Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

61-1. Sayı - Kasım 2009

Devrimci sosyalizm, yeni bir politik döneme adım atıyor... Devrimci yenilenme sürecimiz yeni bir aşamaya girerken bir dizi alanda olduğu gibi genel olarak politik çalışma tarzında da yeni ve daha ileri bir düzey ihtiyacı kendini dayatıyor. Bu, basit bir değişiklik ihtiyacı, yeni bir isimlendirmeye duyulan teknik bir gereksinme değildir. Burada söz konusu olan şey, bir kabuk değişimi ve yenilenme çabasıdır.
Devrimci mücadelenin çeşitli dönemeçlerinde bir politik yapının dönüp kendi süreçlerini eleştirel bir biçimde gözden geçirmesi ve bunun sonucu olarak devrimci çalışmanın bütün alanlarını ve cephelerini yeniden değerlendirmesi pek sık rastlanan bir durum değildir; partilerin yaşamında bu tür dönüm noktaları kritiktir ve önemlidir. Bu tür dönemeçlerde yön değişiklikleri ortaya çıkar ve az ya da çok bir hızla çalışmanın bütün cepheleri bu yön değişikliği ile uyumlu hale gelir, getirilir.
Devrimci sosyalizm, kendi kendisine yönelmekten, kendi kendisini eleştiri süzgecinden geçirmekten çekinmeyen, bu konuda cesur davranabilen bir politik akımdır. Geleneği böyledir, tarzı böyledir, deyim yerindeyse genetik yapısı böyledir. Bu, aynı zamanda yenilenme öğesine süreklilik kazandıran, bir biçimden diğerine geçişleri yapabilen bir yeteneklilik durumudur. Dünyanın, Ortadoğu’nun ve yaşadığımız toprakların bugünkü muazzam devrimci ortamında, kendisine, daha doğrusu kendi temsil ettiği mücadele çizgisine duyulan büyük ihtiyacın farkında olan, bu ihtiyacı karşılayamamanın acısını ta iliklerinde hisseden devrimci sosyalizm, kendi yapılanmasını ve aslında bir bütün olarak çalışma ve örgütlenme mantığını bu ihtiyaca yanıt verecek biçimde organize etmeyi önüne birincil hedef olarak koymuştur. Esasen devrimci sosyalizmin siyasal varlık nedeni, yaklaşık otuz beş yıllık serüveninin asli çıkış noktası tam da bu müdahale ihtiyacıdır. Devrimci sosyalizm, Türkiye’nin sol arenasındaki renklerden biri olmayı, bilinen mozayiğin bir parçası olarak durumu idare etmeyi hiçbir zaman kendisi için yeterli bulmamış, zaman zaman çeşitli nedenlerle kendisine düşeni gerçekleştiremediği dönemlerde de bunun sıkıntısını derinden hissetmiştir. Her devrimci sosyalistin gerçek motivasyonu budur; her devrimci sosyalist mensubu bulunduğu politik akımın şu ya da bu nedenle böyle bir noktada olmamasını normal ve kabul edilebilir bir durum olarak içine sindirmemiştir, sindirmemesi de son derece sağlıklı bir davranıştır.
Bu anlamda bugün yaşanan şey, aslında bir durum değişikliğinden çok, devrimci sosyalizmin üstüne düşen ağır ve zor görevi gerçekleştirebilir bir düzey yakalama çabasıdır. Bu çok cepheli ve çok kapsamlı düzey yükseltme çabasının bir parçası olarak Emek ve Özgürlük Cephesi de, bir ismin bir yerden silinip diğerinin yazılması gibi basit bir işleme değil, yönümüzü sözü edilen ihtiyaç ve göreve döndüğümüz, bu ihtiyaç ve göreve uyumlu bir süreç yaratmayı önümüze koyduğumuz bir yaklaşımın ürünüdür. Tarihin bizim için yaptığı görev tanımı bellidir; varlık nedenimiz odur; bundan daha alt düzeyden bir beklentiyi başkaları karşılayabilir ve zaten karşılamaktadır. Bu görev tanımı ise kendisine uygun çalışma ve örgütlenme tarzlarını zorunlu kılar.
Emek ve Özgürlük Cephesi, bu anlamda esas olarak bu göreve uygun bir çalışma mantığının kurulması çabasıdır. Esasen tarihsel arka planımıza baktığımızda bizi karakterize eden stratejik anlayış ve mücadele biçimleri kombinasyonuna uygun militan/kitlesel çalışma ve örgütlenme deneyimleri bağlamında belki çok zengin birikimlere sahip değiliz, ama bu miras önemsiz de değildir. Çok kısa ömürlü 1971 parti süreci bile temel mücadele biçimi ile diğer kitlesel biçimler arasındaki ilişki konusunda deneyimler sunmaktadır. Bugün 1971 PC pratiğine “kitlelerden kopukluk” eleştirisi yapanların bir çoğu, o partinin iddianamesine bile yansıyan ilişkiler zenginliğine sahip değildir ve bu bakımdan böylesi eleştiriler zaman zaman trajikomik olmaktadır. Daha sonraki süreçlerdeki kitlesel ilişki ve örgütlenme deneyimleri de ne kadar sistematize edilmemiş olurlarsa olsunlar belleğimizin parçalarıdır. Bütün bunların ötesinde devrimci yenilenme sürecimizde yaşadığımız ve bugün eleştirel süzgeçlerden geçirdiğimiz deneyim ise başlı başına bir birikim ve zenginliktir. Bu süreç, bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçtiğinde, o filmin kareleri içinde yapılması-yapılmaması gerekenler üzerine artık daha soğukkanlı değerlendirmeler yapabiliyoruz.
Göreve uygun örgütlenme… Meselenin özü budur…
Görev, bellidir. Türkiye devrimci hareketinin makus talihini kırmak, bugünkü durumu tersine çevirecek devrimci müdahaleyi gerçekleştirme cüretini göstermek. Bu, gerçekleştirilmesinin her aşamasında karmaşık yollar izlenecek olsa da ufku ve amacı bakımından son derece yalın bir iştir. Gerçekleştirilmesinin her aşaması yüzlerce değişik tartışmayı hazmedebilse de, ufku bakımından herhangi bir tartışmaya ihtiyaç bile bulunmamaktadır. Yol bellidir, hiçbir biçimde ABC’ye geri dönecek değiliz. Artık her şey, bu yalın ve somut göreve uygun, onu gerçekleştirmeye hizmet edecek biçimde düşünülecek ve uygulanacaktır. Bu süreçte hiçbir örgütsel form, bu hedefin ve görevin ihtiyacından başka gerekçelere yaslanamaz ve bu anlamda sonsuza dek kalıcılıklar da taşımaz. Önümüzdeki somut süreç ve ufkumuzdaki kutup yıldızı, neye ihtiyaç duyuyorsa onu yapmak, ona uygun biçimde örgütlenmek temel ilkemizdir.
Politik mücadele çok yönlü ve çok cepheli bir süreçtir. Bu çok yönlü ve çok cepheli alanlar ve çalışma biçimleri arasında bir eşitlik ilişkisi yoktur. Strateji kavramının varlık nedeni de biraz budur zaten; strateji, sizin temel yol çizginizi belirler ve bütün olanaklarınızı, çalışma ve örgütlenme biçimlerinizi, vb. vb. nasıl düzenlediğinizi açıklar.
Emek ve Özgürlük Cephesi, bu anlamda öncelikle bu yönelimin ifadesidir. Çalışma mantığı ve konumlanışıyla son süreçteki deneyimimizden kesin biçimde ayrıdır. Daha doğrusu son süreçte bu alanda yaşadığımız deneyimimizin yetersizliklerinin anti-tezi ve bu deneyimin yeni bir düzeyden temel göreve tümüyle uygun olarak inşasıdır. Dolayısıyla onunla ilgili hiçbir şey, eskinin alışkanlıklarıyla ele alınamaz, eskiden her ne yapılıyorsa onların yeri bir isimlendirmeyle devam ettirilmesi olarak anlaşılamaz.
Her şeyden önce yerel çerçeveyi aşan bir durumdan söz ediyoruz burada. Yerel çerçeve, kendi seyrinde, kendi görev tanımlarıyla ama bu kez yine yukarıda ifade ettiğimiz ufuk ve görev tanımına kesin biçimde uygun olarak varlığını sürdürür ve sürdürecektir. Devrimci sosyalizm, gözünü yükseğe dikmiştir ve her alan, her yerel, çalışma, hatta her ilişki artık bu çerçevede değerlendirilmek zorundadır. Nerede, hangi format altında çalışırsa çalışsın her devrimci sosyalist, hayata, insanlara, ilişkilere, bu mantıkla bakmak zorundadır. Sert günlere hazırlananlar, bir kibrit çöpüne bile bu hazırlık çerçevesinde bakmak, bir yandan yapay çoğalmaların göz kamaştırıcı yaldızına aldanmadan düşünmek ama diğer yandan her emekçinin yaşamına dahil olmak için olağanüstü çabayı göstermek zorundadır. Artık her devrimci kadro, her duruma iki ayrı gözle bakmak, her durumda hem temel olanı hem de bu temel olana kan ve güç verecek olanı gözetmek zorundadır. Artık gecekondu direnişi, mahalle çalışması, panel, film gösterimi, vb. vb… basitten karmaşığa her ne yapıyorsak tümünde varlığı büyütmek ile varlık içindeki cevheri yakalamak iç içedir; klasik “en geniş kitle içinde en dar kadro çalışması” tanımı tam da bu durumun ve görevin ifadesidir.
Emek ve Özgürlük Cephesi ise bütün bunlara ruhunu veren, bütün bunları koordine eden politik bir platform olarak anlamlıdır. O, ismen var olmadığı yerde de vardır; bütün çalışmanın temel bünyesidir ve her zaman her yerde kendi varlığını ifade eden değil, genel toplamı yukarı doğru çeken bir politik yapıdır.
Bu anlamda o, devrimci sosyalizmin politika üretim odaklarından biri olduğu kadar yerel ve özgün çalışmanın önünü kesmeden onu biçimlendiren, doğru politik yönelime doğru akıtan, genel politik hedef ve kampanyaların çerçevesini oturtan, bu genel hedef ve yönelimlerle alandaki bütün diğer çalışma ve örgütlenme biçimlerinin uyumunu sağlayan bir koordinat noktasıdır. Devrimci kitle çalışması, önceden belirlenmiş hiçbir forma mutlaka ama mutlaka uymak zorunda değildir. En klasik kurum çalışmasından birebir ilişkilere ve isimsiz kitlesel organizasyonlara dek her türlü çalışma biçimi “en geniş kitle içinde en dar kadro çalışması” perspektifiyle yürütülebilir ve her durumda bir somut olgunun nasıl, hangi formatta değerlendirileceği politik karar sorunudur, yerel bakışı aşan bir değerlendirme sorunudur.
Emek ve Özgürlük cephesi bu anlamda bir politik odak olarak kendi işlevini yürütür.
Doğal olarak bu durum, onun hiçbir somut yasallıkla bağlı olmadığı, kendi meşruiyetini tamamen halkın davasının haklılığından aldığı anlamına gelir. Bu meşruiyet dışında hiçbir düzen kuralı, düzen güçleri tarafından dayatılmış hiçbir politika yapma biçimi onu bağlamaz. En kural-içi, düzen-içi işlerde yer alabildiği gibi bu kuralları en çok zorlayan yerlerde de durabilir ve her ikisinin de meşruiyetini yüksek sesle savunur; emekçilerin, yoksulların, kadınların, gençlerin öfke ve tepkileri her neyse, Emek ve Özgürlük Cephesi onu meşru ve yasal sayar. Düşman karşısında bu meşruluk duygusundan geri adım atmaz, kendisinin kriminal bir noktaya itilmesine izin vermez.
Bu, militan bir devrimci kitle hareketi inşa etmenin olmazsa olmazıdır. Halkın, emekçilerin istemlerini ve duygularını tek meşruiyet noktası olarak belirlemek, solda sık sık çok yanlış biçimlerde tanımlanan “militanlık” kavramının özüdür. Çoğu kez sadece “şiddet” unsuruna bağlanarak yanlış tanımlanan bu kavram, aslında daha açık bir deyişle söylersek, bir devrimci gücün herhangi bir somut durumda her ne amaçlamış ve neyi planlamışsa onu tam olarak gerçekleştirme iradesini ifade eder. Bu, en basit ve en yasal bir panelin tam saatinde ve her ne olursa olsun başlatılıp bitirilmesi anlamına geldiği gibi, örneğin bir alana belli bir yoldan ve belli bir biçimde yürüme iradesinin şaşmaz biçimde uygulanması ve bu yapılanın tam olarak meşru sayılması anlamına da gelir; ama öte yandan çok kişisel planda görülse de sizin bir yere -yoldaki güçlükler ne olursa olsun- tam saatinde gelmeniz de aynı tanımın kapsamı içindedir. Militan kitle hareketi büyük laftır! Çok kullanılır, çok da eskitilmiştir bu kavram; çünkü çoğu zaman görüntüye kurban gitmiştir. Çoğu zaman, örneğin bir kitle hareketindeki tahribat faslı böyle bir ölçüt olur ama yine çoğu zaman o işi yapan insanların olayın ertesi günü nasıl yaşadıkları, genel kitle dışında nasıl davrandıkları, birebir düşmanla karşılaşmada ne kadar direngen oldukları, durdukları meşru zemini ne kadar savundukları, vb. atlanmıştır. Oysa militan kitle hareketi, politik olarak bu bütünlüğün tümünü yönlendiren ve militanlaştıran bir süreç boyunca yaratılabilir. Emek ve Özgürlük Cephesi, bu gerçeğin farkında olarak yürüyen ve adım adım mesafe alan bir hareket olacaktır.
Parti çalışmasının bir kolu olarak Emek ve Özgürlük Cephesi, bu açıdan Marks’ın Manifestoda yaptığı benzetme anlamında bir “hayalet”in sokaklarda, caddelerde, alanlarda yeniden yaratılması görevini üstlenmiştir. Sınıfsal, ulusal, cinsiyete dayalı, vb. çelişkilerin yoğunlaştığı her yer ve her konu onun faaliyet ve varlık alanıdır. Emekçilerin evleri başlarına yıkılıyorsa, fabrikalardan, atölyelerden, tersanelerden cenazeler çıkıyorsa, insanlar hastane kapılarında sürünüyorlarsa, vb. vb… orada Emek ve Özgürlük Cephesi, kendi adıyla olsun olmasın var olmak zorundadır.
Genel slogan değil; bu genel slogandan ve ufuktan bir an olsun kopmayan somut siyaset!
Kimin canı acıyorsa, onun yanında, giderek de önünde olacağız. Somut çalışma budur.
Burada sözünü ettiğimiz şey, somut kurumların varlığına yokluğuna ve kurumsallıktan kaynaklanan sınırlarına bağlı olmayan, sokaklarda, evlerde, atölyelerde ve alanlarda ve nihayet emekçilerin zihinlerinde ve yüreklerinde canlı bir organizma olarak yaşayan, “kapatılması” ve yok edilmesi mümkün olmayan, bir tek devrimci sosyalistin bulunduğu her yerde yeniden ve yeniden küllerinden doğan, giderek isminin son sözcüğündeki “cephe” kavramının içeriğini doldurarak kitlelere mal olan bir güçtür.
Devrimci sosyalizmin ufku budur.
Militan, meşru ve somut mücadele…
Bu ufukla bugünkü gerçekliğimiz arasında bir mesafe bulunduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki, bu mesafenin kapatılması zorlu bir süreç olacaktır, çoğu kez kendi eski alışkanlıklarımızla ve davranış kalıplarımızla da savaştığımız bir dönemeçten geçeceğiz. Ama bunu yapacağız; yapmaya mecbur ve mahkumuz.
Çünkü tarih ve görev bizi çağırıyor.
Davete icabet etmemek, hem tarihe, hem de kendimize saygısızlık olur.



 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul