Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

59. Sayı - Nisan/Mayıs 2008

Geçtiğimiz 29-30 Mart tarihleri arasında Emek Araştırmaları Merkezi Girişimi tarafından "Kapitalizm, Kriz: Olasılıklar, Olanaklar" başlıklı bir sempozyum düzenlenmişti. İstanbul'da Petrol-İş salonunda yapılan sempozyumda akademisyenler ve siyasi yapılanmaların temsilcileri iki gün boyunca dünyadaki büyük finans krizi ve bunun karşısında solun imkânları ve tutumu konusunda tartıştılar.
Program gereğince, birinci gün ağırlıklı olarak akademisyenler söz alırken, ikinci gün sol siyasi yapıların temsilcileri kriz ve krize müdahale yolları üzerine kendi düşüncelerini açıkladılar.
Zaman zaman izleyicilerin -zayıf da olsa- sorularıyla canlanan konuşmalar, genel olarak solun da aslında bir kriz yaşadığını göstermiş oldu.
Sempozyum'un ikinci gününde Sosyalist Barikat adına yapılan konuşmanın metnini aşağıda yayınlıyoruz.

Arkadaşlar, merhaba…
Öncelikle böyle zorlu ve sıkıntılı bir süreçte bu tür bir düşünsel platformunu akıl ederek gerçekleştirenlere ve emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Bunu laf olsun diye de söylemiyorum. Şu anda yapılmakta olan, önemli ve anlamlı bir iş. Ayrıca bu işin 30 Mart Kızıldere’nin yıldönümüne denk düşmesi de bir başka açıdan anlamlı. En azından o müdahale ve etkinlik düzeyinin sonraki yıllarda neden yakalanamadığı ve onların neyi yakaladığı üzerine salondaki herkesin bir parça düşünmesinde yarar var.
Ben sözlerime biraz dünkü bölüme dönerek başlamak istiyorum ve kriz konusundaki dünkü karışıklığı biraz düzeltme ihtiyacını duyuyorum. Hepimizin bildiği gibi, sözcük ve sözlük anlamları ne olursa olsun, siyasi hayatta kavramlar yeni anlamlar kazanırlar. Bu bağlamda, “bunalım” kavramı tekelci aşama ile birlikte başlayan sürekli ve genel bir tarihsel durumu, asalaklığı ve çürümeyi, tarihsel olarak üretici güçlerin önünün kesilmiş olması gerçeğini bize anlatır. Kriz ise başka ve daha konjonktürel bir şeydir; gelir, vurur, gider, sonra yeniden gelir, vs…
Daha özel bir kavram olan milli kriz yada devrim durumu dediğimiz şey ise, sadece ekonomik değil yüzlerce faktörün devreye girerek mevcut durumu çöküntüye uğrattığı ve her şeyi yönetilemez hale getirdiği bir nokta olarak anlaşılabilir…
Bütün bunları netleştirmek önemli; çünkü kriz dendiğinde tam olarak neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmekte yarar var.
Bu küçük gibi görünen düzeltmelerden sonra, (krize yeniden döneceğiz) isterseniz son söyleyeceklerimizden birini şimdiden söyleyelim: Biz, bugün emperyalizmin (ve tabii ki dünyanın) yeni bir tarihsel süreç yaşadığını düşünüyoruz.
Başka bir deyişle ve kendi terminolojimizle söylersek eğer, emperyalizmin sürekli ve genel bunalımı bugün yeni bir evreye girmiş bulunmaktadır. Bütün tarihsel olgular gibi tekelci kapitalizm de kendi içinde bütünlüklü evreler halinde anlaşılabilir. Tarih biliminin mantığı böyledir; tarihi düz bir olgu olarak değil ancak böyle dönemlemeler içinde anlayabilirsiniz. Her yeni tarihsel süreç ya da dönem, kapitalist sistemin işleyişinden üretimin örgütlenişine, hegemonya biçimlerinden başat ideolojik biçimlere kadar bir dizi öğenin kendine özgü bütünlüğüyle karakterize olur.
Örneğin 1945’lerde başlayıp 1990’a dek devam eden dönem böyle bir iç bütünlüğe sahiptir. Sürecin, örneğin reel sosyalizmin varlığı gibi belli temel öğeleri vardır, her şey az çok istikrarlı ve kendi içinde tutarlıdır.
Bugün ise 1945 sonrasındaki dönemin temel ayaklarının bir çoğu fiilen ortadan kalkmıştır ve 1970’lerden filizlenmeye başlayan, 1980’lerde somut biçimlere dönüşmeye başlayan yeni bir süreç 1990’lardan itibaren açık bir gerçeklik olarak önümüze çıkmıştır. Çok kabaca söylersek bu dönem, dünkü bölümde akademisyenler tarafından anlatılanların toplamıdır; ekonomide neoliberalizm ve vahşi sömürü, üretimin örgütlenişinde iş sürecinin ve sınıfın parçalanması, politik alanda bütün ulusal sınırların parçalanarak sınırsız bir küresel hegemonyaya ve yeni bir kölelik düzenine geçiş, ideolojik alanda insan bilincini ve varlığını parçalayan postmodern gerici saldırı ve sosyal alanda korkunç bir insani yıkım ve insanın değersizleştirilmesi, vb…
Bu belirlemeyi ve kısacık özeti şunun için yapıyoruz: Basit bir tarih okumasıyla bile kolayca anlayabileceğimiz gibi her yeni dönem sadece sistemi ve onun ilişkilerini biçimlendirmiyor; aynı zamanda karşıtını da, yani işçi sınıfının yapısını ve davranış biçimlerini, uluslar arası ve yerel düzeyde sosyalist hareketin durumunu, hatta o dönemin tipik kadro kültürünü ve tarzını da belirliyor. Ve her yeni dönem, -yine tarihten okunabilir- çoğu kez solun da bir krizine denk düşüyor ve ancak onu karşılayan bir devrimci yenilenme hamlesiyle aşılabiliyor. Bu arada savrulanlar savrulduklarıyla kalıyorlar; “bir gün kıymetimiz anlaşılır” diyen “muhafazakarlar” ise tarih tarafından kenara itiliyorlar.
Bugün de aynı kritik noktadayız ve eğer ağrı kesicilerle durumu idare etmekten değil de yeni bir devrimler çağını başlatmaktan söz ediyorsak, bir devrimci yenilenmeden başka şansımız yok.
Hemen çok çok kısaca başlıklar verirsem, böyle bir Devrimci Yenilenme, birincisi, ideolojik olarak Marksizmin tahkim edilmesi, onun bilimle ve hayatla yeniden buluşması anlamında bir yeni bilimsel sosyalist aydınlanma çağının başlatılmasını içerir.
İkincisi, bu yenilenme, yeni tarihsel sürecin temel öğelerinin rasgele parçalar olarak değil, bir dönem kavrayışı ve bütünlüğüyle çözümlenmesi ve anlaşılması anlamına gelir.
Üçüncüsü, bugüne kadarki sosyalist deneyimin taraftarlık ruhundan uzak bir anlayışla eleştirel bir süzgeçten geçirilmesi ve kitlelere dayanan, kitlelerle birlikte yeni bir sosyalizm anlayışının ve buna bağlı olarak devrimci bir enternasyonalizmin inşası bir başka öğedir.
Dördüncüsü, bu süreç, bütün bunlara dayanarak devrimci hareketin mücadele ve örgütlenme biçimlerinin ciddi biçimde gözden geçirilmesi anlamına gelir.
Ve nihayet beşincisi, bu devrimci yenilenme, bütün bu sürecin bir devrimci pratik içinde, bir devrimci atılım olarak, kolektif akılla kotarılmasıdır.
Yeni süreci karşılamak, krizin bizim cephemizdeki karşılığı olarak büyümek ve devrime yürümek başka türlü mümkün görünmüyor.
Bütün bunları özellikle vurguluyoruz; çünkü bugünkü kritik durumun artık her zamankinden çok daha fazla iradeye, perspektife ve “ne yapacağını bilme” haline bağlandığını düşünüyoruz. Elbette siz, böyle bir “ne yapacağını bilme” halinden yoksun olsanız da siyaset sahnesinde kalır ve varlığınızı sürdürürsünüz. Sevgili ülkemizin en güzel yanı, ne burjuva siyasetinde ne de sosyalist cenahta “bitme” diye bir durumun mevcut olmayışıdır. Ama bir devrimden söz ediyorsanız eğer, başka türlü bir iradeye ve plana sahip olmak zorundasınız.
Biz, -şimdi artık somut konumuza geliyoruz- böyle bir planın sistemin krizi tarafından bize sunulacak olanaklara dayandırılmasının doğru olmadığını, gerçekçi olmadığını düşünüyoruz. Evet, biz dünya kapitalizminin yerel ya da küresel krizlerinin sistemde önemli çatlaklar meydana getirebileceğini, bunun devrimci bir kalkışma için kolaylaştırıcı zeminler yaratacağını biliyoruz ama bu durumun bizim önümüze kendiliğinden fırsatlar sunmayacağını düşünüyoruz. Ayrıca krizle kitle hareketinin yükselişi ve sola kayışı arasında otomatik bir ilişki olmadığını da biliyoruz. Yanlış hatırlamıyorsam eğer, 1930’larda Almanya’daki kriz son derece büyüktü ama sonuçları hiç de iç açıcı olmamıştı.
Yani siz eğer sistemin yaşaması kaçınılmaz olan bazı kırılma noktalarını beklemeyi ve bu noktalar için hazırlanmayı düşünüyorsanız, koşulların oluşması ile devrimci iradenin müdahalesi arasına bir zaman dilimi koyuyorsanız, bu topraklarda hiç şansınız yok demektir.
Çünkü bu topraklarda kriz dediğimiz şey, -burada artık yaklaşmakta olan krizden değil, daha özel olarak milli krizden, yani devrim durumundan söz ediyoruz- istasyona gelip giden bir tren gibi ya da kısacık yaşanıp geçen bir ay tutulması hali gibi yaşanmamaktadır. “Kitle hareketi şahlansın, biz de üstüne binip yönetelim” diye bakamazsınız ona. Kriz, bu topraklarda zamana yayılmış olarak sürekli biçimde mevcut olan bir şeydir, ülkenin ekonomik-politik-sosyal hayatının doğasıdır, yapısal bir parçasıdır. Zaman zaman sert kırılmalar yaşanır, zaman zaman kısmi onarımlar görülür ama hiçbir zaman düzlüğe çıkılmaz.
Yani bu topraklarda kriz, beklenen değil, müdahale edilerek derinleştirilmesi gereken bir olgudur. Yine kendi terminolojimize dönerek daha sistematik bir deyiş kullanırsak, krize müdahale etmek ve onu derinleştirmek ile kitleleri örgütlemek ve bir devrim hareketi yaratmak tek bir devrimci pratik içinde yapılabilir ve iki görev tamamen iç içe geçmiştir. Krizin fırsatlar yaratmasını bekleyen değil, ona merkezi düzeyden müdahale eden, gündemlerde boğulmadan bizzat kendisini gündem yapan ve krizi derinleştirirken kitleleri birleştiren bir müdahale, bütün mücadele ve örgütlenme biçimlerini belli bir eksen etrafında toparlayarak yürütülebilir.
Biz böyle bir müdahale anlayışının ve böyle bir siyaset yapma biçiminin koşullarının her zamankinden daha uygun olduğunu ve bunun her zamankinden daha gerekli olduğunu düşünüyoruz; böyle bir sürdürülebilir müdahaleyi inşa etmek için çalışıyoruz. Bugün uluslar arası ölçekte mayalanan çöküntü dalgası kuşkusuz -eğer biz varsak ve müdahale ediyorsak- durumu daha elverişli hale getirecektir ama devrimci fırsat denilen şeyi bunun üzerine kurmak isterseniz sonuç hüsran olacaktır.
Bu, elbette bir düğümün tek bir kılıç darbesi ile çözüleceği anlamına gelmiyor. Bütünlüklü çözümleme de zaten bu yüzden gerekli. Sınıfın parçalanmış yapısı, kırsal alanlardaki toplumsal yapının değişimi, yozlaştırma ve çürütme politikalarının, konsantre edilmiş şiddetin yarattığı derin çöküntü, ideolojik araçların yaygınlık düzeyi ve postmodernizmin insan ruhunu parçalayan saldırısı, vb. gibi yüzlerce faktörü ve dün söylenenlerin tümünü dikkate alan, yeni ve yaratıcı örgütlenme biçimlerini bulan bir bütünlüklü müdahaleye ihtiyacımız var. Bütün bunları anlamaya ve pratik çözümler, yeni kanallar bulmaya, yeni bir dil yaratmaya ihtiyacımız var; bunu yapmaya politik-kültürel araçlarla kökler salmaya uğraşıyoruz. Ayrıca bu konudaki başka arayışları da dikkatle izliyoruz; uluslar arası deneyimleri de dikkatle izliyoruz. Bütün bu yaklaşımlara ve yeni kanallara çok ihtiyacımız var; hepimizin ihtiyacı var. Ayrıca, her türlü işbirliği, güç birliği, eylem birliği içinde bugüne dek yer aldık, bundan sonra da her öneriye açık oluruz. Burada bir problem yok. Ama öte yandan biz, bir şeyin “faydalı olması” ile solun ve sınıf hareketinin krizine “çözüm” olması arasında bir açı farkı olduğunu düşünüyoruz. Bir girişim için “faydalıdır” diyebilir ve hatta katılabiliriz ama solun ve sınıf hareketinin krizinin köklü çözümü konusunda kendimize özgü görüşlerimiz var.
Bu noktada esas olarak iki şey söylüyoruz.
Birincisi; biz bütün alanlardaki çözüm arayışlarının, tıkanıklığı aşma uğraşının önemli olduğunu söylüyoruz, bizzat kendimiz de her alandaki düğümleri tek tek çözmeye, uygun iletişim ve örgütlenme kanalları bulmaya, tek tek her emekçiye ulaşmaya çalışıyoruz. Bütün bunlar son derece önemli.
Ama biz, her alandaki tıkanıklıkların sadece o alanların kendi içinden yapılacak bir müdahale ile, sadece daha çok çalışmak ve daha çok enerji harcamak ile çözüleceğini düşünmüyoruz. Öğrenci hareketinde her türlü yolu denemeliyiz, deniyoruz; mahallelerde iğneyle kuyu kazıyoruz, kazmaya da devam edeceğiz; atölyelerde-fabrikalarda var olmak istiyoruz bunun için denemedik yol bırakmayız; ama Türkiye devrimci hareketinin makus talihinin genel politik atmosfere bağlı olduğunu unutmuyoruz, unutma hakkına sahip değiliz. İhtiyacımız olan şey, hiçbir mücadele ve örgütlenme biçimini küçümsemeden, tümünü kullanarak yürümek ama bütün bunları merkezi bir müdahalenin eksenine bağlamaktır.
Mücadele biçimleri ile “müdahale” kavramı arasında böyle temel bir fark var.
İkincisini ise Che’nin ölümünden sonra Bolivya’daki hareketi yürüten İnti Peredo söylemişti. Öldürülmeden önce yazdığı bir yazıda -ki biz geçtiğimiz sayılarımızdan birinde yayınlamıştık- şöyle bir cümle vardı: “Halka bütün mücadele biçimlerinden söz edenler ikitidar konusunda ciddiyetsizdirler.”
Yani, biz yürüyelim, örgütlenelim, çalışıp çabalayalım, “bütün mücadele biçimleri önemlidir” gibi sözleri de sık sık kullanarak kriz ya da dünya savaşı gibi bir şeylere hazır olalım derseniz, aslında bir şey söylemiş olmazsınız. Duruma müdahale etmek, krizi derinleştirmek ve emekçileri bu cenaha çekmek istiyorsanız, irade ortaya koymak zorundasınız. 1989 baharını beklerseniz gelmez. Azıcık sağa kayalım belki o zaman gelirler derseniz yine gelmezler, gelenin de hayrı olmaz. Artık Türkiye’nin tablosu değişmiştir. “Büyük kitle hareketi” denilen şey artık bu topraklarda devrimci irade olmadan mümkün değildir. Türkiye, dünyanın en çok genel grev çağrısı yapan ülkesidir, şahsen ben yaklaşık olarak haftada bir tane okuyorum ama şu ana kadar bu yönde ciddi bir işaret de görülmüş değildir. Bu kadar basit ve yalındır her şey.
Buraya kadar söylediklerimizi toparlarsak eğer, biz kriz denilen şeyin ufukta görünerek kitleleri kendiliğinden şahlandıran bir şey olduğunu düşünmüyoruz. Daha doğrusu, krizin esasen yapısal olarak yeni-sömürge sisteminin iliklerinde mevcut olduğunu düşünüyoruz ve onu derinleştirme görevi ile kitleleri örgütleme görevinin tek bir süreçte birleşmiş olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir süreç ve müdahalenin Çağlayan’ı da, Fatih’i de fena halde ofsayta düşüreceğini ve bütün deforme kavramları yerli yerine oturtacağını düşünüyoruz.
Bu, adını koyarsak eğer, uzun yıllardır üzerine pek çok spekülatif tartışma yapılmış olan Politikleşmiş Askeri Savaş’ın ta kendisidir. O üzerinde çok konuşulmuş olan şey, bu kadar da yalın ve durudur aslında.
Peki, -bitiriyorum artık- böyle bir yol, zor mu?
Evet, doğrusu zor. Zor olduğunu biliyoruz, çünkü böyle bir sürecin inşası için çalışıyoruz, tarihin bu en elverişsiz koşullarında -hepimiz gibi- iğneyle kuyu kazarak ilerliyoruz.
Peki bu mümkün mü?
Evet, mümkün. Kesinlikle mümkün.
Başka bir yol var mı? Tabii ki vardır; denenebilir ve elbette biz ona karşı da saygılı oluruz.
Peki biz bu yolda yürürken başkalarıyla yan yana gelebilir miyiz?
Elbette, neden olmasın? Şu ana kadar da böyle oldu zaten. Her şeyi konuşabilir, her öneriyi değerlendirebiliriz.
Yaptığımız şeyin anlamını ve sınırlarını bilmek koşuluyla...

Sabrınız için çok teşekkür ederim arkadaşlar…


.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19