1 Mayıs 2008'i geride bıraktık… Biraz yorgunluk,
biraz sevinç, biraz sıkıntı… Soğukkanlı bir noktadan
bu 1 Mayıs'ın politik değerlendirmesi, sınıf hareketi
ve devrimci hareketin durumu üzerine öngörüler
yapmak için biraz erken. İyimser olmak için pek
çok neden var; ama iyimser olmak ile "gerçekten
iyi olmak" arasında belli bir mesafe olduğunu
biliyoruz. Birincisi, ikincisi için zemin sağlar;
bu bakımdan çok önemlidir ama tek başına yetersizdir.
Çünkü ikincisi, sakin kafayla yapılacak değerlendirmeleri
ve pratik olarak sürecin yeniden örgütlenmesini
şart koşar.
Şimdi, sınıf hareketi ve devrimci hareket üzerine
düşünme ve perspektifler belirleme zamanıdır.
Bu anlamda 2 Mayıs, her zaman en az 1 Mayıs kadar
önemlidir. Türkiye'de 2 Mayıs ayrıca bir başka
açıdan da önemlidir; böylece açılan yeni süreç
işçi sınıfına yeni saldırıların planlandığı bir
süreçtir. Bazılarına "anlamsız" görünen
Taksim yasağının da gerçek nedeni budur; çünkü
defalarca söylediğimiz gibi neoliberal düzenin
altın kurallarından biri, sınıfın herhangi bir
şeyi kopararak almasının, böylece kendine güven
kazanmasının önlenmesidir. Bu kadar gaz bulutunun
nedeni takunyalı kafaların gereksiz inadı değil,
bu gerçekliktir. Bu yüzdendir ki, 2 Mayıs sabahının
gündemi, sınıf hareketinin durumu, sınıfın enerjisinin
kaypak yöneticilerin elinde çarçur edilmesinin
bir "kader" olup olmadığı, bu verili
durumun nasıl ve hangi araçlarla değiştirileceğidir.
Bu düşüncelerle işçi sınıfının ve bütün emekten
yana güçlerin 1 Mayıs'ını kutluyor ve 2009 için
buluşma sözü veri- yoruz. Perşembe günü sokakta
olan, emeğini, enerjisini sokaklara akıtan herkesi
selamlıyoruz. Sokak, eğer biz bundan sonrasını
doğru değerlendirerek doğru adımları atabilirsek,
mutlaka kendisine verilmiş olan emeği karşılıksız
bırakmayacaktır.
İşçi sınıfının birlik-mücadele-dayanışma günü
olan 1 Mayıs’ın Taksim meydanında kutlanmasını
engellemek için İstanbul’u cehenneme döndüren
oligarşi yine de amacına ulaşamadı. Sınırsız vahşet
uygulayan, yoldan geçenleri, işyerinde oturanları
rasgele döven, hatta hastanelere gaz bombaları
atarak ağır hastaların canını tehlikeye atan polis
Taksim iradesini kıramadı, gün boyunca kentin
her yanında Taksim sevdası kaldırımlara kazındı.
Emekçiler ve devrimciler, Taksim alanına giremedilerse
de kentin sokaklarını Taksim alanı yapmayı bir
kez daha başardılar. Sürecin başından beri Taksim
iradesinin arkasında duran devrimci sosyalistler,
sabahın ilk ışıklarından akşama dek bir an bile
eylemden kopmadan en kritik noktalarda hep en
önde oldular, devrimci enerji ve disiplinleriyle
hareketin bayrağını hep yüksekte tuttular.
Şişli-DİSK Binası
Geceden DİSK binası içinde ve çevresinde toplanan
-ve aslında DİSK’in deklare ettiğinden daha az
olan- kitleye yapılan ilk saldırı, daha sabahın
06.30’unda gerçekleşti ve saat 10.00’a gelinceye
kadar bu saldırılar arkası arkasına tekrarlandı.
Binanın içine dışına sık sık gaz bombaları atan
ve bina etrafındaki grupları zaman zaman uzaklaştıran
polis, yine de içerdeki yaklaşık bin beş yüz kişilik
kitleyi ürkütemedi. DİSK’li işçiler, içinde HKM’lilerin
de olduğu devrimci güçler konfederasyon binasını
her türlü saldırıya karşı dirençle savundular.
Bazı emekçilerin hastanelere kaldırıldığı bu saldırı
tablosuna karşın kitle yine de sık sık ablukayı
yarmayı denedi.
Bu arada, aynı saatlerde Şişli’nin her tarafı
çoktan bir savaş alanına dönmüştü. Yolun her iki
yanında da, Nişantaşı ve Kurtuluş yönlerinde çatışmalar
sürmekteydi. Bu noktada sendikacıların aldığı
eylemi bitirme kararı, yüzleri Taksim’e dönme
kararını pekiştirmiş ve özellikle D1MP bileşeni
gruplar Taksim’deki Platform Komitesi tarafından
belirlenen belli bir saatte orada olabilmek için
çatışa çatışa ilerlemektedirler. Bir yandan Nişantaşı’nda
çatışmalar sürerken, diğer yandan da Kurtuluş,
Dolapdere hattı üzerinden Taksim’e geçme çabası
vardır. Özellikle Kurtuluş, Pangaltı ve Şişli’nin
diğer bölgelerinde Halkevleri, Partizan, DTP’nin
de katıldığı çatışmalar gerçekleşmektedir. Eğitim-Sen
ve Belediye-İş kortejleri de saldırıya uğrayıp
direnen kortejler arasındadır. Bu aşamada DİSK
binasındaki HKM güçleri de diğer devrimci güçlerle
birlikte yüzlerini Taksim’e dönerek yürümeye başlamışlardır.
Nitekim bu grup daha sonra Dolapdere’de başka
yerlerden gelen HKM’lilerle buluşacaklar, Dolapdere’deki
çatışmalardan sonra yeniden Feriköy civarından
Tarlabaşı’na ulaşacaklardır. Hem bu koldaki HKM’lilerin,
hem de başka kollardan gelenlerin kafasında Taksim’in
net olması, tek kalanların bile yönünü şaşırmadan
Taksim’e yürümesi kararlara uymak bakımından son
derece önemlidir.
Kurtuluş-Dolapdere-Tarlabaşı Hattı
Bu arada Şişli’ye gelmek için harekete geçen asıl
HKM kitlesi ise 07.00’den itibaren Nurtepe’de
halaylarla hazırlanmakta, bayrakları ve pankartıyla
araçlarına binerek ilerlemektedir. Okmeydanı SSK
Hastanesi önündeki polis barikatından sonra HKM
ve DSG’liler arabalardan inerek Osmanbey’e doğru
yürüyüşe geçeceklerdir.
Şişli Cevahir Oteli’nin arka sokaklarında çıkan
ilk çatışmada HKM ve DSG en ön saflardadır. Daha
sonra birliğini bozmadan yeniden ilerlemeye başlayan
ve sürekli ajitasyonlarla, sloganlarla yürüyen
devrimci sosyalistler saat 10.30 civarında tekrar
Şişli girişlerine kurulan polis barikatlarına
müdahale etti. Polisin gaz bombalarına, panzerlerine
taş ve sapanlarla karşılık veren devrimci sosyalistler,
Kurtuluş bulvarına doğru ara sokaklardan çatışarak
ilerlediler.
Kurtuluş bulvarında Anadolu yakasından gelen yoldaşlarıyla
buluşan devrimci sosyalistler burada yaklaşık
bir saat boyunca çatıştılar ve bir an için geri
çekilmediler; polis ancak onlar yönünü Taksime
çevirdiğinde bulvara girebildi. Buradaki çatışmalarda
ESP ve Halkevleri de aktif biçimde yerlerini aldılar.
“Biz bu ülkenin onurlu insanlarıyız. Siz bu ülkenin
emekçilerine Taksim yolunu kapatamazsınız. Katilsiniz,
işçi düşmanısınız. Devrimciler bu yoldan geçecek.
Katil polis hesap verecek” diye bağırarak polisin
üzerine yürüyen devrimci sosyalistler ve diğer
devrimci siyasetler burada polisi defalarca geri
çekilmeye zorladılar.
Şişli’deki toplanma yerlerine müdahale edildiği
haberinin gelmesi üzerine ise devrimci sosyalist
kortej yönünü Taksim Meydanı’na çevirdi. Ara sokaklarda
halka sürekli olarak “Biz terörist değiliz. Biz
bu ülkenin onurlu insanlarıyız. Taksim Meydanı
emekçilere açılmak zorundadır. Biz bunun için
yürüyoruz. Halka zarar vermeyeceğiz. Kimsenin
camını kırmayacağız. Ama polisin bize saldırmasına
karşılık vereceğiz. Geri çekilmeyeceğiz ve bugün
Taksim Meydanı’nı kazanacağız” şeklinde konuşmalar
yapan devrimci sosyalistler yine çatışmalarla
Kasımpaşa yoluna geldiklerinde bu kez toplu bir
şekilde pankartlarını açarak “Gün Gelecek Devran
Dönecek Ayak Takımı İktidara Geçecek”, “Taksim
Kızıldır Kızıl Kalacak”, “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa
Kadar Savaş”, “Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz”
sloganlarıyla, Tarlabaşı’na doğru yürüyüşe geçtiler.
Saat 12.00 civarında Tarlabaşı caddesine çıkan
devrimci sosyalistler, burada diğer devrimci siyasetlerle
birlikte ara sokaklardan Taksim’e gitmeyi denediler
ama saldırı karşısında toplu olarak müdahale ettiler
ve ara vermeden Tarlabaşı’nın başka noktalarından
geçiş yaptılar. Böylece Taksim İstiklal Caddesi’ne
gelen grup burada yapılan çıkışlara katılma şansını
yakaladılar.
Taksim’de Sürekli Eylem
Bu arada tamamen kuşatılarak adeta bir kale haline
getirilmiş olan Taksim Meydanı dışında kalan bölgelerde
hareket daha erken saatlerde başladı. Saat 10.00’dan
itibaren İstiklal Caddesi üzerinde gruplar toplanmaya
başladılar. Şişli’deki tablonun olumsuzluğu karşısında
bütün herkesi Taksim’e çağıran Platform, belli
bir saatte harekete geçmeyi planlarken kendiliğinden
başlayan bir hareket bir anda caddeyi sardı ve
devrimci sosyalistlerin ve Kaldıraç, HÖC gibi
başka platform bileşenlerinin, Mücadele Birliği’nin
ve ESP’nin katılımıyla sayısı beş yüze ulaşan
bir kitle gücünü yakaladı. Devrimci sosyalistlerin
büyük bir atılganlıkla, pankart ve bayraklarıyla
en önde olduğu bu kitle yönünü alana dönerek yürümeye
başladı. “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm”, “İşte Taksim
İşte 1 Mayıs” sloganlarıyla yürüyen devrimci sosyalistler
ve diğer devrimci yapılar burada saldırıya uğrayınca
geri çekildiler.
Bu geri çekilmeden kısa bir süre sonra ise belirlenen
saatte Platform’un gerçek çıkışı hayata geçirildi.
Anarşistlerin süreci erken başlatmasıyla birlikte
gereken güçler tam toplanamadan başlayan harekette
yine devrimci sosyalistler ve HÖC, Devrimci Duruş
gibi platform bileşenleri ve Alınteri yer aldılar.
Bu kitleye yapılan saldırıdan sonra ise artık
defalarca caddeyi deneyen bir topluluk oluşmuştu.
Bu süreçte Büyükparmakkapı sokağın derinliklerinde
toparlanan HÖC kitlesi ve devrimci sosyalistler
iki kez üst üste caddeye çıkmayı denediler ve
saldırıya direnen bu kitlenin de en önünde devrimci
sosyalistler yer aldılar, çatışmalara girdiler.
Daha sonra ise gelişen Sıraselviler çıkışı ve
Alman Hastanesi önünden Cihangir’e inen cadde
üzerinde yeniden çatışmalar gerçekleşti. Daha
sonra ise Sıraselviler çıkışı ve Alman Hastanesi
önünden Cihangir’e inen cadde üzerinde yeniden
çatışmalar gerçekleşti. ESP, Partizan ve Kürt
yurtseverlerinin katıldığı buradaki eylemlerde
de aktif olarak yer alan devrimci sosyalistler,
saatlerin ilerlemesiyle birlikte olayların marjinalleşmesi
üzerine diğer platform bileşenleriyle iletişim
kurarak süreci sonlandırma kararı aldılar.
Bütün süreç bakımından düşünüldüğünde altı çizilmesi
gereken şey, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da devrimci
güçlerin -sendikacıların tutumuna karşın- Taksim
iradesindeki ısrarı ve yürüme azmidir. Sabahın
erken saatlerinden başlayarak Şişli’den Şişhane’ye
kadar uzanan geniş bölge üzerinde bu iradeyi gösteren
devrimci güçler ve emekçiler İstanbul’a yakışanı
yapmışlar ve bir kez daha 1 Mayıs’ı kazanmışlardır.
Alana çıkılmamıştır evet, ama bu irade kırılamamış,
zaafa uğratılamamıştır. Ayrıca bu irade kenara,
semtlere kayan ve Taksim’den uzaklaşan bir eğilimi
de benimsememiş, yönünü gerçek hedeften ayırmamıştır.
İstiklal Caddesi üzerinde geçen yılki gibi büyük
güçlerin bir araya getirilememiş olması bir problem
olmakla birlikte bu durum da eylemi ciddi şekilde
zaafa uğratmamıştır. Böylece her yer Taksim haline
gelmiş, her sokakta, her caddede Taksim için dövüşülmüştür.
Bu arada günlerdir devrimcileri ve emekçileri
gözü dönmüş canavarlar olarak gösterenlerin “orantılı
güç kullanımı”nın(!) da ne biçim bir şey olduğu,
halka asıl kimin zarar verdiği açığa çıkmıştır.
Hastaneleri bile gaza boğarak şehir hayatını cehenneme
çevirenler, yerde yatan insanları tekmeleyenler,
kafeleri basıp sıradan insanları dayaktan geçirenler,
1 Mayıs 2008’de olup bitenlerin gerçek sorumlularıdırlar.
Devrimci sosyalistler açısından ise 2008 1 Mayıs’ı,
atılganlık, disiplin, doğru planlama, kararlara
uyma açılarından gerçek bir pozitif deneyim olmuş,
beş-altı saatlik bir süreçte son derece yararlı
bilgiler adeta sindirilmiştir. Ayrıca böylece
ortaya bir moral etki de çıkmış, “planlananı tam
olarak yapma”, “çok kısa sürelerde toparlanarak
hareket edebilme”, “tam zamanında tam yerinde
olma”, “siyasi taahhütlerimizi yerine getirebilme”
yeteneklerini gösteren her devrimci sosyalist
bu 1 Mayıs’tan bir “başarma” duygusuyla çıkmıştır.
İnancımız odur ki, bu deneyim ve pozitif ruh hali
çok daha gelişkin bir hareketin inşasına ciddi
bir zemin teşkil edecektir.
Bu inançla 1 Mayıs 2009’u şimdiden selamlıyoruz.
1 Mayıs
Tartışmalarında Halk Kültür Merkezleri
Yaklaşık 15 gündür yoğunlaşarak devam eden
toplantı ve tartışmalara Devrimci 1 Mayıs
Platformu bünyesinde katılan Halk Kültür Merkezleri,
diğer bileşenlerle birlikte her aşamada Taksim
iradesinin gevşetilmemesi gerektiğini ifade
etti. Bu yıl Taksim’de kutlama konusunda bir
irade ortaya koyan DİSK-KESK-Türk-İş bileşimini
olumlu bulan, bu iradenin desteklenmesi gerektiğini
düşünen platform, bütün toplantılarda mümkün
olduğunca olgun davrandı ve dayatmaları ya
da irade paylaşmama tutumlarını tolore ederek
ilerledi. Bilindiği gibi böylece ilerleyen
süreç sonunda üç koldan Taksim’e girilmesi
kararı kesinleşti ve platform da kendisi için
DİSK’in bulunduğu Şişli güzergahını tercih
etti.
1 Mayıs’a yaklaşan son günlerde hükümetle
yapılan pazarlıklar konusunda da platform,
esasen olumsuz bir tutum almadı. Sonuç itibarıyla
güçlerin restleştiği bir gerilimde pazarlıkların
da yapılması normaldi. Örneğin bu pazarlıkların
bir parçası olarak üç kol yerine tek bir koldan
yürünmesi eğilimi platform tarafından olumlu
bulundu ya da en azından bir sorun olarak
algılanmadı. Ancak hükümetle yapılan pazarlıklarda
bir biçimde dile getirildiği anlaşılan “tek
pankartla yürüme” fikri, genel olarak devrimci
güçler tarafından olumlanmadı; en azından
bu konuda bir hemfikirlik oluşmadı. Tam da
bu noktada, 30 Nisan günü DİSK ve KESK’in
yeniden gündeme getirdiği “tek pankart” önerisi
bir kez daha tartışıldı. DİSK ve KESK’in çatlamakta
olan ve Taksim eyleminden merkezi düzeyde
çekilen Türk-İş’i toparlamak, onun eylem taraftarı
olan şubelerini ortaklığa çekmek amacıyla
getirdiği öneri, esasında çok anlamlı değildi.
Özellikle devletin devrimci güçleri provokatör
olarak teşhir ettiği bir noktada, Taksim yolunu
bile açmayan bir “tek pankart” fikri hem anlamsızdı;
hem de bunun böylece basına açıklanması, elinde
pankartı olan herkesi otomatik olarak hedef
haline getirecekti. Yani, bir gün öncesinden
farklı olarak bu kez “tek pankart” önerisi
devletle yapılan pazarlığın bir kozu da değildi.
Açıkçası bu düşünce, niyetten de bağımsız
olarak, yıllardır devrimcilere ve genelde
örgütlere karşı oluşan liberal solcu hasımlığın
dolaysız bir yansımasıydı.
Böylesi koşullarda 30 Nisan günü öğleden sonra
yapılan toplantıda konu tartışıldı ve platform
dahil bütün devrimci ve sol güçlerin bulunduğu
salonda genel olarak kabul görmedi. Bu doğrultuda
DİSK ve KESK’ten akşamüstü yapılacak basın
toplantısında bu konuyu basına ilan etmemeleri
istendi. DİSK ve KESK yöneticileri, bu talebi
haklı bularak salondan ayrıldılar ve böyle
bir fikri basına ilan etmeyeceklerini garanti
ettiler. Ancak DİSK-KESK ve Türk-İş’in bir
saat sonra yaptığı basın açıklamasında tablo
tamamen değişmişti. Üçlü bileşen, basına “tek
kol üzerinden ve tek pankartla yürüneceğini”
deklare ediyor ve böylece bir saat önce oluşan
durumu hiçe sayıyordu. Konu yeniden tartışıldığında
DİSK yöneticileri “haberin basın toplantısındaki
yöneticilere geç ulaştığını” söyledilerse
de bu elbette devrimci yapıları tatmin etmedi.
Çünkü burada bir iletişim sorunu ya da teknik
aksaklık değil, aslında işin başından beri
sendikacıların kafasında yerleşmiş olan bir
düşünce vardı. Sonuçta bu düşünce saygısızca
bir emrivaki olarak pratiğe geçirilmiş ve
tehlikeli bir sürecin kapısı açılmıştı. Üstelik,
daha da ilginci şuydu: Devlet zaten “tek”
de olsa “çok” da olsa, kırmızı da olsa beyaz
da olsa hiç kimseyi hiçbir pankartla yürütmeyeceğini
açıkça ilan etmişti.
Sonuçta 1 Mayıs sabahına gelindiğinde olan
da buydu. Osmanbey’e doğru uzanan cadde boyunca
sıralanması düşünülen Türk-İş ve KESK kolları
daha ilk andan itibaren saldırıya uğruyor,
tek pankart taşıyan da, ayrı pankartı olan
da aynı gaz bombasıyla karşılaşıyordu. Bu
koşullar altında sabah DİSK’in “Agos Gazetesi’nin
önüne kadar tek pankartla yürüyelim” önerisi
genel kabul görmüştü. Zaten aynı saatlerde
DİSK binası defalarca saldırıya uğramış, gaz
bulutlarına boğulmuştu ve asıl sorun nasıl
olursa olsun caddeye inip yürüyüşü başlatmak
sorunuydu. Ancak böyle bir yürüyüş de ağır
saldırı koşullarında yapılamadı ve bu koşullar
altında DİSK binasının arkasında sendikacıların
polisle olan pazarlığı başladı.
Sürecin en kritik noktası buydu. Çok kritikti,
çünkü sendikaların önceden alınmış “engellenirsek
bütün işçileri Taksim’e yönlendireceğiz ve
saat 13.00’te orada olacağız” kararı vardı.
Daha doğrusu haftalar boyunca süren toplantılarda
şu üç konu netleşmiş ve sendikalarla devrimci
yapılanmalar arasında kesin bir karar haline
getirilmişti: “1- Durum ne olursa olsun eylemin
şu ya da bu aşamasında bir basın açıklaması
yaparak kitleyi dağıtma tutumu benimsenmeyecek;
2- Sınırlı sayıda sendikacının Taksim’e girmesi
kabul edilmeyecek; 3- Taksim iradesi ve hedefinden
hiçbir biçimde vazgeçilmeyecek…” Ancak aynı
sendikacılar, bu pazarlık bittikten sonra,
daha doğrusu polisin bütün geçiş taleplerini
reddetmesiyle birlikte, yine hiç kimseye danışmadan
ve haber dahi vermeden ses aracının üzerinden
kısacık bir açıklamayla eylemi bitirdiklerini
deklare ettiler. Bu elbette kelimenin tam
anlamıyla eylemden vazgeçmek ve tam bir saygısızlıktı;
çünkü bu üç karar da ortak alınmıştı ve keyfi
olarak değiştirilmesi mümkün değildi.
Herkes biliyor; biz devrimci sosyalistler,
her olayda sendikacıları hedef tahtasına çakan
bir eğilimin dışındayız. Türkiye’deki sendikal
krizin de büyük ölçüde devrimci hareketin
sorunu olduğunu, bu sorunun sadece eleştiri
ve suçlamalarla çözülemeyecek kadar derin
olduğunu biliyoruz. Ama yine de kendi taahhütlerinde
dürüst davranan bir hareket olarak birlikte
yol yürüdüğümüz insanlardan dürüstlük ve saygı
bekleme hakkına sahibiz. Açıkçası bu olayda
özellikle DİSK ve KESK bütün bu saygı sınırlarını
çiğneyen, kimseyi umursamayan, birlikte yürüdüğü
omuzdaşlarını yarı yolda bırakan, tam olarak
adı konursa “eylem kırıcı” bir tutum almışlardır.
Üstelik, böyle bir kararı haklı çıkaracak
hiçbir gerekçe de yoktur. Yani, hiç kimse
sendikacılardan ellerinde sapanla çatışmaya
girmelerini zaten beklememiştir, beklememektedir.
Ama orada, eylemi bitirmek dışında yüzlerce
değişik itaatsizlik biçimi vardır. Yere oturup
kımıldamamak ve sonuçta gözaltına alınmak
da, hatta yere yatmak bile bir yoldur. Ve
bütün bu yolların hepsi de, Taksim kararından
vazgeçmemek anlamına gelir. Sen yürüyemesen
de kitle zaten yürümenin bir yolunu bulur.
Bütün bunların yerine sendikacıların yaptığı
ise en yapılmayacak olan, yani kararın iptalidir
ve neresinden bakılırsa bakılsın ağır bir
vakadır.
Elbette devrimci sosyalist hareket ve bütün
devrimci hareketler bu saygısızlığa karşı
tepki koymuşlar ve bu yarı yolda bırakma tutumuna
ortak olmayarak derhal kararlarını alıp kendi
yollarına devam etmişlerdir.
Sonuç itibarıyla şüphesiz 1 Mayıs 2008’i karakterize
eden olgu işin bu bölümü değil, sokak sokak
direnen, her yoldan ve her şeyi göze alarak
alana doğru yönünü çeviren kitlelerin azmidir.
Ve bu anlamda 1 Mayıs 2008, Taksim iradesinin
arkasında duran devrimci güçler tarafından
kazanılmış bir eylemdir. Böyledir, çünkü zaten
onun kazanılıp kazanılmaması sendika yöneticilerinin
ne yaptığına değil, esas olarak kitlelerin,
emekçilerin iradesine bağlıdır. Bu devrimci
irade ise kendini sokak sokak ortaya koymuştur.
Alana girilememiş olması tartışılabilir ama
yönünü Taksim’e dönmek, Taksim için dövüşmek
de en az alana girmek kadar önemlidir.
Bütün bu açılardan bakıldığında, 1 Mayıs 2008
sendikalarla devrimci güçlerin ortak davranışı
ve birleşik eylemi bakımından kuşkusuz 2007’nin
gerisindedir. Bu yıl Türk-İş’in bir bölümünün
Taksim sürecine katılması ve bu yönde devrimci
iradeye yaklaşması elbette önemlidir. Ama
öte yandan geçen yıldan farklı olarak DİSK-KESK
yöneticilerinin Taksim iradesi zayıflamış
ve eylemi kırma noktasına dek gelmiş, böylece
geçen yıldan geriye düşülmüştür. Devrimci
güçlerin genel birliği açısından ciddi bir
çatlama yoktur; genel düzeyde bu irade kırılmamıştır;
ayrıca devrimci güçler liberal solun yaratmaya
çalıştığı imajın tam tersine bütün süreçte
son derece sorumlu ve olgun davranmışlardır;
ama sendika yöneticileri bakımından durum
aynı değildir. Bu, elbette DİSK yöneticilerine
ciddi bir özeleştiri zorunluluğu yüklemektedir.
Sorumlu davranış bunu gerektirmektedir.
Bu bir sorumluluktur; çünkü sınıf mücadelesi
açısından her şey 2 Mayıs sabahı sona ermemektedir.
Henüz GSS süreci sona ermediği gibi, önümüzde
yeni neoliberal saldırı hazırlıkları da vardır
ve sendikalarla devrimci kurumlar bütün bu
dönemeç noktalarında sık sık bir araya geleceklerdir.
Daha uzun süre birlikte yol yürünecektir.
İşte bu yüzden saygısızlıkların, tutarsızlıkların
ve genel güvensizlik ortamının aşılması, daha
sağlıklı ilişkilerin yaratılması önemlidir.
Devrimci sosyalist hareket, bu gerçeği asla
gözardı etmeden 2 Mayıs gününe bakmaktadır.
1 Mayıs 2008, bu anlamda hem devrimci güçlerin
iradesini kanıtlayan bir örnek olarak; hem
de sendikal hareketin kendi gerçeğini görerek
daha sorumlu bir noktaya gelmesinin vesilesi
olarak algılanmalıdır. |
.
|