Çok
yönlü, karmaşık, ağırlaşmış sorunların adeta kördüğüm
olduğu, bu sorunların basıncı altında sık sık
gündemlerin değiştiği bir süreçten geçiyoruz.
Dünya ve özellikle de Ortadoğu'da yaşanan her
sorun ve süreç, şu ya da bu biçimde, ama doğrudan
ülkemiz sınıf savaşımını etkiliyor, hatta sınıf
savaşımına yön veriyor. Bu sorun ve süreçler,
sol ve devrimci hareketi, bizi doğrudan ilgilendiriyor,
gündemimizi belirliyor, buna yönelik devrimci
tavrı öne çıkarıyor. Başta Kürt sorunu olmak üzere,
demokratik tüm sorunlar (siyasal özgürlük, din
ve vicdan özgürlüğü, Alevi ve diğer ezilenlerin
sorunları gibi) çözüm değil, çözümsüzlük girdabından
kurtulamıyor. Bu temelde biri dizi sorunlar ile
Ortadoğu'daki gelişmeler adeta üst üste düşüyor,
sorunları büyütüyor, sınıf savaşımını derinleştiriyor,
her alanda saflaşmalar yeniden ve yeniden yaşanıyor.
Ortadoğu'da
yeniden savaş tamtamları çalınıyor. Dün Afganistan,
Irak, Libya, bugün Suriye; emperyalist saldırı
ve savaşlar devam ediyor. Emperyalizm, Büyük Ortadoğu
Projesi temelinde Ortadoğu'ya yeniden biçim verirken,
sadece bu coğrafi alanı emperyalist-kapitalist
pazara tamamen açmakla kalmıyor, çıkarlarına ters
düşen her şeyi yıkıyor, halklara savaş ve işgalleri
dayatıyor.
Ortadoğu,
adeta emperyalist çıkarların çatıştığı bir coğrafi
alan olmuştur. Reel sosyalizmin çözülmesiyle emperyalistler
arası pazar savaşı, bir başka ifadeyle hegemonya
krizi yoğunlaşmış; bu kriz en yalın ve çıplak
biçimde Ortadoğu'ya yansımıştır. Bir yanda, ABD
ve İngiltere emperyalizmin başını çektiği, İsrail,
Türkiye, Katar, S.Arabistan'ın bu emperyalist
ittifaka işbirlikçilik ekseninde eklendiği güçler,
diğer yandaAB ve bir diğer tarafta da Rusya, Çin,
hatta İran'ın içinde yer aldığı başka ittifak
güçleri. Ortadoğu tüm bu emperyalist ittifakların,
bunlar arasındaki çıkar çatışmasının yoğunlaştığı
bir coğrafya olmuştur. Bu anlamda, 1. Paylaşım
savaşı içinde kurulan dengeler ve çizilen sınırlar,
1990 başlarında başlayan Ortadoğu savaşlarıyla,
yeni/4. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerine
göre yeniden biçim almaktadır.
Ortadoğu'da
Yeni Bir Dönem Yaşanıyor
Tunus'ta
başlayan ve tüm Ortadoğu'ya yayılan kitle hareketi,
Ortadoğu açısından yeni bir süreci işaret ediyor.
Emperyalizmin kontrolü ve denetiminde, sömürgecilik
ve yeni sömürgecilik süreçlerini yaşayan Ortadoğu,
sadece açık ve vahşi sömürünün değil, demokrasi
ve özgürlüğün de tümden inkar edildiği bir bölgedir.
İster emperyalizme tam bağımlı olan ülkelerde,
isterse de, bir dönem, 3. bunalım döneminde, kapitalizm
ile sosyalizm arasındaki çatışmada kendine yer
açan, "devlet kapitalizminin" egemen
olduğu ülkelerde (Irak ve Suriye) olsun, tümünde
burjuva anlamda demokrasi yoktur, katı birer burjuva
diktatörlüğü söz konusudur. Tunus'ta yakılan ve
Ortadoğu'ya yayılan kıvılcım, sadece açlık ve
yoksulluğa karşı değil, aynı zamanda özgürlük
ve demokrasi arayışlarını da ifade etmektedir.
Bu
kitle hareketi karşısında kısa bir duraksama yaşayan
emperyalizm, özellikle Mısır örneğinde hızla devreye
girmiş, kitle hareketini kontrol edip, kendi çıkarları
temelinde bu kitle hareketini kullanmaya çalışmıştır.
Bunun en somut örneği Libya ve şimdi de Suriye'dir.
Dün, 3. bunalım döneminde sosyalizme karşı "yeşil
kuşak" teorisini geliştiren emperyalizm,
bugün "ılımlı İslam" projesini geliştirmiş,
neoliberal sömürüyü "ılımlı İslam"la
iç içe örgütlemek istemektedir. Bir yandan anti-ABD
konumda olan İslami akımları "düşman"
ilan edip savaş açıyor, öte yandan "ılımlı
İslam" projesi ile Ortadoğu'yu kapitalist
pazara tamamen açmak istiyor. Hiç şüphesiz bunun
için maddi ve sosyal bir temel zorunludur. Bu
maddi ve sosyal temel kapitalizmle çatışmayan
tam tersine onunla bütünleşen gerici İslamcı akımlardır.
Emperyalizm başta Müslüman Kardeşler olmak üzere,
gerici İslami akımları kontrol edip, bunlar üzerinden
bu projeye somutlaştırmak istenmektedir. Mısır
ve Tunus bu açıdan yeni bir döneme adım atmıştır.
Libya, emperyalist saldırı ve NATO desteğiyle
bu projeye dahil edilmiştir; şimdi gündem Suriye'dedir,
yarın sıra İran'a gelecektir.
Emperyalizmin
Büyük Ortadoğu Projesi temelinde, Ortadoğu halklarına
karşı açmış olduğu bu emperyalist saldırı ve savaşlara
doğrudan, cepheden tavır almak işçilerin, yoksulların,
ezilenlerin görevidir. Dün Afganistan, Irak, Libya,
bugün Suriye, yarın İran; tüm bu saldırılara karşı
halkların yanında yer almak, emperyalist saldırıya
karşı tavır alıp savaşmak ana görevdir.
Bu
kapsamlı saldırı ve savaşların gündemdeki hedefi
Suriye'dir. Sınıflı bir toplum olan, devlet kapitalizmin
egemen olduğu Suriye'de çeşitli halklar ve dinsel
inanç sahipleri (ulusal olarak Araplar %68, Kürtler
%18, Ermeniler %6, Rum-Yahudiler %4, Dürziler
%3, Türkmenler %2, Çerkezler %1,5; dinsel ve mezhepsel
olarak Sunniler % 68, Aleviler %12, Hristiyanlar
%14, İsmaililer %2 gibi) vardır. Bu toplum düzeni
sadece sınıfsal sömürüye dayanmıyor, aynı zamanda
demokrasi ve özgürlüğü yok sayıyor, inkar ediyor.
Bu anlamda, hem Ortadoğu'da, hem de Suriye'de
eşitlik, özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam
talepleri haklı ve meşrudur. Ancak, son iki yılda,
yukarıda ifade ettiğimiz Mısır örneği ve sonrasındaki
gelişmelerin gösterdiği gibi, emperyalizm bu talepleri
kullanarak halk hareketlerini "ılımlı İslam"
projesiyle kontrol edip, kendi çıkarları için
kullanmaktadır. Bundan dolayı, Suriye'de yaşanan,
bu haklı taleplerin istismarı ve emperyalist saldırı
için manivela yapılmasıdır.
Emperyalizm
demokrasi değil, siyasal gericilik, savaş ve sömürü
eğilimidir; demokrasi halkların özgürlük savaşıyla
kazanılır. Demokrasi ve özgürlük adına, Suriye'de
emperyalizm, sadece yeni bir emperyalist işgal
ve savaşa hazırlanmıyor, aynı zamanda, "ılımlı
İslam" projesiyle gerici güçlere dayanıyor.
Onların "demokrasi" dedikleri emperyalizmle
işbirliğidir; emperyalistlerin işbirlikçisi olmak,
Katar, S.Arabistan, Türkiye örneğinde olduğu gibi,
işçi sınıf ve emekçilere, mazlum halklara düşmanlık,
gericilik, "demokrasi" adına faşizmdir.
Bundan
dolayı bir kez daha ifade ediyoruz: ne emperyalist
senaryo, plan, işgal ve savaş; ne de Esat ve burjuva
diktatörlüğü. Ortadoğu ve Suriye'de işçi ve emekçilerin,
ezilen halkların önünde böylesi iki kötü seçenek
yoktur. İşçi sınıfı ve halkların tek seçeneği
vardır; kendi kaderini eline almak, emperyalizm
ve diktatörlüklere karşı, demokrasi ve özgürlük
mücadelesini insanca yaşam mücadelesiyle birleştirmek,
halk demokrasisi ve sosyalizm için mücadele etmektir.
Emperyalizmin
İşbirlikçisi Oligarşi Ve AKP
Bugün,
Suriye'ye yönelik bu emperyalist saldırı ve işgal
hazırlığında oligarşi ve AKP, önemli bir yerde
durmaktadır, adeta bu saldırının sivri ve öncü
ucudur. AKP ve oligarşi, ABD emperyalizmin yanında,
sadece Suriye halklarına karşı değil, tüm Ortadoğu
halklarına karşı saf tutmuştur. Bu sadece siyasal
değil, ekonomik ve askeri bir saf tutmadır. Yaklaşan
ve bir süredir, son iki yılda giderek derinleştirilen
Suriye'ye yönelik saldırı ve işgal hazırlıklarında
oligarşi ve AKP, emperyalizm adına koçbaşı rolü
oynamaktadır. Bugün Suriye'de yaşanan, bir tarafta
Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı/gerici güçlerin,
diğer tarafta Esat rejiminin yer aldığı iç savaş
değil, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin,
Türkiye, Katar ve S.Arabistan'ın doğrudan içinde
yer aldığı "iç savaş"tır. Suriye, bir
süredir, emperyalist saldırı programının hedefidir
ve TC oligarşisi ve AKP için Suriye "iç mesele"dir.
TC oligarşisi ve AKP, emperyalizmi arkasına alarak,
işbirlikçi "muhaliflere" sadece ev sahipliği
yapmıyor (İstanbul, Ankara gibi kentlerde büro
açmak, "Suriye'nin Dostları Konferansı"
örgütlemek gibi), sınır kentlerde (Adana, Hatay,
Kilis gibi), adı "Hür Suriye Ordusu"
olan işbirlikçi güçleri eğitiyor, savaş merkezleri
kuruyor, sınırı açıyor, her türlü destek ve yardımı
yapıyor. Akçakale'ye düşen ve Suriye'deki hangi
güç tarafından gönderildiği belli olmayan bir
havan topu mermisinin beş sivilin canını alması
üzerine başlatılan süreç, saldırganlığı yeni bir
aşamaya sokmuştur. Bunu bahane ederek meclisten
bir karar çıkmadan iki gün boyunca Suriye güçlerini
topa tutan TC ordusu, tezkere ile sonradan yasallaştırdığı
bu müdahalesi ile Suriye'deki işbirlikçi güçlere
verdiği askeri desteği aleni hale getirmiştir.
İki gün boyunca topa tutulan, daha sonra da benzer
bahanelerle yine topçu ateşi açılan Suriye topraklarında
kaç sivilin hayatını kaybettiğini kimse bilmemektedir.
Dün, dış politikada "sıfır sorun" diyen,
Hatta Esat rejimi ile dostluk kuran, ABD emperyalizmin
desteğiyle "barış gücü" olmaya soyunan,
yurtsever harekete karşı "Adana protokolü"nü
imzalayan AKP ve oligarşi, bugün, sahte bir özgürlük
söylemiyle Suriye'yi düşman ilan ediyor, İran,
Rusya ve Çin ile çatışmalı bir konumda yer alıyor.
Bu
ne tesadüftür ne de keyfi bir tercihtir. Dışta
emperyalizmin yanında ve saldırgan bir çizgide
duran AKP, tam da sınıfsal karakterinden kaynaklı,
içte gerici, faşist bir çizgide, işçilere, emekçilere,
Kürt ulusuna ve tüm ezilenlere savaş açıyor. İç
ve dış politika siyasal gericilik çizgisinde birleşiyor;
içte faşizm, dışta saldırganlık biçiminde tezahür
ediyor. Böylece, Ortadoğu halklarına, Suriye'ye
yönelik emperyalist saldırı politikalarında, emperyalizme
ve AKP'ye karşı mücadele üst üste düşüyor. Kendi
burjuvazisine karşı tavır almayan, sosyal şovenizmden
kurtulamaz; bundan dolayı, AKP ve oligarşiye karşı
tavır, bu emperyalist saldırı politikalarına karşı
direnişin önemli halkasıdır. Emperyalizme tavır
AKP ve oligarşiye tavır ile iç içedir, birbirinden
ayrılamaz.
Emperyalist-Kapitalist
Sistem Kriz Üretiyor
Emperyalist-kapitalist
sistem kriz içinde yeniden biçim alıyor. Sosyalizme
karşı "zaferini" ilan eden kapitalizm,
reel sosyalizmin çözülmesiyle elde ettiği kısmi
rahatlamayı geride bırakalı çok oldu; kriz sarmalı
içinde, tüm içsel çelişkileri yeniden ve yeniden
açığa çıkıyor. Kapitalizme karşı sosyalizm tek
ve gerçek çözümdür. Bu bilimsel sonuç, nesnel/maddi
olarak her dönemden daha fazla bu dönem için tartışılmaz
bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Ancak, bu nesnel/maddi
zemin, sadece "nesnel/maddi zemin"dir
ve tek başına yeterli değildir. Bu maddi/nesnel
zemin ancak sosyalist hareketin örgütlü gücüyle
somutluk kazanır. Bu nokta son derece önemlidir;
hiç şüphesiz devrimci ve sosyalist hareketin dünya
ölçeğinde yaşadığı krizin bir sonucu olarak, pratikte,
sokaktaki insan için, sosyalizm, tam da bundan
dolayı, hala güçlü bir seçenek değildir. Böyle
de olsa, kapitalimin tüm sonuçlarına yakıcı olarak
ortaya çıkıyor, dünyanın her yerinde insanların,
ezilenlerinin günlük yaşamına doğrudan dokunuyor,
acil ve güncel talepleri, sınıfsal zeminde yeniden
üretiyor ve dünyanın dört bir yerinde, yer yer
büyük kitlesel direniş ve hareket olarak ortaya
çıkıyor. Bir başka ifade ile emperyalist-kapitalist
sitemde "patlayıcı maddeler" yoğunlaşıyor.
"Emperyalizm sosyalizmin arifesidir";
emperyalist-kapitalist sistemin üretmiş olduğu
"patlayıcı maddeler", yaşanan sancılı
süreçler içinde sosyalizmi daha güçlü bir seçenek
olarak öne çıkarıyor.
Emperyalist-kapitalist
sistemin en büyük gücü ABD emperyalizmidir. 2.
Paylaşım savaşı sonrası oluşan dünya tablosu içinde,
ABD emperyalizmi, emperyalist-kapitalist sistemin
önderliğini ele aldı. Ancak bu hegemonik güç,
sorunsuz ve her şeyin bir "denge" içinde
yürüdüğü anlamı taşımıyor. Tam tersine, emperyalist-kapitalist
sistemin tüm yasaları işliyor, sorunları üretiyor.
Eşitsiz ve dengesiz gelişin kapitalizmde içseldir;
böylece ABD emperyalizmi sistem içinde hegemonik
güç olsa da, kapitalizmin bu yasası, Pazar savaşımını
hızlandırıyor, emperyalistler arsı çelişkiye yeniden
ve yeniden biçim veriyor ve bu temelde, her süreç
ve dönemde yeni dengeler kuruluyor. AB ve Japon
emperyalizmi, hatta reel sosyalizmin çözülmesi
sonrası büyük bir sarsıntı geçiren Rusya vb ülkeler
emperyalist-kapitalist sistem içinde yeni nüfus
alanları kazanıyor. Ekonomik güç son derece önemlidir,
bu alanda AB, Japonya giderek güç kazanıyor; ABD
emperyalizmin önderliği elbette ekonomik alanı
içerse de daha çok siyasal ve askeri alanda öne
çıkıyor. Dahası, reel sosyalizmin çözülmesiyle
hegemonya ve nüfus alanı savaşı hızlandı; emperyalist-kapitalist
sistem içi çelişkiler yumuşamıyor, bu çelişkiler
ötelenmiyor, bir kenara atılmıyor. Tam tersine,
dün sosyalizm ve devrimci halk savaşları karşısında
kendi aralarındaki çelişkileri kısmen öteleyen
emperyalistler, şimdi yeni hegemonya savaşlarını
sürdürüyor. Çok merkezli, çok katmanlı emperyalist-kapitalist
sistem, pazar savaşı ekseninde yeni çelişki ve
çatışma dinamiklerini ortaya çıkarıyor.
Kürt
Halkı Direniyor, Sömürgecilik Dökülüyor
Yaklaşan
Suriye savaşı karşısında taraf olan oligarşi ve
AKP, ülke sorunları karşısında aynı çizginin devamı
bir yerde durmaktadır. Dışta emperyalist güçlerin
işbirlikçisi ve saldırgan bir çizgide duran AKP,
tam da sınıfsal karakterinden kaynaklı, içte gerici,
faşist bir çizgide, işçilere, emekçilere, Kürt
ulusuna ve tüm ezilenlere savaş açıyor. Dün dışta,
"sıfır sorun" diyerek sahte, ikiyüzlü
bir dış politika izleyen AKP, bugün emperyalizmin
bölgesel tüm hesaplarının içinde doğrudan yer
almakta ve Ortadoğu halkların karşısında ve düşmanca
bir yerde durmaktadır. İran, Irak, Suriye bunun
en son somut örnekleridir. Öte yandan, oligarşi
içi çelişkide sahte bir "demokrasi"
söylemini benimseyen AKP, bu inisiyatif savaşında
birkaç adım öne çıkınca, "demokrasi"
söylemini bir yana atmış, başta Kürt ulusu olmak
üzere, işçi ve emekçilere, tüm ezilenlere karşı
topyekun savaş çizgisini dayatmıştır.
Daha
başka yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere, Kürt
sorununda gelinen yer, seçim ve sonrası süreç
açısından ifade edersek, yeni bir aşamadır. Kürt
sorununda "Kürt sorunu yoktur, inkar ve asimilasyon
yoktur, Kürt vatandaşın bireysel sorunu var"
diyerek 1993 konsesptini Kürt halkına dayatan
AKP, sadece Kürt sorununda değil, demokrasinin
tüm sorunları karşısında "demokratik"
ve "özgürlükçü" değil, inkarcı, imhacı,
asimilasyoncu, özetle baskıcı ve faşisttir. Ne
Kürt sorunu örneğin "seçmeli ders" sorunudur,
ne de siyasal özgürlükler ve demokrasinin diğer
sorunları AKP'nin sahte özgürlük anlayışı ile
çözülmüştür. Bu gerçek, seçim sonrası yaşanan
süreç ile bir kez daha tümden açığa çıkarmıştır.
Daha önceleri "demokrasi" kavramını
istismar eden, oligarşi içi çelişkide liberal
kesimlerin desteğini almak için kullanan AKP,
seçim süreciyle bunu bir kenara atmış, sadece
demokratik hakları inkar etmekle kalmamış, bu
taleplere sahip çıkan tüm güçleri, özellikle de
örgütlü bir güç olan Kürt halkını her gün tehdit
etmekte, özel savaşı dayatılmakta, kitlesel tutuklama
ve imha siyasetinde ısrar etmektedir. Hiç şüphesiz,
bu yeni süreç, AKP ile MGK'nun ABD önderliğinde
yeni bir ittifak sürecidir; sadece bu değil, aynı
zamanda Kürt sorunu ve tüm demokrasi sorunları
karşısında yeni bir savaş konseptidir.
Ama
tarih hiçbir zaman emperyalizm ve egemen sınıflar
tarafından, onların keyfi tercihleri tarafından
yazılmadı; şimdi de yazılmıyor. Emperyalizm ve
oligarşi, sınıf savaşımında bir taraftır ve tarihi
kendi çıkarları temelinde yazmak isterler. Hatta
bu "resmi tarih" için bir dizi manipülasyon,
sahte "uzman", hayali "senaryo"
vb. üretirler. Ama her şey emperyalizm ve oligarşi
tarafından belirlenmez. Her sınıf ve örgütlü güç,
tarihin özü olan sınıf savaşımında yerini alır
ve politik özne olduğu ölçüde de bu tarihsel gelişimde
söz sahibi olur. Bu anlamda her sınıf da kendi
tarihini yazar; tarih kendiliğinden yazılmaz,
örgütlü güçler tarafından yazılır. Emperyalist
güçler ve işbirlikçi oligarşi, gerici sınıf ve
güçler kendi tarihini yazmak isterken, karşılarında
halklar vardır, halklar da kendi tarihini kendileri
yazarlar. Bu anlamda Ortadoğu tarihsellik içinde
güncelliği yaşıyor; bir yandan gerici ve diktatör
yönetimlere tepkiler, hak arayışları hızlanıyor,
diğer yanda bir başka gericilik, emperyalizm bu
tepkilere yön vermeye çalışıyor, sınırlar yeniden
ve yeniden biçim alıyor, halklarda bu kapsamlı
ve karmaşık savaşım içinde kendi kaderini eline
almaya çalışıyor.
Bu
anlamda yaşanan tarihsel an ve süreç, bugün, tüm
bu gelişmeler içinde yeni imkan ve olanakları
da ortaya çıkarıyor. Yer yer "Kuzey Suriye"
olarak da ifade edilen Batı Kürdistan'daki gelişmeler
bunun somut bir ifadesi oluyor. Batı Kürdistan'da,
iki kötü seçenek dışında, emperyalist ittifaklar
ve Esat diktatörlüğü dışında farklı bir seçenek
ortaya çıkıyor, Kürt halkı kendi kaderini eline
alıyor, Kürt politik akımları "ulusal konsey"
çatısı altında birleşiyor, özyönetim organları
inşa ediyor. Kürtler dünden farklı olarak, nispeten
"kardeş kavgasından" uzak bir yerde
duruyor ve tüm bu karmaşık ve çok yönlü hesaplar
içinde kendi kaderini eline almaya çalışıyor.
Bu
gelişmeler oligarşiyi sarsıyor. Kürt sorununda
çözümsüzlüğü ve sömürgeci savaşı dayatan oligarşi,
her şeyin merkezine bu sorunu koyuyor. Tüm dış
politikasının ana halkalarındanbiri, belki de
birincisi Kürt sorunu ve yurtsever hareketin etkisini
kırmak oluyor. Batı Kürdistan'da Kürt halkının
özyönetim organlarını oluşturması, sömürgeci oligarşinin,
Suriye sorununda emperyalist güçlerden daha saldırgan
bir yerde durmasına kaynaklık ediyor. Oligarşi,
Suriye'de sadece Müslüman Kardeşler ve gerici-sunni
İslamcı akımları desteklemiyor, onlara yataklık
yapıp, "Hür Suriye Ordusu" adlı gerici
güçleri silahlandırmıyor; aynı zamanda bir başka
yol izleyen Kürt halkının demokratik talep ve
kazanımlarını da yok etmeye çalışıyor. Bu anlamda,
sadece Rusya, Çin gibi ülkelerle gerilimli bir
fay hattında durmuyor, "BM, sürecin gerisinde
kaldı" diyerek, "uluslararası toplulukla
birlikte hareket etme" gibi iddialar da anlamını
yitiriyor. Oligarşinin "uluslararası topluluk"
dediği emperyalist güçler ve kurumlardır. TC,
bunlara rağmen öne çıkıyor, savaş kışkırtıcılığı
yapıyor, "iç mesele" diyerek taraf oluyor.
Tüm bunlar sadece işgal ve Esat diktatörlüğünün
yıkılması sonrası masada söz sahibi olmak için
değil, belki de bundan daha önemli olarak, Batı
Kürdistan'da Kürt halkının kendi kaderini eline
almasını engellemek içindir.
Görevler
Sık
sık değişen, ama temel sorunlar ekseninde yeniden
ve yeniden biçim alan gündem yoğunluğunu yaşıyoruz.
Oligarşi içi çelişki ve gündem yoğunluğunu bir
kenara bırakırsak, devrimci pratik ve görevler
açısından şu ana başlıklar, gündemimiz ve görevlerimizi
belirliyor.
Bir:
Büyük Ortadoğu Projesi temelinde TC aracılığıyla
emperyalizmin Suriye'ye yönelik saldırı ve işgal
hazırlığı. Tüm anti-emperyalist güçlerin şu ya
da bu düzeyde gündeminde olan bu sorun karşısında
bugün ikili bir tavır söz konusu olmalıdır. Birinci
olarak, emperyalizm ve oligarşinin bu saldırgan
politikalarını teşhir etmek ve yaklaşan işgali
engellemek; ikincisi ise, işgale karşı mücadele
etmek, işgalcileri kovmak asıl halka olmalıdır.
Hangi
aşamada olursak olalım, bu politikanın ana halkası,
özü, anti-emperyalizmdir. Hatta bu sorunda, yukarıda
da ifade ettiğimiz gibi, anti-emperyalizm, anti-oligarşik
mücadele ile üst üste düşmektedir; bu mücadelenin
sivri ucu emperyalizm ve AKP'dir. Bu temelde tüm
güçlerin birliği ise yaşamsaldır. Ortadoğu, Ortadoğu
halklarındır. Emperyalizm, sadece Suriye'den değil,
dün işgal ettiği Afganistan, Irak ve Libya'dan
elini çekmeli, tüm Ortadoğu'dan çekilmelidir.
Sadece siyasal ve askeri olarak değil, ekonomik,
kültürel her alanda emperyalizm elini bu coğrafyadan
çekmelidir. Biliyoruz, emperyalizm bu coğrafyadan
gönüllü, kendi isteği ile çekilmez; halkların
birleşik mücadelesi bunun için önemlidir ve ancak
halkların kavgasıyla emperyalizm bu coğrafyadan
kovulur.
Bu
temelde, içte, sadece devrimci ve sol güçler değil,
emperyalizmden şu ya da bu düzeyde rahatsız olan
tüm güçlerin birleşik cephesi; dışta ise, Ortadoğu'da
halkların birleşik cephesi yaşamsaldır.
İki:
Kürt sorunu demokrasi savaşımının tek değil, ama
ana sorunudur. Sömürgeci oligarşinin, AKP'nin
Kürt ulusuna karşı sömürge savaşını dayatması;
buna karşı yurtsever hareketin direnişi en önemli
gündemlerden biridir. Her şey bu temelde yeniden
saflaşıyor.
Devrimci
sosyalizm, bu sorunda, asıl çözümün Kürt ulusunun,
bağımsız devlet kurma hakkı dahil tüm haklarının
tanınmasından geçtiğini düşünüyor, on yıllardır
bunu dost düşman herkese ilan ediyor. Bunun dışındaki
tüm "çözüm" yolları "ara"
ve "yan" çözümdür. Kürt ulusu örgütlüdür,
örgütlü güç yurtsever harekettir. Yurtsever hareketi
dışta tutan hiçbir "çözüm" çözüm değildir.
Sömürgeci oligarşinin sömürge savaşı ise meşru
değil, tümden haksızdır; bu sömürge savaşı son
bulmadan, Kürt halkı kendi özyönetim organlarını
oluşturmadan, sömürgecilik tasfiye olmadan demokratik
bir çözümden de bahsedilemez.
Kürt
ulusunun özgürlüğünü hiçbir şarta bağlamadan savunmak,
Kürt ulusu ve onun öncüsü yurtsever harekete dayatılan
haksız/sömürge savaşına karşı çıkmak, Kürt ulusu
ve yurtsever hareketle dayanışma ağı örmek acil,
ertelenmez görevdir.
Üç:
Neo-liberal saldırılar ve buna karşı görevler.
Bu saldırıların iki alanda yoğunlaştığı açıktır.
Birincisi, neo-liberal saldırıların son halkasını
oluşturan ekonomik-sosyal saldırılardır. Özelleştirmede
son hamleler yapılıyor, doğal kaynaklar talan
ediliyor, "kentsel dönüşüm" adı altında
büyük rant alanları yaratılıyor. AKP, hem dereleri,
suları özelleştiriyor, doğal kaynakları talan
ediyor; hem de daha önce parça parça yapmış olduğu
"kentsel dönüşüm" saldırısını tüm ülkeye
yayıyor. Bu rant alanları aynı zamanda yeni sermaye
birikim alanları oluyor. İkincisi ise, tüm demokratik
hakları yok sayıyor, işçi sınıfı ve emekçilere,
yoksullara, tüm ezilenlere saldırıda sınır tanımıyor.
Böylece, bu kapsamlı saldırılar, sadece siyasal
özgürlük için değil, sosyal kurtuluş içinde haklı
ve meşru direniş zemini yaratıyor.
Direnenler
Kazanacak
Tüm
bu alanlarda devrimci görevler bu süreçte üst
üste düşüyor. Türkiye devrimci hareketin zayıf
bir yerde durması, tüm bu gündem ve görevlerle
sıkı bağ kuramaması sorunları derinleştiriyor.
Düzen dökülüyor, AKP'nin yalan ve istismarı ciddi
boşluklar yaratıyor. Kendiliğinden kitle hareketi
dönemi kapandı; örgütlü kitle hareketi ise zayıftır.
İşçi ve emekçilerin, Alevi ve ezilenlerin tüm
demokratik sorunları, Kürt ulusuna karşı yürütülen
sömürge savaşının gölgesinde bastırılıyor, yok
sayılıyor. Halk/kitle hareketi ile devrimci hareket
arasında mesafe kapanmıyor, büyüyor. Sol ve devrimci
hareket dağınık ve güçsüzdür. Tüm bunlar yeni
sorunlar üretiyor, yeni görevleri belirliyor.
Bu
görevlere sahip çıkmadan ne devrim yürüyüşü hızlanır
ne de devrimci bir seçenek somut olarak açığa
çıkar. Bizim için, bu görevlere sahip çıkmak ile
devrimci bir partiyi inşa etmek iç içedir. Tarihsel
akış bizi beklemiyor, biz tarihsel akışı yakalamak
ve giderek ona yön vermek zorundayız. Kaybedilen
her gün, çözülmeyen her sorun, daha ağırlaşmış
sorun ve süreç olarak geri dönüyor. Devrimci partinin
inşası için iç devrim, sadece bir adımdır, iç
devrim süreklidir; ama bu her şey değildir. İç
devrim, bu görevlerle, sınıfsal zeminde biçim
alan anti-emperyalist tavır, neoliberalizmin saldırılarına
karşı direniş ve direnen Kürt halkı ile mücadele
içinde dayanışma görevlerimizden kopuk değildir.
Tam tersine iç içedir; bir bütünün iki yanıdır,
birliktedir.
Görevlere
sahip çıkarak ileri sıçrayacağız!
|