|
|
|
57. Sayı - Ocak-Şubat 2008
|
İşçi
Sınıfının Tarihe Not Düştüğü Zengin Deneyimlerinden;
PAŞABAHÇE
GREVİ
|
İnsanın diğer canlılardan
ayıran özellikler arasında çoğu zaman yaşama sistemli
müdahale etme, yaptığı işi irade ve akla dayandırma
gibi öğelerden söz edilir. Ama öte yandan insan
belleğini de bu ayırt edici özelliklerin belki de
en başında saymak gerekir. İnsan, tarih içinde yaşayan
ve bu tarihin bilincine varabilen bir varlıktır.
İnsan topluluklarının her süreci tarihin yapraklarıdır.
Politikada olsun, felsefede olsun, sanat-kültürde
olsun, geçmişten bugüne yüz binlerce tarihsel deneyim
akar. Sınıfların tarihi de böyledir.
Bu sayımızdaki tarih konumuz, işçi sınıfının tarihindeki
önemli dönemeçlerden birine denk düşüyor: 1966 Paşabahçe
Grevi. Bu grev gerek kitlesel katılımı ve yarattığı
atmosfer bakımından, gerekse de sonucu bakımından
çok önemli bir yerde durmaktadır.
Paşabahçe grevinin kökeni, dönemin önemli iki sendikası
olan Cam-İş ve Kristal-İş arasındaki yetki sorununda
yatar. 1 Ocak 1964 yılında Cam-İş tarafından Paşabahçe
Fabrikası’nda toplusözleşme imzalanmıştır. Ancak
aradan geçen iki yıl sonunda, aynı fabrikada örgütlü
olan Kristal-İş sendikası, bu anlaşmanın yenilenmesini
istemekte ve bu sözleşmenin işyerinin idari talimatnamesinin
Cam-İş tarafından kabul edilmesi anlamını taşıdığını
ifade etmektedir. Böylece Kristal-İş grev kararı
alır. Bu grev kararı, Türk-İş’in, Kristal-İş ile
Cam-İş’i Türkiye Cam Sanayi İşçileri Sendikası’nda
birleştirmesi üzerine hayata geçmez. Bu birlik de
kısa bir süre sonra bozulur ve sonuçta Kristal-İş’in
toplusözleşme yapma kararı hayata geçmedi. Paşabahçe
yönetimi bu grev kararını kabul etmeyince, 2200
işçi 31 Ocak 1966 günü greve çıkarlar. İşçiler,
grev kararının hemen ardından 5 Şubat günü Paşabahçe
İskele Meydanı’nda bir miting düzenlerler. Mitinge,
Türk-İş’e bağlı bütün sendika yöneticileri katılırken,
işçiler “Sosyal Adaletin Olmadığı Yerde Sermaye
Tehlikelidir”, “İş Hayatında Köleliğe ve Diktatörlüğe
Paydos”, “Emeği Savunmak Kutsal Vazifemizdir” gibi
dövizler taşımaktadırlar
Bu arada patronlar cephesi de boş durmamaktadır.
13 Şubat günü, TİSK üyesi 12 patron, gazeteye ilan
vererek grevi şiddetle protesto ettiklerini, madden
ve manen Paşabahçe patronunun yanında olduklarını
belirtirler. Bu arada Paşabahçe patronunun grevin
yasadışı olduğu iddiasıyla açılan dava, mahkeme
tarafından reddedilir ve grevin yasal olduğu onaylanır.
26 Şubat 1966 günü, 2200 işçi, eşi ve çocukları
ile birlikte Karaköy’den Taksim’e bir yürüyüş gerçekleştirirler.
Bu yürüyüşte, İstanbul’daki sendikaları temsilen
üçer kişi de vardır.
Daha sonra, 21 Mart tarihinde Ankara’da Türk-İş
ve TİSK arasında bir protokol imzalanır. İmzalanan
protokol, işten atılan işçileri işe almayı işverenin
takdirine bırakmakta, işçilerin işsiz kaldıkları
süre içindeki ücretlerini ödemeyi kabul etmemektedir.
İmzalanan bu protokol, Kristal-İş’e bağlı işçiler
tarafından reddedilir. Protokolün imzalanmasından
sonra fabrikaya gelen Türk-İş temsilcileri işçilerin
saldırısına uğrar. Ortalıkta 100 işçinin işten çıkarılması
söylentisi yayılmaktadır; bunun üzerine işçiler
fabrika ile hammadde deposu arasındaki yolu işgal
ederler. Polisle işçiler arasında çıkan çatışmada
bir işçi yaralanmıştır; bu arada işçiler eylemlerine
devam ederken, fabrikaya yemek getiren aracı engellemektedirler.
İşten atılan işçi sayısı 100 değil 47’dir ama grevi
kararlılıkla sürdüren işçiler, 47 işçinin işe alınmaması
halinde grevin bitmeyeceğini bildirirler. 22 Mart
günü yapılan toplantıda Paşabahçe patronu 42 işçiyi
işe alacaklarını ama 5 Kristal-İş yöneticisini işe
almayacağını belirtir; işçilerin kararı ise eyleme
devam yönündedir. Kristal-İş, Türk-İş ile TİSK’in
kendi aralarında yaptığı anlaşmayı da kabul etmez.
Aynı şekilde Türk-İş’in yaptığı grevi bitirmeye
yönelik diğer girişimler de kabul edilmemektedir.
6 Nisan tarihinde, Türk-İş yönetiminin grev kırıcılığına
karşı Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve
Tez Büro-İş sendikaları bir araya gelerek, Paşabahçe
Grevini Destekleme Komitesi’ni kurdular. Bu komitenin
asıl önemi, sonradan DİSK’in çekirdeğini oluşturan
Sendikalar Dayanışma Konseyi (SADA)’nın öncüsü olmasıdır.
Bunun anlamı açıktır; Paşabahçe işçilerine Türk-İş
yönetimi dışında destek sürmektedir. Yapılan ortak
açıklamada; “Türk-İş’i parçalamanın hiçbir zaman
mevzubahis olmadığı, ancak Kristal-İş sendikasının
65 günden beri devam eden başarılı grevine rağmen,
Türk-İş yöneticilerinin imzaladıkları protokolle
Türk işçisine ihanet edildiği, grevin Türk işçisinin
bir şeref ve hayat mücadelesi olduğu, şayet grevden
vazgeçilirse sendikaların ve grev teşkilatının işlemez
hale geleceği” belirtilmektedir. Türk-İş’in özellikle
yasal yönden grevi boğma çabası bir türlü başarıya
ulaşmaz. Mahkeme, bir kez daha Kristal-İş’in işyeri
düzeyinde toplusözleşme yapmaya yetkili olduğuna
ve 71 gün süren grevin yasal olduğuna karar verir.
Bu arada Paşabahçe işçileri ile sınıf dayanışmasının
en güzel örnekleri sergilenmektedir. Grevin başlamasıyla
birlikte grevdeki 2200 işçiye 460000 liralık yardım
yapılmıştır. Migros işçileri grevcilere erzak, Hal
İşçileri Sendikası da 10 ton meyve yardımı yapmaktadırlar.
19 Nisan’da Bakanlar Kurulu “halkın sağlığını tehlikeye
düşürdüğü” gerekçesiyle grevi 1 ay erteler. Bu karar
üzerine Kristal-İş Başkanı, sendikayı kapatıp anahtarını
Süleyman Demirel’e gönderecek ve sendikanın kapısına
da şu yazı asılacaktır: “Anahtarı Başbakan’a verildiğinden
sendikamız kapalıdır!”
23 Nisan günü, grevdeki işçilerden 1400’ü, 24 Nisan’da
ise 800’ü fabrikada çalışmaya başlamıştır. Sonuçta
bu süreç, Türk-İş yönetimi içindeki sınıf düşmanlığını
bir kez daha açığa çıkarmış, yönetim, Petrol-İş’i
15 ay, Kristal-İş’i 15 ay, Maden-İş’i 6 ay, İstanbul
Basın-İş’i ise 3 ay geçici ihraç cezasına çarptırmıştır.
Daha sonraki dönemde bu sendikalardan Maden-İş ve
Lastik-İş, DİSK’in kurucuları arasında yer alacaklardır.
Paşabahçe işçileri, patron karşısında sağlam duruşlarıyla,
geliştirdiği dayanışma ilişkileriyle dönemin mücadele
perspektifine ciddi biçimde yön vermiştir. Ve sonuçta
Paşabahçe grev okulundan, koca bir sendikal konfederasyonu
çıkmıştır.
Bugün attığımız her adımda bu deneyimleri anımsamak
önemlidir. Paşabahçe’nin çığır açıcı anlamını kavrayamaz,
yarını kafamızda kurgulayamazsak, geçmişin deneyimleri
yalnızca hatıra olarak belleğimizin bir yerinde
kalacaktır.
İnsanın diğer canlılardan ayıran özellikler arasında
çoğu zaman yaşama sistemli müdahale etme, yaptığı
işi irade ve akla dayandırma gibi öğelerden söz
edilir. Ama öte yandan insan belleğini de bu ayırt
edici özelliklerin belki de en başında saymak gerekir.
İnsan, tarih içinde yaşayan ve bu tarihin bilincine
varabilen bir varlıktır.
İnsan topluluklarının her süreci tarihin yapraklarıdır.
Politikada olsun, felsefede olsun, sanat-kültürde
olsun, geçmişten bugüne yüz binlerce tarihsel deneyim
akar. Sınıfların tarihi de böyledir.
Bu sayımızdaki tarih konumuz, işçi sınıfının tarihindeki
önemli dönemeçlerden birine denk düşüyor: 1966 Paşabahçe
Grevi. Bu grev gerek kitlesel katılımı ve yarattığı
atmosfer bakımından, gerekse de sonucu bakımından
çok önemli bir yerde durmaktadır.
Paşabahçe grevinin kökeni, dönemin önemli iki sendikası
olan Cam-İş ve Kristal-İş arasındaki yetki sorununda
yatar. 1 Ocak 1964 yılında Cam-İş tarafından Paşabahçe
Fabrikası’nda toplusözleşme imzalanmıştır. Ancak
aradan geçen iki yıl sonunda, aynı fabrikada örgütlü
olan Kristal-İş sendikası, bu anlaşmanın yenilenmesini
istemekte ve bu sözleşmenin işyerinin idari talimatnamesinin
Cam-İş tarafından kabul edilmesi anlamını taşıdığını
ifade etmektedir. Böylece Kristal-İş grev kararı
alır. Bu grev kararı, Türk-İş’in, Kristal-İş ile
Cam-İş’i Türkiye Cam Sanayi İşçileri Sendikası’nda
birleştirmesi üzerine hayata geçmez. Bu birlik de
kısa bir süre sonra bozulur ve sonuçta Kristal-İş’in
toplusözleşme yapma kararı hayata geçmedi. Paşabahçe
yönetimi bu grev kararını kabul etmeyince, 2200
işçi 31 Ocak 1966 günü greve çıkarlar. İşçiler,
grev kararının hemen ardından 5 Şubat günü Paşabahçe
İskele Meydanı’nda bir miting düzenlerler. Mitinge,
Türk-İş’e bağlı bütün sendika yöneticileri katılırken,
işçiler “Sosyal Adaletin Olmadığı Yerde Sermaye
Tehlikelidir”, “İş Hayatında Köleliğe ve Diktatörlüğe
Paydos”, “Emeği Savunmak Kutsal Vazifemizdir” gibi
dövizler taşımaktadırlar
Bu arada patronlar cephesi de boş durmamaktadır.
13 Şubat günü, TİSK üyesi 12 patron, gazeteye ilan
vererek grevi şiddetle protesto ettiklerini, madden
ve manen Paşabahçe patronunun yanında olduklarını
belirtirler. Bu arada Paşabahçe patronunun grevin
yasadışı olduğu iddiasıyla açılan dava, mahkeme
tarafından reddedilir ve grevin yasal olduğu onaylanır.
26 Şubat 1966 günü, 2200 işçi, eşi ve çocukları
ile birlikte Karaköy’den Taksim’e bir yürüyüş gerçekleştirirler.
Bu yürüyüşte, İstanbul’daki sendikaları temsilen
üçer kişi de vardır.
Daha sonra, 21 Mart tarihinde Ankara’da Türk-İş
ve TİSK arasında bir protokol imzalanır. İmzalanan
protokol, işten atılan işçileri işe almayı işverenin
takdirine bırakmakta, işçilerin işsiz kaldıkları
süre içindeki ücretlerini ödemeyi kabul etmemektedir.
İmzalanan bu protokol, Kristal-İş’e bağlı işçiler
tarafından reddedilir. Protokolün imzalanmasından
sonra fabrikaya gelen Türk-İş temsilcileri işçilerin
saldırısına uğrar. Ortalıkta 100 işçinin işten çıkarılması
söylentisi yayılmaktadır; bunun üzerine işçiler
fabrika ile hammadde deposu arasındaki yolu işgal
ederler. Polisle işçiler arasında çıkan çatışmada
bir işçi yaralanmıştır; bu arada işçiler eylemlerine
devam ederken, fabrikaya yemek getiren aracı engellemektedirler.
İşten atılan işçi sayısı 100 değil 47’dir ama grevi
kararlılıkla sürdüren işçiler, 47 işçinin işe alınmaması
halinde grevin bitmeyeceğini bildirirler. 22 Mart
günü yapılan toplantıda Paşabahçe patronu 42 işçiyi
işe alacaklarını ama 5 Kristal-İş yöneticisini işe
almayacağını belirtir; işçilerin kararı ise eyleme
devam yönündedir. Kristal-İş, Türk-İş ile TİSK’in
kendi aralarında yaptığı anlaşmayı da kabul etmez.
Aynı şekilde Türk-İş’in yaptığı grevi bitirmeye
yönelik diğer girişimler de kabul edilmemektedir.
6 Nisan tarihinde, Türk-İş yönetiminin grev kırıcılığına
karşı Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve
Tez Büro-İş sendikaları bir araya gelerek, Paşabahçe
Grevini Destekleme Komitesi’ni kurdular. Bu komitenin
asıl önemi, sonradan DİSK’in çekirdeğini oluşturan
Sendikalar Dayanışma Konseyi (SADA)’nın öncüsü olmasıdır.
Bunun anlamı açıktır; Paşabahçe işçilerine Türk-İş
yönetimi dışında destek sürmektedir. Yapılan ortak
açıklamada; “Türk-İş’i parçalamanın hiçbir zaman
mevzubahis olmadığı, ancak Kristal-İş sendikasının
65 günden beri devam eden başarılı grevine rağmen,
Türk-İş yöneticilerinin imzaladıkları protokolle
Türk işçisine ihanet edildiği, grevin Türk işçisinin
bir şeref ve hayat mücadelesi olduğu, şayet grevden
vazgeçilirse sendikaların ve grev teşkilatının işlemez
hale geleceği” belirtilmektedir. Türk-İş’in özellikle
yasal yönden grevi boğma çabası bir türlü başarıya
ulaşmaz. Mahkeme, bir kez daha Kristal-İş’in işyeri
düzeyinde toplusözleşme yapmaya yetkili olduğuna
ve 71 gün süren grevin yasal olduğuna karar verir.
Bu arada Paşabahçe işçileri ile sınıf dayanışmasının
en güzel örnekleri sergilenmektedir. Grevin başlamasıyla
birlikte grevdeki 2200 işçiye 460000 liralık yardım
yapılmıştır. Migros işçileri grevcilere erzak, Hal
İşçileri Sendikası da 10 ton meyve yardımı yapmaktadırlar.
19 Nisan’da Bakanlar Kurulu “halkın sağlığını tehlikeye
düşürdüğü” gerekçesiyle grevi 1 ay erteler. Bu karar
üzerine Kristal-İş Başkanı, sendikayı kapatıp anahtarını
Süleyman Demirel’e gönderecek ve sendikanın kapısına
da şu yazı asılacaktır: “Anahtarı Başbakan’a verildiğinden
sendikamız kapalıdır!”
23 Nisan günü, grevdeki işçilerden 1400’ü, 24 Nisan’da
ise 800’ü fabrikada çalışmaya başlamıştır. Sonuçta
bu süreç, Türk-İş yönetimi içindeki sınıf düşmanlığını
bir kez daha açığa çıkarmış, yönetim, Petrol-İş’i
15 ay, Kristal-İş’i 15 ay, Maden-İş’i 6 ay, İstanbul
Basın-İş’i ise 3 ay geçici ihraç cezasına çarptırmıştır.
Daha sonraki dönemde bu sendikalardan Maden-İş ve
Lastik-İş, DİSK’in kurucuları arasında yer alacaklardır.
Paşabahçe işçileri, patron karşısında sağlam duruşlarıyla,
geliştirdiği dayanışma ilişkileriyle dönemin mücadele
perspektifine ciddi biçimde yön vermiştir. Ve sonuçta
Paşabahçe grev okulundan, koca bir sendikal konfederasyonu
çıkmıştır.
Bugün attığımız her adımda bu deneyimleri anımsamak
önemlidir. Paşabahçe’nin çığır açıcı anlamını kavrayamaz,
yarını kafamızda kurgulayamazsak, geçmişin deneyimleri
yalnızca hatıra olarak belleğimizin bir yerinde
kalacaktır.
|
|
|
|
|
|
|
|