Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

5 (66). Sayı - Kasım-Aralık 2012

       Geçen sayımızda Türkiye devrimci hareketinin iktidar perspektifinin eksenini oluşturan stratejik bakış açılarından/çizgilerinden kopuşunun üç biçimde gerçekleştiğini belirtmiştik. Şimdi bu üç biçimi inceleyerek yarıda kesmek zorunda kaldığımız yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

       1- Sol liberalizm...
       Bunlardan birincisi, sol liberalizm olmuştur. Devrim hedefinin açık ya da örtük biçimde inkarı ve liberal bir burjuva demokrasisi için muhalefetin ufuk çizgisi haline getirilmesi, dolayısıyla devrim ve sosyalizm ufkunun ve iktidar perspektifinin, bunun doğal uzantısı olan devrimci stratejik çizgi ve bakışın, örgüt ve kadro anlayışının terk edilmesi sol liberal tasfiyeciliğin karakteristikleri olmuştur. (Sol liberalizmi sol reformculuğun yeni bir versiyonu olarak da tanımlayabiliriz.) Devrim hedefinin yerini, burjuva yasallığını esas alan (en fazlasından bu yasallık çizgisine eklemlenecek kimi yasal sınırları zorlayan bir meşru eylem pratiğini de içeren) uzun süreli evrimci bir muhalefet stratejisi, yasallığa dayanan bir örgütlenme ve mücadele araçları ve buna denk düşen devrimci özellikleri bulunmayan, her türden yozlaşmaya açık, sistem içi yaşam ve kültürel özellikleri sol muhaliflikle birleştirmiş bir kadro tipi ve kitle ilişkileri almıştır.
       Sol liberal tasfiyeciliğin Türkiye sol ve devrimci hareketinde büyük bir etki yarattığı 1990'lardaki çıkışının kaynağında; 1980 yenilgisinde büyük iddia ve cüret kırılması yaşamış sol ve devrimci hareketin çeşitli bölüklerinin reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan karanlık atmosfer içinde devrimin güncelliği fikrinden, devrim ve sosyalizm ufkundan bilinçlice kopuşları ve postmodern fikirler ve kültürel atmosferin derin etkisi altında ezilmeleri vardır. Bu anlamda sol liberal tasfiyecilik esas olarak sinik bir harekettir. Legal olanakları genişçe değerlendirerek yaptıkları "renkli" ve "şirin" çıkışlar, aslında devrimci savaşçılıktan kopuşun ifadesi olan "devrim" söylemleri, bir silkinme ve mücadeleci arayışlara yönelmeden çok, sinizmlerine özgüven kazandırma çabalarıydı. Sol liberal tasfiyeciliğin sınıfsal tabanını oluşturan küçük ve orta burjuva sol aydınlar, yine bu sınıflardan gelen öğrenci gençlik, sendika bürokrasisi, eski devrimciler, vb. kesimler, önemli ve büyük, farklı işler yaptıkları, geniş kesimlere açıldıkları duygusunu bu "renkli", "şirin" ama kof araçlarla yaratmaya çalıştılar.
       TBKP, sol liberal tasfiyeciliğin 1990 başlarındaki ilk ve açıktan örneği olmuştur ve kısa sürede bu çizgiden de geriye düşerek kendini tümden tasfiye etmiştir. Sol liberal tasfiyeci çizgide asıl pratik açılımlar ÖDP ve EMEP ile somutlaşmıştır. Bu partiler devrim ve sosyalizm hedefinden kopuşu açıkça ifade etmeden, daha yumuşak bir geçiş yoluyla sol liberal tasfiyecilik çizgisine geçiş yaptılar. EMEP homojen sekter bir geleneğin uzantısı olarak, kimi küçük devrimci karşı koyuşları hızla tasfiye ederek, sol liberal tasfiyeciliğin kendi cephesinde özgün bir tarzını yaratarak ve kemikleştirerek yoluna devam ediyor. ÖDP ise pek çok siyasal akımın ve kişinin geniş çatı partisi ya da cephe yapılanması olarak sol liberal tasfiyeciliğin en geniş yelpazesini bağrında topladı. Bunun yanı sıra, garip bir saflıkla ve ağırlıklı olarak da tek başına devrimci varlık gösteremediği için, özgüven kırılması yaşadığı için, böylesi bir birlikten az da olsa devrimci sonuçlar çıkarabileceğini sanan kimi devrimci çevreler de bu partiye yöneldi. Güçlü bir politik enerjinin ürünü olarak ortaya çıkan bu tür sol liberal çatı partileri bazı ülkelerde kısmi başarılar kazanmış olsa da, ÖDP esas olarak iki yenilginin (yerel düzlemde 12 Eylül yenilgisinin, dünya ölçeğinde ise reel sosyalizmin çöküşünün) yılgınlığı ve bileşenlerinin tüm devrimci enerjilerinin tükenmiş olması üzerine kuruluydu ve kaçınılmaz olarak bir süre sonra dağıldı. Üstelik bileşenlerinin başlangıçtaki toplumsal zeminlerini daha da daraltarak...
       Sol liberal tasfiyecilik, Türkiye'nin sert çatışmalarla örülü, dahası bir yanında, Kuzey Kürdistan'da büyük bir savaşın sürdüğü, devrimin güncelliğinin apaçık olduğu koşullarda büyük bir varlık kazanamazdı. Ancak, yine de ideolojik, politik, örgütsel, pratik ve kültürel açıdan yarattığı büyük deformasyonla sadece kendi örgütlü güçlerini değil, solun ve devrimci hareketin diğer bütün bölüklerini de şu ya da bu düzeyde etkiledi, etkilemeye de devam ediyor.

       2- Yerelci, Parçacı Toplumsal Hareketçilik
       ve Devletsiz Yatay İktidar Odakları

       Devrim ve sosyalizm ufkundan, iktidar perspektifinden ve stratejik çizgi/bakıştan kopuşun devrimci hareketteki bir diğer dışavurumu, iktidar hedefine kilitlenmiş devrimci bir hareket yaratmak yerine, ufku yerel ve parça toplumsal sorunlarla sınırlı, bu temel üzerinden örgütlenmiş taban örgütlerine dayanarak birleşik bir toplumsal muhalefet oluşturmaya kilitlenmiş, ya da bunlar üzerinden yatay olarak örgütlenmiş devletsiz halkçı iktidar odakları yaratmayı hedefleyen, ütopik, enerjisini bu yaklaşımlara odaklayan hareketlerdir.
       Sol liberal tasfiyecilikle benzer bir ufuk düzlemine sahip olsa da, bu çizgi daha militan bir kitle mücadelesi çabası, sistem dışı mücadele kanalları ve örgütleri yaratma isteği ve kimi kesimlerinin ajitatif düzlemde de olsa devrim söylemine daha güçlü vurgu yapması ile ondan ayrılmaktadır.
       PKK, Öcalan'ın tutsak düşmesinin ardından girdiği ideolojik alabora sürecinin sonunda, iktidarın ele geçirilmesi yerine, devletsiz yatay iktidarlar yaratma söylemine ulaşmış ve bu fikri "demokratik özerklik" ve "demokratik komünal toplum" gibi çeşitli düzeylerde programatik ifadeye kavuşturmuştur. Bu yaklaşım mantıksal tutarsızlıklarla örülüdür; bir yandan mevcut devletin varlığını ve meşruluğunu, burjuva demokratik bir yapıya kavuşması durumunda kabul ederken, diğer yandan, devletsiz bir komünal toplumun burjuva devlet içinde geliştirilebileceği iddiası söz konusudur. Böylesi bir hedef, en fazlasından küçük burjuva sol bir reformculuk ve halkçılık olarak gelişebilir. Bu özellikleriyle naif bir ütopizmde bu çizginin en temel özelliklerinden biridir. Bu çizgi aynı zamanda bugüne değin, sol ve devrimci harekette eşi görülmeyen ölçüde eklektiktir. Devrimci argümanlardan, anarşist söylemlere, sol liberal yaklaşımlardan, burjuva reformculuğunun yeni versiyonu radikal demokrasiye, vb. değin uzanan, son iki yüzyılın tüm sol söylemlerinin eklektik bir bileşimi söz konusudur. Bu duruş aslında PKK'nin kendi bileşiminin parçalı yapısının da aynasıdır.
       Hiç kuşkusuz, PKK'nin yürüttüğü büyük gerilla savaşı ve öncülük ettiği halk hareketinin şiddetli çarpışmalarla örülü gerçeği, söylemiyle eylemi arasında büyük gerilimler yaratmaktadır. Savaş gerçeğinin dikey ve askeri özellikleri baskın olan disipliniyle biçimlenmiş örgütsel yapısı ve pratiği ile yatay ve gevşek mücadele örgütleri üzerinde yürümeyi öngören, öncü parti fikrini reddeden yatay iktidarlar, komünler fikri daha baştan eylem ile söylemi ayrı kutuplara ayrıştırmaktadır. Yani sadece düşünsel düzlemde değil, düşünce ile eylemin ayrışması ve bunların bir arada götürülmeye çalışılması anlamında da bir parçalılık ve eklektizm söz konusudur.
       Bu duruma bağlı olarak, yürütülen savaş pratiğinin stratejik çizgisini ve taktiklerini tanımlamada da bir kargaşa söz konusudur. Bir yandan, gerilla savaşını diplomatik görüşmelerin düşman üzerinde basınç yaratan bir eklentisi olarak ele alan söylemler söz konusu iken, bu yolda tıkanmalar olduğunda devrimci halk savaşı söylemleri, yani iktidarı devrimci yollardan ele geçirmenin temel stratejik yollarından biri olan halk savaşı stratejisi de gündeme getirilmektedir. Taktiklerde buna bağlı olarak değişmektedir.
       Kısacası, reel sosyalizmin çöküşünün ve devrimci gelişmenin savaşın denge aşamasına ulaşmasından sonra ileri sıçrayamamasının ve bu faktörlerle bağlantılı olarak, Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte yaşanan teorik-politik kırılmanın ürünü olan bu çizgi, devrimin güncelliği fikrinden, devrim ve sosyalizm ufkundan uzaklaşmanın, sistem içi kanallara dönerek küçük burjuva halkçı çizgiye geçişin ifadesidir. PKK'nin, yukarıda kimi yanlarıyla özet olarak ifade ettiğimiz kendi özgül yapısından kaynaklanan nedenlerden ötürü bu çizgi ancak bu eklektik ve inişli çıkışlı söylemlerle gelişmektedir. Bu çizgiden, Kürt ulusal özgürlük sorunu bağlamında bir çıkış yoktur. PKK lideri Öcalan'ın tutsaklığı sürdükçe PKK'nin bu çizgiden, farklı bir düşünsel düzeye sıçrama olasılığı da oldukça zayıf görünmektedir. Dolayısıyla, Kürdistan'da devrim ve sosyalizm ufku somutlaştırılamadığı sürece, bu tablonun uzatmalı olarak süreceğini ifade edebiliriz.
       Yerel ve parça (toprak, su, eğitim, konut, vb.) toplumsal sorunları esas alarak taban örgütlenmeleri üzerinden mücadeleci bir toplumsal muhalefet hareketi yaratmayı ve bunlar üzerinden bir devrimci hareket inşa etmeyi esas alan yaklaşımlarda iktidar perspektifinin kırılmasının ve devrimci bir stratejik çizgi temelinde bütünlüklü bir devrimci savaş geliştirilmesi fikrinden kopuşun ifadesidir.
       Başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde bu yaklaşımdan hareket eden çeşitli halk hareketleri bulunuyor. Ülkemizde ise bu çizginin başlıca temsilcisi olarak Halkevleri öne çıkıyor.
       Devrimci çalışma esas olarak yerel ve parça sorunlara odaklanmaz. Onun yoğunlaşmasının merkezinde doğrudan devrim hedefiyle temel politik sorun alanları ve bunlara dönük taktikler vardır. Devrim mücadelesinin kurucu eksenleri ülkenin temel toplumsal ve politik sorunları olabilir. Bunlar bile ancak devrim hedefine bağlandığı ve birleşik, birbirini bütünleyen tarzda yürütüldüğü ölçüde devrimci bir rol oynayabilirler. Kitlelere devrimci bilinç de ancak böylesi bir zemin üzerinden taşınabilir.
       Bütün devrimler böylesi bir devrimci çalışma zemini üzerinden yükselmiştir. Bırakalım devrimleri, son on yılı aşkın sürede Latin Amerika'da gelişen ve hükümet olan halkçı hareketler ve Arap ülkelerindeki sisteme karşı yıkıcı taleplerle ayağa kalkan halk hareketleri de esas olarak temel politik sorunlar/talepler ekseninde gelişmişlerdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin son 40 yıllık deneyimleri de bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır.
       Yerel ve parça toplumsal ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunlar elbette önemsiz değildir, tersine oldukça önemli mücadele dinamikleridir. Ancak büyük politika alanları olarak da ifade edilen sistemin temel politikalarına (emperyalizmden bağımsızlık, temel demokratik talepler, oligarşinin tasfiyesi, ulusal sorunların çözümü, vb.) üzerinden gelişecek devrimci öncünün mücadelesine bağlandığı ölçüde devrimci dönüştürücü bir rol oynayabilirler. Ekonomik, sosyal ve ekolojik talepler ve reformlar mücadelesi, aksi durumda devrimci bilinç ve eylem sıçramalarına yol açamaz. Tersine, ufku devrim olmayan bu hareketler, reformist yozlaşmalarla bozulur ve sisteme kaçınılmaz olarak yedeklenir.
       Bu anlayış, öncü partinin devrim ve sosyalizm ufkuyla bir stratejik devrim planı ekseninde emekçilere devrimci siyasi bilinç taşıması, bu yoldan kendini ve halk hareketini örgütlemesi fikrinin reddi üzerine kuruludur. Devrimin güncelliği fikrinden kopuştur.
       Parça ekonomik, sosyal, ekolojik vb. sorunlar üzerinden, yerel sorunlar zemininden ve bunlara bağlı olarak aşağıdan yukarıya bir devrim hareketi geliştirilemez. Parça ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunlar üzerinden toplumsal muhalefeti geliştirme ve bunlardan hareketle bir devrim hareketi ortaya çıkarma iddiası, 20. yüzyılın başında reformizmin kaynaklarından birini oluşturan ekonomist anlayışın ve onun aşamalı bilinç taşıma tezinin günümüzdeki soluk bir kopyasından başka birşey değildir.
       Bu yoldan, legal mücadele zeminleri kullanılarak kısmi bir güç toplamak mümkündür. Ancak devrim seçeneği/önderliği yaratmak değil.. Bu yaklaşım esas olarak bu hedeften kopuşun ifadesidir. Buradan bir devrim hareketi değil, en fazlasından devrimci söylemleri de kullanan, demokratik bir muhalefet hareketi çıkabilir.

       3- Devrimci Çizgide Isrardan Pratikte
       Protestoculuk ve
       Tersine Dönüşmeye Varış...

       Devrim ve sosyalizm ufkundan ve stratejik bir çizgi temelinde devrimin hazırlanması/gerçekleştirmesi düşüncesinden kopuşun bir diğer biçimini, 1990 başlarında yeni tarihsel süreç başladığında, 1990 öncesi tarihsel dönemde sahip oldukları devrim ve sosyalizm ufku, stratejik çizgi ve pratik üzerinden yeni dönemin açık ve örtük tasfiyeci rüzgarlarına direnen, devrimci duruşta ısrar etmeye çalışan, ancak yeni döneme uygun bir devrimci yenilenme gerçekleştiremeyen devrimci güçlerin yirmi yıllık süreç içinde vardıkları kırılma oluşturuyor.
       1990 sonrası süreçte devrimci ve sol harekette büyük bir hızla gelişen sol liberal tasfiyeciliğe karşı, geride kalan dönemin teorik-politik cephaneliği ile direnmeye çalışan devrimci güçlerin adım adım tıkanmaları kaçınılmazdı. Kürdistan'da 1990 başlarında büyük sıçrama yaratan ulusal kurtuluş hareketinin yarattığı olumlu moral ve siyasal etkiyi de arkalayan bu devrimci güçler, ısrarla geçmiş dönemin teorik, politik ve pratik politiklarını olduğu gibi sürdürme yaklaşımı gösterdiler. Ancak Kürdistan devriminin ivmesinin yavaşlaması ve giderek farklı bir rotaya girmesi, yeni bir devrim ve sosyalizm ufku, dahası bütünlüklü bir devrimci yenilenme düzeyi yaratılamamasıyla birleşerek, geliştirilen pratiklerin etki düzeyini her adımda daha da zayıflattı.
       1990 öncesi dönemde de pek çok faktörden ötürü zaten etki gücü zayıflamış olan politikaların ve pratik düzeyin, yeni dönemin büyük ölçüde değişmiş olan koşullarında etki gücünün daha da zayıflaması zaten kaçınılmazdı. Bütün bu faktörlere, düşmanın devrimci örgütlerin neredeyse tümünü merkezi düzeyde çalışamaz hale getiren saldırıları eklenince gerileme tablosu daha da netleşti.
       Devrimci hareketler bu faktörlerin etkisiyle zayıfladıkça siyasete, toplumsal sorunlara belirli bir stratejik çizginin planlı olarak yaşama geçirilmesinin bir parçası olarak tam merkezinden müdahale etme olanakları daraldı. Bu daralma, politika ve pratiğin giderek, stratejik çizgi/bakıştan uzaklaşarak günlük akış içinde, kendiliğindenci protestolar temelinde bölük pörçük müdahale etme pratiğine dönüşmesini de koşulladı. Zamanla bu durum yapısal bir özellik haline dönüşmeye başladı.
       Böylece devrimci hareketin, 1980 sonrasında politikanın merkezi unsuru olma ve merkezden müdahale etme konusundaki çabalarının başarısızlığı, 1990 sonrası yeni dönemde iyice kalıcılaştı. Devrimde ısrar eden güçlerin toplumsal pratiği toplumsal yaşamın kıyısında seyretmeye, yani marjinalleşmeye doğru evrildi.
       Bu pratiğin kaçınılmaz sonucu daha fazla siyasal, örgütsel, kitlesel, moral güç kaybı oldu. Ve güç kaybı ve yapısal bir özellik haline gelen kendiliğindenci protestocu pratik, devrimci stratejik yaklaşımların silikleşmesini, stratejik çizgilerin uygulanabilirliğine ilişkin inanç kırılmasını da beraberinde getirdi.
       Günümüzde devrimci hareketlerin stratejik çizgileri (devrimin stratejik çizgisi, temel mücadele biçimleri vb.) ile pratikleri arasındaki bağ hemen hemen tümüyle kopmuştur. Stratejileri başka bir şey anlatmakta, pratikleri ise tümüyle başka bir doğrultuda gelişmektedir. Bu anlamda, teorik-politik ve pratik tutarlılıkları önemli ölçüde zedelenmiştir. Yönsüz, daha tam bir ifadeyle günlük hayatın akışının kendiliğindenliğine kapılmış bir devrimci hareketler tablosu söz konusudur.
       Daha da kötüsü, devrimci hareketlerin giderek kendi karşıtlarına benzemeleridir. 1990 sonrası yeni dönemde sol liberal tasfiyeciliğe ve devrim hedefinden kopuk yerelciliğe, yatay iktidarlar fikrine karşı direnç gösteren devrimci hareketlerin bu direnç noktaları, yeni tarihsel döneme denk düşen bir devrimci yenilenme süreci geliştiremedikleri ölçüde zayıflamış, politik, örgütsel ve pratik açıdan adım adım sol liberal ve diğer tasfiyeci yaklaşımlarla pratikte farkı olmayan bir konuma düşmüşlerdir.
       Döneme uygun devrimci yenilenme politikaları geliştiremeyen ve düşmanın yoğun baskılarıyla gelen ağır darbeler alan devrimci hareketler illegal alanda önemli ölçüde gerilemiş, silahlı mücadele ve yasadışı eylem pratiğinden uzaklaşmıştır. Düşmanla cepheden karşı karşıya gelme, bu yoldan siyasetin merkezine müdahale etme fikri böylece gündemden düşmüştür.
       Bunun yerini alan şey ise siyasal gerçekleri açıklama gücü oldukça zayıf olan, daha çok takvimsel süreçler veya günlük gelişmelere bağlı protestolar üzerinden gelişen, sistematik bir yaklaşımdan uzak legal eylem çizgisi ve pratiği olmuştur. Yayınlarda hala devrimci savaş çizgisinden, illegal örgütlenme ve eylemden zaman zaman söz edilmesine karşın, pratikte esas alınan şey legal çalışma ve protesto eylemleridir. Adeta legal alana sığınma söz konusudur. (Burada hemen bir parantez açarak belirtmek gerekiyor; legal olanaklardan azami ölçüde yararlanmak her devrimci hareket için bir zorunluluktur. Reform mücadelelerine katılmak ve bunları devrim mücadelesine kanalize etmekte de bir sorun yoktur. Asıl sorun, bu çalışmaların adeta mücadele pratiğinin merkezine oturması ve devrimci stratejik çizginin ve buna uygun pratiğin bırakalım tali konuma düşmesini, neredeyse tümden gözden kaybolmasıdır.)
       Ve bu legal pratik esas olarak devrim ufkundan çok, burjuva demokratik hakları, talepleri esas alan bir politik ufukla, sloganlarla ya da protestoculuk tarzında gelişmektedir. Devrim ve sosyalizm ufkuyla, stratejik çizgiyle, pratiğin kopuşunun kristalize olduğu, teori-pratik tutarlılığının ortadan kalktığı nokta tam da burasıdır.
       Devrimci hareketlerin güncel politik pratiği ile sol liberal reformist hareketlerin ve yerelci, parçacı hareketlerin pratiğini karşılaştırdığımızda neredeyse tümüyle bir aynılaşma söz konusudur. Burjuva demokratik ya da ekonomik, sosyal talep ve sloganlar ekseninde legal ajitasyon-propaganda ve kültürel çalışmalar, etki alanı esas olarak hareketlerin kendi kitle tabanını aşmayan yayın faaliyetleri, pratik etki gücü artık tümden zayıflamış basın açıklamaları, legal gösteriler, konserler, proletaryanın zaman zaman geliştirdiği ekonomik talepler temelindeki direnişlere destekçilik, vb, faaliyetler; hem devrimci hareketlerin, hem de sol liberal ve yerelci, parçacı hareketlerin pratiklerinin temelini oluşturuyor. Sol liberal hareketler ve yerelci, parçacı hareketler doğal olarak bu pratikte öndedir. Çünkü tüm konsantrasyonları esas olarak bu tarz çalışmalara yönelmiştir. Ufukları ve stratejileri bu çalışmaya uygundur. Bu anlamda, pratikleri ile ufuk ve stratejileri arasında bir "tutarlılık" söz konusudur. Devrimci hareketler ise deyim yerindeyse iki arada, bir derede kalmışlardır. Teori ve politika bir şey söylerken, pratik başka bir şey göstermektedir. Bu olağanüstü düzeydeki açı farkı bilinçte, eylemde, kadroda, örgütlenmede, moralde büyük bir gerilim yaratmaktadır. Konsantrasyon düzeyini büyük ölçüde düşürmektedir, bu bölük pörçük pratiğin verimini en minimum düzeyde tutmaktadır.
       Devrimci hareketlerin devrimci özelliklerinin ciddi biçimde zayıfladığından söz ederken anlatmak istediğimiz tam da bu duruştur. Bu duruşun, bırakalım bir devrimci seçenek/önderlik düzeyi ile yakından uzaktan bir ilgisi olmasını, bu düzeyi yaratma olasılığı da, ciddi bir devrimci yenilenme çizgisi geliştirilememesi durumunda, yok denecek ölçüde zayıftır.

                     ***
       Devrimci ve sol hareketin durumunu devrimci seçenek/önderlik duruşunun temel faktörleri arasında bulunan parti, militan ve devrimci irade ve cüret bağlamında incelemeye devam edeceğiz. Ancak tam burada durup genişçe bir parantez açarak, emperyalist-kapitalist sistemin 1980'lerde başlayan restorasyon sürecinin başat öğelerinden biri olan ve 1990 sonrası yeni tarihsel süreçte de bu özelliğini koruyan postmodernizmin devrimci ve sol hareketler üzerindeki etkisini özet biçimde de olsa ele almak gerekiyor. Devrimci ve sol hareketteki kırılmalar ile postmodern saldırının gerek tüm toplumsal yaşam, gerekse devrimci ve sol hareketler üzerindeki etkisi yakından ve yoğun biçimde birbiriyle bağlantılıdır.

                     ***
       Tasfiyecilik ve Savrulmada
       Ara Bağlantı Noktası;
       Postmodernizm...

       Emperyalist-kapitalist sistemin proletarya ve emekçilere dönük büyük saldırısı olarak postmodernizmin kültürel, sosyal ve siyasal bağlamdaki ana teması büyük anlatıların, yani bütün insanlığın önüne topyekün kurtuluş paradigmasını koyan büyük teorik-politik düşünce sistemlerinin ve pratiklerinin büyük bir yanılsama olduğu ve artık ömürlerini doldurduğudur. "Büyük anlatılar" tanımlaması ile genel bir ifade kullanılmasına rağmen, saldırının odak noktasında insanlık tarihinin gördüğü en hızlı gelişen ve en yaygın büyük kurtuluş fikri ve pratiği olan Marksizm-Leninizm bulunmaktadır.
       1968'de batılı emperyalist ülkelerde gelişen büyük devrimci dalga içinde yer alan, ancak hareketin geri çekilmesi, reel sosyalist blokdaki parçalanma ve yozlaşmaların tümüyle belirgin hale gelmesi, vb. faktörlerin etkisiyle umutsuzluğa kapılan, sol ve eski komünist partili aydınlar, 1970'lerden itibaren, postmodern düşüncenin sol cephedeki başlıca mimarları oldular. Onlara göre, sanayi proletaryasının batılı ülkelerde sayıca azalması, politik olarak burjuva partilerin etkisi altında olması vb. artık proletaryanın tarih sahnesinden çekildiği anlamına geliyordu ve "elveda proletarya" demenin zamanı gelmişti. Bunun anlamı, artık nesnel sınıfsal konumdan hareketle devrimci bir sınıf tespiti yapılamayacağıydı. Solculuk ve muhalefet bireylerin kendi ahlaki-siyasi tercihlerinin ürünü olabilirdi, oluyordu. Bunun yanı sıra, reel sosyalizm pratiklerinin 1970'lerde artık apaçık görülen bürokratik yozlaşmaları ve her alanda gerileme sürecine girmeleri de, topyekün kurtuluş fikrinin, özelde tarihin en büyük ve en etkili teorik-pratik topyekün kurtuluş fikrinin, ML'in, olumsuzlanması ve sona ermesi anlamına geliyordu. Sınıflar değil, bireyler sözkonusu olduğuna göre, birbirlerinden çok farklı bakış açılarına, yaşam tercihlerine, sorunlara, kaygılara vb.lerine sahip birey ve birey gruplarının, sahip oldukları bu duruşlarına ve çıkarlarına uygun olarak, kapitalist sistemi dönüştürecek etkinlikler geliştirmesi en doğru olandır. Büyük anlatılar büyük ve köklü değişimler, yani devrimler "geleceğe" odaklıydılar, esas alınması gereken "an'ı yaşamak ve değiştirmektir". Bunun için bireyler ya da birey grupları devrimci hedef ve araçlardan uzak durarak, an'da başarabilecekleri küçük hedeflere, evrimci araçlarla yönelmelidirler. Ortak ve büyük doğrular yoktur, dolayısıyla kimsenin kimseye karşı sorumluluğu yoktur. Herkesin birey olarak kendi doğrusu vardır ve bunları tartışmak, doğrulamak, olumsuzlamak gereksiz bir şeydir. Herkes kendi an'ını, kendi tartışmasız doğrularıyla yaşamalıdır.
       Bütünlüklü kurtuluş fikrinin ve dolayısıyla gelecek ufkunun ve devrimlerin reddedilmesi, sınıfın reddedilmesi, dolayısıyla büyük ve etkili örgütlenmeler yaratma, büyük mücadeleler yürütme fikrinin reddedilmesi, sıçramalı gelişme fikrinin reddedilmesi, insanlığın tarihi boyunca birikmiş ilerici değerlerinin reddedilmesi, insanı insan yapan en temel özelliklerden biri olan geleceği tasarımlama bilinci ve yeteneğinin, stratejiler oluşturma ve bunun için mücadele etme fikrinin reddedilmesi, insanın tüm insanlıkla birlikte bir varlık olduğu, bunun gerektirdiği bütünlüklü değerlere ve sorumluluklara sahip olması fikrinin reddedilmesi, vb. safsatalarla varılmak istenen sonuç açıktır; insanlığı, bireyi, kendi bireyci çukuruna gömmek, an'a ve an'da elde ettiği nihilist yozlaşmış çıkarlara, olanaklara, hazlara gömmek, en fazlasından bunlar için "mücadele" duvarları arasına hapsetmek, onu sosyal bir varlık haline getiren toplumsal ortak kültürel ve sosyal, vb. tüm düşünsel ve pratik sorumluluklardan ve değerler üretme fikrinden vazgeçirmek, doğru-yanlış, iyi-kötü gibi etik değer yargılarını an'da elde edilecekler karşısında anlamsız yükler haline getirmek, geleceksiz, ufuksuz, umutsuz, zavallı, güçsüz, tutarsız, dengesiz, tüm ilerici insani ve toplumsal sorumluluklardan kopmuş, yalnız yaşamında kapitalist sistemin zavallı bir üreticisi haline getirmek...
       Hiç kuşkusuz, postmodernizm kapitalist sistemin yeniden üretimi noktasındaki yükümlülüklerinizden, sorumluluklarınızdan vazgeçmenizi istemez. O kadar da değil!.. Her gün kartı basıp işinizin başında olacaksınız, okulunuza gidip kapitalist sistemin yeniden üretimi için gerekli olan bilgileri edineceksiniz, vb, vb... Fakat, bunun dışında, sen "birey"sin, diğerlerinin derdi tasası, sevinci, sevgisi, seni ilgilendirmez, sen "an"ı yaşa, o anda ne istiyorsan ve ne kadarını yapabiliyorsan onu yapmalısın.
       Küçük ve orta burjuva aydınların ve lümpen proletaryanın saflarında hızla yaygınlaşan bu fikirler aslında onların sınıfsal, siyasal ve kültürel duruşlarının en rafine sağ ve yozlaşmış ifadesi oldu.
       Postmodernizm bu iddialarıyla emperyalist-kapitalist sistem için adeta bulunmaz hint kumaşıydı. 1960'lı, '70'li yıllarda parça parça olgunlaşan bu fikirler, emperyalist-kapitalist sistem tarafından derhal içerildi ve 1980'lerden itibaren ise tüm toplumsal yaşamın üzerine adeta bombardıman edildi. Ve giderek dünya ölçeğinde çok farklı biçimler kazanarak toplumsal yaşamın belirleyici fikirleri haline geldi.
       Bu özellikleriyle postmodernizm, sadece kapitalizm tarihi içinde değil, tüm insanlık tarihi içinde birikmiş olan tüm ilerici değerlere bir saldırı niteliği taşıyordu. Aslında postmodernizmde yeni ve özgün olan bir fikir yoktur. Onun düşünsel kaynakları tümüyle, 19. yüzyılın sonlarından itibaren kapitalist sistemin ilerici dinamiklerini yitirmesiyle birlikte ortaya çıkan gerici, bulanık, insanlığın büyük ve sıçramalı gelişmesine dönük umutsuz nihilist burjuva fikirler ile ML harekette ortaya çıkan reformist, ekonomist, sağcı düşüncelerin, kısmen anarşist fikirlerin eklektik karışımına yeni bir form verilmesinden başka birşey değildir. Yeni olan şey; bütün bu zavallı fikirler karmaşasının bileşiminden yola çıkarak, büyük anlatıların bittiği gibi olağanüstü iddialı bir fikire ulaşmaktır.
       Postmodern dünyada muhalefete yer yok mudur? Elbette vardır! Fakat bu muhalefet, büyük değişim iddialı muhalefet değil, küçük değişimlere odaklanmış, sistemle cepheden karşı karşıya gelme gibi bir perspektifi ya da iradesi/cüreti olmayan bir muhalefettir. Bireyi ve/veya birey gruplarını esas alır, sınıfsallık uçup gitmiştir. Sınıfsallıktan, kapitalist sistemin çelişkilerinin bütününden değil, kapitalist toplumun sürekli ürettiği çelişkilerin parçalarından hareket eder; burjuva bağlamda demokratik sorunlar, ekolojik sorunlar, konut sorunları, su sorunu vb, vb... (Postmodern muhalefet tarzının en gelişkin biçimiyle ortaya çıktığı emperyalist-kapitalist ülkelerde yaşamın her alanının en küçük ayrıntılarındaki en küçük sorunları merkez almış, başka sorun alanlarıyla en ufak bir bağ kurma perspektifinden uzak böyle on binlerce "muhalif" harekete, kuruma, gruba rastlamak mümkündür.) Kapitalist sistemi bütünsel olarak ortadan kaldırmayı hedeflemediği sürece küçük çaplı şiddet eylemleri yürüten gruplar da buna dahildir. Postmodern muhalefet sistem için gerekli ve yararlıdır da... Sistem böylece aksayan yanları görebilmekte, kendini onarmada farklı bakış açılarına kavuşmakta, daha da önemlisi, kapitalist sistemin sürekli ürettiği çelişkilere karşı gelişen dinamikleri bu kanallar içinde kendine bağlayabilmekte ya da sistemi tehdit etmeyen protesto eylemleriyle kendisine yönelmiş toplumsal öfkenin boşalımını sağlayabilmektedir.
       Sınıfsallıktan uzak durmak, devrim fikrinden uzak durmak, irili ufaklı reformları ve legal zeminleri esas almak, (büyük değişimi haykıran ve yıkan değil) mızmızlanmak, en fazlasından yönsüz öfkeyle bağırmak, postmodern muhalefetin karakteristik özellikleri olarak öne çıkıyor. İnsana "an'ı yaşa!" diyen postmodernizm, muhalife de "an'ı kurtar!" demektedir. Reformizm, legalizm vb. tüm burjuva politika tarzları postmodern muhalefet anlayışına içerilmiştir. Bugün postmodern anlayışın dışında, geçmişteki özgün biçimleriyle özellikle sol kanat reformizden ya da legalizmden söz etmek mümkün değildir. Ya da çok sınırlı düzeyde söz konusudur. Burjuva muhalefetin değişik kanatları ise günümüzde tümüyle postmodern eksendedir. Aralarındaki tüm ideolojik farklar (büyük anlatı) adeta tümüyle silinmiştir. Emperyalist-kapitalist sistemin karar vericilerinin dünya ölçeğinde belirlediği temel yaklaşımlarının küçük nüanslarla birbirinden ayrılan versiyonları muhalefet-iktidar oyununu oynamaktadır.
       Sol ve devrimci güçlerde de 1990 sonrası kırılma ve savrulmalar her düzeyde ve alanda postmodern ideolojik saldırıyla yakından ilgilidir, dahası onun etkilerinin birer dışavurumudur. Postmodern anlayışla, sol ve devrimci hareketteki kırılma ve savrulmalar aynı kaynaklardan; sınıf hareketinin gerilemesi, devrimci savaşların geriye düşmesi, reel sosyalizmin çözülmesi, ve benzeri noktalardan beslenmektedir. Ve kırılmaların, savrulmaların dışavurumu da kendi özgün yanları olmasına rağmen postmodern anlayışın tezlerine uygun tarzdadır.
       Sol liberalizmin sosyalizm hedef ve ufkunu ütopya düzeyine indirgemesi, yerelci, parçacı yaklaşımların sosyalizmi buralardan doğru kurulabileceği, vb. söylemi, devrim hedefinin ise bilinmeyen zamanlara havale edilmesi postmodern büyük anlatıların öldüğü, devrimler döneminin sona erdiği söyleminin başkabir tarzda ifade edilmesinden ibarettir. Direnç gösteren devrimci hareketlerin sosyalizm ufuklarını geçmiş dönemin çöküşe uğrayan reel sosyalizm pratikleri ile sınırlamaları, ne genel perspektif, ne de programatik açıdan bunu aşan bir düzey geliştirememeleri postmodern söylemin doğrudan bir ifadesi olmasa da, bütünsel kurtuluş ve bunun eylemi olan devrim ufkundan dolaylı bir kopuşu ifade etmektedir. Ve bu duruş, postmodern anlayışın iddialarını güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
       İktidar perspektifinin ve buna dönük stratejik bakış/çizginin yitirilmesi sol liberal ve yerelci, parçacı, yatay iktidarcı çizgilerde açık ve net biçimde orta yerdedir. Bu akımların durduğu yer, "muhaliflik"tir. Bu muhaliflik, devrimci savaşçı ve iktidara yönelmiş bir muhaliflik değil, devrim ufku olmayan, sistem içi reform talepleriyle (demokratik haklar, ekolojik talepler, su, enerji, vb.) sınırlı, yine sistem içi, legal örgüt ve pratikleri esas alan bir muhalifliktir. Sistemin kalbine yönelmeyen, sistem içi muhalefet araçlarıyla yaratılan görüntünün, simgelerin esiri olmuş, bunları ne kadar çok üretebilirse, o kadar çok güç ve gelişme yarattığını sanan bir muhalifliktir. Bu muhaliflik tam da postmodernizmin tarif ettiği türden bir muhalifliktir. Geride kalan dönemin iktidar perspektifi ve stratejik çizgilerini temel alarak yürümeye çalışan devrimci hareketler ise bu söylemlerine karşın, pratikte esas olarak sol liberal akım ve yerelci, parçacı, yatay iktidarcı çizgilerin durduğu yerde durmaktadırlar.
       Postmodernizmin an'ı, günü yaşa! söyleminin, sol ve devrimci hareketlerin pratiğindeki karşılığı an'ı, günü kurtar! olmuştur. Yapabildiğin kadarını yaparak an'ı, günü kurtar ve durumu idare et! Pratiğe egemen olan duruş budur.
       Direnç gösteren devrimci hareketlerin durumu açısından "yapabildiği kadarını yapmak" çabasının anlamına ilişkin birkaç şey daha eklemek gerekiyor. Yapabildiğin kadarını yapmak gerekir elbette. Ancak yapabildiğin kadarını yapmak, birincisi, devrimci stratejiyi hayata geçirmek anlamına gelmiyorsa ya da devrimci stratejiyi hayata geçirmek için adım adım ilerleyen bir hazırlığın parçası değilse, devrime yaklaştırmaz. Yapabildiğin kadar yapmak durumu, ancak asıl yoğunlaşılması gereken stratejik çizgiyi hazırlıyorsa, dahası asıl enerji stratejiyi hayata geçirmeye yoğunlaşmışsa bir anlam taşıyabilir. Eğer yapabildiğin kadarıyla, stratejik çizgin arasında böyle bir bağ yoksa, yani stratejik tutarlılığın kalmamışsa, kendiliğindenci protestoculuk, burjuva demokratik talepler vb... pratiğinin ve ufkunun merkezine oturmuşsa nesnel olarak postmodernizmin istediği noktaya düşmüşsün demektir. Bir de, bu durum çeşitli gerekçelerle kanıksanıyorsa, mümkün olan tek durum olarak algılanmaya başlamışsa, postmodernist muhalefet anlayışı da üstü örtük biçimde kabullenilmeye başlanmış demektir.
       Ve tablo esas olarak budur.

                     ***

       Postmodern anlayışın devrimci ve sol hareketlerin pratiği ile ilişkisi, etkisi konusunu burada noktalayarak, yeniden devrimci seçenek/öncülük sorunun parti, militan ve devrimci irade/cüret gibi temel başlıklarının günümüzde Türkiye devrimci ve sol hareketlerinde nasıl biçimlendiği meselesine dönelim. (Parti, militan ve devrimci irade/cüret noktalarında postmodernist anlayışın etki ve sonuçları esas olarak bu başlıklar irdelenirken ele alınacaktır.)

       - Türkiye devrimci ve sol hareketi öncü parti fikrinden kopmuştur...
       Her örgüt, bir iddianın, ufkun ve pratik çalışma düzeyinin örgütlenmiş ifadesi olarak ortaya çıkar ve gelişir.
       Devrim ve sosyalizm ufkuyla, belirli bir devrimci stratejiden hareketle iktidarı ele geçirmek fikrine kilitlenerek emekçi kitlelere siyasal bilinç götürmek, en ileri kesimlerden başlayarak onları devrimci eylem içinde örgütlemek, bunun için örgütsel omurgayı devrimci eylemi güvence altına alacak gizli zeminlerde (daha doğru bir ifadeyle özgür alanda) profesyonel devrimci militanlar üzerinden kurmak, legal örgütlenme ve çalışmaları da bu bakış açısıyla sonuna değin geliştirmek, işte öncü parti pratiği ve düzeyinin ana halkaları bunlardır. Bu pratiğin nasıl yaratılacağı veya yaratılmış bir zemin varsa nasıl geliştirileceği konusunda özel bir reçete ya da yol yoktur. Her dönem kendine özgü yollardan, süreçlerden geçerek gelişir. '71 pratiğinde devrimci çıkışın zeminleri özgün biçimde ancak legal alanda oluşmuş birikim üzerinden gelişirken, sonrasında ilk çekirdeklerin özgür alanlarda da gelişmesi söz konusu olmuştur.
       Devrim ve sosyalizm ufku bulunmayan ya da bu ufku silikleşmiş/yitirmiş, iktidar perspektifli devrimci bir stratejik çizgi temeline sahip olmayan ya da stratejisiyle pratiği arasındaki bağlantısı kopmuş olan hareketlerin örgütlenmeleri kaçınılmaz olarak bu duruşa uygun gelişecektir. Türkiye devrimci ve sol hareketi bağlamında olan da budur.
       Türkiye devrimci ve sol hareketi pratik konumlanışına uygun olarak, esasta legal zeminlerde protesto eylemlerini, burjuva demokratik haklar için mücadeleyi, yerel, parça talepler için mücadeleyi örgütleyen, omurgası legal zeminde olan ve öncülük misyonundan uzak bir örgütsel konumlanışa sahiptir. Sol liberal akım ve yerelci, parçacı siyaset tarzı açısından bu durumda anormal bir şey yoktur. Bu hareketlerin teorik-politik ufku ve devrimi hedeflemekten uzak stratejik yönelimleri açısından bu tarz zaten olağan bir şeydir. Asıl sorun, devrim ve sosyalizm ufkunu ve devrimci bir stratejiyi esas alan devrimci hareketlerin de benzer bir örgütsel konumlanışa kaymış olmalarıdır.
       Bu noktada bir kez daha belirtmek gerekiyor; sorun legal zeminlerde örgütlenmek değildir. Her devrimci hareket, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, legal siyaset ve diğer toplumsal mücadele zeminlerini mümkün olduğunca genişliğine kullanmak, bunun için mümkün olan en geniş örgütlenmeleri yaratmak için çalışmak zorundadır. Asıl mesele bu örgütlenmelerin öncü partinin bir bileşeni olarak değil, bütün örgütsel zeminin omurgası olarak ele alınması (ya da kendiliğindenci akış içinde omurgası haline gelmesi) ve devrimci öncü parti fikri ve pratiğinin silikleşmesi ve giderek kaybolmaya yüz tutmasıdır. Gizli örgüt aparatları ise bu süreç içinde esas olarak, legal örgütlenmenin bir eklentisine dönüşmüştür.
       Postmodern sol siyaset tarzının uzantısı olarak ortaya çıkan bu örgütsel düzey, süreç içinde adım adım örgütsel alanda teorik-politik olarak da ifadesine kavuşmuştur.
       Sol liberal akımın "parti olmayan parti" tezleri, yerelci, parçacı sol siyaset anlayışının politik özellikleri zayıf taban örgütlenmelerinden hareketle ne zaman ve nasıl olacağı belli olmayan bir tarzda partiyi aşağıdan yukarıya örgütleme yaklaşımı, vb. bu örgütsel pratiğin ilk elde ortaya çıkan teorik-politik ifadelendirilişleridir. Devrimci hareketlerde ise söylem ile pratik arasındaki büyük açı farkı bu meselede de yakıcı biçimleriyle bulunmaktadır. Pratiğin teorik-politik ifadesi kaçınılmaz olarak gelecektir.

       - Türkiye devrimci ve sol hareketi militan ve iddialı kadrolar yaratmaktan uzaklaşmıştır...
       Parti gibi, partinin militanları da esas olarak yapıcısı ve yürütücüsü oldukları örgütün teorik-politik ufkuna, stratejik çizgisine ve pratiğine uygun olarak şekillenir.
       Düzen içinden gelen militan adayının başlangıçtaki duruşu ne denli zayıf olursa olsun, eğer devrimcilikte karar kılışı kesin ise devrim ve sosyalizm ufkuna sahip, devrimci bir pratik çizgisi olan bir örgüt/parti içinde hızla değişir ve dönüşür. Eğitim süreçleri ve devrimci toplumsal pratik, sıradan eğitimsiz işçiyi, köylüyü, emekçiyi hızla ülkesinin ve dünyanın bilgisi, bilinci, devrimci yetenekleri ve yeryüzünün en büyük iddiası olan ülke ve dünya devrimi iddiasıyla donatır.
       Hiç kuşkusuz, emperyalist-kapitalist sistem her şeyi olduğu gibi, en çok da insanı yozlaştırmıştır. Postmodern saldırıyla birlikte insanın düşürülmesi tarihte eşi olmayan düzeyde sistematik ve yoğun bir hale gelmiştir. Postmodern anlayışın biçimlendirdiği işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin devrimcileşmesi sürecinin çok daha çetrefilli olacağı açıktır. Devrimci örgüte gelen her insan doğal olarak o güne değin sahip olduğu bilinç ve deneyimle gelir. Bu özelliklerini ve birikimini devrimci örgüte de taşır. Postmodern bilinç ve yaşam deneyimine sahip günümüz insanının tarihte görülmedik ölçüde yozlaşmış duruşuyla mücadele ve değişimi de, ancak bugüne değin varolanlardan çok daha güçlü bir devrim ve sosyalizm ufkuyla, sıkı bir örgütlülük ve devrimci pratikle mümkündür.
       Durum bu iken, devrimci ve sol hareketlerin, devrim ve sosyalizm ufkunu yitirmiş, devrimci pratik ve örgütsel duruştan uzaklaşmış, postmodern anlayışla bütünleşmiş, ya da yoğun etkisi altına girmiş politika ve pratikleriyle, bu hareketlere yönelmiş işçilerin, emekçilerin güçlü bir devrimci değişim yaşamaları mümkün değildir.
       Devrim isteyen, ancak kendisini, burjuva demokrasisi ufkunu ve protestoculuğu aşmayan, sürekli kendini tekrar eden legal politika ve pratik içinde bulan, legal politikayı da esas olarak her türden yozlaşmayla sakatlanmış aydın tarzı içinde yapmaya çalışan devrimci adayı kısa sürede bu tarza alışmakta, iddiasız, devrimci cüretten yoksun, gevşek bir "muhalif" olarak biçimlenmektedir. Devrimci iddia ve duruş bu "muhalif"in yaşamın merkezine yerleşmemekte, kıyısına eklemlenmektedir.
       Devrimci adanmışlık, sıkı disiplin, düşmana karşı cüretli bir savaşkanlık gibi temel devrimci militan özellikleri, bu muhalif tarzda hem gerekli, hem de mümkün olmadığı için, yaratılamamaktadır. Hiç kuşkusuz, devrimci militan duruşu tümüyle ortadan kaybolmuş değildir. Ancak baskın düzey ve insan tipi devrimci militan değil, postmodern sol pratiğin biçimlendirdiği muhalif tipidir.
       Sol liberal akımların esas olarak böyle bir sorunu yoktur. Nispeten daha mücadeleci bir pratiğe sahip yerelci ve parçacı hareketler ve devrimci direncini korumaya çalışan hareketler açısından ise bu kadro ve kitle tabanı duruşu, devrimci çıkış olanaklarını giderek daha da daraltmaktadır. Kendisine yönelen emekçileri devrimcileştiremeyen devrimci hareketler, devrimci çıkışlar için çaba harcamaya kalkıştığında ise devrimcileştiremediği militan gerçeğine çarpmaktadır. Devrimci çıkışın gerektirdiği militan tipi ile varolan militan arasındaki büyük uçurum yeni bir devrimci çıkış isteği ve iddiasının önünü kesmektedir.

       - Türkiye sol ve devrimci hareketinin devrimci irade ve cüreti kırılmıştır...
       Devrimci girişimlerin düşmanın ağır saldırılarını göğüsleyecek düzeyde geliştirilemeyerek sonuçsuz kalması, daha da önemlisi, postmodern muhalefet tarzının devrimci hareketin politika ve pratiğine egemen olması durumunun hem neden, hem de sonuçlarından biri de devrimci irade ve cüretin kırılmasıdır.
       Ancak büyük fikirler ve stratejiler büyük bir irade ve cüret ortaya çıkarabilir. Devrimcilik ve devrimci seçenek/önderlik, büyük ufuk, büyük iddia, büyük bir özgüven/özgüç işidir. Devrim ve sosyalizmin büyük ufkundan, stratejisinden kopmak kaçınılmaz olarak iddialı ve cüretkar devrimcilik tarzından da kopuşu beraberinde getirmiştir.
       Ufuksuzluk, çalışmaların daralması ve başarısızlıklar, her devrimci çıkış çabasının düşmanın baskısıyla ağır darbeler alması, devrimci hareketlerin önemli bir bölümünün bu süreçler içinde varlık-yokluk noktasına değin gerilemeleri ile legal zeminlerdeki zaman zaman görülen kısmi "ilerlemeler"in vardığı yer; oligarşinin faşist terör yoluyla çizdiği "muhalefet" sınırları içinde kendini korumaya dönük, iddiasız bir devrimciliktir. (Oligarşi iddialı devrimci çalışmaların olduğu dönemlerde bu çalışmalara olabildiğince yüklenirken, legal çalışma kapısını nispeten daha geniş tutarak devrimci güçleri bu legale doğru zorluyor. Bu tür devrimci çalışmaların azaldığı, kendisini zorlayan her hangi bir iddialı devrimci girişimin olmadığı dönemlerde ise, ki günümüzde bu çok açıktır, legal çalışmadaki tolere etme sınırlarını çok daha aşağıya çekmektedir. Bir piknik çalışması, yasal bir gösterinin fotografının bir evde bulunması, vb. bile tutuklama gerekçesi olabilmektedir.)
       Olduğu kadarıyla yetinme (ki bu olduğu kadarı denilen şey burjuva demokratik haklar ve protesto temelli cılız muhalefet düzeyidir), en fazlasından bunu biraz geliştirerek varlığını koruma başat irade olmuştur. Bu düzeyi aşan ve devrimci iddiaya sahip adımların başarısızlığına neredeyse kesin gözüyle bakma, hayalcilik olarak tanımlama adeta rutin düşünme biçimidir.
       Büyük devrimci çıkış isteğine, bu düşünme biçimindeki itiraz "etimiz budumuz ne?"dir. Ve bu söylem aslında postmodern dünyanın zayıf düşürdüğü insanın ve devrimcinin sinik tarzının ifadesinden başka bir şeydir. Devrimciliğin "etine buduna" bakmadan, dünyayı değiştirme ufkunu ve iddiasını ortaya koymak, iddiada/hedefte buluştuğun insanlarla o anda sahip olunan niceliğe ve niteliğe bakmadan, bu iddiaya ve hedefe uygun örgütü, eylemi ve kadroyu yaratmak için yola çıkmak olduğu adeta unutulmuştur. Bunu yapmayıp söylemde devrimden söz etmek, devrimci lafazanlığın ta kendisidir. Sol liberallerin hala '71 devrimci atılımına atıfta bulunması, devrimci sloganları zaman zaman kullanmaları, devrimci hareketlerin devrimci söylemiyle, pratiği arasındaki büyük açı farkı başka neyi gösteriyor? Ya da söylemde devrim hedefinde direnç gösterirken, pratikte devrimci stratejinin uygulanmasından uzak durmak....
       Devrimci özellikleri olağanüstü ölçüde zayıflamış örgütsel ve pratik düzeyi koruyarak, statükocu bakış açısıyla hayatta kalmaya çalışılmaktadır. İranlı devrimcilerin 1970'li yılların özgün koşullarında, İran hareketinde varolan benzeri durumu tanımlamak için kullandıkları "hayatta kalma teorisi" tanımlaması, devrimci hareketlerin günümüzdeki durumuna tam olarak uymaktadır.
       Statükoculuğun, devrimci lafazanlığın, hayatta kalma teorisinin karşısında, daha önceki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi, "gerçekçi ol, imkansızı iste" şiarı, ve bunu tamamlayan İranlı devrimcilerin yanıtı olan "yaşayabilmek için saldırmak" teorisi vardır.

       c) Devrimcilik Bitti mi?
       Post-Devrimcilik Döneminde miyiz?

       Yukarıda sol ve devrimci hareketin çizmeye çalıştığımız tablosundan hareketle, sol yazında zaman zaman ifade edilen, dahası küçümsenemeyecek bir devrimci ve sol kitle tarafından değişik biçimlerde ifade edilen, Türkiye'de devrimciliğin pratik olarak tükendiği, bittiği, 2000'li yıllardan bu yana pratik itibariyle post-devrimcilik döneminin başladığı tespitlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Bu tespitlerin kimi zaman tamamen devrimcilikten uzaklaşma ruh haliyle yapıldığı, kimi zaman ise yeni bir devrimci çıkış ihtiyacına vurgu yapmak için ifade edildiği açıktır. Hangi duruştan hareketle olursa olsun, bu tespitler esas olarak abartılıdır, gerçeğe tek yanlı bakışı ifade etmektedir.
       Devrimcilik de, devrimci çalışma da bitmemiştir. Ancak bu iddiayla yürütülen faaliyetler devrimci seçeneği/önderliği somutlaştıramadığı ölçüde çok sınırlı bir devrimci etkiye ve özelliklere sahiptir. Postmodern politika yapış tarzıyla ciddi ölçüde sakatlanmıştır.
       Bu noktada, en temel faktör, 1991 sonrası dünya ve ülke tablosunun bütünlüklü olarak büyük bir değişim yaşadığının ve bu değişimin yeni bir devrim ve sosyalizm ufku, iktadar kavrayışı, mücadadelenin yeni bir düzeyini yaratma ve buna bağlı olarak parti, kadro ve diğer alanlarda büyük bir ileri sıçrayış gerektirdiğinin kavranamamasıdır. Emperyalist-kapitalist sistem ve dünya sosyalist hareketi açısından başlayan yeni dönem, yeni bir kavrayış ve pratik düzeyini zorunlu kılmaktaydı. Bu yeni düzey, devrimci sosyalist hareketimiz tarafından, 2002'de ideolojik, politik, örgütsel, kadrosal, vb bütün düşünsel ve pratik düzeyleri kapsayan Devrimci Yenilenme olarak formüle edildi. Devrimci Yenilenme bir anda ve mücadeleden kopuk bir süreç değil, her alanda adım adım, ancak kendiliğindenci değil, planlı bir sürecin ürünü olarak gelişebilecek sıçrama eylemi olarak ele alındı.
       Devrimci ve sol hareketin bu noktadaki genel tutumu yukarıdaki bölümlerde ifade ettiğimiz gibi, genel olarak süreci anlamama, ya da parça bir mesele olarak ele alma oldu. 1991-98 arası süreçte Kürt demokratik hareketinin yükselişi, Türkiye'de pratik moral açıdan dünyadaki reel sosyalist hareket başta olmak üzere, sol ve devrimci harekette görülen çöküş/gerileme sürecini dengeledi ve devrimci direnci kısmen arttırdı. Ama diğer yandan da, bu durum, kendini kendiliğindenci akıştan kurtaramayan devrimci güçlerin dünya ölçeğinde ortaya çıkmış olan büyük görevleri ve moral yıkımı görmesini, en azından pratik olarak önemsemesini engelledi. Tabii, burada asıl sorun Kürt yükselişinde değil, esas olarak devrimci güçlerin kendisindeydi. Bu yükseliş bile doğru anlamlandırılamadı; Kürt hareketiyle birleşik bir mücadele cephesi yaratma yönünde ciddi, tutarlı, özgücüne güvenen bir ilişki biçimi yaratılamadı. 1995'lere değin gelen birkaç yıl içinde düşman, devrimci hareketi ciddi biçimde darbelemeye başladığında bile, kitle mücadelesinde yaşanan kimi yükselişler (Gazi, 96 1 Mayısı vb.) derhal aşırı bir subjektivizm temelinde ele alındı. Devrimci hareket her cepheden altının boşaldığının farkına ne yazık ki varamadı. Ancak 1996 sonrası hem kitle hareketinin zayıflaması, hem Kürt ulusal hareketinin tıkanması, hem de düşmanın devrimci harekete dönük ikinci dalga saldırısıyla birlikte 1991-1996 arası yaşanan kısa ve yalancı bahar sona erdi. Devrimci hareket 1997'den itibaren büyük bir düşüş girdabına girdi ve işlerin artık kesinlikle eskisi gibi yürümeyeceği net biçimde ortaya çıktı. Ancak yeni de yoktu. Sahne neredeyse tümüyle sol liberalizme kalmıştı ve onun siyaset tarzını/kültürünün bütün olumsuzlukları hızla zayıf düşmüş ve yeni bir düzey yaratmaktan uzak devrimci harekete nüfuz etti. 2000'lerdeki hapishaneler operasyonu devrimci hareketin nispeten daha diri olan son mevzisini de darbeleyerek, bir dönemi gecikmeli de olsa devrimci hareket açısından bitirdi.
       2000'ler sonrasında devrimci hareketin büyük bir bölümü bir arayış sürecine girmesine rağmen, bu esas olarak bütünlüklü bir devrimci yenilenme eksenine oturmadı. Parça sorunlar, pratik çıkışlar vb ağır bastı. Ve böylece yukarıda geniş biçimde ele aldığımız tablo ortaya çıktı.
       Yine de yukarıda ana hatlarıyla ele aldığımız tüm zayıflıklarına ve bozulmalara karşın, Türkiye devrimci hareketinin tümüyle bugünkü durumuna teslim olduğunu düşünmek haksız ve insafsız bir tespittir. Kimi siyasi hareketlerde, kadrolarda, tabanda şu ya da bu düzeyde devrimci seçeneği/önderliği geliştirme, devrimci savaşçı bir çıkışı yaratma isteği, derdi vardır.
       Mevcut tablo oldukça ağır sorunlarla yüklüdür, ancak içinden çıkılmaz noktada da değildir. Her hareket kendi özgün koşullarından yola çıkarak kendi cephesinden güçlü bir devrimci faaliyeti geliştirebilir ve diğer devrimci güçleri de ileri doğru çekebilir.
       Kritik adım devrimci güçlerden bir veya birkaçının sürekliliği sağlanmış bütünlüklü bir devrimci çıkış yaratması adımıdır. Bunun için nesnel koşullar yeterince elverişlidir ve devrimci hareketin tarihi de gerekli birikimi sunabilecek düzeydedir.
       Böylesi bir adım, sadece devrimci güçleri değil, sol liberal hareketleri, yerelci, parçacı akımları ve yatay iktidarlar fikrini savunanları da daha ileri zeminlere çekecek ve sol ve devrimci hareketin bugünkü durumunu önemli ölçüde değiştirecektir.
       Tam da bu noktada, haklı olarak, peki siz, yani Devrimci Sosyalist Hareket hangi noktada duruyor? sorusu sorulacaktır.
       Geliştirdiği ufukla, stratejik çizgi ve yaklaşımlarla ve pratik hedefleriyle, devrimci seçeneği/önderliği geliştirme noktasında en ileri bakış açısını yaratarak, pratiğe yönelmiş Devrimci Sosyalist Hareketimizin durumunu ele almaya girişebiliriz.

       Devrimci Sosyalist Hareketimiz ve
       Devrimci Seçenek/Önderlik

       Devrimci Sosyalist Hareketimiz yeni bir tarihsel dönemin başladığı 1990'lardan itibaren inişli-çıkışlı bir seyir izleyen gelişmesinde, devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması yolunda önemli başlangıçlar yapmış ve birikimler yaratmıştır. Yarattığımız birikimler büyük adımlar için bir temel oluşturmasına karşın, bu hedeflere ulaşılamamıştır. Devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması noktasında devrimci yenilenme ve yeniden inşa perspektifi temelinde berrak bir anlayış ortada olmasına karşın, pratik olarak devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması yolundaki faaliyetlerimiz başlangıçtaki ivmesini koruyamamıştır..
       Bu noktada, kendimize dönük tutumuz, eleştirlerimiz, iddiamıza uygun, tutarlı ve içtenlikli olmak zorundadır. Yanından yöresinden dolaşmadan, devrimci seçeneğin/önderliğin yokluğu noktasında okları asıl olarak kendimize yöneltmemiz gerektiği açıktır. Bu, herhangi bir devrimci yada sol hareket değil, Marksizm-Leninizmin ülkemizdeki en ileri temsilcisi olma iddiamızın doğal gereğidir.
       Bu bağlamda, devrimci ve sol hareketin genel gerilemesi, nesnel koşulların zorlukları vb. gibi, durumumuzu mazur göstermeye dönük hiç bir sahte gerekçeye, bahaneye vb. sığınma niyetinde değiliz, olmamalıyız, olmayacağız. Dolayısıyla, öncelikle kendi gerçekliğimizi ele alış tarzımızı ve bunun devrimci hareketin durumuyla bağına ilişkin yaklaşımımızı kısacada olsa daha baştan ifade etmek gerekiyor.

       I - Kendi Gerçekliğimize Bakış ve
       Devrimci Hareketin Durumuyla İlişkisi

       Bir devrimci hareketin sınıf mücadelesindeki duruşunu belirleyen en önemli faktörlerden biri kendi gerçekliğine, devrimci seçeneği/önderliği yaratma yolunda attığı adımlara tam bir nesnellikle, açıklıkla, dürüstlükle bakışıdır. Bu noktada, sallanan, iddialarıyla mevcut gerçekliği arasındaki oluşan açı farklarını gizleyen, ya da mazeretlere sığınan bir devrimci hareketin sorunlarını aşması ve devrimci bir rol oynaması mümkün değildir.
       Bu ilkesel tutum, hemen hemen tüm devrimci hareketler tarafından kendilerine ve devrimci hareketin bütününe ilişkin yapılan analizlerde, Lenin ve başkaca devrimci önderlerin bu noktada yaptıkları benzer tespitler alıntılanarak ifade edilir. En sık yapılan alıntı da Lenin'in "Bir siyasi partinin kendi yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi yığınlara karşı görevine gerçekten getirip getirmediğini saptayabilmemiz için en önemli ve en güvenilir kıstaslardan biridir. Yanılgısını açıkça teslim etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu bu yanılgıya meydan veren durumu tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin işaretleri bunlardır, ciddi bir parti için görevlerini yerine getirmek, sınıf ve ardından da yığınları eğitmek ve bilinçlendirmek bu demektir." ("Sol" Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı) sözleridir. Böylece kendi gerçekliğine karşı tutarlı, sorumlu bir devrimci yaklaşım sergileneceği gösterilmeye çalışılır. Ancak ne yazık ki, bu ilkesel tutum kuvvetli biçimde ifade edilmesine rağmen, yapılan analizlerde devrimci hareketlerin yaşadıkları gerilemeyi getirip dışsal faktörlere, özel olarak da devrimci hareketin genel gerilemesine ya da durgunluğuna/etkisizliğine bağlaması yaygın bir tutumdur.
       Bu yaygın izah tarzını kabaca: "Biz geriledik, sürece devrimci bir yanıt olamadık, devrimci seçenek/önderlik olma tutumunu yakalamayadık, fakat devrimci hareketin genel durumu bu. Kriz içinde ya da geriliyor. Biz de gerileme faktörlerinin etkisi altında kaldık." cümleleriyle özetleyebiliriz.
       Bu yaklaşım, deyim yerindeyse "genelin sıradan bir parçası" olduğunu kabul eden, yaşadığı sorunları başkalarının da sorun yaşamasıyla, ya da kriz içinde oluşuyla açıklayan, daha doğrusu "sadece bizde sorun/kriz yok, herkeste var" diyerek kendi yaşadığı krizi ya da sorunu normal olarak gösteren sığ ve kendi özgül gerçekliğini görmekten kaçan bir yaklaşımdır. (Kendi sorunlarını özgül boyutlarıyla ele alan hareketlerin analizlerinde bile sonucu bu tarzda bağlama yaklaşımı vardır. Kendi özgül sorunlarını vurgular, ardından bunu devrimci hareketin genel sorunlarına bağlar, bunu öne çıkarır... Ve bu tutum yapılan özgül analizleri boşa çıkarır. Çünkü devrimci hareketin genel olarak krizde olduğu ya da gerilediği ve bu kendi sorunlarının şu ya da bu ölçüde buna bağlı olduğu yönünde yapılan vurgular, dikkati kendi özgül sorunlarından kendi dışına yöneltir. Böylece durum hafifletilir. Nispeten normalleştirilir.)
       Sıkça görülen bu yaklaşım devrimci değildir, devrimci seçenek ve önderlik olmak için yola çıkmış bir devrimci hareketin tutumu bu olamaz. Hele ki, Devrimci Sosyalist Hareketin tutumu asla olamaz.
       Devrimci sosyalist bir parti ya da örgüt kendisini başka örgüt ve partilerin durumu üzerinden açıklamaz. Devrimci sosyalist Parti ya da örgüt, devrim ve sosyalizm adına yola çıkmış diğer tüm parti ve örgütlerden farklı ve daha ileri bir anlayışa sahip olduğu iddiasına sahiptir. (Bu, ayrı bir parti veya örgüt olarak varoluşun olmazsa olmazıdır.) Kendisini ideolojik, politik, örgütsel ve pratik duruşuyla diğerlerinden ayırır. Bunu yapmayan bir parti ya da örgüt var olma iddiasını kaybeder. Eğer diğerlerinden farkın yoksa neden varsın sorusuna cevap veremez. Başkalarının geriliği/krizi üzerinden kendi geriliğini izah etmez.
       Her örgüt ya da partinin yaşadığı krizin/gerilemelerin o parti ya da örgütün özgün duruşuyla ilgili nedenleri vardır. Bu nedenler bazen diğer örgütlerin yaşadıkları kriz/gerileme durumlarını yaratan faktörlerle çakışabilir.
       Ancak, toplamda, Devrimci Sosyalist olduğunu yani ML'in en ileri düzeyini kendisinde cisimleştirdiğini iddia eden ve bu nokta da varlık gerekçesini oluşturan bir parti veya örgüt kendi gerçekliğini esas olarak sahip olduğunu iddia ettiği nitelikler ile mevcut gerçekliği arasındaki uyuşmazlıkta aramak zorundadır. Yoksa, diğer devrimci güçlerin yaşadıkları sorunlar ve bunların etkileri üzerinden değil...
       Devrimci sosyalist bir parti ya da örgütün özgünlüğü, onu proletaryanın devrimci sosyalist temsilcisi yapan özellikler ve özgünlükler tam da bu noktada ortaya çıkar. Devrimci sosyalist bir parti ya da örgütün geliştirdiği pratik mücadele dönem dönem nesnelliğe denk düşmeyebilir, yetersiz kalabilir veya gerileyebilir, hatta bir kriz süreci de yaşayabilir. Aynı süreçte, diğer devrimci ve sol hareketler de genel olarak bir gerileme ve kriz süreci yaşayabilirler. Fakat bir devrimci sosyalist parti ya da örgütün yaşadığı gerileme veya krizle, diğer sol ve devrimci hareketlerin yaşadığı gerileme ve kriz arasında tüm bu gelişmelerin doğru bir yöntemle ele alınması ve devrimci sonuçlar çıkarılabilmesi bağlamında kesin bir fark olmak zorundadır. Bu konuya ilişkin olarak Devrimci Sosyalist Hareketimizin 30 Mart ve 12 Eylül'e ilişkin değerlendirmeleri yeterince öğreticidir.
       Eğer gerileme, kriz ve yenilgiler böyle ele alınmıyorsa, diğer sol ve devrimci hareketlerden farklı bir duruş yok demektir. (Hele ki, diğer sol ve devrimci hareketlerin yaşadığı krizlerin, gerilemelerin basıncının/etkisinin altına, taktik süreçlerde yaşanabilecek kısmi, taktik etkilenmeler haricinde asla girilmemesi gerekir. Yaşanan büyük gerileme ve krizlerin izahının asla bu tür durumlar üzerinden yapılmaması gerekir. Devrimci sosyalist bir parti/örgüt olduğu iddiasında olan bir yapı kendi gerileme ve/veya krizini diğer sol ve devrimci hareketlerin yaşadığı krizlerden etkilenmeyle, bunların basıncı altına girişle açıklıyorsa, bu tam anlamıyla devrimci sosyalistlik iddiasının bitmiş olduğu, onu devrimci sosyalist yapan özgün niteliklerinin yok olduğu ya da ciddi ölçüde zayıfladığı anlamına gelir. Böylesi bir tablonun "proletaryanın bağımsız siyasal tutumunu her şart altında yaşama geçirebilmek" şeklindeki leninist parti ilkesinden sapma anlamına geleceği de açıktır.)
       Biz, 1971'de kurucu yoldaşlarımız Mahir'in, Cevahir'in, Ulaş'ın öncülüğünde, devrimci hareketin sıradan bir bileşeni olmak için, varolan örgütlere yeni bir örgüt daha eklemek için değil, teoride ve pratikte devrimin motor gücü, öncüsü olmak için yola çıktık. Devrimci ve sol hareketin seçenek/önderlik olmamaktan kaynaklanan krizini, hata ve zaaflarını aşmak için, bırakalım onların zayıflık ve hatalarından etkilenmeyi, tersine, öncü devrimci sosyalist duruşla onları ileri çekmek ve devrimci rotayla buluşturmak için yola çıktık.
       Bu nedenle, kolaycı, devrimci ve sol hareketlerin daha çok kendi tabanını "sadece biz değil, herkes sorun yaşıyor, devrimci ve sol hareket genel olarak geriledi, kriz yaşıyor, biz de geriledik, vb." söylemleriyle teselli etmeye, durumu normalmiş gibi göstermeye dönük bu tür söylemlerin bizim politikalarımızda bugüne değin asla yeri olmamıştır, bundan sonrada olmayacaktır...
       Kendi gerçekliğimize bakışımızda kriterimiz sınıf mücadelesinin ve devrim ve sosyalizm hedefimizin görevleri karşısında rolümüzü oynayıp oynamadığımızdır. Devrimci seçeneğin/önderliğin her bir temel öğesini pratik olarak somutlaştırıp somutlaştırmadığımızdır. Bu yazı bağlamında, Devrimci Sosyalist Hareketimizin tarihinin ayrıntılı bir değerlendirmesinden çok, esas olarak bu kriter üzerinden dün, bugün ve gelecek bağıntısını kurmaya çalışacağız.

       II - 1991-2000 Dönemi...
       Her şeyden önce bir noktayı, konuya girmeden önce belirtmek gerekiyor. Devrimci Sosyalist Hareketin tarihi burada ele alınmayacak kadar geniş, büyük deneyimlerle, birikimlerle yüklü bir süreçtir. Burada sadece ele aldığımız konunun anlaşılmasına yarayacak ölçüde kimi noktalar ele alınacaktır.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz 30 Mart 1972'den, 1976'daki yeniden kuruluşuna değin geçen süre dışında kesintisiz bir devrimci mücadele yürüttü.
       1976'dan 1980 12 Eylül darbesine kadar geçen süreçte geliştirdiği öncü gerilla pratiği Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da devrimci direnişi ve mücadeleyi ileriye çeken, örnek oluşturan bir pratik oldu. Teorik ve örgütsel zayıflıklara karşın geliştirilen pratiğin büyük etkisiyle Hareket hızla büyüdü, saygınlık kazandı ve öncü pratiklere imza attı.
       12 Eylül cuntası sonrasında mücadele kesintisiz sürdü. Ağır darbelere karşın, yılgınlık yerine her seferinde sokakta ve zindanlarda direnişi yeniden örgütleme çabası geliştirildi. Ancak süreç Hareketin cunta karşısında her düzeyde hazırlıksız yakalandığını da gösterdi. Cunta öncesi süreçte devrimci savaşımın en önemli pratik direniş aktörlerinden biri olan Hareket kendini mücadelenin değişik boyutlarında (değişik mücadele biçimlerinin gerilla savaşıyla birleştirilmesi bağlamında, sağlam ve sürekli bir cephe gerisinin yaratılması bağlamında...) yeterli düzeyde geliştiremediği için cuntanın saldırılarını güçlü biçimde karşılayamadı. Cunta öncesinde başlatılmış olan sınırlı çabalar, cunta koşullarında yeterince verimli olmadı.
       1987 Konferansı bu noktada Hareketin kendini cunta ve cunta sonrası süreç açısından kapsamlı biçimde ele aldığı ve bütünlüklü biçimde yeniden konumlandırma çabası içine girdiği önemli bir adım oldu. Konferansın tüm eksikliklerine rağmen bütünlüklü bir duruş oluşturma çabası önemli bir dönemeci işaret ediyordu.
       1987 Konferansı aynı zamanda Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kitle mücadelelerinin yavaş yavaş boy verdiği, devrimci ve sol güçlerin yeniden politik arenaya giriş yapmaya çalıştığı bir süreçti. Konferans değerlendirmelerine ve kararlarına uygun bir pratiğin geliştirilmesi durumunda Hareketin sahip olduğu büyük prestiji de arkalayarak öncü sıçramalar yaratmasının mümkün olduğu koşullar mevcuttu.
       Konferans, yaptığı değerlendirmeler ve aldığı kararlarla önemli bir sıçramanın zeminini yaratmasına, bunun için nesnel koşullarda oldukça elverişli olmasına karşın, konferansın ardından bütün sorunlarla boğuşarak ilerlemeye çalışan sınırlı sayıda kadro, düşman saldırıları sonucu tutsak düştüğünde, aslında sadece bir örgütsel darbe alınmamış, aynı zamanda çok önemli bir dönemin olanaklarının büyük bir bölümü de kaçırılmış oldu.
       Devrimci Sosyalist Hareket, 1991'e bu koşullarda, oldukça sınırlı ve kısmen dağınık bir zeminle geldi.
       1991, devrimci tutsakların önemli bir bölümünün serbest bırakıldığı ve tüm devrimci güçlerin zindanlardan çıkan kadroların yapacağı aşıyla yeni ve büyük adımlar atacakları umuduna sahip oldukları bir süreçti.
       Cunta sonrasında büyük değişimler yaşanmasına, 1989'dan itibaren reel sosyalist ülkelerin çöküşü başlamasına, yani oldukça olumsuz faktörlerin varlığına karşın, 1975-80 sürecinin büyük devrimci yükselişini yaratan kadroların özgürlüğüne kavuşmuş olması büyük beklentileri de beraberinde getirmişti. Sadece bu da değil, Kuzey Kürdistan'da büyük kitle mücadeleleri yaratmış olan gerilla savaşı da, tüm olumsuz koşullara rağmen büyük umutları besleyen en önemli faktör durumundaydı.
       Tablo kabaca şöyle özetlenebilirdi; oldukça az sayıda bir kadro yapısı, örgütsel olarak dağınık bir yapı, pratik olarak oldukça zayıf, ancak gelişmeye açık bir duruş... İdeolojik olarak özellikle zindanlarda hazırlanan savunmalarda somutlaşan ve güçlenmeyi gösteren bir teorik-politik düzey... Zindanlardan çıkan kadrolar bu tabloya hem önemli bir moral katmış, hem zayıf olan kadro yapısını güçlendirmişti.
       Devrimci Sosyalist Hareket, bu dönemde varolan sınırlı güçlerini ilk elde tümüyle özgün ve geçici bir örgütlülük düzeyiyle toparlamaya girişti. Açık ve özgür alanlarda güç toparlama, bu güçleri eğitecek zeminleri yaratma, her cephede asgari örgütlülük yaratarak ilerleme, kadro alt yapısı oluşturma vb. gibi hedefler sürecin temel belirleyenleri oldu.
       1991'den 1996'ya değin bu süreç dönemin kısmi ilerleme eğilimi nedeniyle belirli bir toparlanma yarattı. Devrimci Sosyalist Hareket, açık alanda bir çok çalışma başlattı. Yayın, gençlik, işçi çalışmaları nüve düzeyinde de olsa oluştu. Özgür alanda bir alt yapı oluşturmaya dönük çalışmalar ilerleme kaydetti. Bunlar dönemin kısmi yükseliş eğilimine, hapishanelerden çıkmış kadrolarla, dışarıdaki kadroların birleşik çabasına bağlı olarak belirli ilerlemeler kaydettiler. Ancak bu süreç de 1996-97'ye gelindiğinde tıkandı.

                     * * *
       1990 başları tüm dünyada yeni bir dönemin başlaması anlamına geliyordu. Her yeni dönem yeni bir teorik, politik, örgütsel ve pratik düzeyi gerektirir. Yeni bir devrimci ufka sıçramayı gerektirir. Böylesi bir dönemeç noktasında, geçmişin düşünsel ve pratik cephaneliği ile, ufkuyla yetinerek büyük sıçramalar yaratılamaz. Kapsamlı ve bütünlüklü bir yenilenme programının ve pratiğinin geliştirilmesi gerekir. Devrimci Sosyalist Hareket bu noktada sınırlı da olsa belli bir yaklaşıma sahip olmasına karşın, bütünlüklü bir perspektif oluşturmadı. Sol liberal ve parçacı eğilimlere karşı devrimci mevzilerde direnme eğilimi baskın kaldı. Devrimci mevzilerde direnme, ama devrimci bir yenileme ile bu mevzileri aşma, daha ileri düzeyler yaratma noktasında güçlü adımlar atamadı.
       1996-7'ye gelindiğinde bu süreci aşmaya dönük kimi planlamalar, pratik adımlarda işlemediğinde süreç artık tıkanmıştı. Bu durumla düşmanın merkezi operasyonları birleştiğinde durum daha da ağırlaştı.
       1990 sonrası Türkiye, Kuzey Kürdistan ve dünyada oluşan yeni dönemin devrimci eleştirisi, kavranışı ve buna cevap oluşturacak devrimci yenilenme perspektifini geliştirme, örgütsel güçleri ve pratiği buna uygun düzenleme yaklaşımı geliştirilmediği ölçüde ilerleme sağlamak mümkün değildi.

       III - Tek Yol Devrimci Yenilenme,
       Tek Yol Devrim

       2001-2002 yılları Devrimci Sosyalist Hareket açısından Mahir'lere uzanan tarihsel köklerinde bulunan devrimci yenilenmeci damarı yeniden harekete geçirerek devrimci önderliği/seçeneği yaratma yolunda yeni bir çıkışı başlatacaktı.

       Devrimci Yenilenme
       Mahir'lerin 1971 atılımında izlediği yöntem; sadece an'ın değil, dönemin bütünlüklü devrimci eleştirisini yapma, koşulların zorluklarından dem vurup tereddütlü ve ürkek yaklaşımlar değil, devrimci savaşa tereddütsüz girişme, günün sorunları içinde sürüklenerek günü kurtarmaya dönük, ufku dar bir yaklaşım değil, en zorlu koşullarda devrim ve sosyalizm ufkuna, stratejik çizgiye, örgütlü çalışmaya sarılma ve bunları yeniden üretme perspektifi duruyordu önümüzde.
       Devrimci yenilenme perspektifi devrimci çıkış arayışları içinde billurlaştı. Ve 2002 başlarında Devrimci Sosyalist Hareketin ana doğrultusu haline geldi. Artık Devrimci Sosyalist Hareketin tarihinde yeni bir dönem başlıyordu.
       2002'de başlayan yeni sürecimiz, esas olarak iki ana halka üzerinde oturdu; Devrimci Yenilenme ve Yeniden İnşa.
       Devrimci Yenilenme perspektifi, devrim ve sosyalizm ufkunu, iktidar perspektifini, buna bağlı olarak stratejik bakışı, yeni bir örgüt ve kadro düzeyini, bütün bunlara bağlı olarak daha ileri bir pratik ve cüreti yaratma perspektifidir.
       Devrimci yenilenme sorununa bakışımız salt kendi duruşumuzla, ya da ülke koşullarıyla sınırlı bir değişim isteğini veya fikrini içermiyordu. Daha bütünlüklü, daha köklü bir hareket noktasına sahiptir; 1990'da reel sosyalizmin çöküşü ve daha gerilerden 1970'lerden, '80'lerden gelen kapitalist sistemin restorasyon sürecinin ortaya çıkardığı yeni dünya ve insanlık tablosundan hareket ediyordu.
       1990 çöküşü, tüm insanlık açısından emperyalist-kapitalist sistemin ve dünya komünist hareketinin bir dönemini kapatarak, yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.
       Emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının her yeni dönemi (1890-1900'lardan itibaren başlayan dönem, 1917-8'den itibaren başlayan dönem ve 1945'ten itibaren başlayan dönem) yeni bir dünya tablosu, stratejik güç ilişkilerinin değişimi, kapitalizmin yeni bir birikim modelini, yeni bir kapitalist kültürel ve sosyal biçimlenişi, sınıf mücadelelerinin yeni bir düzeyini, vb. de beraberinde getirir.
       Enternasyonal devrimci sosyalist hareket emperyalist-kapitalist sistemin bu her yeni konumlanışının kapsamlı devrimci eleştirisini yaparak, sınıflar mücadelesinin yeni koşullarına uygun mücadele araç ve biçimleri, buna uygun örgüt ve kadrolar, kültürel ve sosyal düzeyi yaratarak devrim ve sosyalizm ufkunu, stratejik bakışını ve pratiğini yeniden üretir ve ona karşılık verir.
       Kapitalizmin sadece emperyalist aşamasında değil, devrimci sosyalist hareketin ortaya çıktığı 1848'den itibaren (kendi içinde çeşitli dönemlere ayırabileceğimiz 150 yılı aşkın süreçte), kapitalizmin gelişme seyrinin her dönemecinde, devrimci sosyalist hareket tüm sorunlu yanlarına karşın, esas olarak kesintisiz bir gelişme süreci göstermiş, her dönemeçte kendini devrimci temelde yenileyerek ileriye sıçramıştır. Emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının her dönemi, aynı zamanda çoğunlukla büyük devrimci ilerleyişlerin ürünü ve sonucu da olmuştur.
       1990'da başlayan emperyalist-kapitalist sistemin yeni dönemi (4. bunalım dönemi olarak nitelendiriyoruz) 1848'lerden bu yana gelen devrimci sosyalist hareket açısından en zorlu dönemdir. Devrimci sosyalist hareket kendi tarihinde ilk kez, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının bir dönemini, 1990'da başlayan yeni dönemini, kendi içinde bir çöküşle, reel sosyalizmin yenilgisi ve dünya devrimci hareketinin genel bir gerileyişiyle karşıladı. Hatta bu gerileyiş ve çöküş, emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının yeni aşamasının bir çok özelliğini de belirliyor.
       Bu tablo tüm dünya ölçeğinde devrimci sosyalistlerin önüne her cephede daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak ölçüde güç koşullarda büyük ve zorlu görevler koymaktadır.
       Bir yandan, emperyalist kapitalist sistemin yeni döneminin devrimci eleştirisini bütünlüklü olarak geliştirmek, devrim ve sosyalizm ufkunu bu temelde yeni bir düzeye sıçratmak, stratejik bakış ve çizgiyi bu koşullara uygun daha ileri bir düzeye sıçratmak, örgüt, kadro yapısını bu temelde yenilemek gerekirken, diğer yandan reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte apaçık ortaya çıkmış olan komünist/sosyalist uygarlığın ne olduğunu (ve reel sosyalizm örnekleri bağlamında ne olmadığını) bütün açıklığıyla ortaya koymak, bunu programatik düzeyde ifadeye kavuşturmak gibi devasa teorik ve politik sorunlar söz konusudur.
       Devrimci yenilenme perspektifinin önümüze koyduğu başlıcı görevlerden biri budur; devrim ve sosyalizm ufkunu geçmiş birikimlerimizin ışığında yeniden daha ileri bir düzeyde üretmek...
       Ancak sadece bu değil, devrimci pratiği, örgütü, kültürü ve kadroları geliştireceğimiz devrim ve sosyalizm ufku ekseninde yeniden ele almak ve somut pratik adımlarla daha ileri bir düzeyden üretmek görevi de sözkonusudur.
       Tarihin her büyük dönemecinde devrimci sosyalistlerin gerçekleştirmekle yüzyüze geldikleri devrimci yenilenme görevi, bütünlüklü ileri sıçrama görevi, bir kez daha ama bu kez ağır gerileme, çöküş koşullarda ve çok daha kapsamlı olarak önümüzdedir.
       Devrimci sosyalist hareket olarak sürece böyle baktık/bakıyoruz. 2002'de önümüzde koyduğumuz ufuk, genel bir durum değerlendirmesi ve örgütsel toparlanma değil, böylesi büyük bir ufuktur, görevler dizisidir. Devrim ve sosyalizmi hem coğrafyamızda, hem de enternasyonal düzeyde ayağa kaldıracak, gerçek bir devrimci çıkışı ifade edecek olan perspektif ve pratik bu hat üzerinden gerçekleşebilir.
       Kuşkusuz yenilenme söylemi 1990 sonrası sol ve devrimci çevrelerde zaman zaman dile getirilen bir söylem oldu. Ancak bu ağırlıklı olarak sol liberal çizgiye kayan çevrelerin devrimin güncelliğini örtük ya da açık biçimde inkar ederek devrim hedefini terk edişlerini gizlemek için kullandıkları bir söylemden öteye gitmedi.
       Devrimci Sosyalist Hareket, bu noktada, devrimin güncelliğinden ve devrimci savaşçı temelde bir pratik geliştirme ekseninde yenilenmeyi esas aldı ve devrimci yenilenme perspektifini geliştirirek kendini bu sağ çizgiden kesin biçimde ayırdı.
       Devrimci yenilenme perspektifimiz, yukarıda ifade ettiğimiz bütünlüklü yapısıyla, 2002'lerden itibaren çeşitli devrimci çevrelerde gelişen sorgulama ve durum değerlendirmelerinden de kesin biçimde ayrılmaktaydı. Salt bir durum değerlendirmesi ve kendi durumundan hareketle toparlanma mantığı ile hareket edilmedi. Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin ve komünist, sol hareketin 1990 sonrası içine girdiği yeni durumun/dönemin bütünlüklü eleştirisinden hareket ederek, devrim ve sosyalizm ufkunu ve pratiğini bu ölçekte ve bütünlüklü olarak yaratmak hedefi konuldu.
       Salt kendi pratiğinden ve ülkedeki güncel/dönemsel politik durumdan hareket ederek devrimci hareketin yaşadığı büyük alt-üst oluşa devrimci bir yanıt üretebilmek mümkün değildi.

       Yeniden İnşa...
       Devrimci yenilenme perspektifimiz sürecin kılavuzu olurken, onun pratik somutlaşması kendi öz dinamiklerimiz üzerinden gelişecek yeniden inşa ile mümkün olacaktı.
       Yeniden inşa süreci, devrimci yenilenme perspektifinin temellerinin oluşturulması, ete kemiğe büründürülmesi süreci olarak geliştirildi. Devrimci Sosyalist Hareket, devrimci yenilenme çizgisi ekseninde yeniden ayağa kaldırılmalı, teorik, politik, örgütsel, kadrosal, kültürel, pratik olarak, kısacası mücadelenin bütün cephelerinde yeniden inşa edilmeliydi.
       Devrimci yenilenme ve yeniden inşa çizgisi, Devrimci Sosyalist Hareketimizin 1990 sonrası yeni tarihsel döneme verdiği yanıt oldu. Sosyalist Barikat'ın 2002 Mayıs tarihli 1. sayısında "Tek Yol Devrim, Tek Yol Devrimci Yenilenme" başlıklı çalışmada devrimci yenilenme ve yeniden inşa perspektifimizin temel öncülleri ortaya konuldu.
       Ana doğrultu belirlenmiş, çizgi ortaya konulmuştu, artık bu çizginin altının teorik ve pratik olarak doldurulması süreci duruyordu önümüzde...
       Devrimci yenilenme ideolojik-politik cephede ideolojik yeniden kuruculuk olarak ifade ettiğimiz devrim ve sosyalizm ufkunu yeni tarihsel dönem koşullarında yeniden üretmede somutlaştırıldı. Barikat Dergisi bu noktada, ilk öncül fikirlerin üretildiği ve ortaya konulduğu temel platform olacaktı. Bu bağlamdaki temel hedefimiz ise yeni dönemin devrim ve sosyalizm ufkunun bütünlüklü ifadesi olacak manifesto ve bununla bağlantılı olarak yeni dönemin sosyalist uygarlık hedefini somutlaştıracak program olarak belirlendi.
       Politik çalışmada genel olarak durmuş olan faaliyetlerin ilk elde başlatılması, giderek her cephede küçük adımlarla başlanarak Parti yapısının sokak mücadelesinin öznesi haline getirilmesi hedeflendi. Bütün mücadele biçimlerini hayata geçirmede eskisinden daha aktif olarak yürütebilen bir parti haline gelmek, her şeyden önce bir mücadele örgütü olmak temel hedef olarak konuldu.
       Örgütsel alanda, Parti güçlerinin toparlanması ve adım adım kitle ilişkileri oluşturularak Partinin mücadelenin bütün cephelerinde ilk temel öncü nüvelerinin oluşturulması hedefi konuldu. Bunun yanı sıra, devrimci partilerde temel yozlaşma nedeni olan bürokratik kireçlenmiş, şef kültürüyle bozulmuş işleyişlerin derslerinden hareketle katılımcı bir parti yapısının oluşturulması hedeflendi. Bu perspektifle teorik ve pratik adımların atılması hedeflendi.
       Sayıca ve deneyim olarak sınırlı olan kadro ve taraftar yapısını bir yandan büyütmek, bir yandan da, yukarıdaki çalışmalar içinde devrimci kurucu özneler haline getirmek kadro çalışmasının başlıca hedefi olarak belirlendi. Bu noktada kurucu kadro kilit kavramdı. Önümüze koyduğumuz büyük hedefler, attığımız büyük adım, mevcut durumu ne olursa olsun, kendini bu büyük hedeflerin, adımların yaratıcısı, kurucusu olarak görecek, buna uygun olarak konumlandıracak, eğitecek, gelişterecek bir kadro yapısını, duruşunu ve tarzını zorunlu kılıyordu. Mevcut kadro yapısı bu perspektifin gerektirdiği dönüşümü sağlamadan, bütün hedeflerin, adımların boş birer söz olmaktan öteye geçmemesi kaçınılmazdı. Ve yine bu hedeflerin pratikleştirilmesi süreç içinde mümkün olabilirdi.
       Ve bütün bu hedeflerin, adımların pratikleştirilmesi süreci içinde 1971 Atılımının ruhunu, duruşunu, coşkusunu yeni koşullarda daha ileri bir düzeyden somutlaştıracak yeni bir devrimci mücadele ve yaşam kültürünün yaratılması hedeflendi. Postmodern kültürle, feodal kültürle devrimci kültürün ucube bir karışımının kirlettiği devrimci atmosfer/kültür, ancak mücadelenin içinde yeniden ayağa kalkabilir. Kapitalist sistemin yaşam ilişkilerine karşı büyük bir nefretle karşı duran, onu her an her ilişkide reddederek, yerine mücadelenin yarattığı dayanışmayı, özgürleşmeyi, tereddütsüz savaşmayı, sevgiyi koyan yeni bir kültür bilinçli adımlarla örülmek zorundadır.
       Yeniden inşanın bu hedefleri esas olarak Devrimci Sosyalist Hareketimizin içinde bulunduğu oldukça zorlu ve zayıf koşullar içerisinde belirlenmişti. Dolayısıyla pratik hedeflerinde buna uygun olarak belirlenmesi zorunluydu.

       Devrimci Atılım...
       İşte, bu bütünlük oluşturan hedefler, kabaca, yeni inşanın ana kolonlarını oluşturmaktadır.
       Yeniden inşa çalışmalarının ana hedefi olarak Devrimci Atılım belirlendi. Devrimci Atılım, devrimci yenilenme perspektifimizin bütün mücadele cephelerinde, hayatın bütün alanlarında gelişip serpilmesi, devrimci savaşın başlatılması anlamına geliyor.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz, yeniden inşa yoluyla, manifestosuyla, programıyla yaratacağı yeni ideolojik düzeyiyle ve bütünlüğüyle, bütün mücadele cephelerinde yarattığı savaşım nüveleriyle, kitle mücadeleleri içinde yarattığı asgari mevzilerle, bu mücadeleleri yürütecek düzeye ulaşmış kurucu kadrolarıyla Devrimci Atılım'ı başlatma hedefini koydu. Bu süreç belirli bir planlama temelinde pratikleştirilmeye başlandı.

       Devrimci Önderliğin/Seçeneğin Yolu :
       Devrimci Yenilenme-Yeniden İnşa-Devrimci Atılım

       Devrimci yenilenme perspektifi ve yeniden inşa süreci esas olarak coğrafyamızda devrimci öncünün/seçeneğin yaratılması perspektifi ve sürecidir.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz bu yoldan kendi devrimci varoluş gerekçesinin teorik ve pratik karşılığını yeniden üretmiştir.
       Hiç kuşkusuz, perspektifimizin öncüllerinin ve pratik yolun yeniden üretilmiş oluşu sadece bir başlangıçtı. Aslolan bunun pratikleştirilmesiydi.
       2002 ortalarından 2006'ya ortalarına değin geçen 4 yıllık süreçte, Devrimci Sosyalist Hareketimiz yeniden inşa sürecinin pek çok hedefine yaklaştı. Kimilerinde ise sürecin gereklerine uygun zeminleri yaratamadı.
       Devrimci yenilenme perspektifi teorik-politik alanda bir çok ön açılımla derinleştirildi. Yayın faaliyeti daha ilk adımda düzenli hale getirildi ve politik üretkenlik, ideolojik birlik ciddi bir ivme kazanarak gelişti.
       Politik pratik mücadele cephesinde az sayıdaki devrimci sokak hareketlerinden biri haline gelindi. Özgüven kazanıldı ve her adımda daha büyük çalışmalar örgütlendi. Devrimci cüret tüm çalışmaların büyütülmesinde ve geliştirilmesinde net biçimde ortaya çıktı.
       Örgütlenme çalışmaları büyüdü, yaygınlaştı. Daha kapsamlı ve kompleks çalışmalar için zemin oluştu.
       Kadro yapısı kendisini yeniden örgütledi, yeni kadro adayı kuşakları oluştu. Sempatizan halkaları oluştu.
       Postmodern kültürün soldaki izleri saflarımızda silinmeye başlandı. Sancılı süreçler içinde de olsa mücadele kültürü adım adım güçlenmeye başladı.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz sol ve devrimci güçler içinde her adımda gelişen mücadele pratiği ve dost yaklaşımlarıyla yeniden saygınlık kazandı. Gelişkin ittifak ilişkileri zeminleri oluşmaya başladı.
       Bu süreç esasında Devrimci Sosyalist Hareketimizin kendisini her alanda yeniden yaratma, devrimci seçeneği/öncüyü yaratma yolunda ilk adımları atma süreciydi.
       Ancak bütün bunlar yeniden inşanın tamamlandığı ve devrimci atılımı başlatacak düzeye ulaştığımız anlamına gelmiyordu. Sadece en minimum koşulları yaratabilmiştik. Bu dönem yeniden inşanın 1. aşamasını oluşturuyordu. Ve bu birikim üzerinden artık devrimci atılımın somut olarak hazırlanması işine girişmek görevini koyduk önümüze... Artık devrimci savaş düzenine geçme zamanı gelmişti. Yaratılan birikim gerçek bir devrimci savaş örgütüne dönüştürülmeliydi.
       2007 başında bu belirlemeler temelinde yeniden inşa sürecinin 2. aşaması başlatıldı.
       Yeniden inşanın 2. aşaması esas olarak tüm zeminlerimizin devrimci atılımı hazırlama temelinde, son beş yılda oluşmuş bütün dengelerin, konumların, statülerin, davranış biçimlerinin, örgütlenme tarzının alt-üst edilmesi, herşeyin deyim yerindeyse yeniden örgütlenmesi, her şeyin misliyle hız kazanması, daha önceki sürece nazaran çok daha büyük bir enerjinin, olanakların ortaya çıkarılması anlamına geliyordu.
       Bunun anlamı oldukça kritik ve zorlu, fırtınalı bir döneme girildiğiydi. 2. aşamanın kritik halkasını kadrolaşma ve Hareketin önderlik düzeyinin daha ileri bir noktaya sıçratılması, bütün bunlar için gerekli adımların atılması, zeminlerin yaratılması oluşturmaktaydı.
       Öncü tutumlar, tereddütsüz adımlar kadar, kırılmalar, dökülmeler, yetmezlikler de eşikte duruyordu.
       Öncü tutumları büyütmek, kırılmaları, dökülmeleri, yetmezlikleri ise aşmak tümüyle esnek ve daha gelişkin bir önderlik düzeyinin yaratılmasına ve kadrolaşmanın devrimci savaş düzenine göre biçimlendirilmesine bağlıydı.

       Yeniden İnşanın 2. Aşaması;
       Sıçrama Yerine Kırılmaların Başlaması...

       2. aşamaya dönük ilk adımları atar atmaz sorunlu yanlar olanca ağırlığıyla sürecin üzerine adeta çöktü.
       Geride bırakılan sürecin sıkıntılı, zaaflı yanları ile yeni aşamaya geçişin sıkıntıları birleşince ortaya adım adım bir gerileme tablosu çıkmaya başladı. Öyle ki, daha bir yıl öncesinde yapılabilen çalışmalar bile, yeni ve daha ileri bir çalışma düzeyi hedefi koymamıza karşın yapılamaz hale geldi.
       Sürecin sıkıntıları planlı bir çalışmayla tespit edilip, sistematik biçimde tek tek üzerine gidilmek yerine, sorunlar patladıkça parça başı ele almaya ve çözmeye çalışmak sorunları derinleştirdi.
       Kilit sorun olan kadrolaşmada yaşanan problemler gerilemede başat rol oynamasına karşın, bu noktada bütünlüklü çözümler geliştirilmedi. Dahası kadrolaşmayı sistematik olarak ve gelişkin düzeyde ele alıp geliştirmemek, vb. temel faktörler sürecin bütün cephelerinde kırılmalar yaratarak geriye düşüşü derinleştirdi.
       2. aşama gibi önemli bir değişim, alt-üst oluş süreci düşünüldüğünde sorunların misliyle daha büyük karşımıza çıkacağı açıktır. Bunlara dönük çözümleri somutlaştırması gereken ise parti önderliğidir. Ancak parti önderliği bunu yeterince başaramamıştır.
       Devrimci Sosyalist Hareketimize gelen bir devrim sempatizanı onun geliştirdiği devrimci yenilenme perspektifine bakıyor, tarihine bakıyor, çalışmalarındaki ilerleme dinamizmine bakıyor, umut görüyor. Fakat bundan uzaklaşıldığı ölçüde hızla kırılıyor. Umut ne kadar büyük olursa, pratik karşılığı oluşmadığında kırılma ve uzaklaşmada o kadar büyük ve hızlı oluyor.
       Türkiye devrimci hareketinde siyasetlerin küçümsenemeyecek bir bölümünün bugün yaptıklarıyla, verili koşullarda çok büyük değişiklikler olmadığı sürece on yıl sonra yapacakları arasında büyük bir fark yoktur. Bu akış, bu durum, ufukları, stratejik çizgileri, öngördükleri pratik mücadele tarzı vb. nedenlerden ötürü normaldir de... Bugünlerine baktığınızda aslında yarınlarını da önemli ölçüde görebilirsiniz.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz farklı bir iddianın sahibidir. Devrimci Sosyalist Hareketimiz bugün yapabildiklerinin asıl yapmak istedikleri için sadece bir başlangıç olduğunu ifade ederek yola çıktı. Devrimci Sosyalist Hareketimiz, devrimci savaş temelinde atılım yoluyla büyük ve bütünlüklü bir çıkış yaratmak için yola çıktı. Bugünkü pratiğini, yeniden inşayı bu büyük atılımın yolunu düzleyecek geçici bir süreç olarak koydu. Devrimci Sosyalist Hareketimizin kadro ve taraftarları büyük mücadelelerin ufku, umudu ve coşkusuyla yola çıktı. Geçici olan kalıcılaştığında, gelişme ritmi yavaşladığında ya da durduğunda, o ritme kapılarak sürece dahil olanların oldukları yerde durabilme şansları yoktu.
       Daraldıkça, kırıldıkça cüret yitimine uğramak, sürecin stratejik hedeflerine ve çalışmalarına yoğunlaşarak süreci rotasına oturtmak yerine günlük sorunlar ve hedeflerde yoğunlaşmak, günlük çalışmanın sürgit akışına kapılmak pratiğimizin temeline oturdu. Böylece başlangıçtaki postmodernizm eleştirisinin pratik karşılığı verilememiş, "bütünsel ve merkezi" mücadelenin örgütlenmesi perspektifinden giderek uzaklaşılarak günlük, yerel sorunlarla uğraşan bir tablo ortaya çıkmıştır.
       Müdahale edildiğinde ise bunların sonuçları ancak oldukça sınırlı oldu. Sürecin genel akışını değiştirmeye yetmedi.

       IV - "Ya Örs Olacağız, Ya Örse Çekiç!"
       Devrimci seçenek/önderlik hareketi her şeyden önce süreklilik içinde kopuş hareketidir.
       Devrimci seçenek/önderlik hareketi, herkesin, dost düşman herkesin, ideolojik hattıyla, politik açılımlarıyla, örgütsel ve kadrosal duruşuyla, kültürel kodlarıyla, pratik çizgisiyle, düzenden kopuşun, yeni bir hayatın, yeni ve daha ileri bir pratiğin, yeni sosyalist uygarlığın özünü, nüvesini gördüğü harekettir.
       Devrimci seçenek/önderlik sözü ve eylemiyle emekçi haklarımıza dayatılan kulluk siyasetini sarsacak ve giderek yıkacak, tüm solu sarsacak bir düzeyin yaratılmasıdır.
       1920 TKP'si bir kopuş hareketinin nüvesiydi, 71 devrimci atılımı bir kopuş hareketiydi, 90'lı yıllarda başlayan yeni dönemin kopuş hareketini, devrimci önderliğini/seçeneğini yaratma görevi önümüzde durmaktadır.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz, bu düzeyin yaratılması için, devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması için basamak olacak sağlam bir ideolojik-teorik temel ve pratik deneyimler yaratmıştır.
       Tüm gerileme ve kırılmalarımıza rağmen, devrimci önderlik/seçenek olma duruşunun en temel unsurlarından biri olan devrimci cüreti ve iradeyi dün nasıl üretebildiysek, bugün de üretebiliriz/üreteceğiz. Bugün son dört-beş yıldır yaşadığımız gerileme durumunun en ağır süreçlerini kısmen geride bıraktık ve giderek durumumuzu düzeltiyoruz.
       Ancak burada duramayız, ya da yeniden inşayı 2002'de başlattığımız süreçleri tekrarlayarak tamamlayamayız. Durum teorileri yaparak, mevcut durumumuzu kısmi düzeltmelerle sürdürme çabası içinde olamayız. Bunu yapsak bile başaramayız, çünkü devrimcilik, öncü duruşu yakalamaktır, bunun için gerekli adımları cüretle atmaktır. Bunun dışındaki tüm tutumlar kendini ve halkı kandırmaktan öte bir anlam taşımaz.
       Düşmanın basıncı ve iç yetersizlikler karşısında en azla yetinme, ileriye doğru hamle yerine, ufkunu ve pratiğini varolanı korumayla, mümkünse küçük adımlarla varlık sürdürmeyle sınırlama devrimciliğin ölümüdür.
       Ve devrimcilik karıncaların tek düze biriktirme çabalarıyla anlatılamayacak, açıklanamayacak, büyük değişimlerle, sıçramalı gelişmelerle ilerleyen/ilerleyebilecek olan bir faaliyetdir.
       Tam da burada "Gerçekçi ol, imkansızı iste!" şiarı bütün ışığıyla yol göstericidir.
       Yeniden tüm bilincimizle, ruhumuzla, enerjimizle stratejik hedeflerimize kilitlenmek zorundayız.
       Devrim ve sosyalizm ufkumuzu, stratejik çizgimizi esneyen, ama asla kırılmayan, bükülmeyen bir iradeyle, tam bir serdengeçtilikle, fedai ruhuyla ve sonsuz bir enerjiyle pratikleştirmek!, görevimiz budur.
       Bu noktada üç ana halka hala belirleyici rol oynuyor. Birincisi, parti önderlik düzeyini daha fazla yetkinleştirmek ve partiye sımsıkı sarılarak onu daha işlevli kılmaktır. İkincisi, kadrolaşmayı yeni bir düzeye sıçratmak, bunun için gerekli zeminleri yaratmaktır. Üçüncüsü, stratejik çizgimize uygun bir pratiğin örgütlenmesi için gerekli adımları atmayı tüm pratiğimizin asli hedefi haline getirmektir. Bu üç ana halka birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır, biri olmadan diğeri mümkün değildir. Dolayısıyla her üç halka aynı anda tutulmak, yakalanmak ve geliştirilmek zorundadır.
       Bu, en az riskle, en az olanla yetinme, en fazlasından biraz ileriye gitme yaklaşımı yerine, risk almaktır. Kesin bir iradeyle 71 ruhunu yeniden kuşanmaktır.
       Devrimci Sosyalist Hareketimiz sahip olduğu devrimci yenilenme perspektifi ve yeniden inşa hedefiyle devrimci önderliği/seçeneği yaratma zeminine en yakın harekettir. Bu, boş, kendinden mekul bir iddia değildir. Devrimci Sosyalist Hareketimizin 2000'lere değin gelen tarihsel birikimine, 2000'ler sonrasında geliştirdiğimiz devrimci yenilenme perspektifine art niyetsiz bakanlar bu gerçeği görebilir. Ortaya koyduğumuz teorik ve pratik düzey çeşitli yönleriyle eleştirilse bile, en azından büyük bir devrimci sıçrama dinamiğinin yaratılmak istendiği, bunun teorik ve pratik zeminlerini yaratmak için ciddi bir emek ve çabanın olduğu görülebilir.
       Bütün bu gerçeklik nedeniyledir ki, Devrimci Sosyalist Hareketimiz, devrimci önderliği/seçeneği yaratma zeminine en yakın harekettir diyoruz. Çünkü devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması sorununa ne yeni koşullarda bir toparlanma, bir örgüt yaratma sorunu olarak bakmış, ne de sol liberalizmin ve parçacı, yerel çizgilerin bir dönem oldukça "şirin" görünen, şimdilerde de değişik biçimlerde etkisini sürdüren akıntısına kapılmıştır.
       Devrimci yenilenme perspektifiyle geçmiş birikimler ile bugün ve gelecek arasındaki bağı kurmuştur. Dahası, 1990'larla birlikte yeni bir tarihsel dönemin başladığını tespit ederek, asıl sorunun basitçe bir toparlanma ve örgüt yaratma meselesinin ötesinde, yeni dönemin devrimci önderliğini/seçeneğini yaratmak olduğunu net biçimde belirlemiştir. Devrimci yenilenme perspektifi temelinde bugün ve geleceğin devrimci ve sosyalizm ufkunun, stratejik çizgisinin temellerini atmıştır. Bu ufku, bu çizgiyi pratikleştirme noktasında yaşadığımız sorunları yukarıda ifade ettiğimiz üç ana halkayı sağlam biçimde yakalayarak aşabiliriz. Ve yakın olana, devrimci önderlik/seçenek olma konumuna ulaşmak için silkinerek ilerleme zamanıdır.
       Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da sınıflar mücadelesinin girdiği sert ve giderek daha da sertleşecek olan mecra, devrimcilik iddiasında olan hiç kimseye, en başta da Devrimci Sosyalist Hareketimize artık varolan temposuyla yürüme ve devrimcilik yapma şansı vermemektedir.
       Ya Örs olacağız, ya örse çekiç!

       V - 11. Tez Unutturulamaz!
       Marx'ın 11. tezi devrimciliğin özünü ifade eder. Dünyayı yorumlamak yetmez, aslolan değiştirmektir. Marksizm-Leninizm bir praksis düşüncesidir, teori ile pratiğidir. Onun özü budur. Yorumculuk noktasına savrulmuş, değiştirme gücü olmayan bir devrimcilik devrimcilik değildir. Eğer daha da kötü bir şey değilse, en hafif tanımlamayla lafazanlıktır.
       Sınıflar savaşından söz ediyorsak ve buna devrimci öncülük/önderlik gibi bir misyonla müdahale etmeyi başat görev sayıyorsak, ki bir devrimci olmanın, devrimci örgüt olmanın asli öğesi budur, bu savaşın bir parçası olmak zorundayız. Olmuyorsak/olamıyorsak, bu savaşa ancak kıyısından köşesinden tutunabiliyorsak, o zaman devrimcilik iddiamızı kesin ve köklü biçimde sorgulamak zorundayız.
       Türkiye devrimci hareketinin bütün bileşenlerinin önünde böylesi bir görev durmaktadır. Bunu ifade ederken, söylemek istediğimiz şey, kimi siyasetlerin fazladan birkaç kurumu ve kadrosu var olduğu için aymaz bir ukalalıkla yaptığı gibi, "sol ve devrimci hareketler büyük bir bölümü niye var, gerekli değiller" türünden negatif bir yaklaşım asla değildir. Tam tersine olumlu bir yerden bakıyoruz. Tüm devrimci ve sol güçlerin varlığını olumlu ve anlamlı buluyoruz. Faşizmin karanlığına karşı az ya da çok sesini yükselten, pratik adımlar atan her devrimci oluşumu, her adımı, her varoluşu değerli buluyoruz ve dost olarak görüyoruz. Bu nedenle pozitif bir yerden bakarak, varlık nedenimizi sorgulayalım ve buna uygun bir bakış açısı ve pratik geliştirelim diyoruz. Devrimci hareketin bütün bileşenleri devrimci seçenek/önderlik konumuna ulaşabilir mi, elbette hayır... Ancak bulunduğu noktadan hareketle ML bağlamda olmasa bile öncü tutumlar geliştirebilecek dinamiklere sahip hareketler var. Dahası devrimci hareketin bütün bileşenleri bu yönlü bir sorgulama temelinde sürece yüklendiğinde mevcut en az riskle, en az pratikle en az devrimci rol oynama tutumu ve atmosferi önemli ölçüde değişecektir.
       Devrimci olan herkesin bildiği ve sık sık tekrarladığı 11. tezin bugünkü anlamı, devrimci önderliği/seçeneği yaratmaktır.
       Hiç kimsenin, mevcut etkisizlik durumunun Türkiye devrimci hareketinin genel bir özelliği olmasından hareketle, 11. tezi unutmaması, unutturmaya çalışmaması gerekiyor.
       Bu sınıflar mücadelesi karşısında boş bir çabadır. Devrimci sosyalizm sahip olduğu birikim ve ufukla 11. tezi toplumsal yaşamın merkezine taşıyacaktır.
       Ya başaracağız, Ya başaracağız!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
YönetimYeri: Şehit Muhtar Mah. Yoğurtçu Faik Sokak No: 12-14 Kat: 4
Beyoğlu/İSTANBUL