Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

60. Sayı - Temmuz-Ağustos 2008

Toplumu Sindirmenin Çıplak Gerçekliği: Orantı(lı)sız Güç!

Bir 1 Mayısı daha geride bıraktık. Öncesi ve sonrasında yaşananlarla günlerce konuşulan 1 Mayıs, şimdilik yavaş yavaş gündemden düşüyor. Uzun erimli sınıfsal mücadele döneminin sadece bir fotoğrafı birçok soruyu ve cevabı önümüze koydu.
Bu sürecin en medyatik iki kelimesi ise “Orantı(lı)sız güç” oldu. Bu iki kelime üzerine kamuoyunda birçok laf edildi. Bütün bu yorum kargaşasının perdesi aralandığında ise ortaya sözcük anlamlarından çok farklı bir tablo çıkmaktadır. 1 Mayıs gibi kitle gösterilerinde ortalığın dumana boğulması, daha sonra bu duruma kamuoyunun tepki vermesi somut bir olgu olarak karşımızda duruyor.
Orantılı veya orantısız gücün anlamı birçok açıdan değerlendirilebilir. Bu iki kelimecik de son yıllarda durumu yumuşatma, tartışılır kılma ve toplumsal bilincin içini boşaltma taktiğinin en net görülen ifadesidir. Ortalıkta dolaşıp kafa bulandıran bu iki kelime, çıplak gözle şunu ifade eder: “şiddetin kademelendirilmesi”. Daha açık ifade etmeye çalışırsak, bu kavram, şu ön kabulün bir sonucudur: Devletin şiddeti hoş görülmelidir!
Dozaj ya da “orantı” meselesini de elbette devlet değil, eylemcilerdir. Çünkü eylemciler, 1 Mayıs gibi olaylarda devletin çizdiği sınırı geçmekte ve devlet de bu yüzden “orantılı” şiddetten, “orantısız” şiddete geçmektedir. Burada gözlerden saklanmaya çalışılan gerçek devlet terörünün genel olarak, kural olarak meşru görülmesidir. Devlet, kitlelere karşı şiddet uygulayabilir ve uygulamalıdır. Burada dikkatli olması gereken hakkını arayan emekçiler, öğrenciler, vb.dir. Orantılı ya da orantısız olsun, şiddetin uygulayıcıları her şartta tam takım hazırdır. Onların belli bir anda ne yapacakları, ne kadar şiddet uygulayacakları, bir emre bakar bazen de bakmaz. Emekçiler rahat durmalı, kaşınmamalıdır! Yoksa, tam da İstanbul Valisi’nin 1 Mayıs öncesi sözünü ettiği “orantılı şiddet” uygulaması, bir anda “orantısız şiddet”e dönebilir. O zaman neler olduğunu da biliyoruz: Gaz bombaları havada uçuşur (hastahaneler de nasibini alır), yerde yatanlar tekmelenir, vb.... Devletin polisi görevini layıkıyla yerine getirmiştir. Böylece bir şehir, devlet terörü tarafından işgal altına alınır. Başbakanından, Bakanına hepsi teker çıkıp emekçilere saldırıyı sahiplenirler. Terörist “emekçiler” gazla, copla dağıtılmış, bozguna uğratılmış, ayakların başı yönetmesinin önü alınmıştır!
Şimdi vereceğimiz bir başka örneğin ise iki açıdan önemi var, birincisi tarih belleğimizi güncellemek, ikincisi ise, orantı(lı)sız gücün tarihsel sürekliğini göstermek. Tarih 14 Ağustos 1993…Kars’ın Digor ilçesi… 3 bin kişi yürüyüş yapmak ister. İlçeye girişte toplanan kitle polis ve jandarma tarafından durdurulur. Burada tepelere yerleştirilen özel timciler “görevlerini” yerine getirirler; 17 ölü, 63 yaralı! Haklarında soruşturma açılan polisler sonunda serbest bırakılırlar. Radikal yazarı Yıldırım Türker’in yazısında anlattığı gibi, devletin AİHM’e sunduğu deklarasyon aynen şöyledir: “Hükümet, mevcut Türk mevzuatına ve böylesi eylemleri önleme hususundaki kararlılığına rağmen aşırı güç kullanımı neticesinde ölümle sonuçlanan münferit olaylardan üzüntülüdür. Ölümle sonuçlanan aşırı ve orantısız güç kullanılmasının, sözleşmenin 2. maddesinin ihlalini oluşturduğu kabul edilmektedir. Hükümet gelecekte yaşama hakkına saygı gösterilmesi, soruşturmaların etkin bir şekilde yapılması yükümlülüğü dahil olmak üzere gerekli talimatları yayımlamayı ve tedbirleri almayı üstlenmektedir.”
İki ayrı vukuat, tek sonuç ve yine aynı iki kelime: “Orantısız güç!”
1 Mayıs 2008’de cehenneme çevrilen bir kent ve Digor’da 14 Ağustos 1993, 17 ölü!
“Orantılı güç” neydi peki? 1 Mayıs’da daha az tekme ve Digor’da örneğin 10 ölü mü?
Ya da bazen Tayyip’in İsrail’in katliamları üzerine yarım ağızla söylediklerini duyarız; “orantısız güç kullanan İsrail…” Orantılı olanı nedir? Füzeyle ev bombalayıp beş çocuk yerine üç çocuk öldürmek mi?
Nasıl ve neresinden inceltirseniz inceltin, halklara savaş açanların zulmü meşrulaşmaz.
Yapmamız gereken şey ise çok açık; medyanın kılıf bulma çabalarını ve uydurma kavramları bir yana bırakıp, şu gerçeği görmek ve ona uygun davranmaktır: Egemen sınıfların baskı ve zulüm aracı olan devlet, düzene karşı çıkan güçlere karşı şiddet kullanmak için vardır. Varlık nedeni budur. Ve dolayısıyla daha iyi bir dünya isteyen, mevcut insanlık dışı sömürü sistemini sona erdirmek isteyenler de bu şiddete karşı direnme, kendi devrimci şiddetini ortaya koyma hakkına sahiptir. Orantılı ya da orantısız şiddet değil, haklı ya da haksız şiddet vardır. Devrimci halk hareketi, kendi militan çizgisini, sömürü düzenine karşı mücadele etmenin meşruiyeti üzerine kurar; medyanın kuyumcu terazisiyle ölçüp biçtiği orantılar üzerine değil.
Bu kadar basit ve bu kadar açık!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19