Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

5 (66). Sayı - Kasım-Aralık 2012

       Çok yönlü, karmaşık, ağırlaşmış sorunların adeta kördüğüm olduğu, bu sorunların basıncı altında sık sık gündemlerin değiştiği bir süreçten geçiyoruz. Dünya ve özellikle de Ortadoğu'da yaşanan her sorun ve süreç, şu ya da bu biçimde, ama doğrudan ülkemiz sınıf savaşımını etkiliyor, hatta sınıf savaşımına yön veriyor. Bu sorun ve süreçler, sol ve devrimci hareketi, bizi doğrudan ilgilendiriyor, gündemimizi belirliyor, buna yönelik devrimci tavrı öne çıkarıyor. Başta Kürt sorunu olmak üzere, demokratik tüm sorunlar (siyasal özgürlük, din ve vicdan özgürlüğü, Alevi ve diğer ezilenlerin sorunları gibi) çözüm değil, çözümsüzlük girdabından kurtulamıyor. Bu temelde biri dizi sorunlar ile Ortadoğu'daki gelişmeler adeta üst üste düşüyor, sorunları büyütüyor, sınıf savaşımını derinleştiriyor, her alanda saflaşmalar yeniden ve yeniden yaşanıyor.
       Ortadoğu'da yeniden savaş tamtamları çalınıyor. Dün Afganistan, Irak, Libya, bugün Suriye; emperyalist saldırı ve savaşlar devam ediyor. Emperyalizm, Büyük Ortadoğu Projesi temelinde Ortadoğu'ya yeniden biçim verirken, sadece bu coğrafi alanı emperyalist-kapitalist pazara tamamen açmakla kalmıyor, çıkarlarına ters düşen her şeyi yıkıyor, halklara savaş ve işgalleri dayatıyor.
       Ortadoğu, adeta emperyalist çıkarların çatıştığı bir coğrafi alan olmuştur. Reel sosyalizmin çözülmesiyle emperyalistler arası pazar savaşı, bir başka ifadeyle hegemonya krizi yoğunlaşmış; bu kriz en yalın ve çıplak biçimde Ortadoğu'ya yansımıştır. Bir yanda, ABD ve İngiltere emperyalizmin başını çektiği, İsrail, Türkiye, Katar, S.Arabistan'ın bu emperyalist ittifaka işbirlikçilik ekseninde eklendiği güçler, diğer yandaAB ve bir diğer tarafta da Rusya, Çin, hatta İran'ın içinde yer aldığı başka ittifak güçleri. Ortadoğu tüm bu emperyalist ittifakların, bunlar arasındaki çıkar çatışmasının yoğunlaştığı bir coğrafya olmuştur. Bu anlamda, 1. Paylaşım savaşı içinde kurulan dengeler ve çizilen sınırlar, 1990 başlarında başlayan Ortadoğu savaşlarıyla, yeni/4. bunalım döneminin ilişki ve çelişkilerine göre yeniden biçim almaktadır.

       Ortadoğu'da Yeni Bir Dönem Yaşanıyor
       Tunus'ta başlayan ve tüm Ortadoğu'ya yayılan kitle hareketi, Ortadoğu açısından yeni bir süreci işaret ediyor. Emperyalizmin kontrolü ve denetiminde, sömürgecilik ve yeni sömürgecilik süreçlerini yaşayan Ortadoğu, sadece açık ve vahşi sömürünün değil, demokrasi ve özgürlüğün de tümden inkar edildiği bir bölgedir. İster emperyalizme tam bağımlı olan ülkelerde, isterse de, bir dönem, 3. bunalım döneminde, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki çatışmada kendine yer açan, "devlet kapitalizminin" egemen olduğu ülkelerde (Irak ve Suriye) olsun, tümünde burjuva anlamda demokrasi yoktur, katı birer burjuva diktatörlüğü söz konusudur. Tunus'ta yakılan ve Ortadoğu'ya yayılan kıvılcım, sadece açlık ve yoksulluğa karşı değil, aynı zamanda özgürlük ve demokrasi arayışlarını da ifade etmektedir.
       Bu kitle hareketi karşısında kısa bir duraksama yaşayan emperyalizm, özellikle Mısır örneğinde hızla devreye girmiş, kitle hareketini kontrol edip, kendi çıkarları temelinde bu kitle hareketini kullanmaya çalışmıştır. Bunun en somut örneği Libya ve şimdi de Suriye'dir. Dün, 3. bunalım döneminde sosyalizme karşı "yeşil kuşak" teorisini geliştiren emperyalizm, bugün "ılımlı İslam" projesini geliştirmiş, neoliberal sömürüyü "ılımlı İslam"la iç içe örgütlemek istemektedir. Bir yandan anti-ABD konumda olan İslami akımları "düşman" ilan edip savaş açıyor, öte yandan "ılımlı İslam" projesi ile Ortadoğu'yu kapitalist pazara tamamen açmak istiyor. Hiç şüphesiz bunun için maddi ve sosyal bir temel zorunludur. Bu maddi ve sosyal temel kapitalizmle çatışmayan tam tersine onunla bütünleşen gerici İslamcı akımlardır. Emperyalizm başta Müslüman Kardeşler olmak üzere, gerici İslami akımları kontrol edip, bunlar üzerinden bu projeye somutlaştırmak istenmektedir. Mısır ve Tunus bu açıdan yeni bir döneme adım atmıştır. Libya, emperyalist saldırı ve NATO desteğiyle bu projeye dahil edilmiştir; şimdi gündem Suriye'dedir, yarın sıra İran'a gelecektir.
       Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi temelinde, Ortadoğu halklarına karşı açmış olduğu bu emperyalist saldırı ve savaşlara doğrudan, cepheden tavır almak işçilerin, yoksulların, ezilenlerin görevidir. Dün Afganistan, Irak, Libya, bugün Suriye, yarın İran; tüm bu saldırılara karşı halkların yanında yer almak, emperyalist saldırıya karşı tavır alıp savaşmak ana görevdir.
       Bu kapsamlı saldırı ve savaşların gündemdeki hedefi Suriye'dir. Sınıflı bir toplum olan, devlet kapitalizmin egemen olduğu Suriye'de çeşitli halklar ve dinsel inanç sahipleri (ulusal olarak Araplar %68, Kürtler %18, Ermeniler %6, Rum-Yahudiler %4, Dürziler %3, Türkmenler %2, Çerkezler %1,5; dinsel ve mezhepsel olarak Sunniler % 68, Aleviler %12, Hristiyanlar %14, İsmaililer %2 gibi) vardır. Bu toplum düzeni sadece sınıfsal sömürüye dayanmıyor, aynı zamanda demokrasi ve özgürlüğü yok sayıyor, inkar ediyor. Bu anlamda, hem Ortadoğu'da, hem de Suriye'de eşitlik, özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam talepleri haklı ve meşrudur. Ancak, son iki yılda, yukarıda ifade ettiğimiz Mısır örneği ve sonrasındaki gelişmelerin gösterdiği gibi, emperyalizm bu talepleri kullanarak halk hareketlerini "ılımlı İslam" projesiyle kontrol edip, kendi çıkarları için kullanmaktadır. Bundan dolayı, Suriye'de yaşanan, bu haklı taleplerin istismarı ve emperyalist saldırı için manivela yapılmasıdır.
       Emperyalizm demokrasi değil, siyasal gericilik, savaş ve sömürü eğilimidir; demokrasi halkların özgürlük savaşıyla kazanılır. Demokrasi ve özgürlük adına, Suriye'de emperyalizm, sadece yeni bir emperyalist işgal ve savaşa hazırlanmıyor, aynı zamanda, "ılımlı İslam" projesiyle gerici güçlere dayanıyor. Onların "demokrasi" dedikleri emperyalizmle işbirliğidir; emperyalistlerin işbirlikçisi olmak, Katar, S.Arabistan, Türkiye örneğinde olduğu gibi, işçi sınıf ve emekçilere, mazlum halklara düşmanlık, gericilik, "demokrasi" adına faşizmdir.
       Bundan dolayı bir kez daha ifade ediyoruz: ne emperyalist senaryo, plan, işgal ve savaş; ne de Esat ve burjuva diktatörlüğü. Ortadoğu ve Suriye'de işçi ve emekçilerin, ezilen halkların önünde böylesi iki kötü seçenek yoktur. İşçi sınıfı ve halkların tek seçeneği vardır; kendi kaderini eline almak, emperyalizm ve diktatörlüklere karşı, demokrasi ve özgürlük mücadelesini insanca yaşam mücadelesiyle birleştirmek, halk demokrasisi ve sosyalizm için mücadele etmektir.

       Emperyalizmin İşbirlikçisi Oligarşi Ve AKP
       Bugün, Suriye'ye yönelik bu emperyalist saldırı ve işgal hazırlığında oligarşi ve AKP, önemli bir yerde durmaktadır, adeta bu saldırının sivri ve öncü ucudur. AKP ve oligarşi, ABD emperyalizmin yanında, sadece Suriye halklarına karşı değil, tüm Ortadoğu halklarına karşı saf tutmuştur. Bu sadece siyasal değil, ekonomik ve askeri bir saf tutmadır. Yaklaşan ve bir süredir, son iki yılda giderek derinleştirilen Suriye'ye yönelik saldırı ve işgal hazırlıklarında oligarşi ve AKP, emperyalizm adına koçbaşı rolü oynamaktadır. Bugün Suriye'de yaşanan, bir tarafta Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı/gerici güçlerin, diğer tarafta Esat rejiminin yer aldığı iç savaş değil, başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin, Türkiye, Katar ve S.Arabistan'ın doğrudan içinde yer aldığı "iç savaş"tır. Suriye, bir süredir, emperyalist saldırı programının hedefidir ve TC oligarşisi ve AKP için Suriye "iç mesele"dir. TC oligarşisi ve AKP, emperyalizmi arkasına alarak, işbirlikçi "muhaliflere" sadece ev sahipliği yapmıyor (İstanbul, Ankara gibi kentlerde büro açmak, "Suriye'nin Dostları Konferansı" örgütlemek gibi), sınır kentlerde (Adana, Hatay, Kilis gibi), adı "Hür Suriye Ordusu" olan işbirlikçi güçleri eğitiyor, savaş merkezleri kuruyor, sınırı açıyor, her türlü destek ve yardımı yapıyor. Akçakale'ye düşen ve Suriye'deki hangi güç tarafından gönderildiği belli olmayan bir havan topu mermisinin beş sivilin canını alması üzerine başlatılan süreç, saldırganlığı yeni bir aşamaya sokmuştur. Bunu bahane ederek meclisten bir karar çıkmadan iki gün boyunca Suriye güçlerini topa tutan TC ordusu, tezkere ile sonradan yasallaştırdığı bu müdahalesi ile Suriye'deki işbirlikçi güçlere verdiği askeri desteği aleni hale getirmiştir. İki gün boyunca topa tutulan, daha sonra da benzer bahanelerle yine topçu ateşi açılan Suriye topraklarında kaç sivilin hayatını kaybettiğini kimse bilmemektedir. Dün, dış politikada "sıfır sorun" diyen, Hatta Esat rejimi ile dostluk kuran, ABD emperyalizmin desteğiyle "barış gücü" olmaya soyunan, yurtsever harekete karşı "Adana protokolü"nü imzalayan AKP ve oligarşi, bugün, sahte bir özgürlük söylemiyle Suriye'yi düşman ilan ediyor, İran, Rusya ve Çin ile çatışmalı bir konumda yer alıyor.
       Bu ne tesadüftür ne de keyfi bir tercihtir. Dışta emperyalizmin yanında ve saldırgan bir çizgide duran AKP, tam da sınıfsal karakterinden kaynaklı, içte gerici, faşist bir çizgide, işçilere, emekçilere, Kürt ulusuna ve tüm ezilenlere savaş açıyor. İç ve dış politika siyasal gericilik çizgisinde birleşiyor; içte faşizm, dışta saldırganlık biçiminde tezahür ediyor. Böylece, Ortadoğu halklarına, Suriye'ye yönelik emperyalist saldırı politikalarında, emperyalizme ve AKP'ye karşı mücadele üst üste düşüyor. Kendi burjuvazisine karşı tavır almayan, sosyal şovenizmden kurtulamaz; bundan dolayı, AKP ve oligarşiye karşı tavır, bu emperyalist saldırı politikalarına karşı direnişin önemli halkasıdır. Emperyalizme tavır AKP ve oligarşiye tavır ile iç içedir, birbirinden ayrılamaz.

       Emperyalist-Kapitalist Sistem Kriz Üretiyor
       Emperyalist-kapitalist sistem kriz içinde yeniden biçim alıyor. Sosyalizme karşı "zaferini" ilan eden kapitalizm, reel sosyalizmin çözülmesiyle elde ettiği kısmi rahatlamayı geride bırakalı çok oldu; kriz sarmalı içinde, tüm içsel çelişkileri yeniden ve yeniden açığa çıkıyor. Kapitalizme karşı sosyalizm tek ve gerçek çözümdür. Bu bilimsel sonuç, nesnel/maddi olarak her dönemden daha fazla bu dönem için tartışılmaz bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Ancak, bu nesnel/maddi zemin, sadece "nesnel/maddi zemin"dir ve tek başına yeterli değildir. Bu maddi/nesnel zemin ancak sosyalist hareketin örgütlü gücüyle somutluk kazanır. Bu nokta son derece önemlidir; hiç şüphesiz devrimci ve sosyalist hareketin dünya ölçeğinde yaşadığı krizin bir sonucu olarak, pratikte, sokaktaki insan için, sosyalizm, tam da bundan dolayı, hala güçlü bir seçenek değildir. Böyle de olsa, kapitalimin tüm sonuçlarına yakıcı olarak ortaya çıkıyor, dünyanın her yerinde insanların, ezilenlerinin günlük yaşamına doğrudan dokunuyor, acil ve güncel talepleri, sınıfsal zeminde yeniden üretiyor ve dünyanın dört bir yerinde, yer yer büyük kitlesel direniş ve hareket olarak ortaya çıkıyor. Bir başka ifade ile emperyalist-kapitalist sitemde "patlayıcı maddeler" yoğunlaşıyor. "Emperyalizm sosyalizmin arifesidir"; emperyalist-kapitalist sistemin üretmiş olduğu "patlayıcı maddeler", yaşanan sancılı süreçler içinde sosyalizmi daha güçlü bir seçenek olarak öne çıkarıyor.
       Emperyalist-kapitalist sistemin en büyük gücü ABD emperyalizmidir. 2. Paylaşım savaşı sonrası oluşan dünya tablosu içinde, ABD emperyalizmi, emperyalist-kapitalist sistemin önderliğini ele aldı. Ancak bu hegemonik güç, sorunsuz ve her şeyin bir "denge" içinde yürüdüğü anlamı taşımıyor. Tam tersine, emperyalist-kapitalist sistemin tüm yasaları işliyor, sorunları üretiyor. Eşitsiz ve dengesiz gelişin kapitalizmde içseldir; böylece ABD emperyalizmi sistem içinde hegemonik güç olsa da, kapitalizmin bu yasası, Pazar savaşımını hızlandırıyor, emperyalistler arsı çelişkiye yeniden ve yeniden biçim veriyor ve bu temelde, her süreç ve dönemde yeni dengeler kuruluyor. AB ve Japon emperyalizmi, hatta reel sosyalizmin çözülmesi sonrası büyük bir sarsıntı geçiren Rusya vb ülkeler emperyalist-kapitalist sistem içinde yeni nüfus alanları kazanıyor. Ekonomik güç son derece önemlidir, bu alanda AB, Japonya giderek güç kazanıyor; ABD emperyalizmin önderliği elbette ekonomik alanı içerse de daha çok siyasal ve askeri alanda öne çıkıyor. Dahası, reel sosyalizmin çözülmesiyle hegemonya ve nüfus alanı savaşı hızlandı; emperyalist-kapitalist sistem içi çelişkiler yumuşamıyor, bu çelişkiler ötelenmiyor, bir kenara atılmıyor. Tam tersine, dün sosyalizm ve devrimci halk savaşları karşısında kendi aralarındaki çelişkileri kısmen öteleyen emperyalistler, şimdi yeni hegemonya savaşlarını sürdürüyor. Çok merkezli, çok katmanlı emperyalist-kapitalist sistem, pazar savaşı ekseninde yeni çelişki ve çatışma dinamiklerini ortaya çıkarıyor.

       Kürt Halkı Direniyor, Sömürgecilik Dökülüyor
       Yaklaşan Suriye savaşı karşısında taraf olan oligarşi ve AKP, ülke sorunları karşısında aynı çizginin devamı bir yerde durmaktadır. Dışta emperyalist güçlerin işbirlikçisi ve saldırgan bir çizgide duran AKP, tam da sınıfsal karakterinden kaynaklı, içte gerici, faşist bir çizgide, işçilere, emekçilere, Kürt ulusuna ve tüm ezilenlere savaş açıyor. Dün dışta, "sıfır sorun" diyerek sahte, ikiyüzlü bir dış politika izleyen AKP, bugün emperyalizmin bölgesel tüm hesaplarının içinde doğrudan yer almakta ve Ortadoğu halkların karşısında ve düşmanca bir yerde durmaktadır. İran, Irak, Suriye bunun en son somut örnekleridir. Öte yandan, oligarşi içi çelişkide sahte bir "demokrasi" söylemini benimseyen AKP, bu inisiyatif savaşında birkaç adım öne çıkınca, "demokrasi" söylemini bir yana atmış, başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi ve emekçilere, tüm ezilenlere karşı topyekun savaş çizgisini dayatmıştır.
       Daha başka yazılarımızda ifade ettiğimiz üzere, Kürt sorununda gelinen yer, seçim ve sonrası süreç açısından ifade edersek, yeni bir aşamadır. Kürt sorununda "Kürt sorunu yoktur, inkar ve asimilasyon yoktur, Kürt vatandaşın bireysel sorunu var" diyerek 1993 konsesptini Kürt halkına dayatan AKP, sadece Kürt sorununda değil, demokrasinin tüm sorunları karşısında "demokratik" ve "özgürlükçü" değil, inkarcı, imhacı, asimilasyoncu, özetle baskıcı ve faşisttir. Ne Kürt sorunu örneğin "seçmeli ders" sorunudur, ne de siyasal özgürlükler ve demokrasinin diğer sorunları AKP'nin sahte özgürlük anlayışı ile çözülmüştür. Bu gerçek, seçim sonrası yaşanan süreç ile bir kez daha tümden açığa çıkarmıştır. Daha önceleri "demokrasi" kavramını istismar eden, oligarşi içi çelişkide liberal kesimlerin desteğini almak için kullanan AKP, seçim süreciyle bunu bir kenara atmış, sadece demokratik hakları inkar etmekle kalmamış, bu taleplere sahip çıkan tüm güçleri, özellikle de örgütlü bir güç olan Kürt halkını her gün tehdit etmekte, özel savaşı dayatılmakta, kitlesel tutuklama ve imha siyasetinde ısrar etmektedir. Hiç şüphesiz, bu yeni süreç, AKP ile MGK'nun ABD önderliğinde yeni bir ittifak sürecidir; sadece bu değil, aynı zamanda Kürt sorunu ve tüm demokrasi sorunları karşısında yeni bir savaş konseptidir.
       Ama tarih hiçbir zaman emperyalizm ve egemen sınıflar tarafından, onların keyfi tercihleri tarafından yazılmadı; şimdi de yazılmıyor. Emperyalizm ve oligarşi, sınıf savaşımında bir taraftır ve tarihi kendi çıkarları temelinde yazmak isterler. Hatta bu "resmi tarih" için bir dizi manipülasyon, sahte "uzman", hayali "senaryo" vb. üretirler. Ama her şey emperyalizm ve oligarşi tarafından belirlenmez. Her sınıf ve örgütlü güç, tarihin özü olan sınıf savaşımında yerini alır ve politik özne olduğu ölçüde de bu tarihsel gelişimde söz sahibi olur. Bu anlamda her sınıf da kendi tarihini yazar; tarih kendiliğinden yazılmaz, örgütlü güçler tarafından yazılır. Emperyalist güçler ve işbirlikçi oligarşi, gerici sınıf ve güçler kendi tarihini yazmak isterken, karşılarında halklar vardır, halklar da kendi tarihini kendileri yazarlar. Bu anlamda Ortadoğu tarihsellik içinde güncelliği yaşıyor; bir yandan gerici ve diktatör yönetimlere tepkiler, hak arayışları hızlanıyor, diğer yanda bir başka gericilik, emperyalizm bu tepkilere yön vermeye çalışıyor, sınırlar yeniden ve yeniden biçim alıyor, halklarda bu kapsamlı ve karmaşık savaşım içinde kendi kaderini eline almaya çalışıyor.
       Bu anlamda yaşanan tarihsel an ve süreç, bugün, tüm bu gelişmeler içinde yeni imkan ve olanakları da ortaya çıkarıyor. Yer yer "Kuzey Suriye" olarak da ifade edilen Batı Kürdistan'daki gelişmeler bunun somut bir ifadesi oluyor. Batı Kürdistan'da, iki kötü seçenek dışında, emperyalist ittifaklar ve Esat diktatörlüğü dışında farklı bir seçenek ortaya çıkıyor, Kürt halkı kendi kaderini eline alıyor, Kürt politik akımları "ulusal konsey" çatısı altında birleşiyor, özyönetim organları inşa ediyor. Kürtler dünden farklı olarak, nispeten "kardeş kavgasından" uzak bir yerde duruyor ve tüm bu karmaşık ve çok yönlü hesaplar içinde kendi kaderini eline almaya çalışıyor.
       Bu gelişmeler oligarşiyi sarsıyor. Kürt sorununda çözümsüzlüğü ve sömürgeci savaşı dayatan oligarşi, her şeyin merkezine bu sorunu koyuyor. Tüm dış politikasının ana halkalarındanbiri, belki de birincisi Kürt sorunu ve yurtsever hareketin etkisini kırmak oluyor. Batı Kürdistan'da Kürt halkının özyönetim organlarını oluşturması, sömürgeci oligarşinin, Suriye sorununda emperyalist güçlerden daha saldırgan bir yerde durmasına kaynaklık ediyor. Oligarşi, Suriye'de sadece Müslüman Kardeşler ve gerici-sunni İslamcı akımları desteklemiyor, onlara yataklık yapıp, "Hür Suriye Ordusu" adlı gerici güçleri silahlandırmıyor; aynı zamanda bir başka yol izleyen Kürt halkının demokratik talep ve kazanımlarını da yok etmeye çalışıyor. Bu anlamda, sadece Rusya, Çin gibi ülkelerle gerilimli bir fay hattında durmuyor, "BM, sürecin gerisinde kaldı" diyerek, "uluslararası toplulukla birlikte hareket etme" gibi iddialar da anlamını yitiriyor. Oligarşinin "uluslararası topluluk" dediği emperyalist güçler ve kurumlardır. TC, bunlara rağmen öne çıkıyor, savaş kışkırtıcılığı yapıyor, "iç mesele" diyerek taraf oluyor. Tüm bunlar sadece işgal ve Esat diktatörlüğünün yıkılması sonrası masada söz sahibi olmak için değil, belki de bundan daha önemli olarak, Batı Kürdistan'da Kürt halkının kendi kaderini eline almasını engellemek içindir.

       Görevler
       Sık sık değişen, ama temel sorunlar ekseninde yeniden ve yeniden biçim alan gündem yoğunluğunu yaşıyoruz. Oligarşi içi çelişki ve gündem yoğunluğunu bir kenara bırakırsak, devrimci pratik ve görevler açısından şu ana başlıklar, gündemimiz ve görevlerimizi belirliyor.
       Bir: Büyük Ortadoğu Projesi temelinde TC aracılığıyla emperyalizmin Suriye'ye yönelik saldırı ve işgal hazırlığı. Tüm anti-emperyalist güçlerin şu ya da bu düzeyde gündeminde olan bu sorun karşısında bugün ikili bir tavır söz konusu olmalıdır. Birinci olarak, emperyalizm ve oligarşinin bu saldırgan politikalarını teşhir etmek ve yaklaşan işgali engellemek; ikincisi ise, işgale karşı mücadele etmek, işgalcileri kovmak asıl halka olmalıdır.
       Hangi aşamada olursak olalım, bu politikanın ana halkası, özü, anti-emperyalizmdir. Hatta bu sorunda, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, anti-emperyalizm, anti-oligarşik mücadele ile üst üste düşmektedir; bu mücadelenin sivri ucu emperyalizm ve AKP'dir. Bu temelde tüm güçlerin birliği ise yaşamsaldır. Ortadoğu, Ortadoğu halklarındır. Emperyalizm, sadece Suriye'den değil, dün işgal ettiği Afganistan, Irak ve Libya'dan elini çekmeli, tüm Ortadoğu'dan çekilmelidir. Sadece siyasal ve askeri olarak değil, ekonomik, kültürel her alanda emperyalizm elini bu coğrafyadan çekmelidir. Biliyoruz, emperyalizm bu coğrafyadan gönüllü, kendi isteği ile çekilmez; halkların birleşik mücadelesi bunun için önemlidir ve ancak halkların kavgasıyla emperyalizm bu coğrafyadan kovulur.
       Bu temelde, içte, sadece devrimci ve sol güçler değil, emperyalizmden şu ya da bu düzeyde rahatsız olan tüm güçlerin birleşik cephesi; dışta ise, Ortadoğu'da halkların birleşik cephesi yaşamsaldır.
       İki: Kürt sorunu demokrasi savaşımının tek değil, ama ana sorunudur. Sömürgeci oligarşinin, AKP'nin Kürt ulusuna karşı sömürge savaşını dayatması; buna karşı yurtsever hareketin direnişi en önemli gündemlerden biridir. Her şey bu temelde yeniden saflaşıyor.
       Devrimci sosyalizm, bu sorunda, asıl çözümün Kürt ulusunun, bağımsız devlet kurma hakkı dahil tüm haklarının tanınmasından geçtiğini düşünüyor, on yıllardır bunu dost düşman herkese ilan ediyor. Bunun dışındaki tüm "çözüm" yolları "ara" ve "yan" çözümdür. Kürt ulusu örgütlüdür, örgütlü güç yurtsever harekettir. Yurtsever hareketi dışta tutan hiçbir "çözüm" çözüm değildir. Sömürgeci oligarşinin sömürge savaşı ise meşru değil, tümden haksızdır; bu sömürge savaşı son bulmadan, Kürt halkı kendi özyönetim organlarını oluşturmadan, sömürgecilik tasfiye olmadan demokratik bir çözümden de bahsedilemez.
       Kürt ulusunun özgürlüğünü hiçbir şarta bağlamadan savunmak, Kürt ulusu ve onun öncüsü yurtsever harekete dayatılan haksız/sömürge savaşına karşı çıkmak, Kürt ulusu ve yurtsever hareketle dayanışma ağı örmek acil, ertelenmez görevdir.
       Üç: Neo-liberal saldırılar ve buna karşı görevler. Bu saldırıların iki alanda yoğunlaştığı açıktır. Birincisi, neo-liberal saldırıların son halkasını oluşturan ekonomik-sosyal saldırılardır. Özelleştirmede son hamleler yapılıyor, doğal kaynaklar talan ediliyor, "kentsel dönüşüm" adı altında büyük rant alanları yaratılıyor. AKP, hem dereleri, suları özelleştiriyor, doğal kaynakları talan ediyor; hem de daha önce parça parça yapmış olduğu "kentsel dönüşüm" saldırısını tüm ülkeye yayıyor. Bu rant alanları aynı zamanda yeni sermaye birikim alanları oluyor. İkincisi ise, tüm demokratik hakları yok sayıyor, işçi sınıfı ve emekçilere, yoksullara, tüm ezilenlere saldırıda sınır tanımıyor. Böylece, bu kapsamlı saldırılar, sadece siyasal özgürlük için değil, sosyal kurtuluş içinde haklı ve meşru direniş zemini yaratıyor.

       Direnenler Kazanacak
       Tüm bu alanlarda devrimci görevler bu süreçte üst üste düşüyor. Türkiye devrimci hareketin zayıf bir yerde durması, tüm bu gündem ve görevlerle sıkı bağ kuramaması sorunları derinleştiriyor. Düzen dökülüyor, AKP'nin yalan ve istismarı ciddi boşluklar yaratıyor. Kendiliğinden kitle hareketi dönemi kapandı; örgütlü kitle hareketi ise zayıftır. İşçi ve emekçilerin, Alevi ve ezilenlerin tüm demokratik sorunları, Kürt ulusuna karşı yürütülen sömürge savaşının gölgesinde bastırılıyor, yok sayılıyor. Halk/kitle hareketi ile devrimci hareket arasında mesafe kapanmıyor, büyüyor. Sol ve devrimci hareket dağınık ve güçsüzdür. Tüm bunlar yeni sorunlar üretiyor, yeni görevleri belirliyor.
       Bu görevlere sahip çıkmadan ne devrim yürüyüşü hızlanır ne de devrimci bir seçenek somut olarak açığa çıkar. Bizim için, bu görevlere sahip çıkmak ile devrimci bir partiyi inşa etmek iç içedir. Tarihsel akış bizi beklemiyor, biz tarihsel akışı yakalamak ve giderek ona yön vermek zorundayız. Kaybedilen her gün, çözülmeyen her sorun, daha ağırlaşmış sorun ve süreç olarak geri dönüyor. Devrimci partinin inşası için iç devrim, sadece bir adımdır, iç devrim süreklidir; ama bu her şey değildir. İç devrim, bu görevlerle, sınıfsal zeminde biçim alan anti-emperyalist tavır, neoliberalizmin saldırılarına karşı direniş ve direnen Kürt halkı ile mücadele içinde dayanışma görevlerimizden kopuk değildir. Tam tersine iç içedir; bir bütünün iki yanıdır, birliktedir.
       Görevlere sahip çıkarak ileri sıçrayacağız!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL