Emekçilere yönelik saldırıların önemli ayaklarından
biriyle ilgili yeni bir yasa daha sessiz sedasız
yürürlüğe girdi. Bugüne kadar çıkan tüm yasalar
gibi “iş kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik
yapan kanun” da önce taslak olarak bir süre kamuoyunun
gündemine sunuldu, ciddi bir tepki görmeyince
de Meclis’ten geçerek TC devletinin yasalarından
biri halini aldı. Kuşkusuz bu süreçte yaşanan
sessizliğe dair çok sözler edilebilir. Ama biz
bu yazımızda Türkiye işçi sınıfının, sendikaların
ve solun sükunetine dair bir çözümleme yapmayacak,
doğrudan yasanın getirdiği değişikliklere yer
vereceğiz.
Yasayı hatırlayanların en büyük iddiası, istihdamın
böylece artırılacağı ve işsizliğin azaltılacağıdır.
Bu artık neoliberal borazancıların bir saplantısı
halindedir. “İşsizlik var, çünkü bu ülkede iş
alanı kurmak çok zor” diyorlar her seferinde…
Yani vergileri ne kadar indirir, sosyal güvence
primlerini ve bütün diğer işgücü maliyetlerini
ne kadar çok azaltırsanız, Türkiye’de o kadar
çok fabrika kurulacak, o kadar çok insan iş bulacak!
Sömürü oranını artıralım ki, patronlar insan çalıştırmaya
daha istekli olsunlar!
Bu, yalnızca vahşi değil, aynı zamanda sahtekarca
bir söylem aslında.
Her şeyden önce, Türkiye’de klasik ithal ikameci
sanayi düzeninin çökmesi, sermayenin spekülatif
alanlara kayması, iş örgütlenmesinin tepeden tırnağa
değiştirilerek parçalanması, vb. gibi olgular,
doğrudan doğruya ve sadece işçi çalıştırmanın
maliyetinden kaynaklanan politikalar değildir.
Bütün bunlar dünya kapitalizminin son yirmi yıldır
kendi krizine çözüm bulmak için ürettiği politikalarıdır
ve Türkiye’deki uygulamaları da aynı politikaların
uzantısıdır. İşgücü maliyetinin azaltılarak artı-değer
oranının ve dolayısıyla kar oranlarının yükseltilmesi
ise bu politikaların ayrılmaz bir parçasıdır.
Yani şimdi, bir anda bütün yasaları değiştirip
bütün işçileri ilkel köle statüsüne indirseniz,
bu elbette kapitalistler için bir “cennet” yaratır
ama yine de devlete borç vererek, piyasalarda
oynayarak kasalarını dolduran büyük hırsızları
demir-çelik fabrikaları, vb. gibi ağır komplekslere
yöneltmez.
Zaten devletin resmi televizyon kanallarının birinde
ilgili hükümet yetkilisi yasayı anlatıp savunurken,
işveren temsilcisi olarak programa katılan kişi
de bu düzenlemelerin “yetersiz” olduğunu söylüyordu.
Yani ne yapılırsa yapılsın, milyonlarca insanın
sosyal güvenceden yoksun, milyonlarcasının örgütsüz
olduğu koşullar bile onları tatmin etmiyor.
Gelelim yasanın getirdiği düzenlemelere;
* Özel sektörde çalıştırılan özürlülerin sigorta
primleri, hazine tarafından ödenecek! Böylece
özürlü işçi istihdamı teşvik edilmiş olacak?!
* İşverenler, iş sağlığı ve güvenliğine dair yükümlülüklerinin
tamamını veya bir kısmını, bünyesinde çalıştıracağı
personel ile yerine getirebileceği gibi, işletme
dışında kurulu ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden
hizmet alarak da yerine getirebilecek; yani taşeron
bir şirkete devredebilecektir!
* İşsizlik Sigortası Fonu’nun 2008’e ait 1 milyar
YTL’lik neması ile gelecek üç yıllık 2.5 milyar
YTL’lik özelleştirme geliri, GAP için kullanılacak!
İşsizlik Sigortası Fonu’nun, öncelikle GAP olmak
üzere “münhasıran gelişmekte olan bölgelere” yapılacak
yatırımlar için kullanılması, işçi ve emekçilerin
dişiyle tırnağıyla biriktirdiği bir kaynağa el
koyulması anlamına gelmektedir.
* İşe yeni alınan kadınlar ile 18-29 yaş arasındaki
genç işsizlerin SSK primleri, 5 yıl boyunca İşsizlik
Sigortası Fonu’ndan karşılanacak! İstihdam paketi,
işverenlerin sosyal yükümlülüklerinin kaldırılmasını
ve bir kısım yükümlülüklerin ise kamu kaynaklarından,
hazine ve İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanmasına
olanak sağlamaktadır. Bu durumda neden işverenlere
kaynak aktarma paketi olarak adlandırıldığı çok
daha iyi anlaşılacaktır. İstihdam paketinde yer
alan düzenlemeler işveren örgütlerinin yıllardır
arayıp da bulamadıkları bir düzenlemedir. Bu düzenlemeyle,
eski işçilerin işten çıkarılması ve kıdemsizleştirme
yaşanacak yada yüksek ücret alan işçiler tasfiye
edilerek yerlerine asgari ücretle çalışan “düşük
maliyetli genç işçilerin” alınması sonucunu doğuracaktır.
* Sigortalıların, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları
primlerinden, işverenin ödeyeceği 5 puan hazine
tarafından karşılanacaktır! Böylece yüzde 19.5
olan işveren prim yükümlülüğünün beş puanı kamu
tarafından yani emekçilerin sırtından ödenecektir.
* İşyerinde kreş açmak zorunlu olmayacak; kreş
ve emzirme odası kurma zorunluluğu bulunan işletmeler,
bu hizmeti taşeron firmalardan satın alabilecektir!
* Eski hükümlü ve “terör” mağduru için var olan
zorunlu istihdam kaldırılmıştır! Anlaşılan bu
insanların istihdamı sermeye için çok da teşvik
edilecek bir uygulama değildir.
***
Yani yasa şöyle kısaca bir incelendiğinde bile
amacın istihdam artışıyla bir ilgisi olmadığı,
işverenlerin sorumluluklarını hazine, kamu, işsizlik
fonu gibi alanlara yıkarak, sonuçta yine emekçilere
yükleyen bir anlayışa dayandığı görülmektedir.
Bugün gelinen nokta, neredeyse işçi çalıştırdılar
diye işverenlere hazineden para verilecek bir
yere evrilmeye başlamış, tam bir deli saçması
halini almıştır. Oysa, hazine de, kamu da, işsizlik
fonu da, emekçilerin ürettikleriyle oluşan birikimlerdir.
Bunların pervasızca işverenlere peşkeş çekilmesi
tam bir neoliberal uygulamadır. Ama sermayenin
her alanda yaptığı fırsatçılıkla, ürettiğimiz
artı değere karşılık, bugünümüz ve yarınlarımız
için sözde sosyal devlet şartları içerisinde ödediği
primler bile artık çok görülmektedir.
Peki yapılacak olan nedir? Tek tek her çıkan yasa
maddesini çözümlemek, anlamaya çalışmak, şaşkınlığı
dile getirmek mi; yoksa aslında bütünü kavrayarak
bu düzenin artık miadını doldurduğunu görüp “başka
bir dünya mümkün” diyerek yol almak mı?
Biz emekçiler için temel sorun artık budur. Bu
soruyu doğru yanıtlamadıkça patronlar dünyasının
ahmaklaştırıcı siyasi tartışmalarının arasında
biz ağzımızı havaya açarken birileri ceplerimizi
boşaltmaya devam edecektir.
|