Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

59. Sayı - Nisan/Mayıs 2008

“İnsan tacirleri 46 kişiyi ölüme götürdü.”
Artık neredeyse her ay en az bir defa gazetelerde böyle bir haber okuyoruz; talihsiz insan öyküleri televizyon ekranlarını kaplıyor ve toplu olarak “insan tacirlerini lanetleme” ayinleri yapılıyor… Olay artık komedi filmlerindeki “Münih yerine İstanbul’a adam indirme” esprisini çoktan aştı; artık insanlar doğrudan doğruya ölüme gidiyorlar ve bütün yaşanan facialara rağmen bunu ısrarla yapmaktan da vazgeçmiyorlar. Bu satırların yazıldığı anda da Ege sahillerine yeni cesetler çıkarılıyor olabilir. Iraklılar, Kürtler, Pakistanlılar, Filistinliler…
Vicdanını neoliberalizmin ameliyat masasında aldırmış olanlar için mesele gayet basit; sahil güvenlik devriyelerini artıralım, olsun bitsin!
Ama sorunun gerçek boyutları hiç de o kadar basit değil.
Yalnızca 2007 yılında Ege Denizi’nde ölen insan sayısı 82 kişi; ve 102 kişi de kayıp!
Merkezi İzmir’de bulunan İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD)’nin raporuna göre 1994-2007 yılları arasında Ege Denizi’nde 410 kişi hayatını kaybederken, 402 kişi de kaybolmuştur. Ayrıca Sahil Güvenlik Komutanlığı raporuna göre, yalnızca 2007’de kaza geçirmeden yakalanıp durdurulan insan sayısı 4 bin 692 kişi… Bütün bu engelleri aşarak başarıya ulaşanları da tahminen hesapladığımızda yalnızca Ege’de önümüze çıkan tablo on bin rakamına denk düşmektedir. Ki, buna kara sınırları dahil değildir. Daha geçenlerde İran sınırında donarak ölen 7 kişinin kurtlar tarafından parçalanmış cesetleri, tablonun başka bir yönünü anlatıyor.
Ve tabii bütün bunlara Türkiye’deki toplamı bir milyonu aşan yabancı kaçak işçiler, organları çalınarak satılan insanlar, köle çocuklar ve fuhuş alanı da dahil edilmelidir.

Yeni Dünya Düzeninin Kirli Yüzü: İnsan Ticareti
Elbette sorun yalnızca Türkiye ile ilgili değil. Aslında sorunun gerçek boyutları özellikle son 30 yılda bütün dünyayı sarmış durumda. Yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca yoksul insan bugün büyük emperyalist ülkelerin metropollerinde yaşıyor; öyle ki BM raporlarına göre dünyadaki her 35 kişiden birinin şu ya da bu nedenle göçmen olduğu ifade ediliyor. VE tabii çoğu kez bu rakamlar ülkelerin içinde gerçekleşen büyük göç dalgalarını dikkate almıyor.
Çocuklar ve kadınlarla ilgili durum ise ciddi bir insanlık trajedisi haline gelmiş durumda. Uluslararası Çocuk Fonu UNICEF’in yaptığı bir araştırmaya göre, dünyada her yıl 1 milyondan fazla çocuk insan tacirleri tarafından satılıyor. Tüm dünya genelinde her yıl 1.2 milyon çocuk tarım, madencilik, ev hizmetleri ve fuhuş sektöründe çalıştırılmak üzere satılıyor ve bunların büyük çoğunluğu Orta Avrupa, Asya ve Afrikalı.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin (UODC) raporuna göre bir bütün olarak insan ticareti konusunda en kilit ara halkalardan biri Türkiye. Raporda, insan tacirlerinin kaçırdıkları insanları en çok Belçika, Almanya, Yunanistan, İsrail, İtalya, Japonya, Hollanda, Tayland, Türkiye ve ABD’ye getirdikleri vurgulanıyor. Türkiye, raporda insan kaçakçılığı konusunda “Yüksek seviyede geçiş ülkesi” olarak tanımlanıyor. Ayrıca Türkiye “orta seviyede” göç kaynağı olarak da bir başka rütbeye sahip!
Ve tabii rapora bakıldığında sorunun asıl mağdurlarının kadınlar olduğu görülüyor. Dünyada bir biçimde satılan, kaçırılan her 100 kişiden 77’sinin kadın, 14’ünün çocuk ve 9’unun erkek olduğu bildiriliyor.

Yerini Yurdunu Terk Etmek…
Elbette soruna böyle rakamlar dünyasından bakıldığında sadece hukuki bir yaklaşıma ulaşmak ve bütün suçu “insan tacirleri” ve mafyanın üzerine yıkmak mümkün. Zaten resmi güçler de böyle yapıyor. Kimse yakalananlara neden ülkelerini terk ettiklerini sormuyor; sorulan tek soru “kime kaç para verdin” oluyor. Böylece her seferinde birkaç ah vah çekildikten sonra her şey unutuluyor, her şeyin üstü örtülüyor.
Oysa gerçekte artık herkesin bildiği gibi bütün sorun, küresel kapitalist soygunun dünya çapında yarattığı tahribatla ilgilidir. Kimse keyfinden ya da sıradan sebeplerle yerini yurdunu terk etmiyor. Bu anlamda belki de işin en son halkasını bu insanları kandırarak ölüme terk eden şebekeler oluşturmaktadır. Şüphesiz bu ahlaksız çeteler umutsuz insanların durumlarını kullanarak büyük servetler kazanıyorlar; ama işin bu yönüne bakarken halkların yoksulluğunun ve umutsuzluğunun gerçek sorumlusu olan asıl çeteyi, yani emperyalizmi görmemek son derece yanlıştır.
1990’larla başlayan yeni tarihsel sürecin manzarası bu bakımdan tam bir felakettir. Kayda değer bir insani olgu üretmeksizin dünyanın en ücra köşelerini dolaşan emperyalist sermaye, özellikle dibe itilmiş, gözden çıkarılmış ülkeleri yoksulluğun batağında boğmakta, bu ülkeleri, insani bakımdan olduğu kadar ekolojik bakımdan da yaşanamaz hale getirmektedir. Bu koşullar altında tek yaşam umudu olarak gözlerini Batı metropollerine diken yoksul halkların göçü anlaşılabilir bir olgudur. Yerini yurdunu terk eden milyonlarca insan yollara düşmekte, önemli bir bölümü yollarda yaşamını yitirirken, sonuçta her nasılsa “hedefe varanlar”ı ise en ağır işler, aşağılanma ve ırkçılık beklemektedir.
Örneğin bugün, dünyadaki toplam gıda üretim potansiyelinin 10,5 milyar insanın sağlıklı beslenmesine yetebileceği hesaplanmaktadır. Ama buna karşın 800 milyon insan resmen açtır ve yılda 11 milyon çocuk açlıktan ölmektedir. Bugün dünya nüfusunun yarısı, yani 3 milyardan fazla insan günde 2 dolardan daha az, 1,5 milyar insan da 1 dolardan daha az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 10’u, dünya toplam gelirinin yüzde 70’ini alıyor.
Afganistan’da günlük ortalama gelir 44 cent, Etiyopya ve Kongo’da ise 27 centtir. Doğu Asya ve Pasifik ülkelerinde yaşayan 267,1 milyon kişi, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkelerinde yaşayan 17,6 milyon kişi, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan 60,7 milyon kişi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan 6 milyon kişi, Güney Asya’da yaşayan 521,8 milyon kişi, Sahra altı Afrika’da yaşayan 301,6 milyon kişi, günde 1 dolardan daha az gelirle yaşamını sürdürüyor.
Dünya Bankası ve IMF’nin sahnede olduğu 50 yılı aşkın sürede yoksulluk giderek artmıştır. Dünyanın en yoksul ülkelerinde kişi başına düşen gelir, 1970-1985 yıllarında zengin ülkelerdeki kişi başına gelirin yüzde 3,1’i düzeyindeyken, bu oran 1990’ların sonunda yüzde 1,9’a dek düştü. Ve tabii bu oran, ülkeler arası ortalama gelir uçurumunu bize anlatır; yoksul ülkelerde de zengin-yoksul uçurumunun olduğu hesaba katılırsa durumun çok daha vahim olduğu görülür.
Ve öte yandan dünyadaki en zengin 500 kişinin toplam yıllık geliri, en yoksul 416 milyon kişinin toplam gelirinin üzerinde bulunuyor. Aşırı yoksulluğu gidermenin faturasının ise 300 milyar dolar dolayında olduğu tahmin ediliyor. Bu da, dünya nüfusunun en zengin yüzde 10’luk kısmının toplam gelirinin yüzde 2’si bile etmiyor.
İşte tablo budur…
Umutsuz insanları kucaklarında çocuklarıyla birlikte ölümün kucağına iten manzara budur. Ve bu manzara devam ettiği sürece sahil güvenlik denizden daha çok ceset toplayacak, sağ yakalananları ise koyacak yer bulunamayacaktır.
Dünya, bu insanlık dışı düzene mahkum ve mecbur değildir.
Herhalde söylenebilir, en kötü devrim, bu rezillikten iyidir.



.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19