Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

59. Sayı - Nisan/Mayıs 2008

Son zamanlarda kapitalizmin “sert duvarları”nın arasından epey çatlak sesler gelmeye başladı. Yıllar önce, tarihin sonundan, kapitalizmin son durak olduğundan dem vuranlar, yalan duvarının ardındaki gerçeği kusmaya başladılar. Nedense herkesi bir telaş sardı. Tabii bütün bunlar yaşanırken, hayat da akmaya, tarih kendini yeniden, yeniden yazmaya devam ediyor. Bu yazımızda, kapitalizmin üzerine derin tahliller yapmayacağız. Ama kapitalizmin, ilk bakışta görünmeyen kirli yanlarından söz edeceğiz. Özellikle 90’larda insan yaşamını zehirleyici şekilde kuşatan neoliberal politikaların nasıl “meyveler” verdiğini değişik bir pencereden göstermeye çalışacağız.
2000’li yıllar, karmaşık ve ilginç bir biçimde hem gerici bir yeni-Ortaçağ’ı, hem de teknolojik sıçramaları aynı anda içinde barındırıyor. Bir yanda insanlığın mirası ve geleceği olan bilim, postmodern gericilik tarafından aşağılanır ve değersizleştirilirken, diğer yandan ise kapitalist ekonomi büyük teknolojik atılımları gerçekleştiriyor. Sağımız solumuz teknoloji dünyasının yeni ürettiği ya da hızla eskittiği araçlardan geçilmiyor. Her şey çok dinamik ve çok hızlı… Büyük bir hızla yükselen teknolojilerin aynı hızla sahneden çekildiğine tanık olabiliyoruz, yerine gelenlerden bazılarının da ömrü bazen uzun sürmeyebiliyor. Bütün bunların insanlığa yararı-zararı ise tartışmalı. Daha doğrusu çoğu kez ortaya elbette bir yarar çıkıyor; kimse tümüyle yararsız ve boş işlerle uğraşmıyor; çünkü zaten tümüyle boş işlerden kar sağlamak mümkün olmuyor. Ama kapitalizm, bunları insan yararı için yapmıyor. Daha da önemlisi kapitalizm, tasarım-üretim-tüketim alanlarında o kadar anarşik bir işleyişe sahip ki, kar hırsı bu alanları öylesine çürütüyor ki, üretmek ve satmak dışında kalan hiçbir şeyi umursamıyor. Herhangi bir alanda sıçrama gerçekleştiğinde daha önceki teknolojinin araçları artık tekellerin umurunda olmuyor ve çoğu kez bu alan yeni türden “hurdacı”lar diyebileceğimiz başka şirketlerin elinde kalıyor. Bu eski araç-gereçlerin doğadaki serüveni ise hemen her durumda son derece kirli oluyor.
Burada biraz durup uzaklara, Afrika’ya doğru uzanalım. “Güçlükle nefes alıyordum; tişörtümü burnumun üzerine kadar çektim ve yüzü bir duman bulutunun ardında kalmış, On beşinde bir çocuğa yaklaştım. Kerim isimli çocuk, iki yıldır ateş yakmakla uğraştığını söyledi. İşine odaklanmıştı; elindeki sopayla karıştırmak üzere ateşe doğru eğilirken, belden yukarısı kapkara bir is tabakasının içinde kayboluyordu. Yakıt olarak kullandığı eski bir araba lastiğinin üzerinden bir bakır tel öbeğini çekip çıkardı; kızgın kütleyi su birikintisine attığında ortalığı bir tıslama sesi kaplamıştı. Alev geciktiricili yalıtkan kaplamasından arındırmak üzere yakılmasından -ve bu işlem sırasında çoğu kansorejen pek çok toksit açığa çıktıktan- sonra bu bakır teller hurdacıda ancak bir dolar edebilirdi.” (National Geopraphic, Ocak 2008) Okuduklarınız 365 günün sadece bir günü, belki bir günü bile değil. Siz bunun her gün tekrarını düşünün. Bir tarafta etrafa yayılan zehir, diğer tarafta hayatın tehlikeye atılması pahasına elde edilen bir dolar!
Bilim insanları tarafından yapılan açıklamalara göre, 21. yüzyılda insanlığı büyük bir tehlike bekliyor: e-atık denilen dijital kalıntılar.

E-atıklar Nedir?
E-atıklar, elektronik aletlerin kullanım süresini tamamlamasıyla (veya kullanım sürelerini tamamlamadan) ortaya çıkar. Televizyon, yazıcı, telefon, fax, fotokopi makineleri, ekranlar, dvdler, entegre devreler, yarı iletkenler, baskılı devreler, algılayıcılar, kablolar, ipod, mp3 ve tıbbi cihazlar vb. plastik, metal ve camlar... Bu saydıklarımızın hepsi günlük hayatımızda kullandığımız şeylerdir ve tümü de sık sık yenilenen araçlardır. Peki, kendimize bütün bu nesnelere sonradan ne olduğunu soruyor muyuz hiç? Bir çok insan bu sorunun yanıtını merak bile etmez. Elbette eskiyen aletlerin ilk durağı çöplüktür… Çöpe atılan veya elden çıkarılan her araç-nesne artık bizden uzaklaşır. Peki sonra? Kapitalist düzende yaşadığımızın farkındaysak eğer, biliriz ki, her şey kardır ve mutlaka orada da bir kazanç kapısı vardır. E-atıklar için de durum böyle. Rant ve -tabii ki-zehir!- bu alan için de geçerlidir.

E-atıklar Zehir Saçıyor
Yukarıda saydığımız aletlerin/nesnelerin gömülmesi, güvensiz bir şekilde yakılması veya parçalanmasının ilk doğrudan sonucu, element ve bileşiklerin toprağa, suya ve havaya karışmasıdır. Bu element ve bileşiklerden kurşun, çocuklarda beyin hasarı, böbrek ve üreme bozuklukları yaratmaktadır ve bu yüzden de zaten bir çok üründe kullanılması yasaklanmıştır. CRT tüpleri, eski lehimler ve entegre devreler kurşun içerir. Cıva ise düşük dozlarda bile zehirlidir, beyin ve böbreklere zarar verir. Anne sütüyle geçebilir. Kadminyum, insan vücudunda böbrekte birikir ve zehir etkisi yapar, kemikler üzerinde de zararları vardır.. Yüzeye bindirilmiş aletler, yonga resistörleri, infrared dedektörleri, yarı iletkenler ve eski tip CTR tüpleri Kadminyum içerir. Ayrıca Kadminyum plastiklerde de kullanılır. Brom içeren Alev Geciktiriciler (BFR) de hormonal fonksiyonları önemli derecede etkiler. BFR işyeri ve ofislerdeki bilgisayarlar üzerindeki tozlarda bulunmaktadır ve ABD ve İsveç’te anne sütüne karıştığı saptanmıştır. Yine Fosfor, CRT tüpün iç yüzünü kaplamak için kullanılır. Kırılan tüplerden oluşan tozların solunması çok risklidir. Baryum, CRT tüpünde radyasyonu azaltmak için kullanılır ama kısa süreli Baryum etkisi bile beyin şişmesine, kas zayıflığına, kalp ve karaciğer hastalığına neden olabilmektedir. Altı Değerlikli Krom (Cr+6) diye anılan madde ise işlenmemiş galvaniz çelik levhalar ve serleştirilmiş çelikte kullanılır ve DNA hasarı ile astım bronşite sebep olabilir.
Öte yandan Berilyum, bilgisayar ana kart ve bağlantılarında bulunur ve son zamanlarda kanserojen olarak sınıflanmaktadır. Plastikler ise zaten başka bir beladır; bir bilgisayarda ortalama 7 kg civarında PVC içeren plastik bulunur. Belli sıcaklıkta yandığında zehir üretir. PVC bu bakımdan en tehlikeli plastiktir.
Bu saydıklarımız toplam olarak bilgisayar ve televizyon alanında 1000’in üzerinde malzemede kullanılmaktadır.
Örneğin bir TV katot ışın tüpü (CRT) 2-4 kg kurşun, büyük TV ekranı ondan daha fazla kurşun içermektedir.
Yani sonuçta, günümüzün bütün belli başlı teknolojik araçları dikkat ve özen gerektiren nesnelerden yapılmakta ve özellikle hurdaya çıktıklarında saatli bombalara dönüşmektedir.

E-atıkların Dünyadaki Durumu
Emperyalist-kapitalist sistem için gelişmekte olan ülkeler, karlarına kar kattıkları coğrafyalardır. Buralarda ucuz iş gücü ve sağlıksız çalışma koşulları, kapitalist tekeller için cennet anlamına gelmektedir. Aynı durum e-atıklar için de geçerlidir. Özellikle Asya, e-atıkların paraya çevrildiği ve zehirlerini bu topraklara saçtığı en büyük havzadır. Kapitalist tekeller, masraftan kaçınmak ve karlarını azaltmak istemedikleri için, Asya topraklarını e-atık çöplüğü haline getirmişlerdir.
Giderek büyüyen e-atık sorunu, insanlığın karşısında bela olarak durmaktadır.
ABD Çevre Koruma Ajansı, kullanılamaz hale gelecek PC bilgisayar sayısının bir-iki yılda 30-40 milyonu bulacağını belirtiyor. Bir diğer bilgi ise şu yönde; 2009 yılında digital “high definition” televizyon yayını başlarsa, 25 milyonu aşkın televizyon, atık çöplüğünde yerini alacaktır. Birleşmiş Milletler Çevre Programına göre ise, şu anda dünyadaki e-atıkların 45 milyon ton olduğu tahmin edilmektedir.
Bütün bu bilgilerin kapitalist işleyişteki sonucu ise felaket tablosudur. Tekeller hallerinden memnun, hayat devam ediyor… Yapılan araştırmalara göre 2009 yılında e-atık pazarı 11 milyar dolara yükselecektir. Bu konuda en hassas gibi görünen AB’de bile e-atıkların yüzde 75’i kayıt altında değildir ve her yıl yaratılan 8.7 milyon ton e-atığın 6.6 milyon tonu geri dönüştürülememektedir.
İnsanlığa karşı işlediği suçlarla şöhret yapmış olan ABD ise bu konuda da bildiğini okumaya devam ediyor. E-atıklarla ilgili dünya ölçeğindeki Basel Konvansiyonunu (170 ülkenin imzasını taşıyan Basel Konvansiyonu, 1989 yılında imzalanmıştır. Tehlikeli atık maddelerin, yoksul ülkelere ihracını engelleyen Basel Konvansiyonu, sadece kağıtta kalmış, hayata geçirilmemiştir) imzalayan ama yürürlüğe koymayan üç ülkeden (diğerleri Afganistan ve Haiti) biri olan ABD’de, bilgisayar ve monitörlerin yüzde 70’den fazlası, televizyonların ise yüzde 80’inden fazlası çöplüklerde son nefesini veriyor. Yine ABD’de e-atıkların ancak yüzde 20’den azı geri dönüşüm şirketlerinden geçmektedir. Ama bu da her zaman güven ve sağlık anlamına gelmemektedir. Çünkü, bu geri dönüşüm şirketleri, çoğu zaman e-atıkları yoksul ülkelere zehir olarak ihraç etmektedir. Bu arada, emperyalist-kapitalist ülkelerin, Asya kıtası üzerine yaydığı zehire de göz atmakta fayda var. Hemen ilk başta dünyanın E-atık başkenti olan Çin gelmektedir. Özellikle Guiyu şehri, dünyanın birçok bölgesinden gelen e-atıkların yüzde 80’ini işlemektedir. Bu şehir, her yıl 1,5 milyon ton e-atığı, çevre sağlığı düzenlemesi olmadan işliyor. Çin tarafından her defasında inkar edilen Guiyu şehrine son 6 yılda 200 binden fazla insan çalışmak için gelmiştir.
“Erkekler baskı devrelerini basit bir mangal üzerinde erittikten sonra kadınlar parçaları çeşitli kategorilere ayırarak yıkıyor. Geri kalan baskı devre altın çıkarmak için asit işleminden geçiriliyor. Ve sonuçta kalan kısım ya gömülüyor ya da yakılıyor. Hava kirliliği had safhada olduğu için nefes almak oldukça güç. Kablo yakma barakalarında çalışan yaşları 5 ila 10 arasında değişen çocuklar, PVC ve yanmayı engelleyici bromür ile kaplanmış kabloları yakarken soludukları zehir miktarının farkında değiller. Kimi çocuklar şehrin caddelerinde çipleri renklerine göre ayırttırmak için çalıştırıyorlar. Sudaki kurşun seviyesi çoktan normal değerlerin 2400 katına ulaşmış durumda. Aslında bu gerçeğe ulaşmak için labaratuvar testine gerek yok. Fakat çalışanlar hala giysilerini ve kendilerini Toner ve kartuş boyalarından dolayı siyah renkte akan nehirde yıkıyorlar.” (http://www.geridonusum.org)
Bütün bunlar canlı gözlemlerdir…
Çin’in bir başka e-atık merkezi olan Taizhou şehrini ve Gana, Nijerya, Fildişi Sahili, Hindistan gibi ülkelere kadar yaşananları burada anlatmak mümkün değil. Fakat yapılan araştırmalara göre, 2009 yılında 11 milyar dolara yükselecek olan e-atık pazarı, gitgide büyüyen bir canavar gibi doymamakta, her geçen gün daha da fazla büyüme eğilimi göstermektedir.
Tatlı para ve acı ölüm… Kapitalist ekonomide pazar kelimesini anlamı oldukça açıktır, insanlığın yoksullaşması, açlığın artması... Pazar olgusunun önünde hiçbir güç duramaz, ne küçücük bedenlerin zehirlenmesi ne de ölümlerin artması. Bu gerçeği çok iyi bildiğimizden, emperyalistlerin kendi aralarından imzaladığı (Basel Konvansiyonu başta olmak üzere) bütün anlaşmaların hiçbir hükmünün olmadığını da biliyoruz. İnsanlığın gözünü boyamak için hazırlanan bu metinlerin düzmece olduğu, ortaya çıkan sonuçtan da bellidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, kapitalizmin yeni süreci, bildiğimiz sorunlara yenilerini ekleyen, dolayısıyla yeni mücadele alanları da yaratarak ilerleyen bir süreç. En önemlisi de bu alanları bir bütünlük halinde ele almak ve kısmi çözümlerin ciddi bir anlam ifade etmeyeceğini bilmektir. Gerçekten de sosyalizmin karşıtının barbarlık ve yıkım olduğu bir kez daha açığa çıkıyor. Bir kez daha anlaşılıyor ki, ancak bütün alanları kapsayan ve bütün alanları bütünleştiren bir perspektifle insanlığın ufkunun temizlenmesi mümkün olacaktır.




.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19