2008 Newrozu, Kürtler için çok zor koşullarda
geliyor.
2008 Newrozu, Kürtleri yol ayrımına sürükleyen
koşullarda geliyor.
Aylardır Güney’de dağı taşı bombalayan, televizyonlarda
bilgisayar oyunu gibi önce hedefi, sonra füzeyi,
sonra patlamayı gösterip teknolojik gösteriler
yapan TSK, sonunda bölgeye karadan da girdi. Girdi
ve çıkması pek uzun sürmedi! Öyle görünüyor ki,
süreç pek de o kadar verimli geçmemişti…
Rivayetler muhtelif!
Psikolojik savaş bütün hızıyla devam ediyor. Hatta
öyle hızla devam ediyor ki, basının hızdan başı
dönüyor, beyni sulanıyor. Örneğin üç gün önce
Oramar baskını komutanı Ape Hüseyin’in öldürüldüğü
manşetlerden veriliyor; üç gün sonra ise aynı
Hüseyin, Fırat Haber Ajansı’nda fotoğrafları ve
röportajıyla boy gösteriyor ve doğrusu gayet de
sağlıklı görünüyor! Üstelik ona sorarsanız, Ankara’daki
“ABD istedi harekat durduruldu” tartışmaları tamamen
gereksiz; çünkü o, harekatın durmasının ordunun
Zap’ta aldığı ağır yenilgi yüzünden olduğunu söylüyor.
Olsun! Böyle ayrıntılar Mehmetçik basınının umurunda
bile değil. Onlar, Genelkurmay’ın web sitesini,
bilgisayarlarında sürekli açık tutuyorlar ve ne
gelirse basıyorlar; bununla da yetinmeyip üstüne
de kendileri ekliyorlar; diğer taraf ne demiş,
ne dememiş hiç önemli değil. Bütün haberleri alt
alta dizerseniz eğer, şu ana kadar PKK’de öldürülmedik
yönetici yok! Çizilen tabloya bakılırsa gerillaların
ise tümü ya öldü ya da teslim olmak için akın
akın sınır boylarına geliyorlar!
Zap ile ilgili tek doğrudan haber kaynağı olan
Washington Post muhabirlerinin izlenimlerine ise
Türk basınında ancak “gerektiği kadar” veriliyor.
Post’un kendi internet sayfasında üç ayrı bölümde
verilen röportajlar, Türk medyasında ortalıkta
bile görünmüyor. Teknik olarak son derece ilginç
bir psikolojik savaş haberciliği örneği de bu
gazeteden alınan fotoğraflarda karşımıza çıkıyor.
Örneğin bunlardan birinde kolları sıvanmış bir
gerilla elleriyle yüzünü kapatmış görünüyor. Fotoğrafın
altyazısındaki “A PKK rebel washes in a mountain
spring” cümlesi de “Bir PKK savaşçısı dağdaki
pınarda yüzünü yıkıyor” anlamına geliyor. Ama
siz Türk basınında fotoğrafı görür ve önündekinin
bir pınar olduğunu, yan tarafta da sabunun durduğunu
fark etmezseniz, yüzünü yıkadığını değil, perişan
halde “ne olacak sonumuz” diye ağladığını düşünebilirsiniz…
İşte tablo böyle… Kükreyen Türk ordusu ve çil
yavrusu gibi dağılan, başını iki elinin arasına
alıp sonlarını düşünen “terörist”ler…
***
Şimdi, bu “hazin” tablo içersinde Newroz geliyor…
Çizilen manzaraya bakılırsa bu yıl Kürt halkının
Newroz’da yerinden kımıldayacak hali yok gibi
görünüyor! Kolu kanadı kırılmış, operasyonla mahvedilmiş
Kürt ulusal hareketi ise zaten perişan halde!
Ama gerçek tablonun bu olmadığını herkes biliyor,
herkesten iyi de devletin bizzat kendisi biliyor.
Bu yıl yine sarı-kırmızı-yeşillerle alanlar renklenecek,
yine ve bu kez daha güçlü bir biçimde özgürlük
isteği meydanları dolduracak.
Bütün bunlar olurken ABD generallerinin “müzakere”
lafları ne anlama geliyor? Kastettikleri gerçekten
PKK midir?
Hiç sanmıyoruz. Eğer öyleyse de kastettikleri
şey, Fis Köyü’ndeki PKK’den başka bir PKK’dir.
Newroz alanlarına insanları kilometrelerce yürüterek
getiren PKK; o PKK’dir çünkü. Ve ABD, onun bir
tehlike olduğunu gayet iyi biliyor. Kürtler boyunlarını
eğip, dizlerinin üstüne çöküp, sekiz takla atmadıkları
sürece herhangi bir uzlaşma ya da hakların kabulü
olmayacaktır.
Artık kesinlikle anlaşılması gereken ve gitgide
daha fazla anlaşılan gerçek şudur: Sorun PKK değil,
PKK’nin genlerinde taşıdığı, sınıfsal özünde barındırdığı
devrimci tehlikedir. Sokaklara çıkıp çatışmaya
hazır binlerce insanın yurtseverlik duyguları
ve kaybedecek hiçbir şeye sahip olamayışlarıdır.
Bunlar yitirilirse eğer, herkes PKK ile görüşmek
ve anlaşmak ister; daha doğrusu bu artık bir anlaşma
da olmaz. Diz çökmüş olana verilen lütuflardır.
Sorun da budur zaten! Kürt halkı diz çökmüş değildir,
yorgun değildir, aman dileyen bir konumda değildir.
Daha önce söyledik, bir kez daha bu Newroz öncesinde
söylüyoruz: son operasyon bir yandan Kürt hareketinin
direniş gücünü ve esnekliğini gösterdiği gibi;
gerçek dostlarını ve düşmanlarını da göstermiştir.
Yıllarca düzen içinde çözüm arayan, bunun için
bin türlü “liberal” çevreyle, dincilerle ve daha
kimlerle temas kuran Kürt hareketi, bir kez daha
Ortadoğu ve Türkiye’nin yoksullarından, emekçilerinden
başka dostu olmadığını görmüştür, görmektedir
ve görecektir.
Ama buna karşın son yıllarda -daha önce de yazmıştık,
bin kez daha yazacağız- dünyanın belki de en bencil
ulusal hareketini yaratan, kendisinin de bir parçası
olduğu Ortadoğu’yu neredeyse unutan Kürt ulusal
hareketi, bugün yine Gazze kan ağlarken sessizdir;
yine tek bir kelime söylememektedir.
Oysa Newroz, yalnızca bir mücadele günü, bir direniş
efsanesi değildir. O, aynı zamanda bir enternasyonalizm
günü, en azından Ortadoğu halklarının birlik ve
dayanışmasını simgeleyen bir gündür.
Devrimci sosyalistler bu Newroz’da da yine aynı
halkların devrimci dayanışma duygusuyla alanlarda
olacaklar ve Kürt halkının özgürlük taleplerini
onlarla birlikte haykıracaklar. Ayrıca devrimci
sosyalistler bulundukları her yerde Newroz ateşlerini
yakacaklar ve bu büyük enternasyonalist coşkuyu
yaşayacaklardır.
Bu yıl her ateşte biraz George Habbaş, biraz Raul
Reyes ve biraz da İvan Rios olacak…
Devrimci sosyalistler, bu büyük kahramanları da
Ortadoğu halklarının direniş gününde anımsayacaklardır.
Gelecek günler ise Talabani’nin artık modası geçti
dediği “Che Guevara” zamanlarının yeniden ve gürül
gürül akacağı zamanlar olacaktır.
Yaşasın Halkların Devrimci Dayanışması!
Yaşasın Newroz!
Newroz Piroz Be!
.
|