Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

59. Sayı - Nisan/Mayıs 2008

1 Mayıs 2008'i geride bıraktık… Biraz yorgunluk, biraz sevinç, biraz sıkıntı… Soğukkanlı bir noktadan bu 1 Mayıs'ın politik değerlendirmesi, sınıf hareketi ve devrimci hareketin durumu üzerine öngörüler yapmak için biraz erken. İyimser olmak için pek çok neden var; ama iyimser olmak ile "gerçekten iyi olmak" arasında belli bir mesafe olduğunu biliyoruz. Birincisi, ikincisi için zemin sağlar; bu bakımdan çok önemlidir ama tek başına yetersizdir. Çünkü ikincisi, sakin kafayla yapılacak değerlendirmeleri ve pratik olarak sürecin yeniden örgütlenmesini şart koşar.
Şimdi, sınıf hareketi ve devrimci hareket üzerine düşünme ve perspektifler belirleme zamanıdır. Bu anlamda 2 Mayıs, her zaman en az 1 Mayıs kadar önemlidir. Türkiye'de 2 Mayıs ayrıca bir başka açıdan da önemlidir; böylece açılan yeni süreç işçi sınıfına yeni saldırıların planlandığı bir süreçtir. Bazılarına "anlamsız" görünen Taksim yasağının da gerçek nedeni budur; çünkü defalarca söylediğimiz gibi neoliberal düzenin altın kurallarından biri, sınıfın herhangi bir şeyi kopararak almasının, böylece kendine güven kazanmasının önlenmesidir. Bu kadar gaz bulutunun nedeni takunyalı kafaların gereksiz inadı değil, bu gerçekliktir. Bu yüzdendir ki, 2 Mayıs sabahının gündemi, sınıf hareketinin durumu, sınıfın enerjisinin kaypak yöneticilerin elinde çarçur edilmesinin bir "kader" olup olmadığı, bu verili durumun nasıl ve hangi araçlarla değiştirileceğidir.
Bu düşüncelerle işçi sınıfının ve bütün emekten yana güçlerin 1 Mayıs'ını kutluyor ve 2009 için buluşma sözü veri- yoruz. Perşembe günü sokakta olan, emeğini, enerjisini sokaklara akıtan herkesi selamlıyoruz. Sokak, eğer biz bundan sonrasını doğru değerlendirerek doğru adımları atabilirsek, mutlaka kendisine verilmiş olan emeği karşılıksız bırakmayacaktır.


İşçi sınıfının birlik-mücadele-dayanışma günü olan 1 Mayıs’ın Taksim meydanında kutlanmasını engellemek için İstanbul’u cehenneme döndüren oligarşi yine de amacına ulaşamadı. Sınırsız vahşet uygulayan, yoldan geçenleri, işyerinde oturanları rasgele döven, hatta hastanelere gaz bombaları atarak ağır hastaların canını tehlikeye atan polis Taksim iradesini kıramadı, gün boyunca kentin her yanında Taksim sevdası kaldırımlara kazındı. Emekçiler ve devrimciler, Taksim alanına giremedilerse de kentin sokaklarını Taksim alanı yapmayı bir kez daha başardılar. Sürecin başından beri Taksim iradesinin arkasında duran devrimci sosyalistler, sabahın ilk ışıklarından akşama dek bir an bile eylemden kopmadan en kritik noktalarda hep en önde oldular, devrimci enerji ve disiplinleriyle hareketin bayrağını hep yüksekte tuttular.

Şişli-DİSK Binası
Geceden DİSK binası içinde ve çevresinde toplanan -ve aslında DİSK’in deklare ettiğinden daha az olan- kitleye yapılan ilk saldırı, daha sabahın 06.30’unda gerçekleşti ve saat 10.00’a gelinceye kadar bu saldırılar arkası arkasına tekrarlandı. Binanın içine dışına sık sık gaz bombaları atan ve bina etrafındaki grupları zaman zaman uzaklaştıran polis, yine de içerdeki yaklaşık bin beş yüz kişilik kitleyi ürkütemedi. DİSK’li işçiler, içinde HKM’lilerin de olduğu devrimci güçler konfederasyon binasını her türlü saldırıya karşı dirençle savundular. Bazı emekçilerin hastanelere kaldırıldığı bu saldırı tablosuna karşın kitle yine de sık sık ablukayı yarmayı denedi.
Bu arada, aynı saatlerde Şişli’nin her tarafı çoktan bir savaş alanına dönmüştü. Yolun her iki yanında da, Nişantaşı ve Kurtuluş yönlerinde çatışmalar sürmekteydi. Bu noktada sendikacıların aldığı eylemi bitirme kararı, yüzleri Taksim’e dönme kararını pekiştirmiş ve özellikle D1MP bileşeni gruplar Taksim’deki Platform Komitesi tarafından belirlenen belli bir saatte orada olabilmek için çatışa çatışa ilerlemektedirler. Bir yandan Nişantaşı’nda çatışmalar sürerken, diğer yandan da Kurtuluş, Dolapdere hattı üzerinden Taksim’e geçme çabası vardır. Özellikle Kurtuluş, Pangaltı ve Şişli’nin diğer bölgelerinde Halkevleri, Partizan, DTP’nin de katıldığı çatışmalar gerçekleşmektedir. Eğitim-Sen ve Belediye-İş kortejleri de saldırıya uğrayıp direnen kortejler arasındadır. Bu aşamada DİSK binasındaki HKM güçleri de diğer devrimci güçlerle birlikte yüzlerini Taksim’e dönerek yürümeye başlamışlardır. Nitekim bu grup daha sonra Dolapdere’de başka yerlerden gelen HKM’lilerle buluşacaklar, Dolapdere’deki çatışmalardan sonra yeniden Feriköy civarından Tarlabaşı’na ulaşacaklardır. Hem bu koldaki HKM’lilerin, hem de başka kollardan gelenlerin kafasında Taksim’in net olması, tek kalanların bile yönünü şaşırmadan Taksim’e yürümesi kararlara uymak bakımından son derece önemlidir.

Kurtuluş-Dolapdere-Tarlabaşı Hattı
Bu arada Şişli’ye gelmek için harekete geçen asıl HKM kitlesi ise 07.00’den itibaren Nurtepe’de halaylarla hazırlanmakta, bayrakları ve pankartıyla araçlarına binerek ilerlemektedir. Okmeydanı SSK Hastanesi önündeki polis barikatından sonra HKM ve DSG’liler arabalardan inerek Osmanbey’e doğru yürüyüşe geçeceklerdir.
Şişli Cevahir Oteli’nin arka sokaklarında çıkan ilk çatışmada HKM ve DSG en ön saflardadır. Daha sonra birliğini bozmadan yeniden ilerlemeye başlayan ve sürekli ajitasyonlarla, sloganlarla yürüyen devrimci sosyalistler saat 10.30 civarında tekrar Şişli girişlerine kurulan polis barikatlarına müdahale etti. Polisin gaz bombalarına, panzerlerine taş ve sapanlarla karşılık veren devrimci sosyalistler, Kurtuluş bulvarına doğru ara sokaklardan çatışarak ilerlediler.
Kurtuluş bulvarında Anadolu yakasından gelen yoldaşlarıyla buluşan devrimci sosyalistler burada yaklaşık bir saat boyunca çatıştılar ve bir an için geri çekilmediler; polis ancak onlar yönünü Taksime çevirdiğinde bulvara girebildi. Buradaki çatışmalarda ESP ve Halkevleri de aktif biçimde yerlerini aldılar.
“Biz bu ülkenin onurlu insanlarıyız. Siz bu ülkenin emekçilerine Taksim yolunu kapatamazsınız. Katilsiniz, işçi düşmanısınız. Devrimciler bu yoldan geçecek. Katil polis hesap verecek” diye bağırarak polisin üzerine yürüyen devrimci sosyalistler ve diğer devrimci siyasetler burada polisi defalarca geri çekilmeye zorladılar.
Şişli’deki toplanma yerlerine müdahale edildiği haberinin gelmesi üzerine ise devrimci sosyalist kortej yönünü Taksim Meydanı’na çevirdi. Ara sokaklarda halka sürekli olarak “Biz terörist değiliz. Biz bu ülkenin onurlu insanlarıyız. Taksim Meydanı emekçilere açılmak zorundadır. Biz bunun için yürüyoruz. Halka zarar vermeyeceğiz. Kimsenin camını kırmayacağız. Ama polisin bize saldırmasına karşılık vereceğiz. Geri çekilmeyeceğiz ve bugün Taksim Meydanı’nı kazanacağız” şeklinde konuşmalar yapan devrimci sosyalistler yine çatışmalarla Kasımpaşa yoluna geldiklerinde bu kez toplu bir şekilde pankartlarını açarak “Gün Gelecek Devran Dönecek Ayak Takımı İktidara Geçecek”, “Taksim Kızıldır Kızıl Kalacak”, “Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş”, “Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz” sloganlarıyla, Tarlabaşı’na doğru yürüyüşe geçtiler.
Saat 12.00 civarında Tarlabaşı caddesine çıkan devrimci sosyalistler, burada diğer devrimci siyasetlerle birlikte ara sokaklardan Taksim’e gitmeyi denediler ama saldırı karşısında toplu olarak müdahale ettiler ve ara vermeden Tarlabaşı’nın başka noktalarından geçiş yaptılar. Böylece Taksim İstiklal Caddesi’ne gelen grup burada yapılan çıkışlara katılma şansını yakaladılar.

Taksim’de Sürekli Eylem
Bu arada tamamen kuşatılarak adeta bir kale haline getirilmiş olan Taksim Meydanı dışında kalan bölgelerde hareket daha erken saatlerde başladı. Saat 10.00’dan itibaren İstiklal Caddesi üzerinde gruplar toplanmaya başladılar. Şişli’deki tablonun olumsuzluğu karşısında bütün herkesi Taksim’e çağıran Platform, belli bir saatte harekete geçmeyi planlarken kendiliğinden başlayan bir hareket bir anda caddeyi sardı ve devrimci sosyalistlerin ve Kaldıraç, HÖC gibi başka platform bileşenlerinin, Mücadele Birliği’nin ve ESP’nin katılımıyla sayısı beş yüze ulaşan bir kitle gücünü yakaladı. Devrimci sosyalistlerin büyük bir atılganlıkla, pankart ve bayraklarıyla en önde olduğu bu kitle yönünü alana dönerek yürümeye başladı. “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm”, “İşte Taksim İşte 1 Mayıs” sloganlarıyla yürüyen devrimci sosyalistler ve diğer devrimci yapılar burada saldırıya uğrayınca geri çekildiler.
Bu geri çekilmeden kısa bir süre sonra ise belirlenen saatte Platform’un gerçek çıkışı hayata geçirildi. Anarşistlerin süreci erken başlatmasıyla birlikte gereken güçler tam toplanamadan başlayan harekette yine devrimci sosyalistler ve HÖC, Devrimci Duruş gibi platform bileşenleri ve Alınteri yer aldılar. Bu kitleye yapılan saldırıdan sonra ise artık defalarca caddeyi deneyen bir topluluk oluşmuştu.
Bu süreçte Büyükparmakkapı sokağın derinliklerinde toparlanan HÖC kitlesi ve devrimci sosyalistler iki kez üst üste caddeye çıkmayı denediler ve saldırıya direnen bu kitlenin de en önünde devrimci sosyalistler yer aldılar, çatışmalara girdiler. Daha sonra ise gelişen Sıraselviler çıkışı ve Alman Hastanesi önünden Cihangir’e inen cadde üzerinde yeniden çatışmalar gerçekleşti. Daha sonra ise Sıraselviler çıkışı ve Alman Hastanesi önünden Cihangir’e inen cadde üzerinde yeniden çatışmalar gerçekleşti. ESP, Partizan ve Kürt yurtseverlerinin katıldığı buradaki eylemlerde de aktif olarak yer alan devrimci sosyalistler, saatlerin ilerlemesiyle birlikte olayların marjinalleşmesi üzerine diğer platform bileşenleriyle iletişim kurarak süreci sonlandırma kararı aldılar.
Bütün süreç bakımından düşünüldüğünde altı çizilmesi gereken şey, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da devrimci güçlerin -sendikacıların tutumuna karşın- Taksim iradesindeki ısrarı ve yürüme azmidir. Sabahın erken saatlerinden başlayarak Şişli’den Şişhane’ye kadar uzanan geniş bölge üzerinde bu iradeyi gösteren devrimci güçler ve emekçiler İstanbul’a yakışanı yapmışlar ve bir kez daha 1 Mayıs’ı kazanmışlardır. Alana çıkılmamıştır evet, ama bu irade kırılamamış, zaafa uğratılamamıştır. Ayrıca bu irade kenara, semtlere kayan ve Taksim’den uzaklaşan bir eğilimi de benimsememiş, yönünü gerçek hedeften ayırmamıştır. İstiklal Caddesi üzerinde geçen yılki gibi büyük güçlerin bir araya getirilememiş olması bir problem olmakla birlikte bu durum da eylemi ciddi şekilde zaafa uğratmamıştır. Böylece her yer Taksim haline gelmiş, her sokakta, her caddede Taksim için dövüşülmüştür. Bu arada günlerdir devrimcileri ve emekçileri gözü dönmüş canavarlar olarak gösterenlerin “orantılı güç kullanımı”nın(!) da ne biçim bir şey olduğu, halka asıl kimin zarar verdiği açığa çıkmıştır. Hastaneleri bile gaza boğarak şehir hayatını cehenneme çevirenler, yerde yatan insanları tekmeleyenler, kafeleri basıp sıradan insanları dayaktan geçirenler, 1 Mayıs 2008’de olup bitenlerin gerçek sorumlularıdırlar.
Devrimci sosyalistler açısından ise 2008 1 Mayıs’ı, atılganlık, disiplin, doğru planlama, kararlara uyma açılarından gerçek bir pozitif deneyim olmuş, beş-altı saatlik bir süreçte son derece yararlı bilgiler adeta sindirilmiştir. Ayrıca böylece ortaya bir moral etki de çıkmış, “planlananı tam olarak yapma”, “çok kısa sürelerde toparlanarak hareket edebilme”, “tam zamanında tam yerinde olma”, “siyasi taahhütlerimizi yerine getirebilme” yeteneklerini gösteren her devrimci sosyalist bu 1 Mayıs’tan bir “başarma” duygusuyla çıkmıştır. İnancımız odur ki, bu deneyim ve pozitif ruh hali çok daha gelişkin bir hareketin inşasına ciddi bir zemin teşkil edecektir.
Bu inançla 1 Mayıs 2009’u şimdiden selamlıyoruz.

1 Mayıs Tartışmalarında Halk Kültür Merkezleri
Yaklaşık 15 gündür yoğunlaşarak devam eden toplantı ve tartışmalara Devrimci 1 Mayıs Platformu bünyesinde katılan Halk Kültür Merkezleri, diğer bileşenlerle birlikte her aşamada Taksim iradesinin gevşetilmemesi gerektiğini ifade etti. Bu yıl Taksim’de kutlama konusunda bir irade ortaya koyan DİSK-KESK-Türk-İş bileşimini olumlu bulan, bu iradenin desteklenmesi gerektiğini düşünen platform, bütün toplantılarda mümkün olduğunca olgun davrandı ve dayatmaları ya da irade paylaşmama tutumlarını tolore ederek ilerledi. Bilindiği gibi böylece ilerleyen süreç sonunda üç koldan Taksim’e girilmesi kararı kesinleşti ve platform da kendisi için DİSK’in bulunduğu Şişli güzergahını tercih etti.
1 Mayıs’a yaklaşan son günlerde hükümetle yapılan pazarlıklar konusunda da platform, esasen olumsuz bir tutum almadı. Sonuç itibarıyla güçlerin restleştiği bir gerilimde pazarlıkların da yapılması normaldi. Örneğin bu pazarlıkların bir parçası olarak üç kol yerine tek bir koldan yürünmesi eğilimi platform tarafından olumlu bulundu ya da en azından bir sorun olarak algılanmadı. Ancak hükümetle yapılan pazarlıklarda bir biçimde dile getirildiği anlaşılan “tek pankartla yürüme” fikri, genel olarak devrimci güçler tarafından olumlanmadı; en azından bu konuda bir hemfikirlik oluşmadı. Tam da bu noktada, 30 Nisan günü DİSK ve KESK’in yeniden gündeme getirdiği “tek pankart” önerisi bir kez daha tartışıldı. DİSK ve KESK’in çatlamakta olan ve Taksim eyleminden merkezi düzeyde çekilen Türk-İş’i toparlamak, onun eylem taraftarı olan şubelerini ortaklığa çekmek amacıyla getirdiği öneri, esasında çok anlamlı değildi. Özellikle devletin devrimci güçleri provokatör olarak teşhir ettiği bir noktada, Taksim yolunu bile açmayan bir “tek pankart” fikri hem anlamsızdı; hem de bunun böylece basına açıklanması, elinde pankartı olan herkesi otomatik olarak hedef haline getirecekti. Yani, bir gün öncesinden farklı olarak bu kez “tek pankart” önerisi devletle yapılan pazarlığın bir kozu da değildi. Açıkçası bu düşünce, niyetten de bağımsız olarak, yıllardır devrimcilere ve genelde örgütlere karşı oluşan liberal solcu hasımlığın dolaysız bir yansımasıydı.
Böylesi koşullarda 30 Nisan günü öğleden sonra yapılan toplantıda konu tartışıldı ve platform dahil bütün devrimci ve sol güçlerin bulunduğu salonda genel olarak kabul görmedi. Bu doğrultuda DİSK ve KESK’ten akşamüstü yapılacak basın toplantısında bu konuyu basına ilan etmemeleri istendi. DİSK ve KESK yöneticileri, bu talebi haklı bularak salondan ayrıldılar ve böyle bir fikri basına ilan etmeyeceklerini garanti ettiler. Ancak DİSK-KESK ve Türk-İş’in bir saat sonra yaptığı basın açıklamasında tablo tamamen değişmişti. Üçlü bileşen, basına “tek kol üzerinden ve tek pankartla yürüneceğini” deklare ediyor ve böylece bir saat önce oluşan durumu hiçe sayıyordu. Konu yeniden tartışıldığında DİSK yöneticileri “haberin basın toplantısındaki yöneticilere geç ulaştığını” söyledilerse de bu elbette devrimci yapıları tatmin etmedi. Çünkü burada bir iletişim sorunu ya da teknik aksaklık değil, aslında işin başından beri sendikacıların kafasında yerleşmiş olan bir düşünce vardı. Sonuçta bu düşünce saygısızca bir emrivaki olarak pratiğe geçirilmiş ve tehlikeli bir sürecin kapısı açılmıştı. Üstelik, daha da ilginci şuydu: Devlet zaten “tek” de olsa “çok” da olsa, kırmızı da olsa beyaz da olsa hiç kimseyi hiçbir pankartla yürütmeyeceğini açıkça ilan etmişti.
Sonuçta 1 Mayıs sabahına gelindiğinde olan da buydu. Osmanbey’e doğru uzanan cadde boyunca sıralanması düşünülen Türk-İş ve KESK kolları daha ilk andan itibaren saldırıya uğruyor, tek pankart taşıyan da, ayrı pankartı olan da aynı gaz bombasıyla karşılaşıyordu. Bu koşullar altında sabah DİSK’in “Agos Gazetesi’nin önüne kadar tek pankartla yürüyelim” önerisi genel kabul görmüştü. Zaten aynı saatlerde DİSK binası defalarca saldırıya uğramış, gaz bulutlarına boğulmuştu ve asıl sorun nasıl olursa olsun caddeye inip yürüyüşü başlatmak sorunuydu. Ancak böyle bir yürüyüş de ağır saldırı koşullarında yapılamadı ve bu koşullar altında DİSK binasının arkasında sendikacıların polisle olan pazarlığı başladı.
Sürecin en kritik noktası buydu. Çok kritikti, çünkü sendikaların önceden alınmış “engellenirsek bütün işçileri Taksim’e yönlendireceğiz ve saat 13.00’te orada olacağız” kararı vardı. Daha doğrusu haftalar boyunca süren toplantılarda şu üç konu netleşmiş ve sendikalarla devrimci yapılanmalar arasında kesin bir karar haline getirilmişti: “1- Durum ne olursa olsun eylemin şu ya da bu aşamasında bir basın açıklaması yaparak kitleyi dağıtma tutumu benimsenmeyecek; 2- Sınırlı sayıda sendikacının Taksim’e girmesi kabul edilmeyecek; 3- Taksim iradesi ve hedefinden hiçbir biçimde vazgeçilmeyecek…” Ancak aynı sendikacılar, bu pazarlık bittikten sonra, daha doğrusu polisin bütün geçiş taleplerini reddetmesiyle birlikte, yine hiç kimseye danışmadan ve haber dahi vermeden ses aracının üzerinden kısacık bir açıklamayla eylemi bitirdiklerini deklare ettiler. Bu elbette kelimenin tam anlamıyla eylemden vazgeçmek ve tam bir saygısızlıktı; çünkü bu üç karar da ortak alınmıştı ve keyfi olarak değiştirilmesi mümkün değildi.
Herkes biliyor; biz devrimci sosyalistler, her olayda sendikacıları hedef tahtasına çakan bir eğilimin dışındayız. Türkiye’deki sendikal krizin de büyük ölçüde devrimci hareketin sorunu olduğunu, bu sorunun sadece eleştiri ve suçlamalarla çözülemeyecek kadar derin olduğunu biliyoruz. Ama yine de kendi taahhütlerinde dürüst davranan bir hareket olarak birlikte yol yürüdüğümüz insanlardan dürüstlük ve saygı bekleme hakkına sahibiz. Açıkçası bu olayda özellikle DİSK ve KESK bütün bu saygı sınırlarını çiğneyen, kimseyi umursamayan, birlikte yürüdüğü omuzdaşlarını yarı yolda bırakan, tam olarak adı konursa “eylem kırıcı” bir tutum almışlardır. Üstelik, böyle bir kararı haklı çıkaracak hiçbir gerekçe de yoktur. Yani, hiç kimse sendikacılardan ellerinde sapanla çatışmaya girmelerini zaten beklememiştir, beklememektedir. Ama orada, eylemi bitirmek dışında yüzlerce değişik itaatsizlik biçimi vardır. Yere oturup kımıldamamak ve sonuçta gözaltına alınmak da, hatta yere yatmak bile bir yoldur. Ve bütün bu yolların hepsi de, Taksim kararından vazgeçmemek anlamına gelir. Sen yürüyemesen de kitle zaten yürümenin bir yolunu bulur. Bütün bunların yerine sendikacıların yaptığı ise en yapılmayacak olan, yani kararın iptalidir ve neresinden bakılırsa bakılsın ağır bir vakadır.
Elbette devrimci sosyalist hareket ve bütün devrimci hareketler bu saygısızlığa karşı tepki koymuşlar ve bu yarı yolda bırakma tutumuna ortak olmayarak derhal kararlarını alıp kendi yollarına devam etmişlerdir.
Sonuç itibarıyla şüphesiz 1 Mayıs 2008’i karakterize eden olgu işin bu bölümü değil, sokak sokak direnen, her yoldan ve her şeyi göze alarak alana doğru yönünü çeviren kitlelerin azmidir. Ve bu anlamda 1 Mayıs 2008, Taksim iradesinin arkasında duran devrimci güçler tarafından kazanılmış bir eylemdir. Böyledir, çünkü zaten onun kazanılıp kazanılmaması sendika yöneticilerinin ne yaptığına değil, esas olarak kitlelerin, emekçilerin iradesine bağlıdır. Bu devrimci irade ise kendini sokak sokak ortaya koymuştur. Alana girilememiş olması tartışılabilir ama yönünü Taksim’e dönmek, Taksim için dövüşmek de en az alana girmek kadar önemlidir.
Bütün bu açılardan bakıldığında, 1 Mayıs 2008 sendikalarla devrimci güçlerin ortak davranışı ve birleşik eylemi bakımından kuşkusuz 2007’nin gerisindedir. Bu yıl Türk-İş’in bir bölümünün Taksim sürecine katılması ve bu yönde devrimci iradeye yaklaşması elbette önemlidir. Ama öte yandan geçen yıldan farklı olarak DİSK-KESK yöneticilerinin Taksim iradesi zayıflamış ve eylemi kırma noktasına dek gelmiş, böylece geçen yıldan geriye düşülmüştür. Devrimci güçlerin genel birliği açısından ciddi bir çatlama yoktur; genel düzeyde bu irade kırılmamıştır; ayrıca devrimci güçler liberal solun yaratmaya çalıştığı imajın tam tersine bütün süreçte son derece sorumlu ve olgun davranmışlardır; ama sendika yöneticileri bakımından durum aynı değildir. Bu, elbette DİSK yöneticilerine ciddi bir özeleştiri zorunluluğu yüklemektedir. Sorumlu davranış bunu gerektirmektedir.
Bu bir sorumluluktur; çünkü sınıf mücadelesi açısından her şey 2 Mayıs sabahı sona ermemektedir. Henüz GSS süreci sona ermediği gibi, önümüzde yeni neoliberal saldırı hazırlıkları da vardır ve sendikalarla devrimci kurumlar bütün bu dönemeç noktalarında sık sık bir araya geleceklerdir. Daha uzun süre birlikte yol yürünecektir. İşte bu yüzden saygısızlıkların, tutarsızlıkların ve genel güvensizlik ortamının aşılması, daha sağlıklı ilişkilerin yaratılması önemlidir. Devrimci sosyalist hareket, bu gerçeği asla gözardı etmeden 2 Mayıs gününe bakmaktadır. 1 Mayıs 2008, bu anlamda hem devrimci güçlerin iradesini kanıtlayan bir örnek olarak; hem de sendikal hareketin kendi gerçeğini görerek daha sorumlu bir noktaya gelmesinin vesilesi olarak algılanmalıdır.

 


.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19