Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

57. Sayı - Ocak-Şubat 2007

IMF’nin organize ettiği neo-liberal saldırı dalgasının sağlık alanını kuşattığı şu günlerde başta hekimler olmak üzere bütün emekten yana örgütler ve kuruluşlar güçlerini bir araya getirmeye, bu yasayı engellemeye çalışıyorlar. Özellikle İstanbul Tabip Odası bu alanda öne çıkan örgütlerden biri. Bu amaçla İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen ile yeni yasanın getirip-götürdükleriyle ilgili bir söyleşi yaptık. Okurlarımıza yararlı olacağını umuyoruz.

Sosyalist Barikat: SSGSS’ye karşı çıkan sendikaların, meslek odalarının yazdıklarını, açıkladıklarını genel olarak izliyoruz. Yeni yasanın insanlara nasıl yansıyacağı, neler getirip neler götüreceğini temel başlıklar altında özetler misiniz?
Dr. Hüseyin Demirdizen: SSGSS tasarısının yasalaşması halinde toplumun büyük bir kesimi derinden etkilenecek. Öyle ki, yaşam standardının ülkemizde (büyük bir kesim için) son derece düşük olmasına rağmen bu yasa ile birlikte vatandaşın durumu daha da kötüleşecek.
AKP hükümeti, GSS primini ödeyemeyen yoksul vatandaşların primlerini devlet ödeyecek demişti. Fakat bu yasa ile beraber aylık geliri 146 YTL ve daha fazla geliri olan vatandaş her ay 76 ila 494 YTL prim ödemek zorunda kalacak. Primin ödenmediği durumlarda ise sağlık hizmeti alamayacak.
Bir diğer konu varki bu da en önemlilerinden biri. Biliyorsunuz, sağlıkta yatarak tedavi, her zaman son derece pahalı tedavi şeklidir. Şimdiye kadar da sigortalılar sadece ayakta tedavi için katılım payı ödüyorlardı. Fakat bu sistem ile beraber artık yatarak tedavilerde de katılım payı ödemek zorunda kalacaklar. Yani artık sağlık tam anlamıyla paralı hale dönüşecek. Dolayısıyla, ister kanser olun ister ayağınız kırılmış olsun katılım payı ödemek zorundasınız. Ve ayrıca katılım payı gerektiğinde de 5 katı arttırılabilecektir.
Sağlık sisteminin yanında emekliliği de olanaksız kılıyorlar. Diyelimki ezkaza emekli oldunuz, bu defa da mevcut durumda zaten cüzi miktardaki emekli maaşımıza göz dikecekler. Şöyle ki:
Öncelikle emekli olmak zorlaşacak. Eskiden kadınlarda 20 yıl, erkeklerde 25 yıl çalışan emekli olabiliyordu. 1999 yılında bu rakam (DSP-MHP-ANAP koalisyonu zamanında) kadınlarda 58 erkeklerde 60 yaşa yükseltildi. O zaman “mezarda emekliliğe hayır” diyorduk şimdi ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bizleri kademeli olarak etkileyecek bu durum için şunu söyleyebiliriz ki, çocuklarımızın emeklilik hakkı olmayacak. Mucize eseri emekli olsalar bile, yaşayabilecekleri kadar maaşları olmayacak. Zira mevcut sistemde memurlarda %3, SSK ve Bağ-Kurlularda % 2,6 olan emekli aylığı bağlanma oranları kanun çıkar çıkmaz memurlar dışında %2’ye düşecek. Yani şu an 1000 YTL ile 650 YTL alan vatandaş yasa ile beraber kişinin emekliliğine 10 yıl varsa aylığı 590, 15 yıl varsa 560 YTL’ye düşecek. Üstelik aylıklarda alt sınır yok, dolayısıyla maaşlar daha da düşebilir.
Ayrıca prim ödeme günü kademeli olarak 9000 iş gününe çıkacak. Yani sezonluk işçiler yılda ortalama 90 iş günü çalışabildiklerine göre 120 yıl prim ödemek zorunda kalacaklar?!
Bu başlıkların dışında, emzirme süresi konusu var. Anne sütü tüm dünyada teşvik edilmeye çalışılırken bizde bu süre daha da azaltılıyor. Normalde 6 ay emzirme ödeneği alan anneler artık bu ödeneği 1 ay için alabilecekler. Şöyle özetleyecek olursak: Emzirme ödeneği %83, cenaze ödeneği %66, yatan hastanın iş göremezlik ödeneği ise %16 düşecek.
Bir diğer önemli konu da Kamu Hastane Birlikleri. Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısıyla kamu hastane birliklerinin kurulması öngörülüyor. Bu birlikler mütevelli heyetler eliyle yönetilecek ve bu heyet içinde Ticaret Odalarının temsilcileri de yer alacak. Bu durum bile niyet edilenin sağlık hizmeti vermek değil, sağlık alanını piyasa kurallarına uygun bir hale getirmek, ticarileştirmek olduğunu ele veriyor. Hükümet bu yasa tasarısıyla, devlet hastanelerini satmanın, kiraya vermenin devir ve takas etmenin, işletmenin ve özelleştirmenin yolunu açıyor.

SB: Bu tür IMF-Dünya Bankası projeleri genellikle kulağa hoş gelen yanlarıyla topluma aktarılıyor ve bunun için çok ciddi bir medya desteği sağlanıyor. Örneğin “Herkes istediği sağlık kuruluşuna gidip muayene olabilir”, “Kuyrukta beklemeye son” gibi açıklamalar sıradan insanların aklını çeliyor. Peki uygulamalar böyle mi?
Dr. H. Demirdizen: Elbette değil. Şu anda görünen dediğiniz gibi son derece pembe bir tablo. Fakat biliyorsunuz özel hastaneye gittiğinizde bağlı bulunduğunuz sosyal güvenlik kurumu orada yapılan işlemin bir kısmını ödüyor. Devlet hastanelerinde AKP hükümetinin dediği gibi kuyrukta beklemek yerine bu parayı öderim daha iyi deniyor. Ancak bu yasadan sonra ilave ücret denilen haraç sistemi getirilecek. O da şu: Şimdilik alınan hizmetin %20’si olacak. Bazı durumlarda ise bu oran %300’e kadar çıkarılacak. Dolayısıyla ne kadar para o kadar hizmet. Bir hukuk ve sosyal devlet anlayışı üzerine inşa edilmiş bir devletin sağlık hizmetinde yaşanan aksaklıkları özel sektör ile çözmeye çalışması da ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.

SB: Bugün nüfusun yarıdan çoğunun kayıt dışı ekonomide çalıştığı, resmi rakamlara göre 22 milyonu aşkın insanın herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmadığı biliniyor. Güvencesizliğin bu ölçüde yaygın olduğu ve insanların iş bulmak için her şeye boyun eğdiği bir ülkede Genel Sağlık Sigortası uygulanabilir mi?
Dr. H. Demirdizen: Getirilmeye çalışılan yasa bunun uygun olmadığını açıkça göstermiyor mu? AKP hükümeti açıkça şunu diyor: 146 YTL ve üzeri paran varsa primini ödeyebilirsin ama ödeyemezsen de sağlık hizmeti alamazsın. Diyelim ki bu prim bir şekilde ödendi. Sorun yine çözülmüyor çünkü, yasa taslağı kamu hastanelerinden içeriye girdiğiniz anda “ister yatarak ister ayakta tedavi gör bana para ödeyeceksin” diyor. Ayrıca “bu tedavi masraflarını da tek başıma ben karşılamam, sen de bu masraflara katılacaksın” diyor. Biz size soralım bu mümkün olabilir mi?

SB: Sağlık alanındaki en büyük sorunlardan biri sıradan insanların evlerini göçerten yüksek masraflı kronik hastalıklar. Özellikle bu alan, gribal rahatsızlıklara hiç benzemiyor ve Maliye Bakanlığı’nın “tasarruf tedbiri” adı altında en küçük bir kalem oynatması bile yaşamlara mal oluyor. Bugünkü ticari mantık, bu insanların yaşamlarını koruyabilir mi? Yeni yasa bu konuda neler getiriyor?
Dr. H. Demirdizen: Öncelikle şunu söylemek gerekir ki, sağlık ne tasarruf yapılacak bir alandır ne de kar getirmesi beklenen bir alandır. Eğer bu işi buraya getirirseniz, yani hizmette kar zarar ilişkisi kurarsanız hizmetin niteliğinden ve insan sağlığını koruyan mantıktan uzaklaşırsınız. Bugün çıkarılmaya çalışılan yasa size bunu emrediyor zaten. Dolayısıyla insan sağlığının korunması bu yasa ile olabilecek bir şey değil.

SB: Genel olarak bir “kara delik” edebiyatı bugün yaygın durumda. SSK’nın ve diğer sosyal güvence kurumlarının prim borçlarının büyük bir açık oluşturduğu ve bütçeye yük getirdiği medyada yüzlerce kez işleniyor. Gerçekte bu borçlar kimin borçları? Yani böyle bir “açık”tan sosyal güvenceye ihtiyacı olan işçiler ve emekçiler mi sorumlu? Daha da önemlisi insan sağlığına harcanmış bir paraya, bir “bütçe açığı” ya da sokağa atılmış para gibi bakılabilir mi?
Dr. H. Demirdizen: Türkiye, ekonomisini dışa bağımlı hale getiren ve borçlarla ayakta durmaya çalışan bir ülke. Dolayısıyla da ekonomik düzenlemeleri kendi organlarınız olmasına rağmen yapamıyorsunuz. IMF gibi para fonları tarafından yönetiliyorsunuz. Özellikle sağlık hizmetlerinin nasıl verileceğine yani sağlık hizmetlerinin niteliğine ve niceliğine onlar karar veriyor. Neden? Çünkü, sağlık masraflı bir konudur.

SB: Aynı çerçeveden bakılarak meselenin pek görülmeyen bir başka yanı da insanların doğumdan başlayarak “sağlıklı olma”, “hastalanmama” gibi haklara sahip olmaları gerekliliğidir. Genel olarak insan yaşamı ve sağlığı, ödenen/ ödenmeyen prim miktarına ya da genel olarak para ölçütüne bağlanabilir mi? Yani bu gün dünyaya gelen bir bebeğin sağlığını ve yaşam süresini, ailesinin cebindeki para miktarı belirliyorsa, böyle bir ortamda hekimlik yapmak sağlık hakkı ve meslek etiği açısından sizleri nasıl etkileyecektir?
Dr. H. Demirdizen: Bugüne kadar yaptığımız tüm eylemlerde, her açıklamada sağlık hakkının parayla alınıp satılamayacağını, ticarileştirilemeyeceğini, bu hakkın kamu güvencesinde, herkesin doğuştan sahip olacağı bir hak olduğunu dile getirdik, getireceğiz. Ne yazık ki bugün karşı karşıya bırakıldığımız tablo bu anlayışın tam tersi yönünde. Yani insanlara paran kadar sağlıklı olabilirsin deniyor. Hem biz sağlık çalışanları hem de vatandaş bu piyasacı anlayışın mağdur tarafları olarak sağlık kurumlarında yüzlerce sorunla yüz yüze bırakılıyoruz.
Bizler tüm bu zor koşullara rağmen, elimizden geldiğince mesleğimizi tüm etik değerlere bağlı kalarak yapmaya gayret ediyoruz, her şeye rağmen. Ama burada en önemli nokta şu: Hekim ve hasta bu sistemle karşı karşıya geldi ve aradaki en önemli unsur olan güven duygusu zedelendi. Sistemin zorunlu kıldığı kurallarla karşılaşan hastalar, kendi doktorlarının buradan bir kâr sağlamak amaçlı hareket ettiklerini düşündüler. Devlet hastanelerindeki düzensizliğin ve olanaksızlıkların müsebbibi olarak hekimini gördü. Bizlere olan güven hızla azalmaya başladı. Dolayısıyla bunun sonucu olarak şiddet olayları ayyuka çıktı. Nitekim yıllar içerisinde hekimlere yapılan saldırılar %300 artmış durumda. O nedenle bu durum, hem hekimlik mesleğinizi layıkıyla yerine getirme hakkını hem de hastanın sağlıklı olma, hastalanmama ve hastalandığında tedavi edilme hakkını elinden aldı.

SB: Çoğu kez unutuluyor ya da unutturuluyor ama tıp yalnızca hastaların iyileştirildiği bir hizmet değil, aynı zamanda bir bilim alanı. Şimdi, yeni süreçte, hastaneler ticarethane, yöneticiler işveren, çalışanlar da işçileşmeye doğru yol aldıkça bu durum tıp alanındaki bilimsel gelişme ve araştırmaları da etkilemeyecek mi?
Dr. H. Demirdizen: Zaten yıllardır Türkiye bu konuda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bilimsel araştırmalar için kaynak ayrılmamaktadır. Bilimsel araştırmanın karşılığı olabilir de olmayabilir de. Dolayısıyla eğer rantabl bir konuda araştırma yapmıyorsanız bu sistemde size para yok. Eğer yaygın bir hastalık değilse ilaç araştırması yapamazsınız, zira ilaç üretimi de ilaç firmalarının elinde. Ticaret kavramının olduğu bir ortamda kar-zarar ilişkisi kurarsınız fayda ilişkisi değil. O nedenle, özellikle bilimsel araştırmalar konusunda bu ticaret anlayışı SSGSS ile çizgiler daha netleşecek. Herkes neyin ne için yapıldığını bilecek. Yani bilimsel araştırma yaparken kar getiriyor mu ona bakılacak, sağlık hizmeti verilirken en karlı yöntem belirlenecek.
SB: Türk Tabipleri Birliği’nin uzun zamandır sağlıkta dönüşümle mücadele ettiğini biliyoruz. İstanbul’da son zamanlarda içinde meslek odalarının da bulunduğu bir platform oluşturuldu. Neler yapmayı planlıyorsunuz?
Dr. H. Demirdizen: Bizler uzun yıllardır bugün meclis gündemine giren yasa tasarılarına karşı mücadele ediyoruz. Ancak ne yazık ki genel kamuoyunun bu konudaki bilgilenmesi, karşı çıkışı yeni yeni gelişmeye başladı. Bu söz konusu yasa tasarılarının, uygulamaların sadece biz sağlık çalışanlarını değil, bütün emek kesimlerini, toplumun büyük çoğunluğunu olumsuz yönde etkilediğini anlatmaya çalıştık. Bu yönde, sendikalara, meslek örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarına, siyasi partilere çağrılar yaptık. Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek talebiyle toplantılar gerçekleştirildi. Sürecin olası sonuçları, etkileri ortaya konuldu. Bu toplantıların ardından “Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu” adı altında bir araya gelindi. Bu platform öncelikle kamuoyunu bilgilendirme amacıyla çeşitli basın açıklamaları yaptı, konuya dair bilgilendirici broşürler, bildiriler bastırılıp yaygın bir şekilde dağıtıldı. Son olarak bildiğiniz gibi Ankara’ya Türkiye’nin dört bir yanından yürüyüş gerçekleştirildi ve kitlesel bir basın açıklaması yaparak, sağlık hakkımızdan, güvenli bir gelecek talebimizden vazgeçmeyeceğimizi, haklarımızın takipçisi olacağımızı duyurduk.
Platformun etkinlikleri önümüzdeki günlerde de tüm Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da sürdürülecek. Bilgilendirici, basını ve kamuoyunu söz konusu yasa tasarılarının bütün boyutlarına dair aydınlatıcı çabalarımız sürecek. İstanbul’da bütün emek kesimlerinin katılmasını hedeflediğimiz, kitlesel bir miting düşünmekteyiz. Dileriz hükümet onlarca sendikanın, emek ve meslek örgütünün, sivil toplum kuruluşunun, siyasi partinin sesine kulak verir ve yanlıştan döner.

SB: Neoliberalizm, her zaman, her yeni adımı atarken, insanları mevcut kötü işleyiş ile kendi “yeni”(!) projesi arasına sıkıştırdı. Kötü gecekondular ve “kentsel dönüşüm projesi” meselesinde olduğu gibi. Şimdi, kaynak ayrılmadığı için çökertilen mevcut sağlık sisteminin karşısına sağlığı ticarileştirme projesiyle çıkıyor ve bizi yine sıkıştırıyorlar. Peki, sağlıkta başka türlüsü mümkün müdür? Biz bu sıkışıklığı yaşamak zorunda mıyız?
Dr. H. Demirdizen: Elbette mümkün. Aslında bir ikilem olarak görülen tablo -kırk katır mı kırk satır mı- sizin de belirttiğiniz gibi sağlık alanının ticarileştirilmesi çabasından ibaret bir bütün. Röportaj boyunca ısrarla vurguladığım gibi sağlık hakkı, sağlıklı yaşama hakkı herkesin doğuştan sahip olduğu, kamu güvencesinde sağlanması gereken bir hak, yani sosyal devlet anlayışının olmazsa olmazı. Ancak hükümet sağlık alanını, uluslar arası tekellerin pazar ihtiyaçlarına uygun bir şekilde düzenlemeye kararlı görünüyor. Gün gibi ortada ki bu pazar ihtiyaçları halkın sağlıklı yaşama hakkını, sağlık hizmetlerinde kaliteyi, parasız sağlık hakkını umursamaksızın, daha da fazla kar elde etme anlayışı üzerine kuruluyor. Yine piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda kamunun sağlık alanından tümüyle çekilmesi tehlikesiyle karşı karşıyayız. Özel sektörün eline teslim edilen bir sağlık alanında, hastaların müşteri, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının ise maliyet unsuru olarak görüleceği açık. Bu yüzden vereceğimiz mücadele tüm emek kesimleriyle ortak gerçekleştirilmeli. Kırk katır mı kırk satır mı seçeneklerine mahkum değiliz. TTB ve İstanbul Tabip Odası olarak bizler bütün olumsuzluklara rağmen bu karanlık tablonun değişeceğine inanıyoruz. Bu yüzden “Biz Karşı Çıkarsak Yapamazlar” çağrısıyla gerçekleştirdik basın açıklamalarımızı.


.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19