Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

60. Sayı - Temmuz-Ağustos 2008

1 Mayıs 2008’in üzerinden neredeyse iki ay geçti ve herhalde bu, artık daha soğukkanlı bir değerlendirme yapabilmek için yeterli bir süredir. Şimdi dönüp, biraz gecikmeyle de olsa -ki bunda dergimizin teknik aksaklıklarının da payı vardır- Temmuz 2008 itibarıyla devrimci güçlerin ve işçi sınıfı hareketinin durumuna bakabiliriz ve yeni görevler için bazı ön belirlemeler yapabiliriz.
Öncelikle söylemeliyiz ki, 2008 1 Mayıs’ı ve Taksim direnişi hiç şüphesiz devrimimiz için önemli bir yerde durmaktadır. Esasen her 1 Mayıs, 1 Mayıs’ın devrimci ve enternasyonal özünden kaynaklı olarak, hem işçi-emekçi sınıflar, devrimci ve sol güçler için, hem de oligarşi için önemli bir kilometre taşıdır. Özel olarak Taksim ise, ülkemiz koşullarında bir “alan” sorunu değil, 1 Mayıs ile özdeşleşmiş, 1 Mayıs’ın merkezinde yer alan bir sorundur; bundan dolayı Taksim, her 1 Mayıs’ta ana gündem maddesidir, bir mihenk taşı işlevi görmektedir.
Öte yandan devrimci ve sol güçler için genel olarak da 1 Mayıs, adeta tüm mücadele yılının finali niteliğindedir ve günler, haftalar öncesinden herkes bu sürece hazırlanır. Şüphesiz 1 Mayıs ve Taksim’in önemini bilen oligarşi de bu sürece hazırlanır. Sol ve devrimci güçleri kıskaca almak, raflarda tozlanmış argümanları kullanarak “katliam” kuşkuları yaratmak, “psikolojik savaş” yöntemleriyle kitleleri sindirmek, hatta dilini tutamayıp işçi sınıfına hakaretler yağdırmak ve nihayet finalde İstanbul’u adeta cehenneme çevirmek… Bütün bunların tümü oligarşinin 1 Mayıs hazırlıklarının temel unsurlarıydı.
1 Mayıs 2008’de bunların tümüne tanık olduk.
Bu anlamda, 2008 1 Mayıs’ını özgün kılan, işçi-emekçi ve sol-devrimci güçlerde somut bir iradeye dönüşen Taksim iradesi ve politik tutumudur; dahası bu politik tutuma uygun olarak devrimci ve sol güçlerin oligarşinin terörüne karşı direnmesi ve işçi-emekçilere moral destek sunmasıdır.
Bu birleşik politik irade, 2007 1 Mayıs’ı için önemli bir kazanım olmuştu; 2008 1 Mayıs’ı bu kazanımın kendine özgü devamını içerdi. Kendi içinde olumlu ve olumsuz yönler barındırsa da bu birleşik politik irade önemlidir. Bu politik irade, Devrimci Sosyalist Hareket ve Devrimci 1 Mayıs Platformu bileşeni devrimci güçlerin de içinde olduğu devrimciler tarafından en ileri düzeyde temsil edilmiş ve bu temelde direnişçi tutum dost ve düşmana kabul ettirilmiştir. 1 Mayıs’ta Taksim iradesi ve hedefi için dövüşenler, Mecidiyeköy’den Taksim’e kadar, tüm sokakları 1 Mayıs alanına dönüştürmüşler, oligarşinin kirli ve meşru olmayan tüm yöntemlerini teşhir etmişler, işçi ve emekçi sınıflara moral değer katmışlar ve Taksim’i fiziki olarak kazanamasalar da zorlamışlardır.
Bu anlamda, devrimimiz için, bu süreçte, 2008 1 Mayıs’ı politik kazanımdır.
Bu, elbette kendi içinde tartışmasız bir politik kazanım değildir. Hatta bazı bakımlardan (örneğin sendikalardaki irade kırılması, Taksim’e bu kez fiziki olarak girememiş olmak gibi) bu yılki sürecin geçen yılın gerisine düştüğü de söylenebilir. Ama öte yandan genel devrimci iradenin diriliği bakımından durum aynı değildir.
Bu politik kazanımın yapıcıları, Devrimci Sosyalist Hareketin de içinde yer aldığı Devrimci 1 Mayıs Platformu başta olmak üzere, omuz omuza dövüşen devrimciler ve tüm namuslu emekçilerdir.
Oligarşinin günler öncesinden yaratmış olduğu korku tünelini aşıp, her şeye rağmen Taksim yollarına düşen, saldırı ve teröre karşı direnen, DİSK ve KESK’in kırılan iradesine rağmen Taksim hedefinden bir milim sapmayan ve sokak sokak, çatışa çatışa, dövüşe dövüşe Taksim’e ulaşan tüm devrimcileri, namuslu emekçileri bir kez daha kutlamak görevimizdir.
Yoldaşlarımızı, devrimcileri ve 1 Mayıs’ın onuruna sahip çıkan tüm emekçileri kutluyoruz.
Ve mutlaka eklemeliyiz; 1 Mayıs’ı “masum işçiler” ve “provokatör militanlar” olarak kategorize eden İstanbul Valisi ve ona dolaylı destek veren sol liberaller kocaman bir yalan söylemektedirler. Pangaltı’dan Taksim’e kadar sokakları onurlandıran binlerce kişi ne paşa çocuklarıdır ne de serserilerdir. Yüzde sekseni fabrika ve atölye işçileri, kamu emekçileri, işsizler ve işçi olmaktan başka şansı olmayan liselilerden, gençlerden oluşan bu topluluk, sokak sokak gelecekleri ve özgürlükleri için savaşan insanlardır. Artık sokaklarda emekçiler vardır ve hiçbir demagoji bu gerçeğin üstünü örtemez. Türkiye devrimci hareketinin işçi sınıfının ana gövdesini örgütleyip harekete geçiremediği doğrudur; ama bu, onun bizzat kendi yapısının emekçi profilini görmezden gelmenin gerekçesi değildir.
Sokaklarda olan güç, işte bu güçtür ve hepsi de alınlarından öpülmesi gereken insanlar işte bu emekçi insanlardır.

Taksim Bir Mücadele Tarihidir, Bir Odak Noktasıdır
Hiç şüphesiz bu olgu, birden ve kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Tarihsel bir sürecin ve mücadelenin devamıdır ve özünde 2007 1 Mayıs’ı ile ortak noktaları güçlüdür.
Taksim ve 1 Mayıs, 1977 katliamı ve 37 işçinin şehit düşmesi ile birlikte anılır; dahası artık bu katliam ile Taksim 1 Mayıs alanı olmuştur. Emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin bu ortak kontra operasyonu, 1977 1 Mayıs’ından bu yana, adeta işçi ve emekçilere karşı kullanılmış, bunun etrafında korku pompalanmıştır. Yavuz hırsız misali; 1977 1 Mayıs katliamının sorumlusu, sahneye koyup uygulayan emperyalizm ve oligarşidir, ama dönüp “provokasyon” söylemi ile işçi ve emekçileri korkutan yine emperyalizm ve oligarşidir. Bu gerekçeyle Taksim işçi ve emekçilere yasak edilmiş, dahası 1979 yılından bu yana her 1 Mayıs’ta Taksim işgal altına alınmıştır.
1 Mayıs’ın işçi ve emekçiler için tatil günü ilan edilmesi ve Taksim’in işçi ve emekçilere açılması, bu tarihsel süreç boyunca en temel demokratik taleptir; bu talep somut bir kazanıma dönüşene kadar devam edecektir. Er ya da geç, kapitalizm sınırları içinde son derece doğal olan bu talep, kazanılacaktır.
Burada şunu anlamak zorunludur; kapitalizm sınırları içinde, yani mevcut düzen değişmeden bu demokratik talep kazanılabilir, ama hiçbir demokratik talep mücadele edilmeden kazanılmıyor. Bu acil güncel demokratik talep, demokrasi mücadelesi içinde ancak direne direne kazanılabilir. Esasen hiç bir demokratik talep “yukarıdan” verilmiyor, bunun için bedel ödeniyor, birbirine eklenen mücadele halkaları ile elde edilebiliyor. Yaklaşık 30 yıllık mücadele tarihi bunu göstermektedir. Biz bunun için mücadele ederiz; ancak bu mücadeleyi mevcut düzenin yıkılmasına, emperyalizmin ülkemizden kovulup oligarşinin devrilmesine ve sosyalizme bağlarız.
Devrimci Sosyalizm ve devrimci hareket, yaklaşık 30 yıldır Taksim’i 1 Mayıs alanı olarak kabul etmekte ve bu temelde mücadele vermektedir. Bu güncel demokratik talep, 1 Mayıs somutunda adeta stratejik önemdedir.
Burada kimi liberal ve sol çevrelerin ifade ettiği gibi, bir “alan fetişizmi” yoktur. Bu liberal ve sol çevreler, tersinden kendilerine şu soruyu sormalıdırlar: Peki neden oligarşi Taksim yasağında ısrarlıdır ve bunun için her türlü kitlesel şiddet ve terörü kullanmaktadır? Tek başına bu sorunun yanıtı bile, devrimcilerin Taksim iradesi ve ısrarını anlatmaya yeter.
Öte yandan özel olarak Devrimci Sosyalist Hareket bu konuda saplantılı bir tutumun tümüyle uzağındadır. Örneğin bugüne dek Taksim’de yapılmamış olan 1 Mayıs gösterilerini önemsiz saymak tamamen saçma bir tutumdur. Devrim mücadelesi uzun, inişli çıkışlı ve karmaşık bir süreçtir. Gelecekte de öyle zamanlar gelebilir ki, bir sokak arasında bile 1 Mayıs kutlanır ve devrimciyse eğer; devrimin ve işçi sınıfının sesi olabiliyorsa beş yüz bin kişilik gösteriler kadar anlamlıdır, önemlidir. Ama bütün bunlara karşın Taksim, bugün 1 Mayıs’ın ana gündem maddesidir; güncel bir talep olarak listemizin başında durmaktadır; tartışmasız biçimde süreci belirleyen olgudur.
Elbette bu irade her koşulda somutluk kazanmamış, hatta kimi tarihsel süreçlerde zayıflama eğilimi de göstermiştir. Örneğin Taksim talebi 1988-90’lı yıllarda daha güçlüyken, sonraki yıllarda kısmen zayıflamıştır. Bu, basit bir “yumuşama-gevşeme” meselesi değildir; bilindiği gibi aynı süreçte devrimci hareket cezaevlerinde ve sokaklarda oligarşiyle son derece sert hesaplaşmalara girmiş ve eğilmeden, bükülmeden yoluna devam edebilmiştir. Özgün bir olgu olarak Taksim meselesi ise Türkiye devrimci hareketinin ve sınıf hareketinin ivmesinden bağımsız bir durum değildir ve ancak onunla birlikte anlaşılabilir. Burada, bir geri durma hali değil, sınıfın gövdesini kapsayan birleşik ve kitlesel 1 Mayıs kaygısı ağırlıktadır. Devrimci hareket bu süreçte kendi militan yapısıyla düzene sert direnişler gösterebilmekte ama işçi sınıfını Taksim gibi bir restleşmeye çekememektedir.
Esasında bugün de sözünü ettiğimiz bu durum köklü bir değişikliğe uğramış değildir. Ancak son yıllarda, özellikle de 2007-2008 sürecinde olan şey, DİSK ve KESK’in devrimcilerin basıncı, tabandan gelen talep ve kendi politik hesaplarının etkisiyle bu konuda -zayıf da olsa- bir iradeyi öne çıkarmalarıdır. Bu, -2008’in en kritik noktasında kırılmış bile olsa- şüphesiz her şeye rağmen bir kazanımdır. Saraçhane ile başlayan, Kadıköy’le ilerleyen süreç, bu kez Taksim iradesini zayıf çatışmalara mahkum olmaktan başka bir düzeye taşımış, Taksime çıkan yollarda devrimcilerle emekçi kitlelerinin omuzlarının birbirine değdiği yeni bir durumu yaratmıştır.
Bütün bunlar da rasgele olmamıştır. 1 Mayıs’ı “karnavallaştırmak” isteyen burjuva medyası ve onların sol-liberal yardakçılarının bütün ısrarına rağmen sürecin siyasallaşması, özüne ve Taksim’e yüzünü dönmesi, üç tane sendikacının karar değişikliğine değil, Devrimci 1 Mayıs Platformu başta olmak üzere devrimci güçlerin yıllardır yürüttüğü çabalara bağlıdır. Bu ısrarlı çaba süreci zorlamış ve zayıf ya da kuvvetli olsun bir Taksim iradesi yaratmıştır. En önemlisi de böylece işçi ve emekçiler için bir çıta yüksekliği ortaya çıkmıştır ve buradan geriye düşmek artık ağır sonuçları olacak bir kırılma anlamını gelmektedir. Yani aslında herhangi bir sendikacının ne düşündüğünden de öte, en azından sendikalı işçilerin, kamu emekçilerinin önemli bir bölümü için Taksim fikri bir somut anlam ve zemin kazanmıştır. Bir süreç başlamıştır ve geri dönülmesinin önü büyük ölçüde kapanmıştır.
Devrimci sosyalist hareket, tam da bundan dolayı, 2007 yılının 1 Mayıs’ına ve bu birleşik iradeye büyük bir değer biçmiş, -içindeki zaaflara da gözünü kapatmadan- bu kazanımı koruma ve geliştirme görevine sahip çıkmıştır.
Bugün, 2008’deki kırılmaya rağmen, toplam anlamıyla bu irade ve kazanım önemlidir ve onun geriye çekilmesini önlemek, emekçilerdeki Taksim iradesini ileriye doğru itmek görevimizdir.

Taksim: Basit Bir Hükümet Politikası mı?
Aslında oligarşi açısından da Taksim meselesi bir “inat” ya da “saplantı” meselesi değildir. Evet AKP kurmayları ve başbakanın “ayaktakımı” söylemleri ve rest çekme tutumları onların “işçi düşmanı” konumundan kaynaklanmaktadır ama özellikle 2008 Mayıs’ında Taksim meselesi bir hükümet sorunu olmaktan daha derin bir meseledir. Bu konulardaki devlet politikaları sadece mevcut hükümet tarafından belirlenen politikalar değildir.
Taksim bakımından 2008’in özgünlüğü, her şeyden önce neoliberalizm, postmodernizm ve vahşi sınıf düşmanlığı temelinden biçimlenen yeni tarihsel süreç politikalarının “altın kuralları” ile ilgilidir.
Bu altın kurallardan birincisi, şu cümleyle özetlenebilir: “Her işçi kendini yalnız ve çırılçıplak hissetmelidir!” İşçiler ve emekçiler, büyük kalabalıklar halinde bir araya gelirlerse, her tek işçi durup toplam kalabalığa bakar ve kendisinin değersiz olduğu, güçsüz olduğu fikrini yeniden sorgular. Bu değersizlik ve etkisizlik hissinin yerini hemen değil ama yavaş yavaş “biz varız ve bir araya geldiğimizde büyük bir enerji yaratabiliyoruz” duygusu almaya başlar.
İkinci altın kural: İşçinin kendisinin bir sınıf olduğunu asla düşünmemesi ve diğer alt kimlikler karmaşasında boğulup gitmesidir. Oysa bir büyük mitinge gitmek için otobüslere binen her işçi, daha o andan itibaren memleketi, etnik kimliği, dinsel inanışı gibi alt kimliklerden ortak duygulara doğru bir adım atar. Paylaşılan her ekmek parçası, miting alanına doğru giderken selamlanan her kortej, bir çatışma anında yaşanan arkadaşını koruma duygusu, vb. vb… Bunların tümü, ortak bir duyguyu, sınıfsal refleksleri yeniden üretir ve yavaş yavaş biçimlendirir.
Üçüncü altın kural: İşçinin her gün medyada çizilen sahte gündemlerin deli gömleği içinde sıkışıp kalması, kendi gerçek gündeminden koparak kendine yabancılaşmasıdır. Büyük kitlesel devrimci pratikler, işte bu yüzden işçilerde din, laiklik-şeriatçılık, ilericilik-gericilik, vs. gibi günlük demagojilerin ötesinde bir bilinç yaratır ve onu kendi gerçeğine ve sınıf kardeşlerine yaklaştırır.
Dördüncü altın kural: İşçilerin devrimcilerle, özellikle düzen-dışı politik güçlerle olumlu, pozitif bir ilişki kurmaması, onları faşist basının iftiraları ve karalamaları çerçevesinden görmeye devam etmesidir. Bu bakımdandır ki, özellikle 1 Mayıs ve büyük anti-neoliberal kampanyalar, düzen açısından sakıncalıdır; çünkü bu kampanya ve mitinglerde işçiler yanlarında faşistlerin ve sahte “ulusalcı”ların, vb. değil, sadece devrimcilerin olduğunu görürler, onlarla omuz omuza yürürler, böylece yıllardır yaratılmış olan “provokatörler/karanlık tipler” yanılsaması bir ucundan zedelenmeye başlar.
Ve nihayet, en önemlisi olan beşinci altın kural: İşçi, herhangi bir hakkı, bir zammı, bir miting alanını vb… asla ve asla kendi gücüyle sökerek almamalı, bunu yapmanın tadını hissetmemelidir!
İşte Taksim açısından asıl kritik mesele de budur! İşçi sınıfı ve devrimciler, Taksim meselesine rica-minnet yolundan gelmemişler, doğrudan “bizimdir-gireceğiz” söylemiyle işe başlamışlar ve böylece oligarşiye “lütuf yapma” yolunu kapatmışlardır. İşte bu tam da “ayaklar” ve “başlar” meselesidir, bir sınıf meselesidir. Ve artık burada verilecek bir taviz, Tayyip’in yerinde olarak söylediği gibi “başka türlü şeyler” getirecektir. Taksim’i zorlayarak alan işçi sınıfı, yeni neoliberal politikalar karşısında kendisini artık daha güvenli hissedecek, istediği zaman hak kazanabileceğini anlayacaktır.
Kolayca anlaşılabileceği gibi bütün bunlar, sınıflar mücadelesinin yüzlerce yıllık birikimlerinin süzülmüş sonuçlarıdır ve bu kadarını AKP’nin kasaba tüccarlığından gelmiş kadrolarının tek başına akıl edebilmesi zordur. Bu yüzdendir ki, bunlar bütünsel politikalardır, emperyalizm ve oligarşi bakımından bir “inat” meselesine değil, sınıf tavrına ve yoğunlaştırılmış karşı-devrim deneyimlerine denk düşerler. Bu yüzdendir ki, ilk bakışta seçime giden bir hükümet bakımından “aptallık” gibi görünen bir polis terörü kente hakim kılınmış, Taksim’in etrafına kale duvarları örülmüş, hastanelere bile gaz bombası atmaktan çekinilmemiştir.
Ve işte bu yüzdendir ki, bütün bunlar, Taksim’i bizim açımızdan bir inat meselesi olmaktan çıkarmış, kazanılması, kazanılarak adım atılması gereken bir kilometre taşı haline getirmiştir.

Taksim Direnişi: Karmaşık Gündemler Arasında Bir Sadeleştirici Unsur
Böyle bir süreç sonucunda gelinen Taksim direnişi, gerçekten de yol göstericidir.
Bu süreci daha yakından kavramak ve devrimimiz için bazı sonuçlar çıkarmak için biraz daha derine inmekte yarar vardır.
2008 yılı son derece hareketli günler, hatta aylar yaşayarak 1 Mayıs’a uzanmıştır. Bu hareketli günlerin üç cephesi vardır.
Birincisi, son yıllarda siyasal süreçlerin merkezine oturan oligarşi-içi çelişkilerdir. Oligarşi- içi çelikliler süreklidir ve her sermaye birikim sürecinde kendine özgü biçimler alır; ancak bu çelişki bazı süreçlerde derinleşir ve siyasal gündemin en önemli unsuru olur. Son yıllarda başta orta sınıflar olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin desteğini alarak kendi sömürü ve egemenlik oranlarını artırmak isteyen güçler, 1960’lardan sonra en yoğun biçimde bu süreçte sömürü ve iktidar kavgasına tutuşmuşlardır. Her ne kadar araya giren 22 Temmuz 2007 seçimleri oligarşi-içi çelişkilere yeni bir düzey verse de, çatışma yine de şiddetinden hiç bir şey kaybetmedi. Tabii, seçim öncesi ve seçim sonrası bu çelişkiler yeni bir düzeyde devam etmektedir, bu çelişkinin aktörleri de kendi içinde değişim yaşamışlardır. 22 Temmuz öncesine göre Genelkurmay, (Dolmabahçe buluşması/anlaşmasının ardından) şimdilik geri çekilmiş gibi görünmekte ama yine de süreç keskinleşmektedir. Son dönemde kapatma davasına ve Ergenekon hesaplaşmasına dek ulaşan çatışma şu anda da bütün şiddetiyle devam etmektedir.
İkincisi, Kürtlerin sadece “iç” değil, aynı zamanda “dış” düşman ilan edilmesi, sömürge savaşının “sınır ötesine” taşınması ve Kürt ulusunun özgürlük çığlıkların her şeye rağmen yükselmesidir.
Bu coğrafyada Kürt ulusunun özgürlük sorunu, demokrasi sorunun tek unsuru olmasa da en önemli unsurudur. Bu sorunun çözümünde, talep ve programının içeriğinden bağımsız olarak yurtsever hareket politik öznedir, çözümün bir tarafıdır. Tarihsel ve güncel özellikleriyle kördüğüm olmuş olan bu sorunun hem kaynağı, hem de bir tarafı emperyalizm ve oligarşidir. Ancak öte yandan, her ne kadar emperyalizm ve oligarşi aynı tarafta, aynı cephede olsalar da, sorunun kendisi ve almış olduğu boyut, zaman zaman emperyalizm ve oligarşinin çıkarlarını bu sorun bağlamında farklılaştırabilmektedir. Ayrıca emperyalistler arasında da, (ABD ve AB gibi) farklı eğilimler söz konusudur; ama genel olarak emperyalizm çıkarları ile sömürgeci oligarşinin çıkarları her zaman tam olarak üst üste düşmemektedir. Elbette bu çıkar farklılığı her şeyin merkezi değildir ve 5 Kasım 2007 Bush- Erdoğan görüşmesinde çerçevesi çizildiği gibi, Kürt ulusunun özgürlük taleplerine ortak tavır alınabilmektedir.
Bu süreç ve bu temelde çatışmalar devam etmektedir.
Üçüncüsü ise, işçi ve emekçilerin cephesidir. Tuzla tersanelerinde başlayan hak arama mücadelesi, özelleştirmelere karşı Tekel işçilerin direnişi, çok daha yoğun olarak, sadece işçileri değil, tüm halkı ilgilendiren “sosyal güvenlik yasası”nın güncelleşmesi ve buna yönelik emekçilerin 14 Mart ve 1-6 Nisan tepkileri bu süreçte önemli bir yer tutmaktadır.
Devrimci hareket ile işçi-emekçi hareketi arasında hala önemli bir mesafe vardır, işçi ve emekçiler ciddi-tutarlı bir sendikal önderlikten bile yoksundur. Ancak tüm bunlara karşın 2008 yılında, işçi ve emekçi sınıfların düzene yönelik tepkilerinde daha ileri bir düzey söz konusudur. Bu, sistemin kriziyle birlikte yeni bir işçi-emekçi dalgası beklentisini artırmakla birlikte yönünü tümüyle kestirebilmek mümkün görünmemektedir. Ama ne olursa olsun, oligarşi-içi çelişkilerden yorulan işçi ve emekçilerin giderek kendi sorunları etrafında kümelenmesi umut vericidir.
2008 1 Mayıs’ını bu yoğun, iç içe geçmiş gündem ve mücadele dinamikleriyle karşıladık. Dahası, bu çelişkiler ve mücadele dinamikleri, kapitalizmin kriz ürettiği, bu krizin tüm emperyalist-kapitalist sitemi etkisi altına aldığı bir süreçte ortaya çıkmıştır. Kriz genel ve yapısaldır; yeni sömürge ülkemizde kendine özgü biçim almakta, sadece ekonomik değil siyasal boyutta dönüşmektedir. Neoliberal politikaların kapitalizmin sorunların çözmediği, tam tersine derinleştirdiği bir süreçte, tek başına kriz, elbette kendiliğinden toplumsal kaynaşmaya yol açmaz. Kapitalizmin krizi sadece bize devrimci imkanlar sunar, eğer bu imkanları doğru değerlendiremezsek, en önemlisi de bunu örgütlü bir güçle karşılayamazsak, bu kriz, pekala işçi ve emekçi sınıflar için kargaşa, bilinç çarpıklığı, vb… yaratabilir.
2008 yılında işçi ve emekçi cephesinde zayıf olsa da yeni bir mücadele dalgasının mayalanması, bunun 1 Mayıs somutunda Taksim iradesinde biçim alması işte bu bakımdan önemlidir.
Ve işte tam da bu noktada Taksim direnişi işçi ve emekçiler için yol göstericidir. Taksim direnişi, oligarşi içi çelişkilerle, “laik-anti laik”, “türban” vb.. ya da “Kürt düşmanlığı-şovenizm” gibi gündemlerle yorulan işçi ve emekçilerin kendi gündemleri ile bağ kurma işlevi görmüş, hak gasplarına karşı direnişi ifade etmiş, sahte “demokrasi” maskelerini indirmiş, işçi ve emekçilerin özgürlük çığlıklarını yükseltmiştir.

Devrimci Sosyalist Hareket: Başarmış Olmanın Mutluluğu ve Yeni Görevler
Meseleye kendi cephemizden baktığımızda ise 1 Mayıs 2008’in Devrimci Sosyalist Hareket açısından kıvanç verici yanlarının ağırlıkta olduğunu söyleyebiliriz.
Ne abartıyoruz, ne de küçümsüyoruz. Başkalarını yok saymak gibi bir “çiğ” davranış da bizden uzak olsun. Direnişin öznesi olan güçlerden hiç söz etmeden her şeyi kendisiyle başlatıp kendisiyle bitiren yaklaşımlara tanık oluyoruz; bunlar Türkiye toprağında maalesef sık rastlanan davranışlardır. Bizim bunlarla işimiz yok. 2008 1 Mayıs’ına emek veren, sokaklarda terini akıtan herkese saygı duyuyoruz.
Abartmıyoruz ama küçümsemiyoruz da. Biliyoruz, dağları devirmedik; daha yirmi milyon işçi sokaklarda örgütsüz kalabalıklar halinde dolanırken kendini “öncü” ilan etmek ya aşırı saflıktır, ya da iflah olmaz ukalalık… Bizim ve Türkiye devriminin önünde daha uzun mesafeler ve yapılacak çok iş var.
Ama bir şeyin altını çizmek gerekiyor: 1 Mayıs 2008, Devrimci Sosyalizmin istediğini ve planladığını yaptığı bir gün olmuştur ve bu önemlidir. Ne istediğini bilmek, bildiğini de pratikte yapabilmek önemlidir; çünkü tarihin şansı ancak böylelerine güler. Bu önemlidir. Devrimci Sosyalist Hareket, sürecin başlangıç aşamalarında çeşitli pratik aksaklıklar yaşasa da, özellikle 1 Mayıs günü, gerçekten sevinç duyulacak bir biçimde önceden belirlediği şeyleri hayata uygulamış; birkaç sorun dışında sürecin hiçbir aşamasında bir tereddüt ya da inisiyatif sıkıntısı yaşamaksızın yüksek bir performans ortaya koymuştur. Son derece sadeleştirilmiş bir taktik üzerinden inisiyatifli kılınmış olan yoldaşlarımız, çoğu kez herhangi bir özel yönlendirme ihtiyacı da duyulmaksızın yüzlerini Taksim’e dönerek yürümüşler ve her sokakta, her caddede kendilerine yakışanı gereği gibi yapmışlardır. İşin sırrı da zaten en baştan kalın bir çizgiyle saptanmış olan bu Taksim hedefindedir. Devrimci Sosyalistler, hangi durumda olursa olsun, iletişim olanaklarının sıfır olduğu noktada bile kafalarında Taksim hedefini netleştirmişler ve azimle, çatışa çatışa oraya doğru yürüyerek sonunda varmışlardır. İşin başından itibaren Taksim’de hareket eden Devrimci Sosyalist kol ise bütün hareketlerin içinde ve en önünde yer almakta tereddüt etmemiş, herkes görevini tam anlamıyla yerine getirmiştir. Hiçbir aşamada aşırı dağınıklık, toparlanamama halleri yaşanmamış, güçlerimiz her seferinde yeniden yeniden bir araya gelerek inisiyatifi ele almışlardır. Bütün süreç boyunca “en önde” yer alma durumu, Devrimci Sosyalistler açısından arkası boş bir gösteriş merakı değil, devrimci pratikle içi doldurulmuş bir sorumluluk olmuştur. Çok değişik çevrelerden devrimcilerin yan yana dövüştüğü sokaklarda yoldaşlarımız, başkalarına saygı duyan ve başkalarında saygı uyandıran bir tutumu göstermişlerdir.
Bütün bunların tümü, geleceğimiz açısından umut vericidir.
1 Mayıs ve Taksim direnişi, Devrimci Sosyalizm için sokağa dönük militan kitle hareketi için bir aşamadır. Burada “aşama” sözcüğüne yüklenen anlam, geldiğimiz bir eşiktir, yakaladığımız çıtadır. Elbette bu çıta yüksekliği henüz çok düşüktür. Devrim sürecinin uzun tarihi içinde geçici-küçük başarılarıyla mutlu olanlar, kendilerini gereğinden fazla iyi hissedenler çoğu kez yanılırlar. Ama öte yandan kendini iyi hissetmek de iyidir ve gerçekten iyi olmak için bir moral ve örgütsel zemindir. Biz, 21 yüzyılda devrimimize öncülük edecek devrimci bir parti ve devrimci halk hareketini inşa etmek istiyoruz. Yeniden inşa sürecimizde, bunun ilk tohumları atılmıştır ve bu tohumları geliştirmek kesintisiz bir görevdir. Böyle bir devrimci halk hareketi, militan ve sokağa dönük mantıkla, kendini yasallıkla sınırlamayan, meşruluktan beslenen bir politik kitle çizgisiyle inşa edilebilir. 1 Mayıs ve Taksim direnişi, bu açıdan hem öğreticidir, hem de bir aşamayı ifade eder.
Yönü kitlelere ve mücadeleye dönük olmayan hiçbir çalışma devrimci olma özeliğine sahip olamaz. Bu ülkede, yaklaşık 20 milyon işçi vardır; son araştırmalara göre, 11 milyon kişi açlık, 52 milyon kişi ise açlık ve yoksulluk sınırında yaşamaktadır. Emperyalizme bağımlı kapitalist ekonomi kriz sarmalındadır ve işsizlik, yoksulluk, geleceğe güvensizlik sürekli arta eğilimindedir. Devrimimiz bu toplumsal kesimlere, işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları, hızla çözülen küçük burjuvaziye dayanacaktır; biz devrimci halk hareketini bu sınıflara dayanarak, işçi-emekçi, kadın ve gençlik alanlarında, bu alanların bileşik örgütlü gücüyle inşa edeceğiz. “Biri iki yapmak”, somut hayat içinde ve güçlerimizi bölmeden, kontrollü bir şekilde yeni ilişkilere ulaşmak, tüm bunları mücadeleye bağlamak görevimizdir. Bu görev bir an bile unutulursa, 1 Mayıs ve Taksim direnişimizin bir anlamı olmayacaktır.
Bu açıdan Taksim direnişimiz, mücadeleye sıkı sarılmayı ve kitlelere yönelmeyi, takvimsel devrimciliği kırmayı bize öğretmektedir.
Yönümüzü kitlelere döneceğiz, mücadeleyi yükselteceğiz; daha sağlam adımlarla!



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19