecine giren ekonomi alanında ülkeyi daha büyük felaketlere sürükleyecek borçlanma temelli bir büyüme trendiyle her an kırılacak kağıttan bir kaplan yaratarak, geniş kitlelere bu ekonomiden kırıntılar dağıtarak, orduyla arasındaki iktidar savaşını demokratik gelişme diye yutturarak, dini tam bir kasaba tüccarı gibi sonuna kadar kullanarak ve daha bir dizi başka etkenden yararlanarak geniş kesimlerde ilerleme duygusu yaratabildi. Bu kesimleri kendi politikalarının ekseninde toparlayarak oylarını arttırdı, sistemin yeniden dizayn edilerek restore edilmesi politikalarını ilerletti.
       Öyle ki, Haziran 2011 seçimlerden yüzde elli civarında oy alan AKP, Kürdistan'daki gerilemesinin yarattığı burukluğa rağmen adeta ebedi iktidar yolunu açtığı kanısını tüm toplumsal dinamiklerin üzerine fazlaca itiraz olmadan püskürtebilmiştir.

       Gerçek Bu Değildi! Bu Değildir!
       Gerçek, Türkiye kapitalist sisteminin emperyalizme bağımlı bir yeni-sömürge olduğudur. Yeni-sömürgeciliğin başını işbirlikçi tekellerle emperyalistlerin çektiği oligarşinin düzenli biçimde ülkedeki tüm kaynakları sistematik biçimde yağmalaması demek olduğudur. Emperyalizme bağımlı ekonominin işbirlikçi oligarşinin kurduğu yağma düzeni nedeniyle kaçınılmaz biçimde sürekli bir kriz yaşadığıdır. Büyüme diye yutturulanın aslında yağma için ülkenin emperyalistlere borçlandırılması, borç yoluyla sahte ilerleme tablolarının yaratılması, ekonominin tüm gidişatının emperyalist dünya sisteminin egemenlerinin ihtiyaçlarına bağlanmasıdır. Ülkenin ödeyemeyeceği borç yükleri altına sokulması, alınan borçların yine faiz ödemeleriyle, yandaşlara ve emperyalist tekellere verilen ihalelerle, şişirilmiş ihtalatla, vb. yollardan akıtılması ve bu saadet zincirinin borçlar ödenemeyecek hale geldiğinde, ya da emperyalistlerin ülke ekonomisini boşaltmaya dönük büyük operasyonlarıyla yeni ve daha büyük bir krize yuvarlanmasıdır. Bedelin her seferinde geniş emekçi yığınlarına ödetilmesidir. AKP bu yoldan yürümektedir.
       Gerçek, Türkiyenin sömürge tipi faşizmin egemen olduğu bir ülke olmaya devam ettiğidir. AKP'nin devletin restorasyonu sürecinde ordu temelli iktidar modelini tasfiye ederken geliştirdiği demokrasi söyleminin salt bir aldatmacadan ibaret olduğudur. Türkiye'deki faşist devlet aygıtı ve dolayısıyla iktidar odakları esas olarak ABD emperyalizmi tarafından yukarıdan aşağıya kurumsal düzeyde örgütlenmiştir. Burjuva siyasal partiler esas olarak bu kurumsal yapının uzantılarından ibarettir. AKP'nin yaptığı bu modeli kendi ekseninde yeniden yapılandırmaktan ibarettir.
       Kontrgerillanın yeniden organizasyonuyla, paralı özel ordular ve devasa polis gücünün yaratılmasıyla ve bunların tüm denetiminin AKP'nin eline geçmesiyle eskisinden çok daha büyük bir özel savaş gücü örgütlenmektedir. Kadınlara, işçilere, hak arayan emekçilere, sendikalara, Kürtlere, Alevilere, basına ve genel olarak tüm halka yönelik baskılar sistematik olarak artmaktadır. Türkiye faşizmi kendisini ABD'nin Ilımlı İslam projesi temelinde AKP eliyle eskisinden çok daha baskıcı-terörcü devlet aygıtları yaratarak, eski aygıtları onararak ve toplumsal atmosferi dinci baskılanma altına alarak yeniden organize etmektedir. AKP'nin üçüncü dönemi bütün bu uygulamaların bütünlüklü olarak apaçık devreye sokulduğu dönem olmuştur.
       Gerçek, Türkiye'nin dış politikasının ABD emperyalizminin Ortadoğu planlarına (Büyük Ortadoğu Projesi-BOP) uygun olarak tümüyle saldırgan bir tarzda yeniden organize edilmesidir. Barış değil, savaş politikalarının dinci, mezhepçi bir zeminde yeniden kurulmasıdır.
       Gerçek, Kürt ulusunun demokratik hakları konusunda kopartılan "Açılım" yaygarasının aslında Kürt ulusal demokratik hareketini tasfiye amaçlı olduğunun açığa çıkmasıdır. Ulusal demokratik hakların en asgari düzeyde (ana dilde eğitim, bölgesel yönetim hakları, vb.) bile kabul edilmemesidir.
       Gerçek, Alevilerin TC, hatta Osmanlı tarihinde bile görülmeyen ölçüde bir açık tavırla dışlanması, aşağılanması, katliam tehditi altına alınması, irili-ufaklı katliam girişimlerinin boy vermesidir.
       Gerçek, işçi sınıfının grev hakkına dönük, hak arama çabalarına dönük sistematik saldırılardır. THY grevinin, hava ulaşımında grevin yasaklanarak bastırılması, grev yapan işçilerin işten çıkarılması, grev ve sendikalaşma haklarının her adımda biraz daha kısıtlanması bunun en açık, en saldırgan görünümüdür.
       Gerçek, kadınların tarihte görülmeyen ölçüde katliama uğraması, baskı altına alınmasıdır. Kadın öldürmelerinin AKP iktidarı döneminde her yıl misliyle artmasıdır. Kadının eve kapatılmasının hız kazanması, kürtaj yasasından başlayarak bedeninin denetim altına alınmasıdır.
       Gerçek, eğitimdeki eşitsizliğin getirilen yeni 4+4+4 formülüyle tamamen yasallaştırılması, emekçi çocuklarına yüksek öğretim kapısının tümüyle kapatılmasıdır. Eğitimin sunni dincilik temeline oturtulmasıdır.
       AKP ve onun arkasında duran başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistler, bu politikalarla Ortadoğu için bir model ülke yaratmak istiyorlar. Bu politikaların Ortadoğu'daki hegemonyalarını sağlam zemine oturtacağını sandılar/sanıyorlar. Bunların Türk ve Kuzey Kürt coğrafyasında ve model olabildiği ölçüde Ortadoğu'da emperyalist çıkarlara uygun boyuneğmiş toplumlar yaratacağını sandılar/sanıyorlar.

       Yanılıyorlar! Yanıltıyorlar!
       Emperyalistler ve yerli işbirlikçilerinin elbirliğiyle yarattıkları çarpık, bağımlı yeni-sömürge kapitalizmleri hiç bir yoldan istikrarlı sömürü adaları yaratabilecek dinamiklere sahip değildir. Çok isterler bunu, fakat istemekle olacak bir şey değildir... Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri bir yandan böyle suskun, denetim altına alınmış, istikrarlı sömürü bölgeleri yaratmak isterler. Büyük planlar, sık sık övündükleri 20 yıllık, 50 yıllık planlar yaparlar, güncel durumlara ilişkin A planı, B planı, dahası alfabenin bütün harfleri kadar alternatif planlar yaparlar, çok "hazırlıklıdırlar". Ama bir yandan da, dünya kapitalizminin, yeni-sömürge kapitalizminin içsel dinamikleri vardır, bu dinamiklerin hepsinin gelip düğümlendiği kâr güdüsü ve kapitalizme içsel olan fazla üretim-eksik tüketim döngüsünün yarattığı kriz dinamikleri vardır. Ve A'dan Z'ye, bir yıllığından elli yıllığına kadar bu planların hepsi gelip kapitalist sistemin, kapitalistlerin dizginsiz, vahşi kâr hırsının, kriz dinamiklerinin buz gibi duvarına çarparak tuzla buz olur...
       Yeni-sömürgelerin ve kendi ülkelerindeki işçi sınıfının sömürüsüyle en azından daha dayanıklı olan büyük emperyalist ülkelerin, ABD emperyalizminin, Avrupa emperyalistlerinin hali ortada... Kriz içinde kıvranıp duruyorlar. Ne oldu, 20 yıllık, 50 yıllık planlara, ne oldu A planlarına, Z planlarına?.. Hepsinin yerini kriz masaları aldı... Onların istikrar adaları kıvranırken, bağımlı yeni-sömürge kapitalizmlerinden istikrar adaları, "model"ler çıkarmak, olsa olsa şapkadan tavşan çıkaran eli çabuk sihirbazların göz aldatmacası olabilir.
       Politikada şapkadan tavşan çıkarmak mümkün olmuyor. Ama burjuva politikacılarının elinde başka silahları var; şapkanın yerine binlerce TV kanalını, gazeteyi, internet olanaklarını, partilerini (ve Türkiye özgülünde giderek artan oranda dini) kullanıyorlar. Tavşanın yerine ise yalanı, palavrayı koyuyorlar... Palavralar binlerce TV kanalından, gazeteden vb. insanların üzerine püskürtülüyor. Tabii, bu numaraları yutmayanları yola getirmek için sopa da hemen diğer elde tutuluyor.
       Türkiye'nin yeni-sömürge kapitalizminin vardığı nokta, tam da büyük bir krizin, kırılmanın eşiğidir. AKP eliyle devreye sokulan Ilımlı İslam projesi, yağma ekonomisi, Kürtleri kandırma ve ezme açılımları, Alevileri dışlama ve ezme çabaları, sendikaları ve işçi sınıfını ezme ve boyunduruk altına alma politikaları, kadınlara dönük zulüm, aşağılama v.d. ezme, boyun eğdirme ve sömürme politikaları artık sınırlarına varmıştır. Ve önümüzdeki dönem kesin biçimde AKP'nin başaşağıya gidiş dönemidir.
       Sadece bu genel belirlemelerle yetinmeden, biraz daha yakından bakalım, AKP'nin başaşağı gidiş sürecine...

       Kriz ve Gerileme
       Her Cephede Gelişiyor, Somutlaşıyor

       Suriye ve Dış Politika
       AKP'nin, dış politikası iflasa doğru gitmektedir. Amerikan emperyalizminin "Ilımlı İslam" projesinin bir parçası olarak bölge ülkeleri için model olacak bir ülke dizaynı temelinde bölgeye öncülük etme politikası yarı yolda kalmıştır. Ortadoğu'daki tüm komşularıyla (Suriye, Irak, İran) yarı savaş hali içindedir. Komşularla "sıfır sorun" politikası iflas etmiştir. Suriye'deki iç savaşın bir parçası haline gelme, İran'a karşı füze radarlarını konumlandırma, Irak'da açıkça mezhepsel güdülerle davranma, İsrail karşısında uslu kedi konumuna dönüş bölge halkları nezdindeki kof prestijini tüketmeye başlamıştır. Ortadoğu politikalarının merkezine açıkça mezhepçilik oturmaya başlamıştır. Bölge lideri olma hayallerinden İslamın sunni kolunun önderi olma noktasına çekilmek zorunda kalmıştır. Suriye, İran, Irak politikalarında bu net biçimde belirginleşmiştir. Suriye'de savaşın açıkça doğrudan tarafı konumuna gelmiştir. Suriye'deki dinci güçlerin merkez üssü olmak bir yana, çok sayıda özel harekatçı yoluyla savaşa doğrudan katılım da söz konusudur. Bütün güç gösterilerine ve yaygaralara rağmen, savaşa aktif olarak katılıma rağmen, Suriye'nin yeniden biçimlendirilmesi yönündeki emperyalist güçlerin yaptığı planlamaların, denklemlerin içinde de yer alamamakta, tezleri, iddiaları ciddiye alınmamaktadır. Yaptığı iş, gösterdiği çaba taşeronluğun ötesine geçmemektedir.
       Suriye'nin işgal edilmesi, işgalde de birincil derecede rol oynayarak Suriye Fatihi olma hevesi, emperyalist efendilerin farklı planlarına takılı kalmıştır. Savaş ve işgal kışkırtıcılığından geriye kuyruğundan vurulmuş bir Fantom uçağı kalmıştır. AKP'nin dış politikası bu kuyruk acısına takılı kalmıştır. Çaresiz ve şaşkın biçimde düşüşünü derinleştirecek tarzda, fakat emperyalist efendilerin uyarılarının da etkisiyle oldukça sinik biçimde taşeronluk hizmetlerine devam etmektedir.
       İsrail'e karşı "one minute"lü sahte çıkışlarının yarattığı şaaşalı dönem sona ermiştir. Bölgedeki tüm komşu ülkelerle düşmanlık, Rusya ve Çin'le en hafif deyişle "limoni" dönem başlamıştır. Ve büyük efendi ABD emperyalizmi de Obama ile Tayyip'in telefon görüşmesini bir elde telefon, bir elde beyzbol sopasıyla görüntüleyerek şımarıklığa son, hizaya gel mesajını açıkça vermiştir. Bölgesel güç olma hayalleri tümüyle suya düşmüştür. Düşüş açık biçmde başlamıştır ve devam edecektir.

       İşçi Sınıfı ve Emekçiler
       İşçi sınıfına ve emekçi kesimlere dönük saldırganlığın giderek yoğunlaşması ve hak gaspları, daralma ve düşüşün başlıca göstergelerinden biridir. Sendikal haklar tam bir baskı cenderesine sokulmuştur. AKP'nin THY grevindeki tutumu bunun açık göstergesidir. İşçilerin hak arama mücadelelerine karşı grev yasağı koyma ve işten çıkarmalar artık saldırıların pervasız bir rotaya girdiğini apaçık göstermektedir. Kamu emekçilerinin, işçilerin grev ve direnişlerine dönük saldırılar artık sıradan olaylar haline gelmiş durumdadır. Sendikal barajların uygulamaya sokulması, kıdem tazminatlarını ortadan kaldırma girişimi, asgari ücretin 700 TL gibi insanlık dışı bir rakamda tutulması, işsizlik oranlarının düşmemesi, iş sağlığı ve güvenliğinin adeta sıfırlanması ve iş kazalarında aylık işçi ölümlerinin artık yüzlü rakamları bulması, ve benzeri olgular işçi sınıfı düşmanlığının her adımda büyüdüğünü gösteriyor. Saldırılar sadece işçi sınıfına değil, tüm emekçi yoksul halka dönük olarak yoğunlaşmıştır. Kentsel dönüşüm politikaları denilen kent rantı oluşturmaya dönük yasalar ve politikaların yasal zemini geçtiğimiz aylarda oluşturulmuştur. Sırada büyük emekçi semtlerinin yıkımı ve emekçilerin yaşam alanlarının talan edilmesine dönük büyük saldırılar gündemdedir. Köylülük hızla yoksullaşıyor. Öyle ki, AKP'nin oy deposu olarak gördüğü iç Anadolu'da yoksul köylüler eylemlerle ayağa kalkmaya başlamıştır. Oldukça büyük bir köylü kitlesi topraklarını HES (Hidro elektrik santral) projeleriyle kaybetme tehdidi altındadır ve direnişler dört bir yanda gelişmektedir.
       Sıkışan ekonomi ve rant dağıtım mekanizması hayatın her alanını yağmalamak için olanca hızıyla harekete geçmiştir ve işçileri, köylüleri, yoksul emekçileri karşısına almıştır. AKP'nin bu kesimler içinde gerileme süreci başlamıştır ve bu saldırıların boyutlanmasına bağlı olarak bu süreç derinleşecektir.

       Kürt Ulusal Sorunu
       AKP'nin düşüş sürecinin başlaması Kürt ulusal sorununda çok daha belirgindir. Tayyip'in "zafer" kazandığı 2011 Haziran genel seçimlerinde oy oranlarının düştüğü tek yer Kürt kentleri oldu. Kürt açılımı demagojisi boşa çıkan AKP, seçimler sonrasında adeta intikamcı bir tutumla sahte açılım sürecinin bittiğini ilan ederek, gerillaya ve legal siyasal alana adeta intikamcı bir saldırganlıkla yöneldi. Seçim sonrası gerillayı ve Kürt ulusal hareketinin bütün bileşenlerini ezme politikasını temel alan AKP, mücadelenin her cephesinde yenilgiye uğramış, hedeflerinin hiç birine ulaşamadığı gibi, gerilemiştir. Ezildi/ezilecek denilen gerilla Ağustos ayı itibariyle TC sınırları içinde yaklaşık 400 km²'lik bir alanı denetimine almıştır. Pek çok bölgede yollarda ve kırlık bölgelerde denetim artık neredeyse yarı yarıya gerillanın elindedir. Sokak mücadelesi sürmektedir. Suriye Kürtlerinin kendi bölgelerini denetim altına alarak demokratik özerklik projesini hayata geçirmeleri, AKP'nin hem Suriye politikasının, hem de Kürt politikasının tam anlamıyla hezimeti olmuştur. Kürt ulusal sorunundaki bu gelişmeler AKP'nin düşüş sürecindeki en açık olgu durumundadır.

       Aleviler
       AKP'nin bütün toplumsal dinamikleri kendisi üzerinden sisteme bağlama politikasının bir uzantısı olarak gündeme gelen Alevi açılımı ise tümüyle iflas etmiş, yerini açık bir Alevi düşmanlığına bırakmıştır. Aleviliği, Sunni İslam'ın bir parçası haline getirme çabalarından sonuç alamayan AKP'nin geldiği nokta, Tayyip'in dilinden ifade edilecek olursa; Sivas katiamcılarının serbest bırakılmasını "hayırlı olsun"la karşılama, cemevlerinin "ucube" olarak tanımlanmasıdır. Bütün cemevlerinin kapatılmasının yolunu açan Yargıtay kararı da TC'nin ve onun yeni sahibi AKP'nin en son saldırı hamlelerinden biridir. Aleviliği aşağılayan ve düşman olarak gösteren söylemlerin toplumsal karşılığı ise en gerici/faşist kesimlerin Alevi katliamları için harekete geçmesi olmuştur. Alevilerin evlerinin işaretlenmesi, Malatya Sürgü'de olduğu gibi katliam girişimleri artık adeta rutin olaylar haline gelmiştir. Bu noktada, tescilli Alevi düşmanı MHP'li faşistler de, AKP'nin yanında özellikle katliam girişimlerinde baş role soyunmuş durumdalar. Teslim alamadığı Alevileri ezme ve bu temelde Sunni halkı Alevilere düşmanlaştırarak kendi ekseninde kemikleştirme politikası AKP'nin yaşadığı daralmayı da apaçık ortaya koymaktadır.

       Kadınlar
       Kadınlar, AKP'nin saldırı politikalarının başlıca hedeflerinden biri haline gelmiştir. Amerikan dinciliğinin kadınlara biçtiği role uygun yasal düzenlemeler ve yol verilen gerici toplumsal baskılar kadınların yaşamını giderek bir cehenneme çevirmektedir. AKP iktidarı döneminde kadınlara dönük öldürme olayları tam 7 kat artmıştır. Kürtaj bağlamında başlayan tartışma ve düzenlemeler kadının kendi bedeni üzerindeki hak kırıntılarını da yok etmeye dönük saldırganlıklarda önemli bir başlangıcı oluşturuyor. Kadına ev ve çocuk bakıcılığı rolü dışında tüm toplumsal yaşamı kapatma çabasının artık açık bir politik tutuma dönüşmesi, kadın ile erkeğin eşit olmadıkları yönünde bakanlar düzeyinde yapılan açıklamalar vb. kadınlar üzerindeki baskıların önümüzdeki dönemde hızla artacağını gösteriyor. Son bir yıl içinde kadınlara karşı dile getirilen cinsiyetçi, ayrımcı söylemler ve uygulamalar, daha önceki dönemlerin nispeten nötr söylemleriyle tam bir karşıtlık içindedir. Yoksullaşmanın ağır yükünü çeken asıl kesimin kadınlar oluşuyla bu olgular bir araya getirildiğinde, kadınların tam bir cehennemle yüzyüze olduğu açıktır. AKP saldırılarını boyutlandırdıkça bugüne değin aldığı kadın desteğinin giderek daralacağı açıktır. AKP kadınlar cephesinde de düşüşe geçmiştir...

       Toplumsal Yaşam
       Kültürel, sosyal ve eğitsel yaşamda son bir yıl içinde yaşanan gelişmeler, AKP'nin büyük bir saldırganlıkla toplumsal yaşamı Türklük, Amerikancı dincilik ve bu iki unsura göre biçimlenmiş erkek egemenliği üzerinden yeniden biçimlendirmeye çalıştığını gösteriyor. Kürtleri, diğer ulusal toplulukları, Alevileri, Ezidileri, Hıristiyanları, laikleri, kadınları toplumsal yaşamdan tümüyle silmek için eğitimde devreye sokulan 4+4+4 sistemi, kürtaj ve sezeryan tartışmaları, sistematik biçimde geliştirilen Kürt ve Alevi düşmanlığı, toplumsal yaşamı hızla büyük çatışmaların içine doğru çekmektedir. Türk, Sunni (daha doğrusu Amerikan modeli "Ilımlı İslam"cı, dinci) ve erkek egemen toplumsal kodlar üzerinden kendi egemenliğini sağlamlaştırmaya çalışan AKP, aynı zamanda karşısında büyük ve giderek zorunlu olarak daha güçlü ve sert bir direniş geliştirmek zorunda kalacak toplumsal kesimleri biriktiriyor. AKP'nin yarattığı bu çatışma alanları onun güçleneceğini sandığı alanda gerilemesi için bir başlangıcı da oluşturuyor.

       Ekonomi
       Ekonomi, AKP'nin hep hem en güçlü göründüğü, hem de yumuşak karnını oluşturan alan oldu. 2001 kriziyle ülke ekonomisinin dönemsel yağmalanması tamamlandıktan sonra gelen toparlanma döneminde iktidar olan AKP, kapitalist ekonomilerin doğal döngüsü olan bu toparlanma sürecini adeta kendi marifeti gibi göstermeyi başardı. Dahası, yüksek faizli büyük borçlanmalarla ve ülkenin bütün kaynaklarının emperyalistlere ve yerli işbirlikçilerine peşkeş çekilmesi yoluyla yaratılan rant ekonomisinde emekçi sınıflara da acısı daha sonra fena halde çıkacak kimi kırıntılar dağıtarak büyük yükseliş olarak göstermeye çalıştığı bir yalancı zenginleşme yarattı. Bu yalancı zengileşme aynı zamanda banka kredileriyle ev, mülk, araba vb. satın alan geniş bir küçük ve orta burjuva kesimi de AKP'ye esir etti. Ekonomideki kırılmaların iflasları anlamına geleceğini düşünen bu kesimler AKP'nin politikalarını beğensinler ya da beğenmesinler AKP ile mevcut "istikrar" durumunu özdeşleştirdiler. Artık bu yolun sonuna gelinmiştir. Emperyalist-kapitalizmin dünya ölçeğindeki krizinin çıkışı olmayan labirentlerinde bulduğu kimi kaynaklarla durumu idare etmeye çalışan AKP, artık borç alarak ekonomiyi yürütme imkanlarını tüketmek üzeredir. Borç alma imkanları azalmakta, ihracat düşmektedir. Bunun açık ifadesi, 2012 büyüme hedefinin geçen yılın şişirilmiş büyümesinin yarısı düzeyine çekilmiş olmasıdır. Yarıya düşürülmüş bu hedefin tutup tutmayacağı da belli değildir. Bunun farkında olan AKP bedelli askerlikten, işsizlik fonlarına, 2B arazilerinin yağmasından, emekçi mahallelerinin yıkılarak tekelci sermayeye peşkeş çekilmesine, reel gelirlerin düşmesi anlamına gelen ücret artışlarına, işçilerin kıdem tazminatlarına el koyma anlamına gelecek düzenlenmelere, çok övündüğü yeni sağlık sisteminde paralı uygulamalara değin, tümü emekçilerin cebine el atmak anlamına gelen bir dizi uygulamayı devreye sokmuştur.
       Bunlar da yetmeyecektir! Türkiye'nin çarpık, bağımlı yeni-sömürge ekonomisi artık bıçak sırtında topallayarak yürümeye başlamıştır. Ve yeni bir büyük kırılmayla/krizle çöküp yere serilmesi artık an meselesidir. AKP ekonomi alanında da eğik düzleme girmiştir, gerilemektedir.

       Sistem İçi Yarılma
       AKP'nin gerilemesinin en somut biçimiyle açığa çıktığı alanlardan biri kendi iç cephesinde oluşan büyük yarılmalar ve girmek zorunda kaldığı yeni ittifak arayışlarıdır. AKP baştan itibaren sistemin ortak paydalarında birleşen gerici ve faşist dinci kesimlerin ve bunlarla bir çok noktada ortaklaşan liberal kesimlerin partisi olarak biçimlendi. Elbette, temel kolon baştan itibaren Tayyip'in de içindiği olduğu milli görüşçülerdi. Fetullahçılar da başta olmak üzere geniş bir tarikat bileşimi de bu koalisyonun ikinci ana halkasını oluşturdu. Fetullahçılar bu süreç içinde CIA'in de daha büyük hesaplarla verdiği desteklerle AKP içinde hızla büyüdü ve etkili konumları ele geçirmeye başladı. Fetullahçılar 2011 Haziran seçimleri sonrasında oluşan zafer sarhoşluğu içinde iktidardan ve ekonomik ranttan daha fazla pay istediği noktada iktidar bloğu çatlamaya başlamıştır. Öyle ki, bu durum Tayyip'in siyasi kariyerini ağır bir biçimde darbelemeye, onun bürokratlarını tutuklamaya yeltenmeye kadar varmıştır. Bu hamlenin başarıya ulaşmadığı noktada, Fetullahçıların gücünü sınırlamaya dönük tasfiyelerde başlamıştır. AKP'nin oluşturduğu iktidar bloğundaki çatlaklar, Tayyip'in cumhurbaşkanlığı sevdası, yeni başbakanın kim olacağı, vb. noktalara bağlı olarak derinleşmektedir. Abdullah Gül'ün Ağustos ayında danışmanı aracılığıyla hükümete dönük eleştirilerini alenileştirmesi, Cemil Çiçek'in "teröre karşı mutabakat" adı altında hükümete rağmen inisiyatif almaya başlaması hep görünür hale gelen çatlaklara işaret ediyor. AKP'ye destek veren sinik liberal cephede gelişmeler karşısında şok halinde ve destekleri azalıyor.
       Her cephede yaşanan sıkışmalar ve saldırganlık, iktidar rantından yararlanmada öne çıkma çabaları AKP'nin birleşik davranma olanaklarını giderek daha fazla zorluyor. Tayyip'in bu yarılmaları dengelemek için orduyla arayı düzeltme, kendisine rakip olabilecek HAS ve Demokrat Partiyi kendi saflarına çekme, vb. noktalardan girdiği yeni ittifak arayışlarının iç yarılmaları ne denli onaracağı ya da dengeleyeceği ise açık değildir. AKP kendi iç cephesinde de artık eski sağlam görüntüsünü korumaktan uzaktır. Gerileme bu alanda da belirginleşmeye başlamıştır.

       Gerilemeye Karşı Tayyip'in Silahları:?
       Palavralar, Kürt ve Alevi Düşmanlığı

       Devrimci Sosyalist Hareket seçimler sonrasındaki değerlendirmesinde AKP'nin hem oy potansiyeli açısından, hem de siyaseten kendi sınırlarına vardığını tespit etmişti. Toplumsal çelişkilerin vardığı derinlik ve genişlik, biriktirdikleri çatışma dinamikleri ve AKP'nin bunlar karşısında izleyeceği, izlemek zorunda kalacağı politikaların büyük mücadelelerin önünü açacağını ifade etmişti.
       Bugün bu tespitin yaşamın bütün alanlarında somutlaştığını görüyoruz. Ve daha ilk hamlelerden itibaren AKP gerilemeye başlamıştır.
       AKP girdiği gerileme sürecinin her bir olgusu karşısında toplumsal meşruiyetini artık burjuva politikacılığı açısından bile fütursuz hale gelen sinik bir palavracılıkla ve Alevi-Kürt düşmanlığı temelinde dengelemeye ve yeniden üretmeye çalışıyor.
       Suriye'de uçak düşürülüyor, hemen uluslararası sularda düşürüldü yalanı ve yalancı pehlivan kükremeleri ile cevap veriyor. Uçağın Suriye hava sahası içinde düşürüldüğü ortaya çıkınca sinik söylemlerle yalana devam ediyor. Yalancı pehlivan kükremeleri ise korkak kedi sessizliğine dönüşüyor.
       Suriyeli mültecilere insani ve politik yardım yapıyoruz, kesinlikle silah ve askeri eğitim yardımı yapmıyoruz diyor. Tüm dünya Türkiye'nin Suriyeli dincilerin temel askeri üssü olduğunu yazıyor. Hatta Suriyeli gerici askeri güçler internet sitelerinde merkez üs olarak Türkiye'den adres veriyorlar. Yine sinik bir sessizlik...
       Tecavüzcü işkenceciler polis müdürü yapılıyor, işkence mahkumiyetleri ortaya çıkıyor, Tayyip, tam bir fütursuzlukla "hayır mahkum edilmedi" diyebiliyor...
       Gerilla Kürdistan'da 400 km²'lik alanda denetimi ele geçirmiş, tüm TV kameralarının önünde saatlerce yol kesiyor, Tayyip "hayır, böyle bir şey yok" diyor.
       Onlarca asker çatışmalarda ölüyor, Tayyip "birkaç asker" diye açıklıyor ve yalan söyleyerek inkar ediyor.
       Bunlar sadece bir kaç örnek... Ama her gün bu tür aleni yalanların onlarca örneği AKP yöneticileri tarafından durmadan, adeta otomatiğe bağlanmış biçimde söyleniyor.
       AKP'nin toplumsal meşruiyetini yeniden üretmek için sığındığı bir saldırı alanı Kürt ve Alevi düşmanlığıdır.
       Kürtlerin Kuzey Kürdistan dışında her yerde saldırıya uğramaları, linç edilmeleri, Kürtçe konuşmanın dahi saldırı vesilesi olması, her yerde hortlatılan Kürt düşmanlığı sıradan olaylar haline gelmiştir.
       Aynı durum Aleviler için de geçerlidir. Alevilere ucube denilerek hakaret edilemesi, ibadethanelerinin yasadışı sayılması, Alevi inancının yok sayılması, Alevilere dönük katliam girişimlerinin gelişmesi, evlerinin işaretlenerek tehdit edilmeleri vb. günlük olaylar haline gelmiştir.
       AKP bu yoldan hem eğitimde, sosyal yaşamda, dış politikada uyguladığı Amerikan imalatı dinci politikaların yanı sıra, Kürt ve Alevi düşmanlığını da öne çıkararak kendisine oy veren sağcı, milliyetçi, dindar seçmen kitlesini kemikleştirmeye, diğer alanlarda yaşadığı gerilemeyi bu yoldan telafi etmeye çalışmaktadır.
       Hesabı 2013 yerel seçimleri ve 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar bu azgın saldırılarla ve tabanı kemikleştirme politikalarıyla durumu idare etmek, bu seçimleri kazanmaktır. Sonrası için "Allah kerim"...
       AKP bu politikalarla burjuva hükümetlerin herkesin hükümeti olma, milleti temsil etme iddialarından uzaklaşarak, daralmaktadır. Bu durum, düşüş sürecinin hem nedeni, hem de sonucudur. Bu politikalar aynı zamanda yükseliş duruşundan bir savunma hattına doğru çekildiğini göstermektedir.
       AKP'nin yeni Türkiyesinde durum budur. İniş başlamıştır...
       Başaşağıya gidişte iki faktör temel önemdedir.
       Birincisi, ekonomideki gerileme eğiliminin büyük bir kırılmaya, krize dönüşmesinin nasıl olacağıdır. Bu, AKP'nin gerileme sürecindeki en önemli nesnel faktördür. Büyük bir kırılma her an gündemdedir. Bu durumda, AKP'nin tüm dayanakları kısa sürede çökecektir. Ekonomideki başaşağı gidişin bir kırılma/krizle değil de, adım adım gelişmesi durumunda süreç daha sancılı ve şiddetin/saldırganlığın dozunun adım adım artacağı, oldukça karmaşık bir süreç olacaktır.
       İkinci temel faktör ise birleşik direnişin ve devrimci bir seçeneğin bu süreçte güçlü çıkışla ortaya konup konamayacağıdır.

       Direniş İçin Tek Seçenek:
       Birleşik Mücadele ve Devrimci Önderlik

       AKP'nin Türkiye'nin yeni-sömürge kapitalist sistemini restore etme çabaları her cephesinden dökülmeye başlamıştır. Bunun anlamı, toplumsal çelişkilerin artması, çatışmaların yoğunlaşması, sistemde özellikle ekonomi alanında büyük kırılmalar olması durumunda bütün statükoların kısa sürede tuzla buz olarak büyük ve derin çatışmalı bir sürecin kapısının açılması demektir.
       Devrimci ya da halkçı bir önderliğin ortaya çıkmadığı koşullarda büyük bedeller ödenerek yürütülen mücadelelerin bile bir süre sonra nasıl sistem içi kanallara akıtıldığını Arap halklarının büyük isyanları sırasında gördük/görüyoruz. Devrimci seçeneğin/önderliğin, geniş mücadele cephelerinin yaratılamadığı koşullarda, Türkiye de bu noktada bir istisna olmayacak, derin çatışmalar eni konu sistem içine akacaktır.
       1990 sonrası tüm halk mücadelelerinin gösterdiği üzere, her alanda, her cephede kırılmaya başlayan, gerileyen AKP önderliğindeki yeni-sömürge sistemine karşı işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin direnişini örgütleme dinamiği taşıyan tek kesim devrimci güçlerdir. Sistem içi güçlerin hiç biri AKP'nin karşısında bir seçenek oluşturamazlar. Dahası açıktır ki oluşturacakları seçenekler (CHP'nin Haziran'da ortaya koyduğu Kürt açılımının komikliği ve pespayeliği bunu bir kez daha göstermiştir.) halkın insanca yaşam ve özgürlük istemlerine kesinlikle yanıt olamaz.

       Birleşik Mücadele...
       Devrimci güçlerin zayıflığı biliniyor. Derinleşen çelişkiler ve büyüyecek mücadele olanaklarına yönelmek bu zayıflıkları aşmak için yegane yoldur. Burada ayrıntıları tartışmak gereksiz, ama şu açıktır; devrimci güçlerin artık karınca gibi çalışmak olarak ifade edilen yollardan, ya da bununla bağlantılı olarak çeşitli devrim deneyimlerinin takliti temelinde güç biriktirmesinin mümkün olamayacağı (zaten olmamıştır da) bir dönem başlamaktadır. Savunmacı ve içe dönük politikaların işlevsizliğinin çok daha açık biçimde görüleceği bir süreç hızla ilerlemektedir. Devrimci güçler hızla ve büyük bir tempoyla çelişki ve çatışma alanlarına müdahale edebildikleri ölçüde toparlanabilirler.
       Kürt ulusu, ulusal kurtuluşçu önderliğinin etrafında direnişini sürdürüyor. Bu direniş hem hangi araç ve yollardan direnilmesi gerektiği konusunda önemli örnekler yaratıyor, veriler sunuyor, hem de sistemdeki kırılmalarda başat roller oynuyor. Sistemin kırılmasını beklemeden, onu kendisi kıra kıra yol alıyor. Ancak yalnızdır, bu onun politik açıdan bükülmesinde önemli rol oynadı, ancak bu bir yana onun pratik olarak da büyük hamleler yapma olanaklarını sınırlıyor.
       Aleviler artık açıkça önü açılmış olan katliamcılık karşısında, diğer saldırılar karşısında kaçınılmaz olarak öz savunmalarını geliştireceklerdir. Bu gelişmelere bağlı olarak yavaş ya da hızlı, sağlam ya da gevşek/kırılgan olacaktır. Ve muhtemeldir ki, devrimciler bu noktada önemli rol oynayacaktır.
       Fakat bu iki büyük direniş dinamiği Türkiye devrimci hareketinin geliştireceği direniş zeminleriyle buluşamadığı ya da zayıf buluştuğu ölçüde büyük zorluklarla zayıflıklarla yüz yüze kalacaklardır.
       Dahası, insanca yaşam ve özgürlük taleplerinin, devrim talebinin ülke gündeminin merkezi bir unsuru haline gelebilmesi için, bu dinamiklerin diğer bütün mücadele dinamikleriyle birleştirilmesi, tüm işçilerin, köylülerin, yoksulların, ezilenlerin birleşik mücadelesinin yaratılması gerekir. Devrimci güçler her cephede kırılmaya başlayan sisteme karşı direniş ve devrimci sıçrama için her alanda mücadele cepheleri inşa etmek zorundadırlar.
       Bu bağlamda, devrimci ve sol güçlerin birliği yönünde son dönemlerde yoğunlaşan çabaların henüz çok anlamlı sonuçlar yaratamadığı açıktır. Devrimci Sosyalist Hareketin devrimci güçlerin birliğine dönük yaptığı çağrı da gereken karşılığı almış değildir.
       Bu durum umutsuz olmak için neden değildir. Bu çabalarda geri çekilmek söz konusu olmaz. Örgütsel bağlamlar üzerinden yürüyerek mücadele birliklerinin yaratılamadığı nokta, somut mücadele alanları, somut çelişki ve çatışma noktaları üzerinden uzun vadeli, büyük kampanya çalışmalarıyla somutlaşan birleşik ve güçlü direniş nüveleri yaratmaya yönelmek gerekiyor.
       Emekçi semtlerine dönük yoğunlaşacak yıkım saldırılarına karşı devrimci güçlerin çekirdeğini oluşturacağı mücadele cephelerini somutlaştırmak güncel görevlerden biridir. Alevi, Sunni, Türk, Kürt her ulus ve dini inançtan emekçileri birleştirecek bu mücadeleler aynı zamanda AKP'nin ulusal ve dinsel temelde yaratmaya çalıştığı kamplaşma ve çatışmalara da yanıt niteliği taşıyacaktır
       İşçi sınıfına ve emekçi halk sınıflarının karşılaştığı ve giderek artan hak gaspları ve saldırılar karşısında sendikaları da mücadeleye zorlayan birleşik bir devrimci müdahale sınıf içinde, emekçi halk katmaları içinde sola dönüşü hızlandıracak ve büyük kırılma anlarında önemli direnişlerin, sıçramaların yolunu açacaktır.
       Alevilere dönük saldırılar karşısında Alevi emekçilerinin örgütlenmesi, öz savunmalarını geliştirmeleri, Sunni halkın bu tuzağa düşmesinin engellenmesi amacıyla devrimci güçlerin geliştireceği mücadeleler, yaratacakları mücadele cepheleri hem Alevi emekçilerinin yeniden yüzünü sola ve devrime dönmesinde sıçrama noktası olacak, hem de saldırılar güçlü direnişlerle karşılanabilecektir.
       Kürt ulusunun büyüterek geliştirdiği mücadele ile mırın kırınsız bir dayanışmayı örgütlemek, birleşik mücadeleyi örmek, HDK dışındaki devrimci güçlerin bu mücadeleleye aktif katılımını sağlayacak birleşik mücadele araçları yaratmak, düzenin bu alanda yaşadığı kırılmaları daha boyutlandıracak ve devrimci güçlere büyük mevziler kazandıracaktır.
       Kadınlara dönük saldırganlığa karşı gelişecek birleşik mücadele diğer mücadele alanlarıyla (barınma hakkı, Alevilerin ve Kürtlerin direnişi, işçi sınıfı mücadeleleri) bağları doğru kurulabildiği ölçüde gerçek bir kitlesel emekçi kadın mücadelesine dönüşebilir. Bu ise düzenin tüm dayanaklarını (siyasal, aile, gelenekler, vb.) sarsacak bir mücadele zemininin oluşması anlamına gelir.
       Suriye'deki iç savaş AKP'nin yumuşak karnı haline gelmiştir. Esad diktatörlüğünün kanlı yüzünü teşhir eden, ancak bir o kadar barbar olan dinci örgütlerin de gerçek yüzünü ortaya koyan, Suriye'deki başta Kürtler olmak üzere demokratik, ilerici güçlere dönük aktif desteği somutlaştıran birleşik bir mücadele, hem AKP'nin, hem de emperyalistlerin saldırganlığını frenlemede önemli bir rol oynayacaktır. Suriye politikasında yenilecek bir AKP her alanda önemli ölçüde zayıflacaktır. Sadece bu da değil, Türkiye cephesinde devrimci ve sol güçlerin Ortadoğu'da gelişen mücadeleler karşısındaki devrimci demokratik tutumunu somutlaştırarak bölge halklarına farklı bir alternatifin de gelişmekte olduğunu gösterecektir. Orta ve uzun vadede bu, Ortadoğu'da devrimci mayalanmalar için önemli bir örneği ifade edecektir.
       Birleşik mücadelenin geliştirilebileceği çok önemli sonuçlar ortaya çıkarılabilecek bir çok alan daha bulunuyor. Bunlardan bir veya birkaçını eksen alarak uzun süreli ve iyi örgütlenmiş birleşik mücadele kampanyaları/örgütlenmeleri devrimci güçleri toplumsal mücadele alanında görünür hale getireceği gibi, derin toplumsal bağlar açısından da önemli kazanımlar yaratacaktır. Bu pratik mücadele yolundan yürünerek daha gelişkin birlikler yaratmak çok daha fazla olanaklıdır.
       Gelişmekte olan çelişki alanlarına müdahale temelinde, sağlam biçimde planlanmış, örgütlenmiş ve uygulanan mücadele kampanyaları/çalışmaları içinde kendini görünür hale getiren, etkili olmaya başlayan, birleşik mücadeleyi örmeyi başardığını gösteren devrimci güçler yüzü sola ve devrimcilere dönük çok büyük bir kitle içinde yavaş yavaş umut kaynağı olacak, en azından bunların bir bölümünün enerjisini çalışmalar bağlamında mücadeleye akıtacaktır. 1 Mayıs'larda kortejlere katılmayarak yandan yürüyen, ya da doğrudan meydanlara gelen ve sayısı neredeyse kortejlerdeki insanlara yaklaşan kitlenin yeniden kortejlere dönmesinde birleşik mücadele önemli, güçlü bir toparlayıcı rol oynayacaktır.
       Birleşik mücadele konusunda devrimci güçlerdeki isteksizlik veya mevcut mücadele örneklerinin zayıflıkları sınıflar mücadelesinin önümüze koyduğu birleşik mücadele görevini yok sayma hakkını kimseye vermiyor.
       Olmuyorsa, bir daha ve/veya başka bir yoldan denemek zorunludur.

       Devrimci Seçenek/Önderlik...
       Devrimci Sosyalist Hareket kendi tarihsel rolünün ilk adımı olarak devrimci önderliğin/seçeneğin yaratılmasını görmektedir.
       Devrimci önderlik/seçenek düzeyi yaratılmadan, koşullar devrimci çalışma için ne denli elverişli olursa olsun büyük devrimci sıçramalar/gelişmeler olamayacağı kesindir.
       Devrimci önderlik/seçenek ise ancak ve ancak somut toplumsal çelişkilere devrimci önderliğin yaratılmasına hizmet edecek bir planlama ve ufuk temelinde devrimci müdahaleler geliştirilerek, bu mücadelelerin içinde yaratılabilir. Mücadelenin dışında ya da kıyısında bir devrimci önderlik geliştirilmesi mümkün değildir.
       Önümüzdeki dönem bu açıdan belirleyici öneme sahiptir. Sınıf çatışmalarının, her türden toplumsal çatışmaların yoğunlaşacağı önümüzdeki dönemde bu mücadelelerin dışında kalmak, ya da aynı anlama gelen kıyısında durma tavrı göstermek devrimci önderliğin yaratılması iddiasının tümden boşa düşmesi anlamına gelecektir. Devrimci önderliğin yaratılması sürecinin özgül ve farklı görevleriyle güncel mücadele zeminlerini birleştirmek olmazsa olmazdır.
       Yürüyüşümüzü büyütmek, devrimci çıkışın zeminlerini yaratmak için bu bilinçle yürüyeceğiz!

 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL