Geçen
sayımızda Türkiye devrimci hareketinin iktidar
perspektifinin eksenini oluşturan stratejik bakış
açılarından/çizgilerinden kopuşunun üç biçimde
gerçekleştiğini belirtmiştik. Şimdi bu üç biçimi
inceleyerek yarıda kesmek zorunda kaldığımız yazımıza
kaldığımız yerden devam ediyoruz.
1-
Sol liberalizm...
Bunlardan
birincisi, sol liberalizm olmuştur. Devrim hedefinin
açık ya da örtük biçimde inkarı ve liberal bir
burjuva demokrasisi için muhalefetin ufuk çizgisi
haline getirilmesi, dolayısıyla devrim ve sosyalizm
ufkunun ve iktidar perspektifinin, bunun doğal
uzantısı olan devrimci stratejik çizgi ve bakışın,
örgüt ve kadro anlayışının terk edilmesi sol liberal
tasfiyeciliğin karakteristikleri olmuştur. (Sol
liberalizmi sol reformculuğun yeni bir versiyonu
olarak da tanımlayabiliriz.) Devrim hedefinin
yerini, burjuva yasallığını esas alan (en fazlasından
bu yasallık çizgisine eklemlenecek kimi yasal
sınırları zorlayan bir meşru eylem pratiğini de
içeren) uzun süreli evrimci bir muhalefet stratejisi,
yasallığa dayanan bir örgütlenme ve mücadele araçları
ve buna denk düşen devrimci özellikleri bulunmayan,
her türden yozlaşmaya açık, sistem içi yaşam ve
kültürel özellikleri sol muhaliflikle birleştirmiş
bir kadro tipi ve kitle ilişkileri almıştır.
Sol
liberal tasfiyeciliğin Türkiye sol ve devrimci
hareketinde büyük bir etki yarattığı 1990'lardaki
çıkışının kaynağında; 1980 yenilgisinde büyük
iddia ve cüret kırılması yaşamış sol ve devrimci
hareketin çeşitli bölüklerinin reel sosyalizmin
çöküşüyle birlikte ortaya çıkan karanlık atmosfer
içinde devrimin güncelliği fikrinden, devrim ve
sosyalizm ufkundan bilinçlice kopuşları ve postmodern
fikirler ve kültürel atmosferin derin etkisi altında
ezilmeleri vardır. Bu anlamda sol liberal tasfiyecilik
esas olarak sinik bir harekettir. Legal olanakları
genişçe değerlendirerek yaptıkları "renkli"
ve "şirin" çıkışlar, aslında devrimci
savaşçılıktan kopuşun ifadesi olan "devrim"
söylemleri, bir silkinme ve mücadeleci arayışlara
yönelmeden çok, sinizmlerine özgüven kazandırma
çabalarıydı. Sol liberal tasfiyeciliğin sınıfsal
tabanını oluşturan küçük ve orta burjuva sol aydınlar,
yine bu sınıflardan gelen öğrenci gençlik, sendika
bürokrasisi, eski devrimciler, vb. kesimler, önemli
ve büyük, farklı işler yaptıkları, geniş kesimlere
açıldıkları duygusunu bu "renkli", "şirin"
ama kof araçlarla yaratmaya çalıştılar.
TBKP,
sol liberal tasfiyeciliğin 1990 başlarındaki ilk
ve açıktan örneği olmuştur ve kısa sürede bu çizgiden
de geriye düşerek kendini tümden tasfiye etmiştir.
Sol liberal tasfiyeci çizgide asıl pratik açılımlar
ÖDP ve EMEP ile somutlaşmıştır. Bu partiler devrim
ve sosyalizm hedefinden kopuşu açıkça ifade etmeden,
daha yumuşak bir geçiş yoluyla sol liberal tasfiyecilik
çizgisine geçiş yaptılar. EMEP homojen sekter
bir geleneğin uzantısı olarak, kimi küçük devrimci
karşı koyuşları hızla tasfiye ederek, sol liberal
tasfiyeciliğin kendi cephesinde özgün bir tarzını
yaratarak ve kemikleştirerek yoluna devam ediyor.
ÖDP ise pek çok siyasal akımın ve kişinin geniş
çatı partisi ya da cephe yapılanması olarak sol
liberal tasfiyeciliğin en geniş yelpazesini bağrında
topladı. Bunun yanı sıra, garip bir saflıkla ve
ağırlıklı olarak da tek başına devrimci varlık
gösteremediği için, özgüven kırılması yaşadığı
için, böylesi bir birlikten az da olsa devrimci
sonuçlar çıkarabileceğini sanan kimi devrimci
çevreler de bu partiye yöneldi. Güçlü bir politik
enerjinin ürünü olarak ortaya çıkan bu tür sol
liberal çatı partileri bazı ülkelerde kısmi başarılar
kazanmış olsa da, ÖDP esas olarak iki yenilginin
(yerel düzlemde 12 Eylül yenilgisinin, dünya ölçeğinde
ise reel sosyalizmin çöküşünün) yılgınlığı ve
bileşenlerinin tüm devrimci enerjilerinin tükenmiş
olması üzerine kuruluydu ve kaçınılmaz olarak
bir süre sonra dağıldı. Üstelik bileşenlerinin
başlangıçtaki toplumsal zeminlerini daha da daraltarak...
Sol
liberal tasfiyecilik, Türkiye'nin sert çatışmalarla
örülü, dahası bir yanında, Kuzey Kürdistan'da
büyük bir savaşın sürdüğü, devrimin güncelliğinin
apaçık olduğu koşullarda büyük bir varlık kazanamazdı.
Ancak, yine de ideolojik, politik, örgütsel, pratik
ve kültürel açıdan yarattığı büyük deformasyonla
sadece kendi örgütlü güçlerini değil, solun ve
devrimci hareketin diğer bütün bölüklerini de
şu ya da bu düzeyde etkiledi, etkilemeye de devam
ediyor.
2-
Yerelci, Parçacı Toplumsal Hareketçilik
ve
Devletsiz Yatay İktidar Odakları
Devrim
ve sosyalizm ufkundan, iktidar perspektifinden
ve stratejik çizgi/bakıştan kopuşun devrimci hareketteki
bir diğer dışavurumu, iktidar hedefine kilitlenmiş
devrimci bir hareket yaratmak yerine, ufku yerel
ve parça toplumsal sorunlarla sınırlı, bu temel
üzerinden örgütlenmiş taban örgütlerine dayanarak
birleşik bir toplumsal muhalefet oluşturmaya kilitlenmiş,
ya da bunlar üzerinden yatay olarak örgütlenmiş
devletsiz halkçı iktidar odakları yaratmayı hedefleyen,
ütopik, enerjisini bu yaklaşımlara odaklayan hareketlerdir.
Sol
liberal tasfiyecilikle benzer bir ufuk düzlemine
sahip olsa da, bu çizgi daha militan bir kitle
mücadelesi çabası, sistem dışı mücadele kanalları
ve örgütleri yaratma isteği ve kimi kesimlerinin
ajitatif düzlemde de olsa devrim söylemine daha
güçlü vurgu yapması ile ondan ayrılmaktadır.
PKK,
Öcalan'ın tutsak düşmesinin ardından girdiği ideolojik
alabora sürecinin sonunda, iktidarın ele geçirilmesi
yerine, devletsiz yatay iktidarlar yaratma söylemine
ulaşmış ve bu fikri "demokratik özerklik"
ve "demokratik komünal toplum" gibi
çeşitli düzeylerde programatik ifadeye kavuşturmuştur.
Bu yaklaşım mantıksal tutarsızlıklarla örülüdür;
bir yandan mevcut devletin varlığını ve meşruluğunu,
burjuva demokratik bir yapıya kavuşması durumunda
kabul ederken, diğer yandan, devletsiz bir komünal
toplumun burjuva devlet içinde geliştirilebileceği
iddiası söz konusudur. Böylesi bir hedef, en fazlasından
küçük burjuva sol bir reformculuk ve halkçılık
olarak gelişebilir. Bu özellikleriyle naif bir
ütopizmde bu çizginin en temel özelliklerinden
biridir. Bu çizgi aynı zamanda bugüne değin, sol
ve devrimci harekette eşi görülmeyen ölçüde eklektiktir.
Devrimci argümanlardan, anarşist söylemlere, sol
liberal yaklaşımlardan, burjuva reformculuğunun
yeni versiyonu radikal demokrasiye, vb. değin
uzanan, son iki yüzyılın tüm sol söylemlerinin
eklektik bir bileşimi söz konusudur. Bu duruş
aslında PKK'nin kendi bileşiminin parçalı yapısının
da aynasıdır.
Hiç
kuşkusuz, PKK'nin yürüttüğü büyük gerilla savaşı
ve öncülük ettiği halk hareketinin şiddetli çarpışmalarla
örülü gerçeği, söylemiyle eylemi arasında büyük
gerilimler yaratmaktadır. Savaş gerçeğinin dikey
ve askeri özellikleri baskın olan disipliniyle
biçimlenmiş örgütsel yapısı ve pratiği ile yatay
ve gevşek mücadele örgütleri üzerinde yürümeyi
öngören, öncü parti fikrini reddeden yatay iktidarlar,
komünler fikri daha baştan eylem ile söylemi ayrı
kutuplara ayrıştırmaktadır. Yani sadece düşünsel
düzlemde değil, düşünce ile eylemin ayrışması
ve bunların bir arada götürülmeye çalışılması
anlamında da bir parçalılık ve eklektizm söz konusudur.
Bu
duruma bağlı olarak, yürütülen savaş pratiğinin
stratejik çizgisini ve taktiklerini tanımlamada
da bir kargaşa söz konusudur. Bir yandan, gerilla
savaşını diplomatik görüşmelerin düşman üzerinde
basınç yaratan bir eklentisi olarak ele alan söylemler
söz konusu iken, bu yolda tıkanmalar olduğunda
devrimci halk savaşı söylemleri, yani iktidarı
devrimci yollardan ele geçirmenin temel stratejik
yollarından biri olan halk savaşı stratejisi de
gündeme getirilmektedir. Taktiklerde buna bağlı
olarak değişmektedir.
Kısacası,
reel sosyalizmin çöküşünün ve devrimci gelişmenin
savaşın denge aşamasına ulaşmasından sonra ileri
sıçrayamamasının ve bu faktörlerle bağlantılı
olarak, Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte yaşanan
teorik-politik kırılmanın ürünü olan bu çizgi,
devrimin güncelliği fikrinden, devrim ve sosyalizm
ufkundan uzaklaşmanın, sistem içi kanallara dönerek
küçük burjuva halkçı çizgiye geçişin ifadesidir.
PKK'nin, yukarıda kimi yanlarıyla özet olarak
ifade ettiğimiz kendi özgül yapısından kaynaklanan
nedenlerden ötürü bu çizgi ancak bu eklektik ve
inişli çıkışlı söylemlerle gelişmektedir. Bu çizgiden,
Kürt ulusal özgürlük sorunu bağlamında bir çıkış
yoktur. PKK lideri Öcalan'ın tutsaklığı sürdükçe
PKK'nin bu çizgiden, farklı bir düşünsel düzeye
sıçrama olasılığı da oldukça zayıf görünmektedir.
Dolayısıyla, Kürdistan'da devrim ve sosyalizm
ufku somutlaştırılamadığı sürece, bu tablonun
uzatmalı olarak süreceğini ifade edebiliriz.
Yerel
ve parça (toprak, su, eğitim, konut, vb.) toplumsal
sorunları esas alarak taban örgütlenmeleri üzerinden
mücadeleci bir toplumsal muhalefet hareketi yaratmayı
ve bunlar üzerinden bir devrimci hareket inşa
etmeyi esas alan yaklaşımlarda iktidar perspektifinin
kırılmasının ve devrimci bir stratejik çizgi temelinde
bütünlüklü bir devrimci savaş geliştirilmesi fikrinden
kopuşun ifadesidir.
Başta
Latin Amerika olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde
bu yaklaşımdan hareket eden çeşitli halk hareketleri
bulunuyor. Ülkemizde ise bu çizginin başlıca temsilcisi
olarak Halkevleri öne çıkıyor.
Devrimci
çalışma esas olarak yerel ve parça sorunlara odaklanmaz.
Onun yoğunlaşmasının merkezinde doğrudan devrim
hedefiyle temel politik sorun alanları ve bunlara
dönük taktikler vardır. Devrim mücadelesinin kurucu
eksenleri ülkenin temel toplumsal ve politik sorunları
olabilir. Bunlar bile ancak devrim hedefine bağlandığı
ve birleşik, birbirini bütünleyen tarzda yürütüldüğü
ölçüde devrimci bir rol oynayabilirler. Kitlelere
devrimci bilinç de ancak böylesi bir zemin üzerinden
taşınabilir.
Bütün
devrimler böylesi bir devrimci çalışma zemini
üzerinden yükselmiştir. Bırakalım devrimleri,
son on yılı aşkın sürede Latin Amerika'da gelişen
ve hükümet olan halkçı hareketler ve Arap ülkelerindeki
sisteme karşı yıkıcı taleplerle ayağa kalkan halk
hareketleri de esas olarak temel politik sorunlar/talepler
ekseninde gelişmişlerdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan
devrimci hareketinin son 40 yıllık deneyimleri
de bu gerçeği apaçık ortaya koymaktadır.
Yerel
ve parça toplumsal ekonomik, sosyal ve ekolojik
sorunlar elbette önemsiz değildir, tersine oldukça
önemli mücadele dinamikleridir. Ancak büyük politika
alanları olarak da ifade edilen sistemin temel
politikalarına (emperyalizmden bağımsızlık, temel
demokratik talepler, oligarşinin tasfiyesi, ulusal
sorunların çözümü, vb.) üzerinden gelişecek devrimci
öncünün mücadelesine bağlandığı ölçüde devrimci
dönüştürücü bir rol oynayabilirler. Ekonomik,
sosyal ve ekolojik talepler ve reformlar mücadelesi,
aksi durumda devrimci bilinç ve eylem sıçramalarına
yol açamaz. Tersine, ufku devrim olmayan bu hareketler,
reformist yozlaşmalarla bozulur ve sisteme kaçınılmaz
olarak yedeklenir.
Bu
anlayış, öncü partinin devrim ve sosyalizm ufkuyla
bir stratejik devrim planı ekseninde emekçilere
devrimci siyasi bilinç taşıması, bu yoldan kendini
ve halk hareketini örgütlemesi fikrinin reddi
üzerine kuruludur. Devrimin güncelliği fikrinden
kopuştur.
Parça
ekonomik, sosyal, ekolojik vb. sorunlar üzerinden,
yerel sorunlar zemininden ve bunlara bağlı olarak
aşağıdan yukarıya bir devrim hareketi geliştirilemez.
Parça ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunlar üzerinden
toplumsal muhalefeti geliştirme ve bunlardan hareketle
bir devrim hareketi ortaya çıkarma iddiası, 20.
yüzyılın başında reformizmin kaynaklarından birini
oluşturan ekonomist anlayışın ve onun aşamalı
bilinç taşıma tezinin günümüzdeki soluk bir kopyasından
başka birşey değildir.
Bu
yoldan, legal mücadele zeminleri kullanılarak
kısmi bir güç toplamak mümkündür. Ancak devrim
seçeneği/önderliği yaratmak değil.. Bu yaklaşım
esas olarak bu hedeften kopuşun ifadesidir. Buradan
bir devrim hareketi değil, en fazlasından devrimci
söylemleri de kullanan, demokratik bir muhalefet
hareketi çıkabilir.
3-
Devrimci Çizgide Isrardan Pratikte
Protestoculuk
ve
Tersine
Dönüşmeye Varış...
Devrim
ve sosyalizm ufkundan ve stratejik bir çizgi temelinde
devrimin hazırlanması/gerçekleştirmesi düşüncesinden
kopuşun bir diğer biçimini, 1990 başlarında yeni
tarihsel süreç başladığında, 1990 öncesi tarihsel
dönemde sahip oldukları devrim ve sosyalizm ufku,
stratejik çizgi ve pratik üzerinden yeni dönemin
açık ve örtük tasfiyeci rüzgarlarına direnen,
devrimci duruşta ısrar etmeye çalışan, ancak yeni
döneme uygun bir devrimci yenilenme gerçekleştiremeyen
devrimci güçlerin yirmi yıllık süreç içinde vardıkları
kırılma oluşturuyor.
1990
sonrası süreçte devrimci ve sol harekette büyük
bir hızla gelişen sol liberal tasfiyeciliğe karşı,
geride kalan dönemin teorik-politik cephaneliği
ile direnmeye çalışan devrimci güçlerin adım adım
tıkanmaları kaçınılmazdı. Kürdistan'da 1990 başlarında
büyük sıçrama yaratan ulusal kurtuluş hareketinin
yarattığı olumlu moral ve siyasal etkiyi de arkalayan
bu devrimci güçler, ısrarla geçmiş dönemin teorik,
politik ve pratik politiklarını olduğu gibi sürdürme
yaklaşımı gösterdiler. Ancak Kürdistan devriminin
ivmesinin yavaşlaması ve giderek farklı bir rotaya
girmesi, yeni bir devrim ve sosyalizm ufku, dahası
bütünlüklü bir devrimci yenilenme düzeyi yaratılamamasıyla
birleşerek, geliştirilen pratiklerin etki düzeyini
her adımda daha da zayıflattı.
1990
öncesi dönemde de pek çok faktörden ötürü zaten
etki gücü zayıflamış olan politikaların ve pratik
düzeyin, yeni dönemin büyük ölçüde değişmiş olan
koşullarında etki gücünün daha da zayıflaması
zaten kaçınılmazdı. Bütün bu faktörlere, düşmanın
devrimci örgütlerin neredeyse tümünü merkezi düzeyde
çalışamaz hale getiren saldırıları eklenince gerileme
tablosu daha da netleşti.
Devrimci
hareketler bu faktörlerin etkisiyle zayıfladıkça
siyasete, toplumsal sorunlara belirli bir stratejik
çizginin planlı olarak yaşama geçirilmesinin bir
parçası olarak tam merkezinden müdahale etme olanakları
daraldı. Bu daralma, politika ve pratiğin giderek,
stratejik çizgi/bakıştan uzaklaşarak günlük akış
içinde, kendiliğindenci protestolar temelinde
bölük pörçük müdahale etme pratiğine dönüşmesini
de koşulladı. Zamanla bu durum yapısal bir özellik
haline dönüşmeye başladı.
Böylece
devrimci hareketin, 1980 sonrasında politikanın
merkezi unsuru olma ve merkezden müdahale etme
konusundaki çabalarının başarısızlığı, 1990 sonrası
yeni dönemde iyice kalıcılaştı. Devrimde ısrar
eden güçlerin toplumsal pratiği toplumsal yaşamın
kıyısında seyretmeye, yani marjinalleşmeye doğru
evrildi.
Bu
pratiğin kaçınılmaz sonucu daha fazla siyasal,
örgütsel, kitlesel, moral güç kaybı oldu. Ve güç
kaybı ve yapısal bir özellik haline gelen kendiliğindenci
protestocu pratik, devrimci stratejik yaklaşımların
silikleşmesini, stratejik çizgilerin uygulanabilirliğine
ilişkin inanç kırılmasını da beraberinde getirdi.
Günümüzde
devrimci hareketlerin stratejik çizgileri (devrimin
stratejik çizgisi, temel mücadele biçimleri vb.)
ile pratikleri arasındaki bağ hemen hemen tümüyle
kopmuştur. Stratejileri başka bir şey anlatmakta,
pratikleri ise tümüyle başka bir doğrultuda gelişmektedir.
Bu anlamda, teorik-politik ve pratik tutarlılıkları
önemli ölçüde zedelenmiştir. Yönsüz, daha tam
bir ifadeyle günlük hayatın akışının kendiliğindenliğine
kapılmış bir devrimci hareketler tablosu söz konusudur.
Daha
da kötüsü, devrimci hareketlerin giderek kendi
karşıtlarına benzemeleridir. 1990 sonrası yeni
dönemde sol liberal tasfiyeciliğe ve devrim hedefinden
kopuk yerelciliğe, yatay iktidarlar fikrine karşı
direnç gösteren devrimci hareketlerin bu direnç
noktaları, yeni tarihsel döneme denk düşen bir
devrimci yenilenme süreci geliştiremedikleri ölçüde
zayıflamış, politik, örgütsel ve pratik açıdan
adım adım sol liberal ve diğer tasfiyeci yaklaşımlarla
pratikte farkı olmayan bir konuma düşmüşlerdir.
Döneme
uygun devrimci yenilenme politikaları geliştiremeyen
ve düşmanın yoğun baskılarıyla gelen ağır darbeler
alan devrimci hareketler illegal alanda önemli
ölçüde gerilemiş, silahlı mücadele ve yasadışı
eylem pratiğinden uzaklaşmıştır. Düşmanla cepheden
karşı karşıya gelme, bu yoldan siyasetin merkezine
müdahale etme fikri böylece gündemden düşmüştür.
Bunun
yerini alan şey ise siyasal gerçekleri açıklama
gücü oldukça zayıf olan, daha çok takvimsel süreçler
veya günlük gelişmelere bağlı protestolar üzerinden
gelişen, sistematik bir yaklaşımdan uzak legal
eylem çizgisi ve pratiği olmuştur. Yayınlarda
hala devrimci savaş çizgisinden, illegal örgütlenme
ve eylemden zaman zaman söz edilmesine karşın,
pratikte esas alınan şey legal çalışma ve protesto
eylemleridir. Adeta legal alana sığınma söz konusudur.
(Burada hemen bir parantez açarak belirtmek gerekiyor;
legal olanaklardan azami ölçüde yararlanmak her
devrimci hareket için bir zorunluluktur. Reform
mücadelelerine katılmak ve bunları devrim mücadelesine
kanalize etmekte de bir sorun yoktur. Asıl sorun,
bu çalışmaların adeta mücadele pratiğinin merkezine
oturması ve devrimci stratejik çizginin ve buna
uygun pratiğin bırakalım tali konuma düşmesini,
neredeyse tümden gözden kaybolmasıdır.)
Ve
bu legal pratik esas olarak devrim ufkundan çok,
burjuva demokratik hakları, talepleri esas alan
bir politik ufukla, sloganlarla ya da protestoculuk
tarzında gelişmektedir. Devrim ve sosyalizm ufkuyla,
stratejik çizgiyle, pratiğin kopuşunun kristalize
olduğu, teori-pratik tutarlılığının ortadan kalktığı
nokta tam da burasıdır.
Devrimci
hareketlerin güncel politik pratiği ile sol liberal
reformist hareketlerin ve yerelci, parçacı hareketlerin
pratiğini karşılaştırdığımızda neredeyse tümüyle
bir aynılaşma söz konusudur. Burjuva demokratik
ya da ekonomik, sosyal talep ve sloganlar ekseninde
legal ajitasyon-propaganda ve kültürel çalışmalar,
etki alanı esas olarak hareketlerin kendi kitle
tabanını aşmayan yayın faaliyetleri, pratik etki
gücü artık tümden zayıflamış basın açıklamaları,
legal gösteriler, konserler, proletaryanın zaman
zaman geliştirdiği ekonomik talepler temelindeki
direnişlere destekçilik, vb, faaliyetler; hem
devrimci hareketlerin, hem de sol liberal ve yerelci,
parçacı hareketlerin pratiklerinin temelini oluşturuyor.
Sol liberal hareketler ve yerelci, parçacı hareketler
doğal olarak bu pratikte öndedir. Çünkü tüm konsantrasyonları
esas olarak bu tarz çalışmalara yönelmiştir. Ufukları
ve stratejileri bu çalışmaya uygundur. Bu anlamda,
pratikleri ile ufuk ve stratejileri arasında bir
"tutarlılık" söz konusudur. Devrimci
hareketler ise deyim yerindeyse iki arada, bir
derede kalmışlardır. Teori ve politika bir şey
söylerken, pratik başka bir şey göstermektedir.
Bu olağanüstü düzeydeki açı farkı bilinçte, eylemde,
kadroda, örgütlenmede, moralde büyük bir gerilim
yaratmaktadır. Konsantrasyon düzeyini büyük ölçüde
düşürmektedir, bu bölük pörçük pratiğin verimini
en minimum düzeyde tutmaktadır.
Devrimci
hareketlerin devrimci özelliklerinin ciddi biçimde
zayıfladığından söz ederken anlatmak istediğimiz
tam da bu duruştur. Bu duruşun, bırakalım bir
devrimci seçenek/önderlik düzeyi ile yakından
uzaktan bir ilgisi olmasını, bu düzeyi yaratma
olasılığı da, ciddi bir devrimci yenilenme çizgisi
geliştirilememesi durumunda, yok denecek ölçüde
zayıftır.
***
Devrimci
ve sol hareketin durumunu devrimci seçenek/önderlik
duruşunun temel faktörleri arasında bulunan parti,
militan ve devrimci irade ve cüret bağlamında
incelemeye devam edeceğiz. Ancak tam burada durup
genişçe bir parantez açarak, emperyalist-kapitalist
sistemin 1980'lerde başlayan restorasyon sürecinin
başat öğelerinden biri olan ve 1990 sonrası yeni
tarihsel süreçte de bu özelliğini koruyan postmodernizmin
devrimci ve sol hareketler üzerindeki etkisini
özet biçimde de olsa ele almak gerekiyor. Devrimci
ve sol hareketteki kırılmalar ile postmodern saldırının
gerek tüm toplumsal yaşam, gerekse devrimci ve
sol hareketler üzerindeki etkisi yakından ve yoğun
biçimde birbiriyle bağlantılıdır.
***
Tasfiyecilik
ve Savrulmada
Ara
Bağlantı Noktası;
Postmodernizm...
Emperyalist-kapitalist
sistemin proletarya ve emekçilere dönük büyük
saldırısı olarak postmodernizmin kültürel, sosyal
ve siyasal bağlamdaki ana teması büyük anlatıların,
yani bütün insanlığın önüne topyekün kurtuluş
paradigmasını koyan büyük teorik-politik düşünce
sistemlerinin ve pratiklerinin büyük bir yanılsama
olduğu ve artık ömürlerini doldurduğudur. "Büyük
anlatılar" tanımlaması ile genel bir ifade
kullanılmasına rağmen, saldırının odak noktasında
insanlık tarihinin gördüğü en hızlı gelişen ve
en yaygın büyük kurtuluş fikri ve pratiği olan
Marksizm-Leninizm bulunmaktadır.
1968'de
batılı emperyalist ülkelerde gelişen büyük devrimci
dalga içinde yer alan, ancak hareketin geri çekilmesi,
reel sosyalist blokdaki parçalanma ve yozlaşmaların
tümüyle belirgin hale gelmesi, vb. faktörlerin
etkisiyle umutsuzluğa kapılan, sol ve eski komünist
partili aydınlar, 1970'lerden itibaren, postmodern
düşüncenin sol cephedeki başlıca mimarları oldular.
Onlara göre, sanayi proletaryasının batılı ülkelerde
sayıca azalması, politik olarak burjuva partilerin
etkisi altında olması vb. artık proletaryanın
tarih sahnesinden çekildiği anlamına geliyordu
ve "elveda proletarya" demenin zamanı
gelmişti. Bunun anlamı, artık nesnel sınıfsal
konumdan hareketle devrimci bir sınıf tespiti
yapılamayacağıydı. Solculuk ve muhalefet bireylerin
kendi ahlaki-siyasi tercihlerinin ürünü olabilirdi,
oluyordu. Bunun yanı sıra, reel sosyalizm pratiklerinin
1970'lerde artık apaçık görülen bürokratik yozlaşmaları
ve her alanda gerileme sürecine girmeleri de,
topyekün kurtuluş fikrinin, özelde tarihin en
büyük ve en etkili teorik-pratik topyekün kurtuluş
fikrinin, ML'in, olumsuzlanması ve sona ermesi
anlamına geliyordu. Sınıflar değil, bireyler sözkonusu
olduğuna göre, birbirlerinden çok farklı bakış
açılarına, yaşam tercihlerine, sorunlara, kaygılara
vb.lerine sahip birey ve birey gruplarının, sahip
oldukları bu duruşlarına ve çıkarlarına uygun
olarak, kapitalist sistemi dönüştürecek etkinlikler
geliştirmesi en doğru olandır. Büyük anlatılar
büyük ve köklü değişimler, yani devrimler "geleceğe"
odaklıydılar, esas alınması gereken "an'ı
yaşamak ve değiştirmektir". Bunun için bireyler
ya da birey grupları devrimci hedef ve araçlardan
uzak durarak, an'da başarabilecekleri küçük hedeflere,
evrimci araçlarla yönelmelidirler. Ortak ve büyük
doğrular yoktur, dolayısıyla kimsenin kimseye
karşı sorumluluğu yoktur. Herkesin birey olarak
kendi doğrusu vardır ve bunları tartışmak, doğrulamak,
olumsuzlamak gereksiz bir şeydir. Herkes kendi
an'ını, kendi tartışmasız doğrularıyla yaşamalıdır.
Bütünlüklü
kurtuluş fikrinin ve dolayısıyla gelecek ufkunun
ve devrimlerin reddedilmesi, sınıfın reddedilmesi,
dolayısıyla büyük ve etkili örgütlenmeler yaratma,
büyük mücadeleler yürütme fikrinin reddedilmesi,
sıçramalı gelişme fikrinin reddedilmesi, insanlığın
tarihi boyunca birikmiş ilerici değerlerinin reddedilmesi,
insanı insan yapan en temel özelliklerden biri
olan geleceği tasarımlama bilinci ve yeteneğinin,
stratejiler oluşturma ve bunun için mücadele etme
fikrinin reddedilmesi, insanın tüm insanlıkla
birlikte bir varlık olduğu, bunun gerektirdiği
bütünlüklü değerlere ve sorumluluklara sahip olması
fikrinin reddedilmesi, vb. safsatalarla varılmak
istenen sonuç açıktır; insanlığı, bireyi, kendi
bireyci çukuruna gömmek, an'a ve an'da elde ettiği
nihilist yozlaşmış çıkarlara, olanaklara, hazlara
gömmek, en fazlasından bunlar için "mücadele"
duvarları arasına hapsetmek, onu sosyal bir varlık
haline getiren toplumsal ortak kültürel ve sosyal,
vb. tüm düşünsel ve pratik sorumluluklardan ve
değerler üretme fikrinden vazgeçirmek, doğru-yanlış,
iyi-kötü gibi etik değer yargılarını an'da elde
edilecekler karşısında anlamsız yükler haline
getirmek, geleceksiz, ufuksuz, umutsuz, zavallı,
güçsüz, tutarsız, dengesiz, tüm ilerici insani
ve toplumsal sorumluluklardan kopmuş, yalnız yaşamında
kapitalist sistemin zavallı bir üreticisi haline
getirmek...
Hiç
kuşkusuz, postmodernizm kapitalist sistemin yeniden
üretimi noktasındaki yükümlülüklerinizden, sorumluluklarınızdan
vazgeçmenizi istemez. O kadar da değil!.. Her
gün kartı basıp işinizin başında olacaksınız,
okulunuza gidip kapitalist sistemin yeniden üretimi
için gerekli olan bilgileri edineceksiniz, vb,
vb... Fakat, bunun dışında, sen "birey"sin,
diğerlerinin derdi tasası, sevinci, sevgisi, seni
ilgilendirmez, sen "an"ı yaşa, o anda
ne istiyorsan ve ne kadarını yapabiliyorsan onu
yapmalısın.
Küçük
ve orta burjuva aydınların ve lümpen proletaryanın
saflarında hızla yaygınlaşan bu fikirler aslında
onların sınıfsal, siyasal ve kültürel duruşlarının
en rafine sağ ve yozlaşmış ifadesi oldu.
Postmodernizm
bu iddialarıyla emperyalist-kapitalist sistem
için adeta bulunmaz hint kumaşıydı. 1960'lı, '70'li
yıllarda parça parça olgunlaşan bu fikirler, emperyalist-kapitalist
sistem tarafından derhal içerildi ve 1980'lerden
itibaren ise tüm toplumsal yaşamın üzerine adeta
bombardıman edildi. Ve giderek dünya ölçeğinde
çok farklı biçimler kazanarak toplumsal yaşamın
belirleyici fikirleri haline geldi.
Bu
özellikleriyle postmodernizm, sadece kapitalizm
tarihi içinde değil, tüm insanlık tarihi içinde
birikmiş olan tüm ilerici değerlere bir saldırı
niteliği taşıyordu. Aslında postmodernizmde yeni
ve özgün olan bir fikir yoktur. Onun düşünsel
kaynakları tümüyle, 19. yüzyılın sonlarından itibaren
kapitalist sistemin ilerici dinamiklerini yitirmesiyle
birlikte ortaya çıkan gerici, bulanık, insanlığın
büyük ve sıçramalı gelişmesine dönük umutsuz nihilist
burjuva fikirler ile ML harekette ortaya çıkan
reformist, ekonomist, sağcı düşüncelerin, kısmen
anarşist fikirlerin eklektik karışımına yeni bir
form verilmesinden başka birşey değildir. Yeni
olan şey; bütün bu zavallı fikirler karmaşasının
bileşiminden yola çıkarak, büyük anlatıların bittiği
gibi olağanüstü iddialı bir fikire ulaşmaktır.
Postmodern
dünyada muhalefete yer yok mudur? Elbette vardır!
Fakat bu muhalefet, büyük değişim iddialı muhalefet
değil, küçük değişimlere odaklanmış, sistemle
cepheden karşı karşıya gelme gibi bir perspektifi
ya da iradesi/cüreti olmayan bir muhalefettir.
Bireyi ve/veya birey gruplarını esas alır, sınıfsallık
uçup gitmiştir. Sınıfsallıktan, kapitalist sistemin
çelişkilerinin bütününden değil, kapitalist toplumun
sürekli ürettiği çelişkilerin parçalarından hareket
eder; burjuva bağlamda demokratik sorunlar, ekolojik
sorunlar, konut sorunları, su sorunu vb, vb...
(Postmodern muhalefet tarzının en gelişkin biçimiyle
ortaya çıktığı emperyalist-kapitalist ülkelerde
yaşamın her alanının en küçük ayrıntılarındaki
en küçük sorunları merkez almış, başka sorun alanlarıyla
en ufak bir bağ kurma perspektifinden uzak böyle
on binlerce "muhalif" harekete, kuruma,
gruba rastlamak mümkündür.) Kapitalist sistemi
bütünsel olarak ortadan kaldırmayı hedeflemediği
sürece küçük çaplı şiddet eylemleri yürüten gruplar
da buna dahildir. Postmodern muhalefet sistem
için gerekli ve yararlıdır da... Sistem böylece
aksayan yanları görebilmekte, kendini onarmada
farklı bakış açılarına kavuşmakta, daha da önemlisi,
kapitalist sistemin sürekli ürettiği çelişkilere
karşı gelişen dinamikleri bu kanallar içinde kendine
bağlayabilmekte ya da sistemi tehdit etmeyen protesto
eylemleriyle kendisine yönelmiş toplumsal öfkenin
boşalımını sağlayabilmektedir.
Sınıfsallıktan
uzak durmak, devrim fikrinden uzak durmak, irili
ufaklı reformları ve legal zeminleri esas almak,
(büyük değişimi haykıran ve yıkan değil) mızmızlanmak,
en fazlasından yönsüz öfkeyle bağırmak, postmodern
muhalefetin karakteristik özellikleri olarak öne
çıkıyor. İnsana "an'ı yaşa!" diyen postmodernizm,
muhalife de "an'ı kurtar!" demektedir.
Reformizm, legalizm vb. tüm burjuva politika tarzları
postmodern muhalefet anlayışına içerilmiştir.
Bugün postmodern anlayışın dışında, geçmişteki
özgün biçimleriyle özellikle sol kanat reformizden
ya da legalizmden söz etmek mümkün değildir. Ya
da çok sınırlı düzeyde söz konusudur. Burjuva
muhalefetin değişik kanatları ise günümüzde tümüyle
postmodern eksendedir. Aralarındaki tüm ideolojik
farklar (büyük anlatı) adeta tümüyle silinmiştir.
Emperyalist-kapitalist sistemin karar vericilerinin
dünya ölçeğinde belirlediği temel yaklaşımlarının
küçük nüanslarla birbirinden ayrılan versiyonları
muhalefet-iktidar oyununu oynamaktadır.
Sol
ve devrimci güçlerde de 1990 sonrası kırılma ve
savrulmalar her düzeyde ve alanda postmodern ideolojik
saldırıyla yakından ilgilidir, dahası onun etkilerinin
birer dışavurumudur. Postmodern anlayışla, sol
ve devrimci hareketteki kırılma ve savrulmalar
aynı kaynaklardan; sınıf hareketinin gerilemesi,
devrimci savaşların geriye düşmesi, reel sosyalizmin
çözülmesi, ve benzeri noktalardan beslenmektedir.
Ve kırılmaların, savrulmaların dışavurumu da kendi
özgün yanları olmasına rağmen postmodern anlayışın
tezlerine uygun tarzdadır.
Sol
liberalizmin sosyalizm hedef ve ufkunu ütopya
düzeyine indirgemesi, yerelci, parçacı yaklaşımların
sosyalizmi buralardan doğru kurulabileceği, vb.
söylemi, devrim hedefinin ise bilinmeyen zamanlara
havale edilmesi postmodern büyük anlatıların öldüğü,
devrimler döneminin sona erdiği söyleminin başkabir
tarzda ifade edilmesinden ibarettir. Direnç gösteren
devrimci hareketlerin sosyalizm ufuklarını geçmiş
dönemin çöküşe uğrayan reel sosyalizm pratikleri
ile sınırlamaları, ne genel perspektif, ne de
programatik açıdan bunu aşan bir düzey geliştirememeleri
postmodern söylemin doğrudan bir ifadesi olmasa
da, bütünsel kurtuluş ve bunun eylemi olan devrim
ufkundan dolaylı bir kopuşu ifade etmektedir.
Ve bu duruş, postmodern anlayışın iddialarını
güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
İktidar
perspektifinin ve buna dönük stratejik bakış/çizginin
yitirilmesi sol liberal ve yerelci, parçacı, yatay
iktidarcı çizgilerde açık ve net biçimde orta
yerdedir. Bu akımların durduğu yer, "muhaliflik"tir.
Bu muhaliflik, devrimci savaşçı ve iktidara yönelmiş
bir muhaliflik değil, devrim ufku olmayan, sistem
içi reform talepleriyle (demokratik haklar, ekolojik
talepler, su, enerji, vb.) sınırlı, yine sistem
içi, legal örgüt ve pratikleri esas alan bir muhalifliktir.
Sistemin kalbine yönelmeyen, sistem içi muhalefet
araçlarıyla yaratılan görüntünün, simgelerin esiri
olmuş, bunları ne kadar çok üretebilirse, o kadar
çok güç ve gelişme yarattığını sanan bir muhalifliktir.
Bu muhaliflik tam da postmodernizmin tarif ettiği
türden bir muhalifliktir. Geride kalan dönemin
iktidar perspektifi ve stratejik çizgilerini temel
alarak yürümeye çalışan devrimci hareketler ise
bu söylemlerine karşın, pratikte esas olarak sol
liberal akım ve yerelci, parçacı, yatay iktidarcı
çizgilerin durduğu yerde durmaktadırlar.
Postmodernizmin
an'ı, günü yaşa! söyleminin, sol ve devrimci hareketlerin
pratiğindeki karşılığı an'ı, günü kurtar! olmuştur.
Yapabildiğin kadarını yaparak an'ı, günü kurtar
ve durumu idare et! Pratiğe egemen olan duruş
budur.
Direnç
gösteren devrimci hareketlerin durumu açısından
"yapabildiği kadarını yapmak" çabasının
anlamına ilişkin birkaç şey daha eklemek gerekiyor.
Yapabildiğin kadarını yapmak gerekir elbette.
Ancak yapabildiğin kadarını yapmak, birincisi,
devrimci stratejiyi hayata geçirmek anlamına gelmiyorsa
ya da devrimci stratejiyi hayata geçirmek için
adım adım ilerleyen bir hazırlığın parçası değilse,
devrime yaklaştırmaz. Yapabildiğin kadar yapmak
durumu, ancak asıl yoğunlaşılması gereken stratejik
çizgiyi hazırlıyorsa, dahası asıl enerji stratejiyi
hayata geçirmeye yoğunlaşmışsa bir anlam taşıyabilir.
Eğer yapabildiğin kadarıyla, stratejik çizgin
arasında böyle bir bağ yoksa, yani stratejik tutarlılığın
kalmamışsa, kendiliğindenci protestoculuk, burjuva
demokratik talepler vb... pratiğinin ve ufkunun
merkezine oturmuşsa nesnel olarak postmodernizmin
istediği noktaya düşmüşsün demektir. Bir de, bu
durum çeşitli gerekçelerle kanıksanıyorsa, mümkün
olan tek durum olarak algılanmaya başlamışsa,
postmodernist muhalefet anlayışı da üstü örtük
biçimde kabullenilmeye başlanmış demektir.
Ve
tablo esas olarak budur.
***
Postmodern
anlayışın devrimci ve sol hareketlerin pratiği
ile ilişkisi, etkisi konusunu burada noktalayarak,
yeniden devrimci seçenek/öncülük sorunun parti,
militan ve devrimci irade/cüret gibi temel başlıklarının
günümüzde Türkiye devrimci ve sol hareketlerinde
nasıl biçimlendiği meselesine dönelim. (Parti,
militan ve devrimci irade/cüret noktalarında postmodernist
anlayışın etki ve sonuçları esas olarak bu başlıklar
irdelenirken ele alınacaktır.)
-
Türkiye devrimci ve sol hareketi öncü parti fikrinden
kopmuştur...
Her
örgüt, bir iddianın, ufkun ve pratik çalışma düzeyinin
örgütlenmiş ifadesi olarak ortaya çıkar ve gelişir.
Devrim
ve sosyalizm ufkuyla, belirli bir devrimci stratejiden
hareketle iktidarı ele geçirmek fikrine kilitlenerek
emekçi kitlelere siyasal bilinç götürmek, en ileri
kesimlerden başlayarak onları devrimci eylem içinde
örgütlemek, bunun için örgütsel omurgayı devrimci
eylemi güvence altına alacak gizli zeminlerde
(daha doğru bir ifadeyle özgür alanda) profesyonel
devrimci militanlar üzerinden kurmak, legal örgütlenme
ve çalışmaları da bu bakış açısıyla sonuna değin
geliştirmek, işte öncü parti pratiği ve düzeyinin
ana halkaları bunlardır. Bu pratiğin nasıl yaratılacağı
veya yaratılmış bir zemin varsa nasıl geliştirileceği
konusunda özel bir reçete ya da yol yoktur. Her
dönem kendine özgü yollardan, süreçlerden geçerek
gelişir. '71 pratiğinde devrimci çıkışın zeminleri
özgün biçimde ancak legal alanda oluşmuş birikim
üzerinden gelişirken, sonrasında ilk çekirdeklerin
özgür alanlarda da gelişmesi söz konusu olmuştur.
Devrim
ve sosyalizm ufku bulunmayan ya da bu ufku silikleşmiş/yitirmiş,
iktidar perspektifli devrimci bir stratejik çizgi
temeline sahip olmayan ya da stratejisiyle pratiği
arasındaki bağlantısı kopmuş olan hareketlerin
örgütlenmeleri kaçınılmaz olarak bu duruşa uygun
gelişecektir. Türkiye devrimci ve sol hareketi
bağlamında olan da budur.
Türkiye
devrimci ve sol hareketi pratik konumlanışına
uygun olarak, esasta legal zeminlerde protesto
eylemlerini, burjuva demokratik haklar için mücadeleyi,
yerel, parça talepler için mücadeleyi örgütleyen,
omurgası legal zeminde olan ve öncülük misyonundan
uzak bir örgütsel konumlanışa sahiptir. Sol liberal
akım ve yerelci, parçacı siyaset tarzı açısından
bu durumda anormal bir şey yoktur. Bu hareketlerin
teorik-politik ufku ve devrimi hedeflemekten uzak
stratejik yönelimleri açısından bu tarz zaten
olağan bir şeydir. Asıl sorun, devrim ve sosyalizm
ufkunu ve devrimci bir stratejiyi esas alan devrimci
hareketlerin de benzer bir örgütsel konumlanışa
kaymış olmalarıdır.
Bu
noktada bir kez daha belirtmek gerekiyor; sorun
legal zeminlerde örgütlenmek değildir. Her devrimci
hareket, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, legal
siyaset ve diğer toplumsal mücadele zeminlerini
mümkün olduğunca genişliğine kullanmak, bunun
için mümkün olan en geniş örgütlenmeleri yaratmak
için çalışmak zorundadır. Asıl mesele bu örgütlenmelerin
öncü partinin bir bileşeni olarak değil, bütün
örgütsel zeminin omurgası olarak ele alınması
(ya da kendiliğindenci akış içinde omurgası haline
gelmesi) ve devrimci öncü parti fikri ve pratiğinin
silikleşmesi ve giderek kaybolmaya yüz tutmasıdır.
Gizli örgüt aparatları ise bu süreç içinde esas
olarak, legal örgütlenmenin bir eklentisine dönüşmüştür.
Postmodern
sol siyaset tarzının uzantısı olarak ortaya çıkan
bu örgütsel düzey, süreç içinde adım adım örgütsel
alanda teorik-politik olarak da ifadesine kavuşmuştur.
Sol
liberal akımın "parti olmayan parti"
tezleri, yerelci, parçacı sol siyaset anlayışının
politik özellikleri zayıf taban örgütlenmelerinden
hareketle ne zaman ve nasıl olacağı belli olmayan
bir tarzda partiyi aşağıdan yukarıya örgütleme
yaklaşımı, vb. bu örgütsel pratiğin ilk elde ortaya
çıkan teorik-politik ifadelendirilişleridir. Devrimci
hareketlerde ise söylem ile pratik arasındaki
büyük açı farkı bu meselede de yakıcı biçimleriyle
bulunmaktadır. Pratiğin teorik-politik ifadesi
kaçınılmaz olarak gelecektir.
-
Türkiye devrimci ve sol hareketi militan ve iddialı
kadrolar yaratmaktan uzaklaşmıştır...
Parti
gibi, partinin militanları da esas olarak yapıcısı
ve yürütücüsü oldukları örgütün teorik-politik
ufkuna, stratejik çizgisine ve pratiğine uygun
olarak şekillenir.
Düzen
içinden gelen militan adayının başlangıçtaki duruşu
ne denli zayıf olursa olsun, eğer devrimcilikte
karar kılışı kesin ise devrim ve sosyalizm ufkuna
sahip, devrimci bir pratik çizgisi olan bir örgüt/parti
içinde hızla değişir ve dönüşür. Eğitim süreçleri
ve devrimci toplumsal pratik, sıradan eğitimsiz
işçiyi, köylüyü, emekçiyi hızla ülkesinin ve dünyanın
bilgisi, bilinci, devrimci yetenekleri ve yeryüzünün
en büyük iddiası olan ülke ve dünya devrimi iddiasıyla
donatır.
Hiç
kuşkusuz, emperyalist-kapitalist sistem her şeyi
olduğu gibi, en çok da insanı yozlaştırmıştır.
Postmodern saldırıyla birlikte insanın düşürülmesi
tarihte eşi olmayan düzeyde sistematik ve yoğun
bir hale gelmiştir. Postmodern anlayışın biçimlendirdiği
işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin devrimcileşmesi
sürecinin çok daha çetrefilli olacağı açıktır.
Devrimci örgüte gelen her insan doğal olarak o
güne değin sahip olduğu bilinç ve deneyimle gelir.
Bu özelliklerini ve birikimini devrimci örgüte
de taşır. Postmodern bilinç ve yaşam deneyimine
sahip günümüz insanının tarihte görülmedik ölçüde
yozlaşmış duruşuyla mücadele ve değişimi de, ancak
bugüne değin varolanlardan çok daha güçlü bir
devrim ve sosyalizm ufkuyla, sıkı bir örgütlülük
ve devrimci pratikle mümkündür.
Durum
bu iken, devrimci ve sol hareketlerin, devrim
ve sosyalizm ufkunu yitirmiş, devrimci pratik
ve örgütsel duruştan uzaklaşmış, postmodern anlayışla
bütünleşmiş, ya da yoğun etkisi altına girmiş
politika ve pratikleriyle, bu hareketlere yönelmiş
işçilerin, emekçilerin güçlü bir devrimci değişim
yaşamaları mümkün değildir.
Devrim
isteyen, ancak kendisini, burjuva demokrasisi
ufkunu ve protestoculuğu aşmayan, sürekli kendini
tekrar eden legal politika ve pratik içinde bulan,
legal politikayı da esas olarak her türden yozlaşmayla
sakatlanmış aydın tarzı içinde yapmaya çalışan
devrimci adayı kısa sürede bu tarza alışmakta,
iddiasız, devrimci cüretten yoksun, gevşek bir
"muhalif" olarak biçimlenmektedir. Devrimci
iddia ve duruş bu "muhalif"in yaşamın
merkezine yerleşmemekte, kıyısına eklemlenmektedir.
Devrimci
adanmışlık, sıkı disiplin, düşmana karşı cüretli
bir savaşkanlık gibi temel devrimci militan özellikleri,
bu muhalif tarzda hem gerekli, hem de mümkün olmadığı
için, yaratılamamaktadır. Hiç kuşkusuz, devrimci
militan duruşu tümüyle ortadan kaybolmuş değildir.
Ancak baskın düzey ve insan tipi devrimci militan
değil, postmodern sol pratiğin biçimlendirdiği
muhalif tipidir.
Sol
liberal akımların esas olarak böyle bir sorunu
yoktur. Nispeten daha mücadeleci bir pratiğe sahip
yerelci ve parçacı hareketler ve devrimci direncini
korumaya çalışan hareketler açısından ise bu kadro
ve kitle tabanı duruşu, devrimci çıkış olanaklarını
giderek daha da daraltmaktadır. Kendisine yönelen
emekçileri devrimcileştiremeyen devrimci hareketler,
devrimci çıkışlar için çaba harcamaya kalkıştığında
ise devrimcileştiremediği militan gerçeğine çarpmaktadır.
Devrimci çıkışın gerektirdiği militan tipi ile
varolan militan arasındaki büyük uçurum yeni bir
devrimci çıkış isteği ve iddiasının önünü kesmektedir.
-
Türkiye sol ve devrimci hareketinin devrimci irade
ve cüreti kırılmıştır...
Devrimci
girişimlerin düşmanın ağır saldırılarını göğüsleyecek
düzeyde geliştirilemeyerek sonuçsuz kalması, daha
da önemlisi, postmodern muhalefet tarzının devrimci
hareketin politika ve pratiğine egemen olması
durumunun hem neden, hem de sonuçlarından biri
de devrimci irade ve cüretin kırılmasıdır.
Ancak
büyük fikirler ve stratejiler büyük bir irade
ve cüret ortaya çıkarabilir. Devrimcilik ve devrimci
seçenek/önderlik, büyük ufuk, büyük iddia, büyük
bir özgüven/özgüç işidir. Devrim ve sosyalizmin
büyük ufkundan, stratejisinden kopmak kaçınılmaz
olarak iddialı ve cüretkar devrimcilik tarzından
da kopuşu beraberinde getirmiştir.
Ufuksuzluk,
çalışmaların daralması ve başarısızlıklar, her
devrimci çıkış çabasının düşmanın baskısıyla ağır
darbeler alması, devrimci hareketlerin önemli
bir bölümünün bu süreçler içinde varlık-yokluk
noktasına değin gerilemeleri ile legal zeminlerdeki
zaman zaman görülen kısmi "ilerlemeler"in
vardığı yer; oligarşinin faşist terör yoluyla
çizdiği "muhalefet" sınırları içinde
kendini korumaya dönük, iddiasız bir devrimciliktir.
(Oligarşi iddialı devrimci çalışmaların olduğu
dönemlerde bu çalışmalara olabildiğince yüklenirken,
legal çalışma kapısını nispeten daha geniş tutarak
devrimci güçleri bu legale doğru zorluyor. Bu
tür devrimci çalışmaların azaldığı, kendisini
zorlayan her hangi bir iddialı devrimci girişimin
olmadığı dönemlerde ise, ki günümüzde bu çok açıktır,
legal çalışmadaki tolere etme sınırlarını çok
daha aşağıya çekmektedir. Bir piknik çalışması,
yasal bir gösterinin fotografının bir evde bulunması,
vb. bile tutuklama gerekçesi olabilmektedir.)
Olduğu
kadarıyla yetinme (ki bu olduğu kadarı denilen
şey burjuva demokratik haklar ve protesto temelli
cılız muhalefet düzeyidir), en fazlasından bunu
biraz geliştirerek varlığını koruma başat irade
olmuştur. Bu düzeyi aşan ve devrimci iddiaya sahip
adımların başarısızlığına neredeyse kesin gözüyle
bakma, hayalcilik olarak tanımlama adeta rutin
düşünme biçimidir.
Büyük
devrimci çıkış isteğine, bu düşünme biçimindeki
itiraz "etimiz budumuz ne?"dir. Ve bu
söylem aslında postmodern dünyanın zayıf düşürdüğü
insanın ve devrimcinin sinik tarzının ifadesinden
başka bir şeydir. Devrimciliğin "etine buduna"
bakmadan, dünyayı değiştirme ufkunu ve iddiasını
ortaya koymak, iddiada/hedefte buluştuğun insanlarla
o anda sahip olunan niceliğe ve niteliğe bakmadan,
bu iddiaya ve hedefe uygun örgütü, eylemi ve kadroyu
yaratmak için yola çıkmak olduğu adeta unutulmuştur.
Bunu yapmayıp söylemde devrimden söz etmek, devrimci
lafazanlığın ta kendisidir. Sol liberallerin hala
'71 devrimci atılımına atıfta bulunması, devrimci
sloganları zaman zaman kullanmaları, devrimci
hareketlerin devrimci söylemiyle, pratiği arasındaki
büyük açı farkı başka neyi gösteriyor? Ya da söylemde
devrim hedefinde direnç gösterirken, pratikte
devrimci stratejinin uygulanmasından uzak durmak....
Devrimci
özellikleri olağanüstü ölçüde zayıflamış örgütsel
ve pratik düzeyi koruyarak, statükocu bakış açısıyla
hayatta kalmaya çalışılmaktadır. İranlı devrimcilerin
1970'li yılların özgün koşullarında, İran hareketinde
varolan benzeri durumu tanımlamak için kullandıkları
"hayatta kalma teorisi" tanımlaması,
devrimci hareketlerin günümüzdeki durumuna tam
olarak uymaktadır.
Statükoculuğun,
devrimci lafazanlığın, hayatta kalma teorisinin
karşısında, daha önceki bölümlerde ifade ettiğimiz
gibi, "gerçekçi ol, imkansızı iste"
şiarı, ve bunu tamamlayan İranlı devrimcilerin
yanıtı olan "yaşayabilmek için saldırmak"
teorisi vardır.
c)
Devrimcilik Bitti mi?
Post-Devrimcilik
Döneminde miyiz?
Yukarıda
sol ve devrimci hareketin çizmeye çalıştığımız
tablosundan hareketle, sol yazında zaman zaman
ifade edilen, dahası küçümsenemeyecek bir devrimci
ve sol kitle tarafından değişik biçimlerde ifade
edilen, Türkiye'de devrimciliğin pratik olarak
tükendiği, bittiği, 2000'li yıllardan bu yana
pratik itibariyle post-devrimcilik döneminin başladığı
tespitlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Bu tespitlerin
kimi zaman tamamen devrimcilikten uzaklaşma ruh
haliyle yapıldığı, kimi zaman ise yeni bir devrimci
çıkış ihtiyacına vurgu yapmak için ifade edildiği
açıktır. Hangi duruştan hareketle olursa olsun,
bu tespitler esas olarak abartılıdır, gerçeğe
tek yanlı bakışı ifade etmektedir.
Devrimcilik
de, devrimci çalışma da bitmemiştir. Ancak bu
iddiayla yürütülen faaliyetler devrimci seçeneği/önderliği
somutlaştıramadığı ölçüde çok sınırlı bir devrimci
etkiye ve özelliklere sahiptir. Postmodern politika
yapış tarzıyla ciddi ölçüde sakatlanmıştır.
Bu
noktada, en temel faktör, 1991 sonrası dünya ve
ülke tablosunun bütünlüklü olarak büyük bir değişim
yaşadığının ve bu değişimin yeni bir devrim ve
sosyalizm ufku, iktadar kavrayışı, mücadadelenin
yeni bir düzeyini yaratma ve buna bağlı olarak
parti, kadro ve diğer alanlarda büyük bir ileri
sıçrayış gerektirdiğinin kavranamamasıdır. Emperyalist-kapitalist
sistem ve dünya sosyalist hareketi açısından başlayan
yeni dönem, yeni bir kavrayış ve pratik düzeyini
zorunlu kılmaktaydı. Bu yeni düzey, devrimci sosyalist
hareketimiz tarafından, 2002'de ideolojik, politik,
örgütsel, kadrosal, vb bütün düşünsel ve pratik
düzeyleri kapsayan Devrimci Yenilenme olarak formüle
edildi. Devrimci Yenilenme bir anda ve mücadeleden
kopuk bir süreç değil, her alanda adım adım, ancak
kendiliğindenci değil, planlı bir sürecin ürünü
olarak gelişebilecek sıçrama eylemi olarak ele
alındı.
Devrimci
ve sol hareketin bu noktadaki genel tutumu yukarıdaki
bölümlerde ifade ettiğimiz gibi, genel olarak
süreci anlamama, ya da parça bir mesele olarak
ele alma oldu. 1991-98 arası süreçte Kürt demokratik
hareketinin yükselişi, Türkiye'de pratik moral
açıdan dünyadaki reel sosyalist hareket başta
olmak üzere, sol ve devrimci harekette görülen
çöküş/gerileme sürecini dengeledi ve devrimci
direnci kısmen arttırdı. Ama diğer yandan da,
bu durum, kendini kendiliğindenci akıştan kurtaramayan
devrimci güçlerin dünya ölçeğinde ortaya çıkmış
olan büyük görevleri ve moral yıkımı görmesini,
en azından pratik olarak önemsemesini engelledi.
Tabii, burada asıl sorun Kürt yükselişinde değil,
esas olarak devrimci güçlerin kendisindeydi. Bu
yükseliş bile doğru anlamlandırılamadı; Kürt hareketiyle
birleşik bir mücadele cephesi yaratma yönünde
ciddi, tutarlı, özgücüne güvenen bir ilişki biçimi
yaratılamadı. 1995'lere değin gelen birkaç yıl
içinde düşman, devrimci hareketi ciddi biçimde
darbelemeye başladığında bile, kitle mücadelesinde
yaşanan kimi yükselişler (Gazi, 96 1 Mayısı vb.)
derhal aşırı bir subjektivizm temelinde ele alındı.
Devrimci hareket her cepheden altının boşaldığının
farkına ne yazık ki varamadı. Ancak 1996 sonrası
hem kitle hareketinin zayıflaması, hem Kürt ulusal
hareketinin tıkanması, hem de düşmanın devrimci
harekete dönük ikinci dalga saldırısıyla birlikte
1991-1996 arası yaşanan kısa ve yalancı bahar
sona erdi. Devrimci hareket 1997'den itibaren
büyük bir düşüş girdabına girdi ve işlerin artık
kesinlikle eskisi gibi yürümeyeceği net biçimde
ortaya çıktı. Ancak yeni de yoktu. Sahne neredeyse
tümüyle sol liberalizme kalmıştı ve onun siyaset
tarzını/kültürünün bütün olumsuzlukları hızla
zayıf düşmüş ve yeni bir düzey yaratmaktan uzak
devrimci harekete nüfuz etti. 2000'lerdeki hapishaneler
operasyonu devrimci hareketin nispeten daha diri
olan son mevzisini de darbeleyerek, bir dönemi
gecikmeli de olsa devrimci hareket açısından bitirdi.
2000'ler
sonrasında devrimci hareketin büyük bir bölümü
bir arayış sürecine girmesine rağmen, bu esas
olarak bütünlüklü bir devrimci yenilenme eksenine
oturmadı. Parça sorunlar, pratik çıkışlar vb ağır
bastı. Ve böylece yukarıda geniş biçimde ele aldığımız
tablo ortaya çıktı.
Yine
de yukarıda ana hatlarıyla ele aldığımız tüm zayıflıklarına
ve bozulmalara karşın, Türkiye devrimci hareketinin
tümüyle bugünkü durumuna teslim olduğunu düşünmek
haksız ve insafsız bir tespittir. Kimi siyasi
hareketlerde, kadrolarda, tabanda şu ya da bu
düzeyde devrimci seçeneği/önderliği geliştirme,
devrimci savaşçı bir çıkışı yaratma isteği, derdi
vardır.
Mevcut
tablo oldukça ağır sorunlarla yüklüdür, ancak
içinden çıkılmaz noktada da değildir. Her hareket
kendi özgün koşullarından yola çıkarak kendi cephesinden
güçlü bir devrimci faaliyeti geliştirebilir ve
diğer devrimci güçleri de ileri doğru çekebilir.
Kritik
adım devrimci güçlerden bir veya birkaçının sürekliliği
sağlanmış bütünlüklü bir devrimci çıkış yaratması
adımıdır. Bunun için nesnel koşullar yeterince
elverişlidir ve devrimci hareketin tarihi de gerekli
birikimi sunabilecek düzeydedir.
Böylesi
bir adım, sadece devrimci güçleri değil, sol liberal
hareketleri, yerelci, parçacı akımları ve yatay
iktidarlar fikrini savunanları da daha ileri zeminlere
çekecek ve sol ve devrimci hareketin bugünkü durumunu
önemli ölçüde değiştirecektir.
Tam
da bu noktada, haklı olarak, peki siz, yani Devrimci
Sosyalist Hareket hangi noktada duruyor? sorusu
sorulacaktır.
Geliştirdiği
ufukla, stratejik çizgi ve yaklaşımlarla ve pratik
hedefleriyle, devrimci seçeneği/önderliği geliştirme
noktasında en ileri bakış açısını yaratarak, pratiğe
yönelmiş Devrimci Sosyalist Hareketimizin durumunu
ele almaya girişebiliriz.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz ve
Devrimci
Seçenek/Önderlik
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz yeni bir tarihsel dönemin
başladığı 1990'lardan itibaren inişli-çıkışlı
bir seyir izleyen gelişmesinde, devrimci seçeneğin/önderliğin
yaratılması yolunda önemli başlangıçlar yapmış
ve birikimler yaratmıştır. Yarattığımız birikimler
büyük adımlar için bir temel oluşturmasına karşın,
bu hedeflere ulaşılamamıştır. Devrimci seçeneğin/önderliğin
yaratılması noktasında devrimci yenilenme ve yeniden
inşa perspektifi temelinde berrak bir anlayış
ortada olmasına karşın, pratik olarak devrimci
seçeneğin/önderliğin yaratılması yolundaki faaliyetlerimiz
başlangıçtaki ivmesini koruyamamıştır..
Bu
noktada, kendimize dönük tutumuz, eleştirlerimiz,
iddiamıza uygun, tutarlı ve içtenlikli olmak zorundadır.
Yanından yöresinden dolaşmadan, devrimci seçeneğin/önderliğin
yokluğu noktasında okları asıl olarak kendimize
yöneltmemiz gerektiği açıktır. Bu, herhangi bir
devrimci yada sol hareket değil, Marksizm-Leninizmin
ülkemizdeki en ileri temsilcisi olma iddiamızın
doğal gereğidir.
Bu
bağlamda, devrimci ve sol hareketin genel gerilemesi,
nesnel koşulların zorlukları vb. gibi, durumumuzu
mazur göstermeye dönük hiç bir sahte gerekçeye,
bahaneye vb. sığınma niyetinde değiliz, olmamalıyız,
olmayacağız. Dolayısıyla, öncelikle kendi gerçekliğimizi
ele alış tarzımızı ve bunun devrimci hareketin
durumuyla bağına ilişkin yaklaşımımızı kısacada
olsa daha baştan ifade etmek gerekiyor.
I
- Kendi Gerçekliğimize Bakış ve
Devrimci
Hareketin Durumuyla İlişkisi
Bir
devrimci hareketin sınıf mücadelesindeki duruşunu
belirleyen en önemli faktörlerden biri kendi gerçekliğine,
devrimci seçeneği/önderliği yaratma yolunda attığı
adımlara tam bir nesnellikle, açıklıkla, dürüstlükle
bakışıdır. Bu noktada, sallanan, iddialarıyla
mevcut gerçekliği arasındaki oluşan açı farklarını
gizleyen, ya da mazeretlere sığınan bir devrimci
hareketin sorunlarını aşması ve devrimci bir rol
oynaması mümkün değildir.
Bu
ilkesel tutum, hemen hemen tüm devrimci hareketler
tarafından kendilerine ve devrimci hareketin bütününe
ilişkin yapılan analizlerde, Lenin ve başkaca
devrimci önderlerin bu noktada yaptıkları benzer
tespitler alıntılanarak ifade edilir. En sık yapılan
alıntı da Lenin'in "Bir siyasi partinin kendi
yanılgıları karşısındaki tutumu, bu partinin ciddi
olup olmadığını, kendi sınıfına karşı ve emekçi
yığınlara karşı görevine gerçekten getirip getirmediğini
saptayabilmemiz için en önemli ve en güvenilir
kıstaslardan biridir. Yanılgısını açıkça teslim
etmek, nedenlerini arayıp bulmak, bu bu yanılgıya
meydan veren durumu tahlil etmek, yanılgıyı doğrultma
yollarını dikkatle incelemek; işte ciddi bir partinin
işaretleri bunlardır, ciddi bir parti için görevlerini
yerine getirmek, sınıf ve ardından da yığınları
eğitmek ve bilinçlendirmek bu demektir."
("Sol" Komünizmin Bir Çocukluk Hastalığı)
sözleridir. Böylece kendi gerçekliğine karşı tutarlı,
sorumlu bir devrimci yaklaşım sergileneceği gösterilmeye
çalışılır. Ancak ne yazık ki, bu ilkesel tutum
kuvvetli biçimde ifade edilmesine rağmen, yapılan
analizlerde devrimci hareketlerin yaşadıkları
gerilemeyi getirip dışsal faktörlere, özel olarak
da devrimci hareketin genel gerilemesine ya da
durgunluğuna/etkisizliğine bağlaması yaygın bir
tutumdur.
Bu
yaygın izah tarzını kabaca: "Biz geriledik,
sürece devrimci bir yanıt olamadık, devrimci seçenek/önderlik
olma tutumunu yakalamayadık, fakat devrimci hareketin
genel durumu bu. Kriz içinde ya da geriliyor.
Biz de gerileme faktörlerinin etkisi altında kaldık."
cümleleriyle özetleyebiliriz.
Bu
yaklaşım, deyim yerindeyse "genelin sıradan
bir parçası" olduğunu kabul eden, yaşadığı
sorunları başkalarının da sorun yaşamasıyla, ya
da kriz içinde oluşuyla açıklayan, daha doğrusu
"sadece bizde sorun/kriz yok, herkeste var"
diyerek kendi yaşadığı krizi ya da sorunu normal
olarak gösteren sığ ve kendi özgül gerçekliğini
görmekten kaçan bir yaklaşımdır. (Kendi sorunlarını
özgül boyutlarıyla ele alan hareketlerin analizlerinde
bile sonucu bu tarzda bağlama yaklaşımı vardır.
Kendi özgül sorunlarını vurgular, ardından bunu
devrimci hareketin genel sorunlarına bağlar, bunu
öne çıkarır... Ve bu tutum yapılan özgül analizleri
boşa çıkarır. Çünkü devrimci hareketin genel olarak
krizde olduğu ya da gerilediği ve bu kendi sorunlarının
şu ya da bu ölçüde buna bağlı olduğu yönünde yapılan
vurgular, dikkati kendi özgül sorunlarından kendi
dışına yöneltir. Böylece durum hafifletilir. Nispeten
normalleştirilir.)
Sıkça
görülen bu yaklaşım devrimci değildir, devrimci
seçenek ve önderlik olmak için yola çıkmış bir
devrimci hareketin tutumu bu olamaz. Hele ki,
Devrimci Sosyalist Hareketin tutumu asla olamaz.
Devrimci
sosyalist bir parti ya da örgüt kendisini başka
örgüt ve partilerin durumu üzerinden açıklamaz.
Devrimci sosyalist Parti ya da örgüt, devrim ve
sosyalizm adına yola çıkmış diğer tüm parti ve
örgütlerden farklı ve daha ileri bir anlayışa
sahip olduğu iddiasına sahiptir. (Bu, ayrı bir
parti veya örgüt olarak varoluşun olmazsa olmazıdır.)
Kendisini ideolojik, politik, örgütsel ve pratik
duruşuyla diğerlerinden ayırır. Bunu yapmayan
bir parti ya da örgüt var olma iddiasını kaybeder.
Eğer diğerlerinden farkın yoksa neden varsın sorusuna
cevap veremez. Başkalarının geriliği/krizi üzerinden
kendi geriliğini izah etmez.
Her
örgüt ya da partinin yaşadığı krizin/gerilemelerin
o parti ya da örgütün özgün duruşuyla ilgili nedenleri
vardır. Bu nedenler bazen diğer örgütlerin yaşadıkları
kriz/gerileme durumlarını yaratan faktörlerle
çakışabilir.
Ancak,
toplamda, Devrimci Sosyalist olduğunu yani ML'in
en ileri düzeyini kendisinde cisimleştirdiğini
iddia eden ve bu nokta da varlık gerekçesini oluşturan
bir parti veya örgüt kendi gerçekliğini esas olarak
sahip olduğunu iddia ettiği nitelikler ile mevcut
gerçekliği arasındaki uyuşmazlıkta aramak zorundadır.
Yoksa, diğer devrimci güçlerin yaşadıkları sorunlar
ve bunların etkileri üzerinden değil...
Devrimci
sosyalist bir parti ya da örgütün özgünlüğü, onu
proletaryanın devrimci sosyalist temsilcisi yapan
özellikler ve özgünlükler tam da bu noktada ortaya
çıkar. Devrimci sosyalist bir parti ya da örgütün
geliştirdiği pratik mücadele dönem dönem nesnelliğe
denk düşmeyebilir, yetersiz kalabilir veya gerileyebilir,
hatta bir kriz süreci de yaşayabilir. Aynı süreçte,
diğer devrimci ve sol hareketler de genel olarak
bir gerileme ve kriz süreci yaşayabilirler. Fakat
bir devrimci sosyalist parti ya da örgütün yaşadığı
gerileme veya krizle, diğer sol ve devrimci hareketlerin
yaşadığı gerileme ve kriz arasında tüm bu gelişmelerin
doğru bir yöntemle ele alınması ve devrimci sonuçlar
çıkarılabilmesi bağlamında kesin bir fark olmak
zorundadır. Bu konuya ilişkin olarak Devrimci
Sosyalist Hareketimizin 30 Mart ve 12 Eylül'e
ilişkin değerlendirmeleri yeterince öğreticidir.
Eğer
gerileme, kriz ve yenilgiler böyle ele alınmıyorsa,
diğer sol ve devrimci hareketlerden farklı bir
duruş yok demektir. (Hele ki, diğer sol ve devrimci
hareketlerin yaşadığı krizlerin, gerilemelerin
basıncının/etkisinin altına, taktik süreçlerde
yaşanabilecek kısmi, taktik etkilenmeler haricinde
asla girilmemesi gerekir. Yaşanan büyük gerileme
ve krizlerin izahının asla bu tür durumlar üzerinden
yapılmaması gerekir. Devrimci sosyalist bir parti/örgüt
olduğu iddiasında olan bir yapı kendi gerileme
ve/veya krizini diğer sol ve devrimci hareketlerin
yaşadığı krizlerden etkilenmeyle, bunların basıncı
altına girişle açıklıyorsa, bu tam anlamıyla devrimci
sosyalistlik iddiasının bitmiş olduğu, onu devrimci
sosyalist yapan özgün niteliklerinin yok olduğu
ya da ciddi ölçüde zayıfladığı anlamına gelir.
Böylesi bir tablonun "proletaryanın bağımsız
siyasal tutumunu her şart altında yaşama geçirebilmek"
şeklindeki leninist parti ilkesinden sapma anlamına
geleceği de açıktır.)
Biz,
1971'de kurucu yoldaşlarımız Mahir'in, Cevahir'in,
Ulaş'ın öncülüğünde, devrimci hareketin sıradan
bir bileşeni olmak için, varolan örgütlere yeni
bir örgüt daha eklemek için değil, teoride ve
pratikte devrimin motor gücü, öncüsü olmak için
yola çıktık. Devrimci ve sol hareketin seçenek/önderlik
olmamaktan kaynaklanan krizini, hata ve zaaflarını
aşmak için, bırakalım onların zayıflık ve hatalarından
etkilenmeyi, tersine, öncü devrimci sosyalist
duruşla onları ileri çekmek ve devrimci rotayla
buluşturmak için yola çıktık.
Bu
nedenle, kolaycı, devrimci ve sol hareketlerin
daha çok kendi tabanını "sadece biz değil,
herkes sorun yaşıyor, devrimci ve sol hareket
genel olarak geriledi, kriz yaşıyor, biz de geriledik,
vb." söylemleriyle teselli etmeye, durumu
normalmiş gibi göstermeye dönük bu tür söylemlerin
bizim politikalarımızda bugüne değin asla yeri
olmamıştır, bundan sonrada olmayacaktır...
Kendi
gerçekliğimize bakışımızda kriterimiz sınıf mücadelesinin
ve devrim ve sosyalizm hedefimizin görevleri karşısında
rolümüzü oynayıp oynamadığımızdır. Devrimci seçeneğin/önderliğin
her bir temel öğesini pratik olarak somutlaştırıp
somutlaştırmadığımızdır. Bu yazı bağlamında, Devrimci
Sosyalist Hareketimizin tarihinin ayrıntılı bir
değerlendirmesinden çok, esas olarak bu kriter
üzerinden dün, bugün ve gelecek bağıntısını kurmaya
çalışacağız.
II
- 1991-2000 Dönemi...
Her
şeyden önce bir noktayı, konuya girmeden önce
belirtmek gerekiyor. Devrimci Sosyalist Hareketin
tarihi burada ele alınmayacak kadar geniş, büyük
deneyimlerle, birikimlerle yüklü bir süreçtir.
Burada sadece ele aldığımız konunun anlaşılmasına
yarayacak ölçüde kimi noktalar ele alınacaktır.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz 30 Mart 1972'den, 1976'daki
yeniden kuruluşuna değin geçen süre dışında kesintisiz
bir devrimci mücadele yürüttü.
1976'dan
1980 12 Eylül darbesine kadar geçen süreçte geliştirdiği
öncü gerilla pratiği Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da
devrimci direnişi ve mücadeleyi ileriye çeken,
örnek oluşturan bir pratik oldu. Teorik ve örgütsel
zayıflıklara karşın geliştirilen pratiğin büyük
etkisiyle Hareket hızla büyüdü, saygınlık kazandı
ve öncü pratiklere imza attı.
12
Eylül cuntası sonrasında mücadele kesintisiz sürdü.
Ağır darbelere karşın, yılgınlık yerine her seferinde
sokakta ve zindanlarda direnişi yeniden örgütleme
çabası geliştirildi. Ancak süreç Hareketin cunta
karşısında her düzeyde hazırlıksız yakalandığını
da gösterdi. Cunta öncesi süreçte devrimci savaşımın
en önemli pratik direniş aktörlerinden biri olan
Hareket kendini mücadelenin değişik boyutlarında
(değişik mücadele biçimlerinin gerilla savaşıyla
birleştirilmesi bağlamında, sağlam ve sürekli
bir cephe gerisinin yaratılması bağlamında...)
yeterli düzeyde geliştiremediği için cuntanın
saldırılarını güçlü biçimde karşılayamadı. Cunta
öncesinde başlatılmış olan sınırlı çabalar, cunta
koşullarında yeterince verimli olmadı.
1987
Konferansı bu noktada Hareketin kendini cunta
ve cunta sonrası süreç açısından kapsamlı biçimde
ele aldığı ve bütünlüklü biçimde yeniden konumlandırma
çabası içine girdiği önemli bir adım oldu. Konferansın
tüm eksikliklerine rağmen bütünlüklü bir duruş
oluşturma çabası önemli bir dönemeci işaret ediyordu.
1987
Konferansı aynı zamanda Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da
kitle mücadelelerinin yavaş yavaş boy verdiği,
devrimci ve sol güçlerin yeniden politik arenaya
giriş yapmaya çalıştığı bir süreçti. Konferans
değerlendirmelerine ve kararlarına uygun bir pratiğin
geliştirilmesi durumunda Hareketin sahip olduğu
büyük prestiji de arkalayarak öncü sıçramalar
yaratmasının mümkün olduğu koşullar mevcuttu.
Konferans,
yaptığı değerlendirmeler ve aldığı kararlarla
önemli bir sıçramanın zeminini yaratmasına, bunun
için nesnel koşullarda oldukça elverişli olmasına
karşın, konferansın ardından bütün sorunlarla
boğuşarak ilerlemeye çalışan sınırlı sayıda kadro,
düşman saldırıları sonucu tutsak düştüğünde, aslında
sadece bir örgütsel darbe alınmamış, aynı zamanda
çok önemli bir dönemin olanaklarının büyük bir
bölümü de kaçırılmış oldu.
Devrimci
Sosyalist Hareket, 1991'e bu koşullarda, oldukça
sınırlı ve kısmen dağınık bir zeminle geldi.
1991,
devrimci tutsakların önemli bir bölümünün serbest
bırakıldığı ve tüm devrimci güçlerin zindanlardan
çıkan kadroların yapacağı aşıyla yeni ve büyük
adımlar atacakları umuduna sahip oldukları bir
süreçti.
Cunta
sonrasında büyük değişimler yaşanmasına, 1989'dan
itibaren reel sosyalist ülkelerin çöküşü başlamasına,
yani oldukça olumsuz faktörlerin varlığına karşın,
1975-80 sürecinin büyük devrimci yükselişini yaratan
kadroların özgürlüğüne kavuşmuş olması büyük beklentileri
de beraberinde getirmişti. Sadece bu da değil,
Kuzey Kürdistan'da büyük kitle mücadeleleri yaratmış
olan gerilla savaşı da, tüm olumsuz koşullara
rağmen büyük umutları besleyen en önemli faktör
durumundaydı.
Tablo
kabaca şöyle özetlenebilirdi; oldukça az sayıda
bir kadro yapısı, örgütsel olarak dağınık bir
yapı, pratik olarak oldukça zayıf, ancak gelişmeye
açık bir duruş... İdeolojik olarak özellikle zindanlarda
hazırlanan savunmalarda somutlaşan ve güçlenmeyi
gösteren bir teorik-politik düzey... Zindanlardan
çıkan kadrolar bu tabloya hem önemli bir moral
katmış, hem zayıf olan kadro yapısını güçlendirmişti.
Devrimci
Sosyalist Hareket, bu dönemde varolan sınırlı
güçlerini ilk elde tümüyle özgün ve geçici bir
örgütlülük düzeyiyle toparlamaya girişti. Açık
ve özgür alanlarda güç toparlama, bu güçleri eğitecek
zeminleri yaratma, her cephede asgari örgütlülük
yaratarak ilerleme, kadro alt yapısı oluşturma
vb. gibi hedefler sürecin temel belirleyenleri
oldu.
1991'den
1996'ya değin bu süreç dönemin kısmi ilerleme
eğilimi nedeniyle belirli bir toparlanma yarattı.
Devrimci Sosyalist Hareket, açık alanda bir çok
çalışma başlattı. Yayın, gençlik, işçi çalışmaları
nüve düzeyinde de olsa oluştu. Özgür alanda bir
alt yapı oluşturmaya dönük çalışmalar ilerleme
kaydetti. Bunlar dönemin kısmi yükseliş eğilimine,
hapishanelerden çıkmış kadrolarla, dışarıdaki
kadroların birleşik çabasına bağlı olarak belirli
ilerlemeler kaydettiler. Ancak bu süreç de 1996-97'ye
gelindiğinde tıkandı.
* * *
1990
başları tüm dünyada yeni bir dönemin başlaması
anlamına geliyordu. Her yeni dönem yeni bir teorik,
politik, örgütsel ve pratik düzeyi gerektirir.
Yeni bir devrimci ufka sıçramayı gerektirir. Böylesi
bir dönemeç noktasında, geçmişin düşünsel ve pratik
cephaneliği ile, ufkuyla yetinerek büyük sıçramalar
yaratılamaz. Kapsamlı ve bütünlüklü bir yenilenme
programının ve pratiğinin geliştirilmesi gerekir.
Devrimci Sosyalist Hareket bu noktada sınırlı
da olsa belli bir yaklaşıma sahip olmasına karşın,
bütünlüklü bir perspektif oluşturmadı. Sol liberal
ve parçacı eğilimlere karşı devrimci mevzilerde
direnme eğilimi baskın kaldı. Devrimci mevzilerde
direnme, ama devrimci bir yenileme ile bu mevzileri
aşma, daha ileri düzeyler yaratma noktasında güçlü
adımlar atamadı.
1996-7'ye
gelindiğinde bu süreci aşmaya dönük kimi planlamalar,
pratik adımlarda işlemediğinde süreç artık tıkanmıştı.
Bu durumla düşmanın merkezi operasyonları birleştiğinde
durum daha da ağırlaştı.
1990
sonrası Türkiye, Kuzey Kürdistan ve dünyada oluşan
yeni dönemin devrimci eleştirisi, kavranışı ve
buna cevap oluşturacak devrimci yenilenme perspektifini
geliştirme, örgütsel güçleri ve pratiği buna uygun
düzenleme yaklaşımı geliştirilmediği ölçüde ilerleme
sağlamak mümkün değildi.
III
- Tek Yol Devrimci Yenilenme,
Tek
Yol Devrim
2001-2002
yılları Devrimci Sosyalist Hareket açısından Mahir'lere
uzanan tarihsel köklerinde bulunan devrimci yenilenmeci
damarı yeniden harekete geçirerek devrimci önderliği/seçeneği
yaratma yolunda yeni bir çıkışı başlatacaktı.
Devrimci
Yenilenme
Mahir'lerin
1971 atılımında izlediği yöntem; sadece an'ın
değil, dönemin bütünlüklü devrimci eleştirisini
yapma, koşulların zorluklarından dem vurup tereddütlü
ve ürkek yaklaşımlar değil, devrimci savaşa tereddütsüz
girişme, günün sorunları içinde sürüklenerek günü
kurtarmaya dönük, ufku dar bir yaklaşım değil,
en zorlu koşullarda devrim ve sosyalizm ufkuna,
stratejik çizgiye, örgütlü çalışmaya sarılma ve
bunları yeniden üretme perspektifi duruyordu önümüzde.
Devrimci
yenilenme perspektifi devrimci çıkış arayışları
içinde billurlaştı. Ve 2002 başlarında Devrimci
Sosyalist Hareketin ana doğrultusu haline geldi.
Artık Devrimci Sosyalist Hareketin tarihinde yeni
bir dönem başlıyordu.
2002'de
başlayan yeni sürecimiz, esas olarak iki ana halka
üzerinde oturdu; Devrimci Yenilenme ve Yeniden
İnşa.
Devrimci
Yenilenme perspektifi, devrim ve sosyalizm ufkunu,
iktidar perspektifini, buna bağlı olarak stratejik
bakışı, yeni bir örgüt ve kadro düzeyini, bütün
bunlara bağlı olarak daha ileri bir pratik ve
cüreti yaratma perspektifidir.
Devrimci
yenilenme sorununa bakışımız salt kendi duruşumuzla,
ya da ülke koşullarıyla sınırlı bir değişim isteğini
veya fikrini içermiyordu. Daha bütünlüklü, daha
köklü bir hareket noktasına sahiptir; 1990'da
reel sosyalizmin çöküşü ve daha gerilerden 1970'lerden,
'80'lerden gelen kapitalist sistemin restorasyon
sürecinin ortaya çıkardığı yeni dünya ve insanlık
tablosundan hareket ediyordu.
1990
çöküşü, tüm insanlık açısından emperyalist-kapitalist
sistemin ve dünya komünist hareketinin bir dönemini
kapatarak, yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.
Emperyalist-kapitalist
sistemin genel bunalımının her yeni dönemi (1890-1900'lardan
itibaren başlayan dönem, 1917-8'den itibaren başlayan
dönem ve 1945'ten itibaren başlayan dönem) yeni
bir dünya tablosu, stratejik güç ilişkilerinin
değişimi, kapitalizmin yeni bir birikim modelini,
yeni bir kapitalist kültürel ve sosyal biçimlenişi,
sınıf mücadelelerinin yeni bir düzeyini, vb. de
beraberinde getirir.
Enternasyonal
devrimci sosyalist hareket emperyalist-kapitalist
sistemin bu her yeni konumlanışının kapsamlı devrimci
eleştirisini yaparak, sınıflar mücadelesinin yeni
koşullarına uygun mücadele araç ve biçimleri,
buna uygun örgüt ve kadrolar, kültürel ve sosyal
düzeyi yaratarak devrim ve sosyalizm ufkunu, stratejik
bakışını ve pratiğini yeniden üretir ve ona karşılık
verir.
Kapitalizmin
sadece emperyalist aşamasında değil, devrimci
sosyalist hareketin ortaya çıktığı 1848'den itibaren
(kendi içinde çeşitli dönemlere ayırabileceğimiz
150 yılı aşkın süreçte), kapitalizmin gelişme
seyrinin her dönemecinde, devrimci sosyalist hareket
tüm sorunlu yanlarına karşın, esas olarak kesintisiz
bir gelişme süreci göstermiş, her dönemeçte kendini
devrimci temelde yenileyerek ileriye sıçramıştır.
Emperyalist-kapitalist sistemin genel bunalımının
her dönemi, aynı zamanda çoğunlukla büyük devrimci
ilerleyişlerin ürünü ve sonucu da olmuştur.
1990'da
başlayan emperyalist-kapitalist sistemin yeni
dönemi (4. bunalım dönemi olarak nitelendiriyoruz)
1848'lerden bu yana gelen devrimci sosyalist hareket
açısından en zorlu dönemdir. Devrimci sosyalist
hareket kendi tarihinde ilk kez, emperyalist-kapitalist
sistemin genel bunalımının bir dönemini, 1990'da
başlayan yeni dönemini, kendi içinde bir çöküşle,
reel sosyalizmin yenilgisi ve dünya devrimci hareketinin
genel bir gerileyişiyle karşıladı. Hatta bu gerileyiş
ve çöküş, emperyalist-kapitalist sistemin genel
bunalımının yeni aşamasının bir çok özelliğini
de belirliyor.
Bu
tablo tüm dünya ölçeğinde devrimci sosyalistlerin
önüne her cephede daha önceki dönemlerle kıyaslanmayacak
ölçüde güç koşullarda büyük ve zorlu görevler
koymaktadır.
Bir
yandan, emperyalist kapitalist sistemin yeni döneminin
devrimci eleştirisini bütünlüklü olarak geliştirmek,
devrim ve sosyalizm ufkunu bu temelde yeni bir
düzeye sıçratmak, stratejik bakış ve çizgiyi bu
koşullara uygun daha ileri bir düzeye sıçratmak,
örgüt, kadro yapısını bu temelde yenilemek gerekirken,
diğer yandan reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte
apaçık ortaya çıkmış olan komünist/sosyalist uygarlığın
ne olduğunu (ve reel sosyalizm örnekleri bağlamında
ne olmadığını) bütün açıklığıyla ortaya koymak,
bunu programatik düzeyde ifadeye kavuşturmak gibi
devasa teorik ve politik sorunlar söz konusudur.
Devrimci
yenilenme perspektifinin önümüze koyduğu başlıcı
görevlerden biri budur; devrim ve sosyalizm ufkunu
geçmiş birikimlerimizin ışığında yeniden daha
ileri bir düzeyde üretmek...
Ancak
sadece bu değil, devrimci pratiği, örgütü, kültürü
ve kadroları geliştireceğimiz devrim ve sosyalizm
ufku ekseninde yeniden ele almak ve somut pratik
adımlarla daha ileri bir düzeyden üretmek görevi
de sözkonusudur.
Tarihin
her büyük dönemecinde devrimci sosyalistlerin
gerçekleştirmekle yüzyüze geldikleri devrimci
yenilenme görevi, bütünlüklü ileri sıçrama görevi,
bir kez daha ama bu kez ağır gerileme, çöküş koşullarda
ve çok daha kapsamlı olarak önümüzdedir.
Devrimci
sosyalist hareket olarak sürece böyle baktık/bakıyoruz.
2002'de önümüzde koyduğumuz ufuk, genel bir durum
değerlendirmesi ve örgütsel toparlanma değil,
böylesi büyük bir ufuktur, görevler dizisidir.
Devrim ve sosyalizmi hem coğrafyamızda, hem de
enternasyonal düzeyde ayağa kaldıracak, gerçek
bir devrimci çıkışı ifade edecek olan perspektif
ve pratik bu hat üzerinden gerçekleşebilir.
Kuşkusuz
yenilenme söylemi 1990 sonrası sol ve devrimci
çevrelerde zaman zaman dile getirilen bir söylem
oldu. Ancak bu ağırlıklı olarak sol liberal çizgiye
kayan çevrelerin devrimin güncelliğini örtük ya
da açık biçimde inkar ederek devrim hedefini terk
edişlerini gizlemek için kullandıkları bir söylemden
öteye gitmedi.
Devrimci
Sosyalist Hareket, bu noktada, devrimin güncelliğinden
ve devrimci savaşçı temelde bir pratik geliştirme
ekseninde yenilenmeyi esas aldı ve devrimci yenilenme
perspektifini geliştirirek kendini bu sağ çizgiden
kesin biçimde ayırdı.
Devrimci
yenilenme perspektifimiz, yukarıda ifade ettiğimiz
bütünlüklü yapısıyla, 2002'lerden itibaren çeşitli
devrimci çevrelerde gelişen sorgulama ve durum
değerlendirmelerinden de kesin biçimde ayrılmaktaydı.
Salt bir durum değerlendirmesi ve kendi durumundan
hareketle toparlanma mantığı ile hareket edilmedi.
Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin ve komünist,
sol hareketin 1990 sonrası içine girdiği yeni
durumun/dönemin bütünlüklü eleştirisinden hareket
ederek, devrim ve sosyalizm ufkunu ve pratiğini
bu ölçekte ve bütünlüklü olarak yaratmak hedefi
konuldu.
Salt
kendi pratiğinden ve ülkedeki güncel/dönemsel
politik durumdan hareket ederek devrimci hareketin
yaşadığı büyük alt-üst oluşa devrimci bir yanıt
üretebilmek mümkün değildi.
Yeniden
İnşa...
Devrimci
yenilenme perspektifimiz sürecin kılavuzu olurken,
onun pratik somutlaşması kendi öz dinamiklerimiz
üzerinden gelişecek yeniden inşa ile mümkün olacaktı.
Yeniden
inşa süreci, devrimci yenilenme perspektifinin
temellerinin oluşturulması, ete kemiğe büründürülmesi
süreci olarak geliştirildi. Devrimci Sosyalist
Hareket, devrimci yenilenme çizgisi ekseninde
yeniden ayağa kaldırılmalı, teorik, politik, örgütsel,
kadrosal, kültürel, pratik olarak, kısacası mücadelenin
bütün cephelerinde yeniden inşa edilmeliydi.
Devrimci
yenilenme ve yeniden inşa çizgisi, Devrimci Sosyalist
Hareketimizin 1990 sonrası yeni tarihsel döneme
verdiği yanıt oldu. Sosyalist Barikat'ın 2002
Mayıs tarihli 1. sayısında "Tek Yol Devrim,
Tek Yol Devrimci Yenilenme" başlıklı çalışmada
devrimci yenilenme ve yeniden inşa perspektifimizin
temel öncülleri ortaya konuldu.
Ana
doğrultu belirlenmiş, çizgi ortaya konulmuştu,
artık bu çizginin altının teorik ve pratik olarak
doldurulması süreci duruyordu önümüzde...
Devrimci
yenilenme ideolojik-politik cephede ideolojik
yeniden kuruculuk olarak ifade ettiğimiz devrim
ve sosyalizm ufkunu yeni tarihsel dönem koşullarında
yeniden üretmede somutlaştırıldı. Barikat Dergisi
bu noktada, ilk öncül fikirlerin üretildiği ve
ortaya konulduğu temel platform olacaktı. Bu bağlamdaki
temel hedefimiz ise yeni dönemin devrim ve sosyalizm
ufkunun bütünlüklü ifadesi olacak manifesto ve
bununla bağlantılı olarak yeni dönemin sosyalist
uygarlık hedefini somutlaştıracak program olarak
belirlendi.
Politik
çalışmada genel olarak durmuş olan faaliyetlerin
ilk elde başlatılması, giderek her cephede küçük
adımlarla başlanarak Parti yapısının sokak mücadelesinin
öznesi haline getirilmesi hedeflendi. Bütün mücadele
biçimlerini hayata geçirmede eskisinden daha aktif
olarak yürütebilen bir parti haline gelmek, her
şeyden önce bir mücadele örgütü olmak temel hedef
olarak konuldu.
Örgütsel
alanda, Parti güçlerinin toparlanması ve adım
adım kitle ilişkileri oluşturularak Partinin mücadelenin
bütün cephelerinde ilk temel öncü nüvelerinin
oluşturulması hedefi konuldu. Bunun yanı sıra,
devrimci partilerde temel yozlaşma nedeni olan
bürokratik kireçlenmiş, şef kültürüyle bozulmuş
işleyişlerin derslerinden hareketle katılımcı
bir parti yapısının oluşturulması hedeflendi.
Bu perspektifle teorik ve pratik adımların atılması
hedeflendi.
Sayıca
ve deneyim olarak sınırlı olan kadro ve taraftar
yapısını bir yandan büyütmek, bir yandan da, yukarıdaki
çalışmalar içinde devrimci kurucu özneler haline
getirmek kadro çalışmasının başlıca hedefi olarak
belirlendi. Bu noktada kurucu kadro kilit kavramdı.
Önümüze koyduğumuz büyük hedefler, attığımız büyük
adım, mevcut durumu ne olursa olsun, kendini bu
büyük hedeflerin, adımların yaratıcısı, kurucusu
olarak görecek, buna uygun olarak konumlandıracak,
eğitecek, gelişterecek bir kadro yapısını, duruşunu
ve tarzını zorunlu kılıyordu. Mevcut kadro yapısı
bu perspektifin gerektirdiği dönüşümü sağlamadan,
bütün hedeflerin, adımların boş birer söz olmaktan
öteye geçmemesi kaçınılmazdı. Ve yine bu hedeflerin
pratikleştirilmesi süreç içinde mümkün olabilirdi.
Ve
bütün bu hedeflerin, adımların pratikleştirilmesi
süreci içinde 1971 Atılımının ruhunu, duruşunu,
coşkusunu yeni koşullarda daha ileri bir düzeyden
somutlaştıracak yeni bir devrimci mücadele ve
yaşam kültürünün yaratılması hedeflendi. Postmodern
kültürle, feodal kültürle devrimci kültürün ucube
bir karışımının kirlettiği devrimci atmosfer/kültür,
ancak mücadelenin içinde yeniden ayağa kalkabilir.
Kapitalist sistemin yaşam ilişkilerine karşı büyük
bir nefretle karşı duran, onu her an her ilişkide
reddederek, yerine mücadelenin yarattığı dayanışmayı,
özgürleşmeyi, tereddütsüz savaşmayı, sevgiyi koyan
yeni bir kültür bilinçli adımlarla örülmek zorundadır.
Yeniden
inşanın bu hedefleri esas olarak Devrimci Sosyalist
Hareketimizin içinde bulunduğu oldukça zorlu ve
zayıf koşullar içerisinde belirlenmişti. Dolayısıyla
pratik hedeflerinde buna uygun olarak belirlenmesi
zorunluydu.
Devrimci
Atılım...
İşte,
bu bütünlük oluşturan hedefler, kabaca, yeni inşanın
ana kolonlarını oluşturmaktadır.
Yeniden
inşa çalışmalarının ana hedefi olarak Devrimci
Atılım belirlendi. Devrimci Atılım, devrimci yenilenme
perspektifimizin bütün mücadele cephelerinde,
hayatın bütün alanlarında gelişip serpilmesi,
devrimci savaşın başlatılması anlamına geliyor.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz, yeniden inşa yoluyla, manifestosuyla,
programıyla yaratacağı yeni ideolojik düzeyiyle
ve bütünlüğüyle, bütün mücadele cephelerinde yarattığı
savaşım nüveleriyle, kitle mücadeleleri içinde
yarattığı asgari mevzilerle, bu mücadeleleri yürütecek
düzeye ulaşmış kurucu kadrolarıyla Devrimci Atılım'ı
başlatma hedefini koydu. Bu süreç belirli bir
planlama temelinde pratikleştirilmeye başlandı.
Devrimci
Önderliğin/Seçeneğin Yolu :
Devrimci
Yenilenme-Yeniden İnşa-Devrimci Atılım
Devrimci
yenilenme perspektifi ve yeniden inşa süreci esas
olarak coğrafyamızda devrimci öncünün/seçeneğin
yaratılması perspektifi ve sürecidir.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz bu yoldan kendi devrimci
varoluş gerekçesinin teorik ve pratik karşılığını
yeniden üretmiştir.
Hiç
kuşkusuz, perspektifimizin öncüllerinin ve pratik
yolun yeniden üretilmiş oluşu sadece bir başlangıçtı.
Aslolan bunun pratikleştirilmesiydi.
2002
ortalarından 2006'ya ortalarına değin geçen 4
yıllık süreçte, Devrimci Sosyalist Hareketimiz
yeniden inşa sürecinin pek çok hedefine yaklaştı.
Kimilerinde ise sürecin gereklerine uygun zeminleri
yaratamadı.
Devrimci
yenilenme perspektifi teorik-politik alanda bir
çok ön açılımla derinleştirildi. Yayın faaliyeti
daha ilk adımda düzenli hale getirildi ve politik
üretkenlik, ideolojik birlik ciddi bir ivme kazanarak
gelişti.
Politik
pratik mücadele cephesinde az sayıdaki devrimci
sokak hareketlerinden biri haline gelindi. Özgüven
kazanıldı ve her adımda daha büyük çalışmalar
örgütlendi. Devrimci cüret tüm çalışmaların büyütülmesinde
ve geliştirilmesinde net biçimde ortaya çıktı.
Örgütlenme
çalışmaları büyüdü, yaygınlaştı. Daha kapsamlı
ve kompleks çalışmalar için zemin oluştu.
Kadro
yapısı kendisini yeniden örgütledi, yeni kadro
adayı kuşakları oluştu. Sempatizan halkaları oluştu.
Postmodern
kültürün soldaki izleri saflarımızda silinmeye
başlandı. Sancılı süreçler içinde de olsa mücadele
kültürü adım adım güçlenmeye başladı.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz sol ve devrimci güçler içinde
her adımda gelişen mücadele pratiği ve dost yaklaşımlarıyla
yeniden saygınlık kazandı. Gelişkin ittifak ilişkileri
zeminleri oluşmaya başladı.
Bu
süreç esasında Devrimci Sosyalist Hareketimizin
kendisini her alanda yeniden yaratma, devrimci
seçeneği/öncüyü yaratma yolunda ilk adımları atma
süreciydi.
Ancak
bütün bunlar yeniden inşanın tamamlandığı ve devrimci
atılımı başlatacak düzeye ulaştığımız anlamına
gelmiyordu. Sadece en minimum koşulları yaratabilmiştik.
Bu dönem yeniden inşanın 1. aşamasını oluşturuyordu.
Ve bu birikim üzerinden artık devrimci atılımın
somut olarak hazırlanması işine girişmek görevini
koyduk önümüze... Artık devrimci savaş düzenine
geçme zamanı gelmişti. Yaratılan birikim gerçek
bir devrimci savaş örgütüne dönüştürülmeliydi.
2007
başında bu belirlemeler temelinde yeniden inşa
sürecinin 2. aşaması başlatıldı.
Yeniden
inşanın 2. aşaması esas olarak tüm zeminlerimizin
devrimci atılımı hazırlama temelinde, son beş
yılda oluşmuş bütün dengelerin, konumların, statülerin,
davranış biçimlerinin, örgütlenme tarzının alt-üst
edilmesi, herşeyin deyim yerindeyse yeniden örgütlenmesi,
her şeyin misliyle hız kazanması, daha önceki
sürece nazaran çok daha büyük bir enerjinin, olanakların
ortaya çıkarılması anlamına geliyordu.
Bunun
anlamı oldukça kritik ve zorlu, fırtınalı bir
döneme girildiğiydi. 2. aşamanın kritik halkasını
kadrolaşma ve Hareketin önderlik düzeyinin daha
ileri bir noktaya sıçratılması, bütün bunlar için
gerekli adımların atılması, zeminlerin yaratılması
oluşturmaktaydı.
Öncü
tutumlar, tereddütsüz adımlar kadar, kırılmalar,
dökülmeler, yetmezlikler de eşikte duruyordu.
Öncü
tutumları büyütmek, kırılmaları, dökülmeleri,
yetmezlikleri ise aşmak tümüyle esnek ve daha
gelişkin bir önderlik düzeyinin yaratılmasına
ve kadrolaşmanın devrimci savaş düzenine göre
biçimlendirilmesine bağlıydı.
Yeniden
İnşanın 2. Aşaması;
Sıçrama
Yerine Kırılmaların Başlaması...
2.
aşamaya dönük ilk adımları atar atmaz sorunlu
yanlar olanca ağırlığıyla sürecin üzerine adeta
çöktü.
Geride
bırakılan sürecin sıkıntılı, zaaflı yanları ile
yeni aşamaya geçişin sıkıntıları birleşince ortaya
adım adım bir gerileme tablosu çıkmaya başladı.
Öyle ki, daha bir yıl öncesinde yapılabilen çalışmalar
bile, yeni ve daha ileri bir çalışma düzeyi hedefi
koymamıza karşın yapılamaz hale geldi.
Sürecin
sıkıntıları planlı bir çalışmayla tespit edilip,
sistematik biçimde tek tek üzerine gidilmek yerine,
sorunlar patladıkça parça başı ele almaya ve çözmeye
çalışmak sorunları derinleştirdi.
Kilit
sorun olan kadrolaşmada yaşanan problemler gerilemede
başat rol oynamasına karşın, bu noktada bütünlüklü
çözümler geliştirilmedi. Dahası kadrolaşmayı sistematik
olarak ve gelişkin düzeyde ele alıp geliştirmemek,
vb. temel faktörler sürecin bütün cephelerinde
kırılmalar yaratarak geriye düşüşü derinleştirdi.
2.
aşama gibi önemli bir değişim, alt-üst oluş süreci
düşünüldüğünde sorunların misliyle daha büyük
karşımıza çıkacağı açıktır. Bunlara dönük çözümleri
somutlaştırması gereken ise parti önderliğidir.
Ancak parti önderliği bunu yeterince başaramamıştır.
Devrimci
Sosyalist Hareketimize gelen bir devrim sempatizanı
onun geliştirdiği devrimci yenilenme perspektifine
bakıyor, tarihine bakıyor, çalışmalarındaki ilerleme
dinamizmine bakıyor, umut görüyor. Fakat bundan
uzaklaşıldığı ölçüde hızla kırılıyor. Umut ne
kadar büyük olursa, pratik karşılığı oluşmadığında
kırılma ve uzaklaşmada o kadar büyük ve hızlı
oluyor.
Türkiye
devrimci hareketinde siyasetlerin küçümsenemeyecek
bir bölümünün bugün yaptıklarıyla, verili koşullarda
çok büyük değişiklikler olmadığı sürece on yıl
sonra yapacakları arasında büyük bir fark yoktur.
Bu akış, bu durum, ufukları, stratejik çizgileri,
öngördükleri pratik mücadele tarzı vb. nedenlerden
ötürü normaldir de... Bugünlerine baktığınızda
aslında yarınlarını da önemli ölçüde görebilirsiniz.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz farklı bir iddianın sahibidir.
Devrimci Sosyalist Hareketimiz bugün yapabildiklerinin
asıl yapmak istedikleri için sadece bir başlangıç
olduğunu ifade ederek yola çıktı. Devrimci Sosyalist
Hareketimiz, devrimci savaş temelinde atılım yoluyla
büyük ve bütünlüklü bir çıkış yaratmak için yola
çıktı. Bugünkü pratiğini, yeniden inşayı bu büyük
atılımın yolunu düzleyecek geçici bir süreç olarak
koydu. Devrimci Sosyalist Hareketimizin kadro
ve taraftarları büyük mücadelelerin ufku, umudu
ve coşkusuyla yola çıktı. Geçici olan kalıcılaştığında,
gelişme ritmi yavaşladığında ya da durduğunda,
o ritme kapılarak sürece dahil olanların oldukları
yerde durabilme şansları yoktu.
Daraldıkça,
kırıldıkça cüret yitimine uğramak, sürecin stratejik
hedeflerine ve çalışmalarına yoğunlaşarak süreci
rotasına oturtmak yerine günlük sorunlar ve hedeflerde
yoğunlaşmak, günlük çalışmanın sürgit akışına
kapılmak pratiğimizin temeline oturdu. Böylece
başlangıçtaki postmodernizm eleştirisinin pratik
karşılığı verilememiş, "bütünsel ve merkezi"
mücadelenin örgütlenmesi perspektifinden giderek
uzaklaşılarak günlük, yerel sorunlarla uğraşan
bir tablo ortaya çıkmıştır.
Müdahale
edildiğinde ise bunların sonuçları ancak oldukça
sınırlı oldu. Sürecin genel akışını değiştirmeye
yetmedi.
IV
- "Ya Örs Olacağız, Ya Örse Çekiç!"
Devrimci
seçenek/önderlik hareketi her şeyden önce süreklilik
içinde kopuş hareketidir.
Devrimci
seçenek/önderlik hareketi, herkesin, dost düşman
herkesin, ideolojik hattıyla, politik açılımlarıyla,
örgütsel ve kadrosal duruşuyla, kültürel kodlarıyla,
pratik çizgisiyle, düzenden kopuşun, yeni bir
hayatın, yeni ve daha ileri bir pratiğin, yeni
sosyalist uygarlığın özünü, nüvesini gördüğü harekettir.
Devrimci
seçenek/önderlik sözü ve eylemiyle emekçi haklarımıza
dayatılan kulluk siyasetini sarsacak ve giderek
yıkacak, tüm solu sarsacak bir düzeyin yaratılmasıdır.
1920
TKP'si bir kopuş hareketinin nüvesiydi, 71 devrimci
atılımı bir kopuş hareketiydi, 90'lı yıllarda
başlayan yeni dönemin kopuş hareketini, devrimci
önderliğini/seçeneğini yaratma görevi önümüzde
durmaktadır.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz, bu düzeyin yaratılması
için, devrimci seçeneğin/önderliğin yaratılması
için basamak olacak sağlam bir ideolojik-teorik
temel ve pratik deneyimler yaratmıştır.
Tüm
gerileme ve kırılmalarımıza rağmen, devrimci önderlik/seçenek
olma duruşunun en temel unsurlarından biri olan
devrimci cüreti ve iradeyi dün nasıl üretebildiysek,
bugün de üretebiliriz/üreteceğiz. Bugün son dört-beş
yıldır yaşadığımız gerileme durumunun en ağır
süreçlerini kısmen geride bıraktık ve giderek
durumumuzu düzeltiyoruz.
Ancak
burada duramayız, ya da yeniden inşayı 2002'de
başlattığımız süreçleri tekrarlayarak tamamlayamayız.
Durum teorileri yaparak, mevcut durumumuzu kısmi
düzeltmelerle sürdürme çabası içinde olamayız.
Bunu yapsak bile başaramayız, çünkü devrimcilik,
öncü duruşu yakalamaktır, bunun için gerekli adımları
cüretle atmaktır. Bunun dışındaki tüm tutumlar
kendini ve halkı kandırmaktan öte bir anlam taşımaz.
Düşmanın
basıncı ve iç yetersizlikler karşısında en azla
yetinme, ileriye doğru hamle yerine, ufkunu ve
pratiğini varolanı korumayla, mümkünse küçük adımlarla
varlık sürdürmeyle sınırlama devrimciliğin ölümüdür.
Ve
devrimcilik karıncaların tek düze biriktirme çabalarıyla
anlatılamayacak, açıklanamayacak, büyük değişimlerle,
sıçramalı gelişmelerle ilerleyen/ilerleyebilecek
olan bir faaliyetdir.
Tam
da burada "Gerçekçi ol, imkansızı iste!"
şiarı bütün ışığıyla yol göstericidir.
Yeniden
tüm bilincimizle, ruhumuzla, enerjimizle stratejik
hedeflerimize kilitlenmek zorundayız.
Devrim
ve sosyalizm ufkumuzu, stratejik çizgimizi esneyen,
ama asla kırılmayan, bükülmeyen bir iradeyle,
tam bir serdengeçtilikle, fedai ruhuyla ve sonsuz
bir enerjiyle pratikleştirmek!, görevimiz budur.
Bu
noktada üç ana halka hala belirleyici rol oynuyor.
Birincisi, parti önderlik düzeyini daha fazla
yetkinleştirmek ve partiye sımsıkı sarılarak onu
daha işlevli kılmaktır. İkincisi, kadrolaşmayı
yeni bir düzeye sıçratmak, bunun için gerekli
zeminleri yaratmaktır. Üçüncüsü, stratejik çizgimize
uygun bir pratiğin örgütlenmesi için gerekli adımları
atmayı tüm pratiğimizin asli hedefi haline getirmektir.
Bu üç ana halka birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılıdır,
biri olmadan diğeri mümkün değildir. Dolayısıyla
her üç halka aynı anda tutulmak, yakalanmak ve
geliştirilmek zorundadır.
Bu,
en az riskle, en az olanla yetinme, en fazlasından
biraz ileriye gitme yaklaşımı yerine, risk almaktır.
Kesin bir iradeyle 71 ruhunu yeniden kuşanmaktır.
Devrimci
Sosyalist Hareketimiz sahip olduğu devrimci yenilenme
perspektifi ve yeniden inşa hedefiyle devrimci
önderliği/seçeneği yaratma zeminine en yakın harekettir.
Bu, boş, kendinden mekul bir iddia değildir. Devrimci
Sosyalist Hareketimizin 2000'lere değin gelen
tarihsel birikimine, 2000'ler sonrasında geliştirdiğimiz
devrimci yenilenme perspektifine art niyetsiz
bakanlar bu gerçeği görebilir. Ortaya koyduğumuz
teorik ve pratik düzey çeşitli yönleriyle eleştirilse
bile, en azından büyük bir devrimci sıçrama dinamiğinin
yaratılmak istendiği, bunun teorik ve pratik zeminlerini
yaratmak için ciddi bir emek ve çabanın olduğu
görülebilir.
Bütün
bu gerçeklik nedeniyledir ki, Devrimci Sosyalist
Hareketimiz, devrimci önderliği/seçeneği yaratma
zeminine en yakın harekettir diyoruz. Çünkü devrimci
seçeneğin/önderliğin yaratılması sorununa ne yeni
koşullarda bir toparlanma, bir örgüt yaratma sorunu
olarak bakmış, ne de sol liberalizmin ve parçacı,
yerel çizgilerin bir dönem oldukça "şirin"
görünen, şimdilerde de değişik biçimlerde etkisini
sürdüren akıntısına kapılmıştır.
Devrimci
yenilenme perspektifiyle geçmiş birikimler ile
bugün ve gelecek arasındaki bağı kurmuştur. Dahası,
1990'larla birlikte yeni bir tarihsel dönemin
başladığını tespit ederek, asıl sorunun basitçe
bir toparlanma ve örgüt yaratma meselesinin ötesinde,
yeni dönemin devrimci önderliğini/seçeneğini yaratmak
olduğunu net biçimde belirlemiştir. Devrimci yenilenme
perspektifi temelinde bugün ve geleceğin devrimci
ve sosyalizm ufkunun, stratejik çizgisinin temellerini
atmıştır. Bu ufku, bu çizgiyi pratikleştirme noktasında
yaşadığımız sorunları yukarıda ifade ettiğimiz
üç ana halkayı sağlam biçimde yakalayarak aşabiliriz.
Ve yakın olana, devrimci önderlik/seçenek olma
konumuna ulaşmak için silkinerek ilerleme zamanıdır.
Türkiye
ve Kuzey Kürdistan'da sınıflar mücadelesinin girdiği
sert ve giderek daha da sertleşecek olan mecra,
devrimcilik iddiasında olan hiç kimseye, en başta
da Devrimci Sosyalist Hareketimize artık varolan
temposuyla yürüme ve devrimcilik yapma şansı vermemektedir.
Ya
Örs olacağız, ya örse çekiç!
V
- 11. Tez Unutturulamaz!
Marx'ın
11. tezi devrimciliğin özünü ifade eder. Dünyayı
yorumlamak yetmez, aslolan değiştirmektir. Marksizm-Leninizm
bir praksis düşüncesidir, teori ile pratiğidir.
Onun özü budur. Yorumculuk noktasına savrulmuş,
değiştirme gücü olmayan bir devrimcilik devrimcilik
değildir. Eğer daha da kötü bir şey değilse, en
hafif tanımlamayla lafazanlıktır.
Sınıflar
savaşından söz ediyorsak ve buna devrimci öncülük/önderlik
gibi bir misyonla müdahale etmeyi başat görev
sayıyorsak, ki bir devrimci olmanın, devrimci
örgüt olmanın asli öğesi budur, bu savaşın bir
parçası olmak zorundayız. Olmuyorsak/olamıyorsak,
bu savaşa ancak kıyısından köşesinden tutunabiliyorsak,
o zaman devrimcilik iddiamızı kesin ve köklü biçimde
sorgulamak zorundayız.
Türkiye
devrimci hareketinin bütün bileşenlerinin önünde
böylesi bir görev durmaktadır. Bunu ifade ederken,
söylemek istediğimiz şey, kimi siyasetlerin fazladan
birkaç kurumu ve kadrosu var olduğu için aymaz
bir ukalalıkla yaptığı gibi, "sol ve devrimci
hareketler büyük bir bölümü niye var, gerekli
değiller" türünden negatif bir yaklaşım asla
değildir. Tam tersine olumlu bir yerden bakıyoruz.
Tüm devrimci ve sol güçlerin varlığını olumlu
ve anlamlı buluyoruz. Faşizmin karanlığına karşı
az ya da çok sesini yükselten, pratik adımlar
atan her devrimci oluşumu, her adımı, her varoluşu
değerli buluyoruz ve dost olarak görüyoruz. Bu
nedenle pozitif bir yerden bakarak, varlık nedenimizi
sorgulayalım ve buna uygun bir bakış açısı ve
pratik geliştirelim diyoruz. Devrimci hareketin
bütün bileşenleri devrimci seçenek/önderlik konumuna
ulaşabilir mi, elbette hayır... Ancak bulunduğu
noktadan hareketle ML bağlamda olmasa bile öncü
tutumlar geliştirebilecek dinamiklere sahip hareketler
var. Dahası devrimci hareketin bütün bileşenleri
bu yönlü bir sorgulama temelinde sürece yüklendiğinde
mevcut en az riskle, en az pratikle en az devrimci
rol oynama tutumu ve atmosferi önemli ölçüde değişecektir.
Devrimci
olan herkesin bildiği ve sık sık tekrarladığı
11. tezin bugünkü anlamı, devrimci önderliği/seçeneği
yaratmaktır.
Hiç
kimsenin, mevcut etkisizlik durumunun Türkiye
devrimci hareketinin genel bir özelliği olmasından
hareketle, 11. tezi unutmaması, unutturmaya çalışmaması
gerekiyor.
Bu
sınıflar mücadelesi karşısında boş bir çabadır.
Devrimci sosyalizm sahip olduğu birikim ve ufukla
11. tezi toplumsal yaşamın merkezine taşıyacaktır.
Ya
başaracağız, Ya başaracağız!
|