IMF’nin organize ettiği
neo-liberal saldırı dalgasının sağlık alanını
kuşattığı şu günlerde başta hekimler olmak
üzere bütün emekten yana örgütler ve kuruluşlar
güçlerini bir araya getirmeye, bu yasayı engellemeye
çalışıyorlar. Özellikle İstanbul Tabip Odası
bu alanda öne çıkan örgütlerden biri. Bu amaçla
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Hüseyin
Demirdizen ile yeni yasanın getirip-götürdükleriyle
ilgili bir söyleşi yaptık. Okurlarımıza yararlı
olacağını umuyoruz. |
Sosyalist Barikat: SSGSS’ye karşı çıkan
sendikaların, meslek odalarının yazdıklarını,
açıkladıklarını genel olarak izliyoruz. Yeni yasanın
insanlara nasıl yansıyacağı, neler getirip neler
götüreceğini temel başlıklar altında özetler misiniz?
Dr. Hüseyin Demirdizen: SSGSS tasarısının yasalaşması
halinde toplumun büyük bir kesimi derinden etkilenecek.
Öyle ki, yaşam standardının ülkemizde (büyük bir
kesim için) son derece düşük olmasına rağmen bu
yasa ile birlikte vatandaşın durumu daha da kötüleşecek.
AKP hükümeti, GSS primini ödeyemeyen yoksul vatandaşların
primlerini devlet ödeyecek demişti. Fakat bu yasa
ile beraber aylık geliri 146 YTL ve daha fazla
geliri olan vatandaş her ay 76 ila 494 YTL prim
ödemek zorunda kalacak. Primin ödenmediği durumlarda
ise sağlık hizmeti alamayacak.
Bir diğer konu varki bu da en önemlilerinden biri.
Biliyorsunuz, sağlıkta yatarak tedavi, her zaman
son derece pahalı tedavi şeklidir. Şimdiye kadar
da sigortalılar sadece ayakta tedavi için katılım
payı ödüyorlardı. Fakat bu sistem ile beraber
artık yatarak tedavilerde de katılım payı ödemek
zorunda kalacaklar. Yani artık sağlık tam anlamıyla
paralı hale dönüşecek. Dolayısıyla, ister kanser
olun ister ayağınız kırılmış olsun katılım payı
ödemek zorundasınız. Ve ayrıca katılım payı gerektiğinde
de 5 katı arttırılabilecektir.
Sağlık sisteminin yanında emekliliği de olanaksız
kılıyorlar. Diyelimki ezkaza emekli oldunuz, bu
defa da mevcut durumda zaten cüzi miktardaki emekli
maaşımıza göz dikecekler. Şöyle ki:
Öncelikle emekli olmak zorlaşacak. Eskiden kadınlarda
20 yıl, erkeklerde 25 yıl çalışan emekli olabiliyordu.
1999 yılında bu rakam (DSP-MHP-ANAP koalisyonu
zamanında) kadınlarda 58 erkeklerde 60 yaşa yükseltildi.
O zaman “mezarda emekliliğe hayır” diyorduk şimdi
ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bizleri kademeli
olarak etkileyecek bu durum için şunu söyleyebiliriz
ki, çocuklarımızın emeklilik hakkı olmayacak.
Mucize eseri emekli olsalar bile, yaşayabilecekleri
kadar maaşları olmayacak. Zira mevcut sistemde
memurlarda %3, SSK ve Bağ-Kurlularda % 2,6 olan
emekli aylığı bağlanma oranları kanun çıkar çıkmaz
memurlar dışında %2’ye düşecek. Yani şu an 1000
YTL ile 650 YTL alan vatandaş yasa ile beraber
kişinin emekliliğine 10 yıl varsa aylığı 590,
15 yıl varsa 560 YTL’ye düşecek. Üstelik aylıklarda
alt sınır yok, dolayısıyla maaşlar daha da düşebilir.
Ayrıca prim ödeme günü kademeli olarak 9000 iş
gününe çıkacak. Yani sezonluk işçiler yılda ortalama
90 iş günü çalışabildiklerine göre 120 yıl prim
ödemek zorunda kalacaklar?!
Bu başlıkların dışında, emzirme süresi konusu
var. Anne sütü tüm dünyada teşvik edilmeye çalışılırken
bizde bu süre daha da azaltılıyor. Normalde 6
ay emzirme ödeneği alan anneler artık bu ödeneği
1 ay için alabilecekler. Şöyle özetleyecek olursak:
Emzirme ödeneği %83, cenaze ödeneği %66, yatan
hastanın iş göremezlik ödeneği ise %16 düşecek.
Bir diğer önemli konu da Kamu Hastane Birlikleri.
Kamu Hastane Birlikleri yasa tasarısıyla kamu
hastane birliklerinin kurulması öngörülüyor. Bu
birlikler mütevelli heyetler eliyle yönetilecek
ve bu heyet içinde Ticaret Odalarının temsilcileri
de yer alacak. Bu durum bile niyet edilenin sağlık
hizmeti vermek değil, sağlık alanını piyasa kurallarına
uygun bir hale getirmek, ticarileştirmek olduğunu
ele veriyor. Hükümet bu yasa tasarısıyla, devlet
hastanelerini satmanın, kiraya vermenin devir
ve takas etmenin, işletmenin ve özelleştirmenin
yolunu açıyor.
SB: Bu tür IMF-Dünya Bankası projeleri
genellikle kulağa hoş gelen yanlarıyla topluma
aktarılıyor ve bunun için çok ciddi bir medya
desteği sağlanıyor. Örneğin “Herkes istediği sağlık
kuruluşuna gidip muayene olabilir”, “Kuyrukta
beklemeye son” gibi açıklamalar sıradan insanların
aklını çeliyor. Peki uygulamalar böyle mi?
Dr. H. Demirdizen: Elbette değil. Şu anda görünen
dediğiniz gibi son derece pembe bir tablo. Fakat
biliyorsunuz özel hastaneye gittiğinizde bağlı
bulunduğunuz sosyal güvenlik kurumu orada yapılan
işlemin bir kısmını ödüyor. Devlet hastanelerinde
AKP hükümetinin dediği gibi kuyrukta beklemek
yerine bu parayı öderim daha iyi deniyor. Ancak
bu yasadan sonra ilave ücret denilen haraç sistemi
getirilecek. O da şu: Şimdilik alınan hizmetin
%20’si olacak. Bazı durumlarda ise bu oran %300’e
kadar çıkarılacak. Dolayısıyla ne kadar para o
kadar hizmet. Bir hukuk ve sosyal devlet anlayışı
üzerine inşa edilmiş bir devletin sağlık hizmetinde
yaşanan aksaklıkları özel sektör ile çözmeye çalışması
da ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.
SB: Bugün nüfusun yarıdan çoğunun kayıt
dışı ekonomide çalıştığı, resmi rakamlara göre
22 milyonu aşkın insanın herhangi bir sosyal güvenceye
sahip olmadığı biliniyor. Güvencesizliğin bu ölçüde
yaygın olduğu ve insanların iş bulmak için her
şeye boyun eğdiği bir ülkede Genel Sağlık Sigortası
uygulanabilir mi?
Dr. H. Demirdizen: Getirilmeye çalışılan yasa
bunun uygun olmadığını açıkça göstermiyor mu?
AKP hükümeti açıkça şunu diyor: 146 YTL ve üzeri
paran varsa primini ödeyebilirsin ama ödeyemezsen
de sağlık hizmeti alamazsın. Diyelim ki bu prim
bir şekilde ödendi. Sorun yine çözülmüyor çünkü,
yasa taslağı kamu hastanelerinden içeriye girdiğiniz
anda “ister yatarak ister ayakta tedavi gör bana
para ödeyeceksin” diyor. Ayrıca “bu tedavi masraflarını
da tek başıma ben karşılamam, sen de bu masraflara
katılacaksın” diyor. Biz size soralım bu mümkün
olabilir mi?
SB: Sağlık alanındaki en büyük sorunlardan
biri sıradan insanların evlerini göçerten yüksek
masraflı kronik hastalıklar. Özellikle bu alan,
gribal rahatsızlıklara hiç benzemiyor ve Maliye
Bakanlığı’nın “tasarruf tedbiri” adı altında en
küçük bir kalem oynatması bile yaşamlara mal oluyor.
Bugünkü ticari mantık, bu insanların yaşamlarını
koruyabilir mi? Yeni yasa bu konuda neler getiriyor?
Dr. H. Demirdizen: Öncelikle şunu söylemek gerekir
ki, sağlık ne tasarruf yapılacak bir alandır ne
de kar getirmesi beklenen bir alandır. Eğer bu
işi buraya getirirseniz, yani hizmette kar zarar
ilişkisi kurarsanız hizmetin niteliğinden ve insan
sağlığını koruyan mantıktan uzaklaşırsınız. Bugün
çıkarılmaya çalışılan yasa size bunu emrediyor
zaten. Dolayısıyla insan sağlığının korunması
bu yasa ile olabilecek bir şey değil.
SB: Genel olarak bir “kara delik” edebiyatı
bugün yaygın durumda. SSK’nın ve diğer sosyal
güvence kurumlarının prim borçlarının büyük bir
açık oluşturduğu ve bütçeye yük getirdiği medyada
yüzlerce kez işleniyor. Gerçekte bu borçlar kimin
borçları? Yani böyle bir “açık”tan sosyal güvenceye
ihtiyacı olan işçiler ve emekçiler mi sorumlu?
Daha da önemlisi insan sağlığına harcanmış bir
paraya, bir “bütçe açığı” ya da sokağa atılmış
para gibi bakılabilir mi?
Dr. H. Demirdizen: Türkiye, ekonomisini dışa bağımlı
hale getiren ve borçlarla ayakta durmaya çalışan
bir ülke. Dolayısıyla da ekonomik düzenlemeleri
kendi organlarınız olmasına rağmen yapamıyorsunuz.
IMF gibi para fonları tarafından yönetiliyorsunuz.
Özellikle sağlık hizmetlerinin nasıl verileceğine
yani sağlık hizmetlerinin niteliğine ve niceliğine
onlar karar veriyor. Neden? Çünkü, sağlık masraflı
bir konudur.
SB: Aynı çerçeveden bakılarak meselenin
pek görülmeyen bir başka yanı da insanların doğumdan
başlayarak “sağlıklı olma”, “hastalanmama” gibi
haklara sahip olmaları gerekliliğidir. Genel olarak
insan yaşamı ve sağlığı, ödenen/ ödenmeyen prim
miktarına ya da genel olarak para ölçütüne bağlanabilir
mi? Yani bu gün dünyaya gelen bir bebeğin sağlığını
ve yaşam süresini, ailesinin cebindeki para miktarı
belirliyorsa, böyle bir ortamda hekimlik yapmak
sağlık hakkı ve meslek etiği açısından sizleri
nasıl etkileyecektir?
Dr. H. Demirdizen: Bugüne kadar yaptığımız tüm
eylemlerde, her açıklamada sağlık hakkının parayla
alınıp satılamayacağını, ticarileştirilemeyeceğini,
bu hakkın kamu güvencesinde, herkesin doğuştan
sahip olacağı bir hak olduğunu dile getirdik,
getireceğiz. Ne yazık ki bugün karşı karşıya bırakıldığımız
tablo bu anlayışın tam tersi yönünde. Yani insanlara
paran kadar sağlıklı olabilirsin deniyor. Hem
biz sağlık çalışanları hem de vatandaş bu piyasacı
anlayışın mağdur tarafları olarak sağlık kurumlarında
yüzlerce sorunla yüz yüze bırakılıyoruz.
Bizler tüm bu zor koşullara rağmen, elimizden
geldiğince mesleğimizi tüm etik değerlere bağlı
kalarak yapmaya gayret ediyoruz, her şeye rağmen.
Ama burada en önemli nokta şu: Hekim ve hasta
bu sistemle karşı karşıya geldi ve aradaki en
önemli unsur olan güven duygusu zedelendi. Sistemin
zorunlu kıldığı kurallarla karşılaşan hastalar,
kendi doktorlarının buradan bir kâr sağlamak amaçlı
hareket ettiklerini düşündüler. Devlet hastanelerindeki
düzensizliğin ve olanaksızlıkların müsebbibi olarak
hekimini gördü. Bizlere olan güven hızla azalmaya
başladı. Dolayısıyla bunun sonucu olarak şiddet
olayları ayyuka çıktı. Nitekim yıllar içerisinde
hekimlere yapılan saldırılar %300 artmış durumda.
O nedenle bu durum, hem hekimlik mesleğinizi layıkıyla
yerine getirme hakkını hem de hastanın sağlıklı
olma, hastalanmama ve hastalandığında tedavi edilme
hakkını elinden aldı.
SB: Çoğu kez unutuluyor ya da unutturuluyor
ama tıp yalnızca hastaların iyileştirildiği bir
hizmet değil, aynı zamanda bir bilim alanı. Şimdi,
yeni süreçte, hastaneler ticarethane, yöneticiler
işveren, çalışanlar da işçileşmeye doğru yol aldıkça
bu durum tıp alanındaki bilimsel gelişme ve araştırmaları
da etkilemeyecek mi?
Dr. H. Demirdizen: Zaten yıllardır Türkiye bu
konuda ciddi sıkıntılar yaşıyor. Bilimsel araştırmalar
için kaynak ayrılmamaktadır. Bilimsel araştırmanın
karşılığı olabilir de olmayabilir de. Dolayısıyla
eğer rantabl bir konuda araştırma yapmıyorsanız
bu sistemde size para yok. Eğer yaygın bir hastalık
değilse ilaç araştırması yapamazsınız, zira ilaç
üretimi de ilaç firmalarının elinde. Ticaret kavramının
olduğu bir ortamda kar-zarar ilişkisi kurarsınız
fayda ilişkisi değil. O nedenle, özellikle bilimsel
araştırmalar konusunda bu ticaret anlayışı SSGSS
ile çizgiler daha netleşecek. Herkes neyin ne
için yapıldığını bilecek. Yani bilimsel araştırma
yaparken kar getiriyor mu ona bakılacak, sağlık
hizmeti verilirken en karlı yöntem belirlenecek.
SB: Türk Tabipleri Birliği’nin uzun zamandır sağlıkta
dönüşümle mücadele ettiğini biliyoruz. İstanbul’da
son zamanlarda içinde meslek odalarının da bulunduğu
bir platform oluşturuldu. Neler yapmayı planlıyorsunuz?
Dr. H. Demirdizen: Bizler uzun yıllardır bugün
meclis gündemine giren yasa tasarılarına karşı
mücadele ediyoruz. Ancak ne yazık ki genel kamuoyunun
bu konudaki bilgilenmesi, karşı çıkışı yeni yeni
gelişmeye başladı. Bu söz konusu yasa tasarılarının,
uygulamaların sadece biz sağlık çalışanlarını
değil, bütün emek kesimlerini, toplumun büyük
çoğunluğunu olumsuz yönde etkilediğini anlatmaya
çalıştık. Bu yönde, sendikalara, meslek örgütlerine,
sivil toplum kuruluşlarına, siyasi partilere çağrılar
yaptık. Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek talebiyle
toplantılar gerçekleştirildi. Sürecin olası sonuçları,
etkileri ortaya konuldu. Bu toplantıların ardından
“Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu” adı
altında bir araya gelindi. Bu platform öncelikle
kamuoyunu bilgilendirme amacıyla çeşitli basın
açıklamaları yaptı, konuya dair bilgilendirici
broşürler, bildiriler bastırılıp yaygın bir şekilde
dağıtıldı. Son olarak bildiğiniz gibi Ankara’ya
Türkiye’nin dört bir yanından yürüyüş gerçekleştirildi
ve kitlesel bir basın açıklaması yaparak, sağlık
hakkımızdan, güvenli bir gelecek talebimizden
vazgeçmeyeceğimizi, haklarımızın takipçisi olacağımızı
duyurduk.
Platformun etkinlikleri önümüzdeki günlerde de
tüm Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da sürdürülecek.
Bilgilendirici, basını ve kamuoyunu söz konusu
yasa tasarılarının bütün boyutlarına dair aydınlatıcı
çabalarımız sürecek. İstanbul’da bütün emek kesimlerinin
katılmasını hedeflediğimiz, kitlesel bir miting
düşünmekteyiz. Dileriz hükümet onlarca sendikanın,
emek ve meslek örgütünün, sivil toplum kuruluşunun,
siyasi partinin sesine kulak verir ve yanlıştan
döner.
SB: Neoliberalizm, her zaman, her yeni adımı
atarken, insanları mevcut kötü işleyiş ile kendi
“yeni”(!) projesi arasına sıkıştırdı. Kötü gecekondular
ve “kentsel dönüşüm projesi” meselesinde olduğu
gibi. Şimdi, kaynak ayrılmadığı için çökertilen
mevcut sağlık sisteminin karşısına sağlığı ticarileştirme
projesiyle çıkıyor ve bizi yine sıkıştırıyorlar.
Peki, sağlıkta başka türlüsü mümkün müdür? Biz
bu sıkışıklığı yaşamak zorunda mıyız?
Dr. H. Demirdizen: Elbette mümkün. Aslında bir
ikilem olarak görülen tablo -kırk katır mı kırk
satır mı- sizin de belirttiğiniz gibi sağlık alanının
ticarileştirilmesi çabasından ibaret bir bütün.
Röportaj boyunca ısrarla vurguladığım gibi sağlık
hakkı, sağlıklı yaşama hakkı herkesin doğuştan
sahip olduğu, kamu güvencesinde sağlanması gereken
bir hak, yani sosyal devlet anlayışının olmazsa
olmazı. Ancak hükümet sağlık alanını, uluslar
arası tekellerin pazar ihtiyaçlarına uygun bir
şekilde düzenlemeye kararlı görünüyor. Gün gibi
ortada ki bu pazar ihtiyaçları halkın sağlıklı
yaşama hakkını, sağlık hizmetlerinde kaliteyi,
parasız sağlık hakkını umursamaksızın, daha da
fazla kar elde etme anlayışı üzerine kuruluyor.
Yine piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda kamunun
sağlık alanından tümüyle çekilmesi tehlikesiyle
karşı karşıyayız. Özel sektörün eline teslim edilen
bir sağlık alanında, hastaların müşteri, hekimlerin
ve sağlık çalışanlarının ise maliyet unsuru olarak
görüleceği açık. Bu yüzden vereceğimiz mücadele
tüm emek kesimleriyle ortak gerçekleştirilmeli.
Kırk katır mı kırk satır mı seçeneklerine mahkum
değiliz. TTB ve İstanbul Tabip Odası olarak bizler
bütün olumsuzluklara rağmen bu karanlık tablonun
değişeceğine inanıyoruz. Bu yüzden “Biz Karşı
Çıkarsak Yapamazlar” çağrısıyla gerçekleştirdik
basın açıklamalarımızı.
.
|