İçinden
geçmekte olduğumuz süreç, 2012 yılı, birçok alanda
partimiz ve devrimci harekete yeni ve karmaşık
görevler yüklemektedir. Bu görevlerin biri de,
diğer devrimci görevlerle iç içe yeni bir birlik/ittifak
siyasetini örgütlemek, buna bağlı olarak devrimci
hareket için yeni bir politik alan ve devrimci
odak oluşturmaktır.
Nereden
bakarsak bakalım, 2012 yılı, içinden geçtiğimiz
yeni tarihsel dönemin ağırlaşmış tüm sorunlarından
ne bağımsızdır ne de önceki süreç ve yılların
basit bir tekrarıdır. Tam tersine, bu tarihsel
dönemin tüm sorunları adeta bu süreçte yeniden
ve yeniden üremekte, daha ağır ve yakıcı olarak
devrimci ve sosyalist hareketin gündemini belirlemekte,
etkilemekte ve devrimci hareketi basıncı altına
almakta; tüm bunların karmaşık ve zorlu kombinasyonu
içinde kendi yolunu aramaktadır.
Kapitalist-emperyalist
sistem sürekli kriz üretmektedir. Kapitalizmi
krizden, krizi kapitalizmden ayrı düşünmek mümkün
değildir. Ancak kapitalizme karşı sosyalizm, dünden,
önceki tarihsel dönemlerden (2. bunalım döneminde
Ekim Devrimiyle dünyanın 1/6’sında; 3. bunalım
döneminde ise, dünyanın 1/3’de sosyalizm maddi
güçtür) farklı olarak, güçlü bir devrimci odak
ya da politik alan oluşturmamaktadır. Bir başka
ifade ile Ekim Devrimin açmış olduğu yoldan yürüyen
işçi sınıf ve halklar için, bir dönem dünyanın
1/3 kapitalist sömürünün dışında sosyalist bir
dünya varken, bugünün en ayırt edici özelliği
olarak, içinden geçtiğimiz tarihsel dönemde sosyalizm
savunma çizgisinde kalmıştır. Bir yandan, kapitalist-emperyalist
sistem reel sosyalizmin çözülmesiyle yeni bir
döneme adım atmış, kapitalist sömürü ve barbarlık
her alanda derin tahribatlar yaratmış, öte yandan
bu saldırı programlarına karşı devrimlerin nesnel
koşullarına rağmen güçlü bir devrimci ve sosyalist
seçenek oluşmamıştır. Yeni tarihsel dönemin sömürü
modeli neo-liberalizmdir; bu sömürü modeli aynı
zamanda kapitalizm için yeni bir sermaye birikimi
modelidir. Vahşi, ilkel sermaye birikimin en pervasız
biçiminin süreklileştiği bu sömürü modeli, aynı
zamanda kapitalizmin tarihsel sınırlarını belirlemektedir.
Kapitalizmin
sınırları tükense de, tek başına, evrimci tarzda
kapitalizm son bulmaz; kapitalizm koşullarında
ortaya çıkan devrimci, sosyalist öncü ve halk
hareketi kapitalizmi yıkar. “Ya kapitalist barbarlık
ya sosyalizm” sadece emperyalist çağın stratejik
şiarı değil, aynı zamanda bugünün güncel şiarıdır.
Bilimsel
sosyalizmin 1847/8 yılından bu yana, 150 yıllık
devasa tarihsel-siyasal birikimi vardır. Bilimsel
sosyalizm donuk, durağan, “tamamlanmış” bir teori,
işçi sınıfının salt dünya görüşü değildir. Bilimsel
sosyalizmde, diyalektik yöntem ve eleştirel yaklaşım
içseldir; her tarihsel dönemde, içsel olan değişim
ve dönüşüm dinamiklerine bağlı olarak kendini
yeniden üretmek zorundadır. Uzun yıllar sosyalizmin
yaşadığı krizde bu yeniden üretimdeki zayıflığın
rolü vardır; bu hala aşılmış değildir. Sadece
bu değil; aynı zamanda kapitalist kuşatmaya karşı,
ideolojik, politik ve örgütsel karşı koyuşun gerilemesi
bugün dünyada işçi sınıfı ve halklara gri bir
tablo sunmaktadır.
Bu
koşullarda Türkiye devrimi ise, uzun yılları kapsayan
genel ve özgün kriz dinamiklerini aşmış değildir.
Türkiye devrimci hareketi, asıl olarak kendi iç
dinamiklerinden kaynaklı olarak, uzun yıllara
yayılan yenilgi-toparlanma-gerileme diyalektiğini
aşamamıştır. Hiç şüphesiz, Türkiye devrimci hareketinin
yaşamış olduğu bu kriz sarmalı, her gün daha da
ağırlaşmaktadır. Hemen yanı başında, Kürdistan’da
bu yenilgi ve gerileme eğilimlerine karşı, bir
halk, Kürt halkı, politik önderliğe bağlı olarak
kendi özgürlüğü için ayağa kalkmış; ancak burada
kurulacak bir paralel yürüyüşün bir dizi kazanımı,
tam da bu paralellik, ya da birlikte yürüyüşteki
zayıflık nedeniyle tersine dönmüştür. Devrimci
hareket, kendi dar gündeminden kopamamış, işçi
ve emekçi sınıfların, ezilenlerin gündemi ve onlarla
aynı örgütsel kanallarda buluşamamış, Kürt Ulusunun
özgürlük kavgasıyla sıkı ve sürecin ihtiyaçlarına
uygun bir kanal açamamıştır. Bu anlamda, “öncü
güçler”, Türkiye devrimci hareketi ile halk arasındaki
mesafe her geçen gün daha da büyümüş; “öncü güçler”
kendi ile sınırlı bir yerde en ilerisinde varlığını
korumaya çalışmıştır. Elbette bu kuşatmayı aşmak
için, bu kuşatmadan devrimci çıkış için geliştirilen
tartışma ve politik projeler vardır; ama bunlar
hala zayıftır ve ideolojik-politik-örgütsel karşılığı
tam inşa edilememiştir.
Mevcut
tablo için birçok verilerden söz etmek mümkündür;
ama nereden bakarsak bakalım, ortada ağırlaşmış
bir süreç ve bunun ağır ve yakıcı sonuçları önümüzde
durmaktadır. Bu ağır sonuçları parçalayıp dağıtmak,
aşmak ise güncel görevdir.
Yeni
Saldırı Programına
Karşı
Ortak Direniş
Türkiye
sadece yeni tarihsel dönemin ağır dönemsel ve
güncel sorunlarının, tüm çelişkilerinin derinden
yaşandığı bir ülke olarak kalmıyor, aynı zamanda
tarihsel ve güncel sorunlarıyla tüm bu çelişki
ve çatışmaların odağında da kalıyor.
AKP
üst üste aldığı üç seçimin kazanımlarını arkasına
alarak işçi ve emekçi sınıflara, Kürt Ulusuna
yeni bir savaş konsepti uygulamaktadır. Bir yandan
neo-liberal sömürü modeli derinleşirken, bu sömürü
modelinin tüm sonuçları işçi ve emekçi sınıflara,
halka fatura ediliyor; özelleştirmeden tutalım
sosyal güvenlik yasasına kadar bir dizi saldırı
ile kazanılmış haklar budanıyor. Emperyalizm ve
tekelci sermaye bu sömürü modeli üzerinden ortak
çıkarları doğrultusunda yeniden biçimleniyor.
Oligarşi içi çelişki, emperyalizm ve tekelci sermayenin
partisi olan AKP
lehine evrilirken, bu çelişki ve çatışmada en
çok kullanılan “demokrasi” kavramı, işçi ve emekçi
sınıflar, ezilenlere karşı bir silaha dönüşüyor.
Bunun sonucunda ise, ekonomik sömürü ve sermaye
birikimi yeni bir yolda ilerlerken, halkın payına
açlık, yoksulluk, ahlaki çürüme, hastalık, insani
yaşam hakkının (barınma, eğitim, sağlık, soysal
güvenlik, çevre vb) yok edilmesi düşüyor. Bunun
yanında sol ve devrimci hareket başta olmak üzere,
düzene “muhalif” kesimler yeni bir özel savaş
konsepti ile baskı altına alınıyor.
Bu
dönemde, “Arap Baharı” Ortadoğu’da bir dizi değişim
ve dönüşüme yol açarken, emperyalizmin bölgesel
hesap ve nüfuz alanını genişletmek için yeni hamleleri
gündemdedir. Dün Afganistan ve Irak işgali; bugün
Mısır’dan Tunus’a halk hareketleri ve bunlara
emperyalizmin müdahaleleri, dahası Libya’ya emperyalist
müdahalenin bir benzerinin Suriye için uygulamaya
konulması... Emperyalizmin Ortadoğu’da nüfuz alanını
genişletme hamleleri hem derinlemesine hem de
genişlemesine artıyor; savaş, işgal, askeri müdahaleler,
kışkırtmalar, yeni ikili anlaşmalar halkların
boynuna ağır bir fatura yüklüyor. Hiç şüphesiz
Ortadoğu’da bu durum emperyalizme yeni sömürgecilikle
bağlı Türkiye’ye, bu emperyalist savaş ve saldırı
programları için yeni roller yüklüyor. Bir yandan
Türkiye’de yeni sömürgecilik derinleşiyor, öte
yandan Türkiye emperyalizmin vermiş olduğu görevlere
bağlı olarak Ortadoğu’da Truva atı rolü oynuyor.
Kürt
Ulusu ve onun öncü güçleri, emperyalizm ve oligarşinin
ortak operasyonu ile yeni bir kuşatma, tasfiye
saldırısı altındadır. Emperyalizm ile AKP, sadece
oligarşi içi çelişkilerde ortak bir yerde durmakla
kalmıyor; Kürt Ulusunun tüm demokratik taleplerini
sömürge düzeni içinde eritmek ve Kürt Ulusunun
örgütlülüğünü dağıtmak, parçalamak için sömürge
savaşını yeni bir konseptle uyguluyor, bu yönde
özel savaş yürütüyor. Bir yandan binleri bulan
gözaltılar, tutuklamalar, tehditler… Öte yandan
gerilladan halka kadar uygulanan imha (Uludere’den
Kazan Vadisi’ne uzanan katliamlar) politikası
yürütülen özel savaş taktiğidir.
Ayrıca
bugünkü süreçte “demokratik açılım”ın ta başından
beri bir safsata olduğu gerçeği çok net bir biçimde
ortaya çıkmış ve iflas etmiştir. Bu bağlamda,
görüşme-müzakere oyalamaları ile “Kürt sorunu
yoktur” ekseninde yeni bir savaş konsepti, Kürt
Ulusu ve onun öncü güçleri için uygulamaya sokulmuştur.
Uygulanan bu özel savaşı püskürtmek sadece Kürt
Ulusunun değil, Türkiye Halklarının ortak mücadelesi
ile ortak kazanımı olmalıdır.
İşte
bu koşullarda, bu baskı ve saldırılar karşısında
sol ve devrimci hareket için yeni bir birlik/ittifak
siyaseti zorunludur.
Birlik/İttifak
Siyasetimizin
Üç
Ana Ekseni
Mevcut,
önemli ölçüde kendiliğinden, daha çok “içe bakan”
ve “dışa açılmayan”, tek ya da dar bir gündemle
oluşan birlik/ittifak biçimleri (platformlar)
yetersizdir. Kimi platformlar kimi süreçlerde
devrimci işlev de görmüştür. Ama hem yeni sürecin
ihtiyaçlarından uzaktır, hem de birçok platform
söz konusudur. Bu haliyle hem enerji kaybına yol
açmakta hem de dağınık, örgütsüz bir tabloyu işaret
etmektedir.
O
halde yeni bir birlik/ittifak siyasetine ihtiyaç
vardır.
Yeni
birlik/ittifak siyaseti, bundan önceki tüm birlik/ittifak
girişim ve oluşumların kazanımlarını arkasına
almalı; bunun üzerinden güncel ve dönemsel bir
birlik/ittifak inşa etmelidir. Artık bir dönem
az çok devrimci işlev gören ama bu işlevinden
şu ya da bu nedenle uzaklaşan her oluşumu aşmak,
günün ve dönemin ihtiyaçlarına uygun yeni bir
birlik/ittifak inşa etmek zorunludur; bu görevimizdir.
Bu ihtiyaca ve göreve uzak durmak Türkiye devrimci
hareketine bir şey kazandırmaz.
Yukarıda
özetle ele aldığımız gibi; Türkiye devrimci hareketini,
oldukça karmaşık ve yoğun gündemler, zorlu süreçler
beklemektedir. Bu zorlu süreçlerde, karmaşık ve
yoğun gündemler içinde boğulmamak, güncel ve dönemsel
sorunları ana eksenlerde sadeleştirmek ve yeni
birlik/ittifak siyasetini bu ana eksen üzerinden
inşa etmekte yarar vardır.
Bu
anlamda üç ana eksen, içinden geçtiğimiz dönemde
birlik/ittifak siyasetimizin temelini oluşturmalıdır.
1)
Anti-emperyalist eksen; Emperyalizmin, Ortadoğu
ve bununla bağlantılı olarak ülkemiz için yeni
saldırı politikaları hiç eksik olmadı. Bu saldırı
politikalarının derinleşeceği de açıktır. Hem
Ortadoğu’daki gelişmeler, hem de ülkemizdeki kimi
adımlar (Malatya Kürecik’te faaliyete geçen füze
kalkanı gibi) bu ana başlıkta devrimci tavrı zorunlu
kılmaktadır. Ortadoğu halklarının yanında olmak,
emperyalist her saldırıda devrimci tavır almak
ertelenemez devrimci görevdir.
Bu
alt başlıkta kimi süreçlerde az çok olumlu işlev
de gören bazı oluşumların devrimimize katkı sunduğu
da açıktır. Bugüne kadar bu kazanımları korumak
ve geliştirmek yeni birlik/ittifak siyasetimizin
prensibi olmalıdır.
2)
Oligarşinin AKP eliyle yürütmüş olduğu saldırılara
karşı devrimci direniş ekseni; Oligarşinin hiçbir
kesimi, ne AKP, CHP, MHP ve diğer burjuva partiler,
ne de Genelkurmay gibi kurumlar, ne anti-emperyalist
ne de demokrattır. Bu anlamda, tüm burjuva partilerine
cepheden tavır almayan, bunlar arasındaki çelişkiden
“demokrasi” bekleyen her anlayış, sınıf mücadelesinde
oligarşinin herhangi bir kesimine “yedek güç”
olmaktan kurtulamaz. Nitekim çeşitli süreçlerde
bunun örnekleri sık sık yaşanmaktadır. Yukarıda
ifade ettik, kapsamlı bir ekonomik ve siyasal
saldırı programı halka karşı uygulamaya konulmuştur;
bu saldırı programında ise AKP burjuvazinin öncü
gücüdür. O halde bu saldırı programına cepheden
tavır almak, bu çizgide bir direniş örgütlemek
günün devrimci görevleri arasındadır. Hak gasplarından
devrimci harekete kadar uzanan bu saldırılara
karşı ortak bir direniş örgütlemek, bunun sokakta
sesi olmak ertelenemezdir.
3)
Kürt Ulusunun özgürlük sorunu ekseni; Kürt sorunu
hem tarihsel hem de güncel yakıcı, demokrasi mücadelesinin
en önemli (tek değil) sorunudur. Tek bir gün yok
ki, Kürt Ulusunun özgürlük sorunu, demokrasi mücadelesinin
bir parçası olarak siyasal gündemden uzak olsun.
Bu yakıcı sorun karşısında, ideolojik-teorik yaklaşım
ne olursa olsun, Türkiye işçi sınıfının, halkların,
sol ve devrimci hareketin doğru yerde durması
ve buna uygun görevleri atlamaması bir zorunluluktur.
Ezilen ulus özgür olmadan ezen ulus özgür olamaz;
Kürt Ulusunun özgürlük taleplerinin yanında olmadan,
bu haklı taleplere ezen ulus emekçileri tarafından
katkı sunmadan, Türkiye halklarının bağımsızlık,
demokrasi ve sosyalizm kavgası büyümez. Yani iki
ülke-iki devrim gerçeği vardır; ama adeta iki
ülke devriminin kaderi ortaktır, birbirini yakından
etkilemektedir. Bu noktada, tarihsel ve güncel
gelişmelere müdahale eden bir enternasyonal köprü
kurmak günün görevidir. Kürt ulusuna imha ve inkar
dayatılırken biz kendi dar gündemimiz içinde eriyemeyiz.
O halde bu ana eksende ortak bir direniş ve dayanışma
çizgisi oluşturmak iki ülke devrimine çok şey
kazandıracaktır.
Özetle;
bu üç ana eksen üzerinden yeni bir birlik/ittifak
siyaseti günün, dönemin devrimci görevlerinden
biridir. Devrimci Sosyalist Hareketimiz, önüne
koymuş olduğu yeniden inşa sürecinin tüm devrimci
görevlerine sahip çıkarken, kendi bağımsız politik
hattında bu temelde yürürken, bu üç ana eksende,
sol ve devrimci güçlerle yan yana olmaktan onur
duyacaktır.
Sol
Ve Devrimci Harekete Çağrı
1)
Bu üç ana ilke üzerinden, bugüne kadar tüm birlik/ittifak
biçimlerini (ki bunlar platformlardır) tek ve
merkezi bir platforma dönüştürmek sürecin ihtiyacıdır.
2)
Sol ve devrimci hareketin her bir kesiminin bu
üç alanda özgün görüşleri olabilir; ama bunlar
yeni bir birlik siyasetin önünde engel değildir.
Özgünlükler elbette korunacaktır; bunun üzerinden
bir tartışma hiçbir devrimci gücün gündemi bile
olamaz. Ama bu özgünlükler, bu konularda ortak
politik tutum önünde engel değildir; politik tutumları
ortaklaştırmak, buradan boğulmak istenen devrimcilerin
sesini daha güçlü kılmak, birleşik bir politik
alan tutmak, her devrimci gücün kazanımı olacaktır.
3)
Ayrıca, bu yeni birlik/ittifak ilişkisi her devrimci
gücün kendi yolunda, kendi programı ile yürümesinin
önünde engel değildir. Tam tersine bu yönelime
saygı ve ona devrimci hareket içinde destek sunma
projesidir.
4)
Biçimi (platform, konsey, birlik) işleyiş ilkeleri
(tüm devrimci örgütlenmelerin eşit ve özgür ilişkisi,
ortak kararlara uyma zorunluluğu, ana ilkeleri
vb), hatta bunlara bağlı olarak adlandırması üzerinden
yürüyecek her tartışma ve önerinin bu birlik siyasetine
katkı sunacağı açıktır.
Bütün
bunları birlikte inşa etmek için tüm sol ve devrimci
güçlerini bu ana ilkeler üzerinde birlik oluşturmaya
davet ediyoruz.
|