XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen sanayi
devrimi şüphesiz sadece üretim araçlarının gelişiminde
büyük bir aşama değildi. Aynı zamanda iki uzlaşmaz
sınıfın da gelişmesi anlamına geliyordu. Burjuvazi
feodalizme karşı yürüttüğü savaşımdan büyük bir
üstünlük sağlayarak çıkarken, sanayi devrimi ile
birlikte nitel ve nicel olarak gelişim gösteren
işçi sınıfı ise, üretim sürecinde aldığı rol itibari
ile tek devrimci sınıf konumuna gelmişti.
Değişen üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak
sınıflarda yaşanan dönüşüm, doğal olarak toplumsal
yaşamda da değişikliklere yol açmıştı. Fabrikaların
ve onlarla beraber makinenin, üretimin merkezine
yerleşmesiyle birlikte “ahlakın ve doğanın, yaşın
ve cinsiyetin, gecenin ve gündüzün bütün sınırları”
yıkılıyordu. (K. Marx)
Kıta Avrupa’sında XIX. yüzyılın yarılarına gelinceye
kadar, proletaryanın bilinçli ve örgütlü siyasal
mücadelesinden söz etmek pek mümkün değildir.
Olgunlaşmış bir ideolojiye ve örgütlülüğe sahip
olan burjuvazi ise tüm imkanları kendi lehine
kullanmakta oldukça başarılıydı. Bir yandan üretici
güçlerin gelişiminin önünde engel olan mevcut
sisteme, feodalizme ve egemenlerine karşı tüm
ezilenleri ayaklanmaya çağırıyor öte yandan sömürdüğü
proletaryanın kendi adına istediği en insani talepler
karşısında aristokrasi ile uzlaşıyordu.
Köylüler ve işçiler 1789’dan beri burjuvazinin
yanında kavgalarını sürdürmekteydi ve özellikle
1830 devrimi proletaryanın desteği ile kazanılmıştı.
Buna karşılık sonuç yine ve sadece burjuvazinin
lehine olmuştu. Burjuvazinin her geçen gün artan
zaferleri ve kapitalizmin “gelişmesi” işçi ve
köylülerin zaten kötü olan yaşam koşullarını daha
da katlanılmaz hale getirmekteydi.
XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde İngiltere
tümüyle sanayi ülkesidir artık. Elle çalışan dokuma
işçilerinin sayısı yirmi yılda %75 oranında azalırken,
mekanik dokuma tezgahlarında çalışan işçilerin
sayısı %150 artmıştır. İngiliz burjuvazisinin
XIX. yüzyılda emperyalist bir konumu vardır. Artan
üretime yeni pazarlar arayan burjuvazi önce Hindistan’ı
ardından Çin’i sömürgeleştirmiştir. Dünyanın dört
bir köşesinde sömürgelere sahip olan İngiliz burjuvazisi,
ülke içerisinde de işçileri aynı şiddetle ezmektedir.
Sağlıksız ve tehlikeli çalışma ortamı, iş süresinin
ve çalışma koşullarının kuralsızlığı, işyeri sahiplerinin
keyfi davranışları, herhangi bir sosyal hak ve
güvenceden yoksunluk, açlık, sefalet, işsizlik
proleterlerin yaşadığı koşulların özetidir. Büyük
sanayi kentlerinde açlıktan ölümler sıradanlaşmıştır.
Engels bu koşullar altındaki işçinin yaşam içerisindeki
yerini “ işçi yasal olarak mülk sahibi sınıfın
kölesidir, öylesine bir köledir ki bir mal parçası
gibi satılır, değeri bir meta gibi yükselir, düşer.
İşçilere olan talep arttığında, işçilerin fiyatı
da yükselir, azalırsa fiyat ta düşer. Belirli
bir kişinin kölesi olmayıp tüm mülk sahibi sınıfın
kölesi olan işçi, kendi kendisini satmaya zorlanır”
sözleri ile açıklıyordu.
Sanayi devriminin yüzyılı aynı zamanda aristokrasi
ile burjuvazi arasındaki çelişkilerin de yeni
bir savaşıma evrilmesine sahne olur. 1688’de gerçekleşen
burjuva devrimi, toprak aristokrasisi ile burjuvazinin
etkin kesimleri arasında karşılıklı çıkarlara
dayanan bir uzlaşı sağlamıştı. Ancak sanayi devrimi
ile birlikte gücü ve zenginliği artan burjuvazi
yeni bir hareket başlatır. Burjuvazi, seçme-seçilme
ve yönetim erkinin temsilcilerinden olmayı istemektedir.
Seçim sistemi sadece işçileri değil, sanayi burjuvazisini
de iktidarın uzağında tutmaktaydı. Toprak sahiplerinin
egemen olduğu Avam Kamarası’nda burjuvazi temsil
edilmiyordu. Böylece burjuvazi bir ‘reform hareketi’
başlattı. Proletarya kendisine de oy hakkı getirecek
olan Reform Tasarısı’nın en radikal savunucusuydu.
Reform hareketi geniş kitleler tarafından savunuldu
ve gösteriler gerçekleşti. Sonuçta büyük sanayi
merkezleri temsilci seçme hakkına sahip oldular.
Ne var ki burjuvazinin ihaneti sonucu, proletarya
oy hakkından yoksun bırakıldı. Proletarya, burjuvazi
ile birlikte kavgaya katılmış ama kendi adına
hiçbir sonuç elde edememişti. İşte Çartist hareket
bu koşullar altında doğdu.
Oy hakkından yoksun bırakılan işçiler, 1835 yılında
ayaklanıyor, 1836’da yaşanan ekonomik bunalım
sonunda, binlerce işçi işsiz kalıyor; bu işçiler
Londra Çalışanlar Birliği Derneği’nde toplanıyorlardı.
Çartist Hareket’in temelleri bu derneğin çatısı
altında atılacaktır. Derneğin kaleme aldığı altı
maddelik Halk Bildirgesi (Peoples Charter) 1837’de
parlamentoya sunulur. İngilizce “charter” (ayrıcalık
vermek) sözcüğüne dayanarak, bu girişime Çartist
eylem adı verilmiştir.
Çartistlerin sunduğu altı maddelik bildirgede,
siyasal egemenliğin küçük bir azınlığın elinden
alınıp tüm halka eşit bir şekilde verilmesi gerektiği
savunuluyordu. Bugünden bakıldığında çok doğal
görünen talepler o günün koşullarında monarşiyi,
parlamentoyu ve anayasayı yerle bir edecek nitelikteydi.
Bildirgede öne sürülen talepler, proletaryanın
yanı sıra Reform Yasası’nda siyasal hakları tanınmayan
burjuvazinin alt kesimleri tarafından da destekleniyordu.
Aynı süreçte İngiliz proletaryası, Çartist Hareket’in
yanı sıra ekonomik olarak da Yoksulluk Yasası’nın
kaldırılması ve On Saat Yasası’nın kabulü içinde
büyük bir hareket örgütlemekteydi.
Süreç böylesine hızla ilerlerken Çartistler arasında
strateji ve yöntem konusunda henüz bir ortaklığa
varılmamıştır. Lovett ve grubu, burjuvazi ile
işbirliğinden yanadır ve şiddete karşıdır. Bildirinin
barışçı yöntemlerle kabul ettirilmesi gerektiğini
savunmaktadırlar. O’Connor ve grubu ise zaferin
ancak silahlı mücadele ile kazanılacağına inanıyordu.
Çartistler arasında bir süre sonra artık sosyalist
eğilimli devrimci bir kanat oluşmuştu. Bu kanadın
temsilciliğini, o günlerin önde gelen kişilerinden
Garny yapıyordu. Marat yanlısı olan Garny, sekiz
saatlik işgününü ve çocukların çalıştırılmalarının
yasaklanmasını savunuyordu. Garny 1843’ten sonra
Marx ve Engels’ten etkilenmeye başlayacaktır.
Tüm bunlardan da anlaşılacağı gibi Çartistler
henüz homojen bir yapıdan uzaktır.
Bildirgenin parlamentoya sunulmasını izleyen süreçte
sınıf hareketi, barışçıl yöntemlerle, grevlerin;
şiddetin ve ayaklanmaların iç içe olduğu bir seyirde
gelişti. Ne var ki monarşinin yoğun saldırılarının
yanı sıra 1839 bunalımının da etkisiyle Çartist
hareket yavaşladı, geriye çekildi. Avam Kamarası,
bildirgedeki talepleri reddetti.
1840 yazında Çartistler, Manchester’de kongre
düzenlediler. Burada dağınık yerel grupların tek
örgüt çatısı altında birleştirilmelerine karar
verildi. Çartistler toparlanma/güçlenme sürecinde
ilerlerken, burjuvazi ile aristokrasi arasındaki
gerginlik yeni bir çatışmaya dönüştü. Burjuvazi,
büyük toprak sahiplerinin çıkarları doğrultusunda
çıkartılan ve tahıl ithalatını yasaklayan Tahıl
Yasası’nın kaldırılması için mücadele etmekteydi.
Aristokrasi karşısında gücünün yetersizliğini
bilen burjuvazi, Çartistleri harekete geçmeye
çağırdı. Ne var ki proletarya Tahıl Yasası’nın
kendisi için bir şey ifade etmediğinin farkındaydı.
Çartistler kendi talepleri için mücadele etmek
istiyorlardı. Yine de burjuvazi ve Çartistler
1842 yılında uzlaşmaya vardılar. Tahıl Yasası’nın
iptalinin yanı sıra, Çartist Bildirge’nin kabulünü
içeren dilekçeye birlikte imza attılar.
Çartizm 1842 yılında doruk noktasına ulaştı. Artık
binlerce kişinin katıldığı mitingler düzenleniyordu.
Genel oy hakkı istiyorlar, işçilerin yaşam koşullarına
ilişkin sorunlarını dile getiriyorlardı. Dilekçelerinde
binlerce insanı öldüren yoksulluktan bahsederken,
kraliçenin gelirine “dil uzatma cüretini” gösterebiliyorlardı.
Bu dilekçelerin en önemli yönü, topraklarda ve
üretim araçlarında kapitalist mülkiyetin kaldırılması
isteğiydi. İngiliz işçi sınıfı burjuvazi ile yaptığı
anlaşmaya “ihanet” etmiş ve Tahıl Yasası’na ilişkin
tek bir söz bile söylememişti. Burjuvazi işçileri
“kullanamayacağını” görmüş, dahası gösteri ve
ayaklanmalar burjuvazi için de tehlikeli olmaya
başlamıştı. Üç milyondan fazla imza toplayan Çartistler
1842 Mayıs’ında, binlerce göstericinin izlediği
ve yirmi kişinin taşıdığı koca bir sandık içinde
dilekçelerini parlamentoya getirdiler. Proletaryadan
bu kez “umduğunu bulamayan” burjuvazi, aristokrasi
ile birlikte hareket etmeye karar vermiştir. Parlamento
dilekçeyi kabul etmez. Bunun üzerine Çartistler
genel grev ilan ederler. Ancak eylem başarıya
ulaşamaz. Grevin düzenleyicileri ve Çartist önderler
tutuklanarak cezalandırılır. Bu olayların ardından
ortak bir anlayışa kavuşamamış olan Çartist Hareket’te
ayrışma yaşanır. Hareket içerisinde burjuvaziye
yakın kesimler, şiddet eylemlerini eleştirirken,
sosyalizme yakın işçi önderleri ise hakların şiddet
kullanımı da dahil çok yönlü mücadele ile alınabileceğini
savunuyorlardı. Nihayet ayrılık gerçekleşir ve
barışçı mücadeleyi savunanlar Liberallere katılırlar.
Bu andan itibaren Çartizm, Engels’in sözleriyle
“katıksız bir işçi sınıfı hareketi” olur.
Çartist hareket 1842’de aldığı yenilginin ve ayrışmanın
ardından kısa bir duraksama yaşasa da kararlılığından
bir şey kaybetmemiştir. Bu süreçte altı maddelik
bildirgenin yanı sıra on saatlik iş günü, adil
ücret, iş garantisi, çalışma koşullarının düzeltilmesi,
yoksulluk yasasının kaldırılması gibi taleplerin
mücadelesini vermişler ve 1848 yılında, On Saatlik
İş Günü Yasası’nı parlamentoya kabul ettirmişlerdir.
1848... İngiliz işçi sınıfı mücadelesini sürdürürken,
Avrupa proletaryası beklenen ayaklanmayı gerçekleştirir.
Bir çok ülkede monarşiler tarihe gömülür. 1848
devrimleri, İngiltere’de Çartist Hareket’in ileri
atılmasına neden olur. Nisan ayında Londra’da
toplanan Çartist Kurul, her yıl sundukları dilekçenin
kalabalık bir katılımla sunulması kararını alır.
Komünist Birlik üyeleri de gösteriye tüm güçleri
ile katılacaklarını açıklarlar. Çartistler ilk
kez gerekirse zora başvurma konusunda anlaşmışlardır.
10 Nisan 1848 günü bütün fabrikalar ve işyerleri
kapanmıştır. On binlerce işçi miting alanında
toplanmıştır. Ancak gösterinin lideri O’Conner,
hükümetin eyleme saldıracağı gerekçesiyle eylemi
iptal eder. Miting alanında yaşanan inisiyatif
eksikliği sonucunda kitlenin büyük bir bölümü
dağılır. Alanda kalan Çartistlerle polis arasında
kanlı çatışmalar yaşanır. Fakat eylem “başarısızlıkla”
sonuçlanır. 1848 devrimlerinden çıkardığı derslerle
İngiltere egemenleri kendi aralarındaki çelişkileri
arka plana iterek, proletaryaya karşı uzun erimli
ve planlı bir savaşa girmişlerdir. Çartist önderler
tutuklanmış, işçi sınıfının tüm örgütleri ve yayın
organları kapatılmıştır. 10 Nisan eyleminin getirdiği
moral yıkımı, egemenlerin başlattığı “ehlileştirme”
kampanyası ile birleşince Çartist Hareket gücünü
önemli ölçüde yitirir. Üyelerinden bir kısmı sosyalist
bir çizgide mücadeleye devam kararı alırken, geriye
kalan büyük bir kısım Liberal Parti’ye katılır
ve onun içinde bir kanat oluşturur. Çartist Hareketin
başarısızlığa uğramasının temel nedeni, açık bir
program, strateji, yöntem ve tutarlı bir devrimci
önderlikten yoksun oluşudur. Bu dönemde İngiltere
sosyalizmine ütopik sosyalist kişiler ve akımlar
damgasını vurmuştur. Bunlardan etkilenen Çartist
önderlerde muğlak bir sosyalizm anlayışı gelişmiştir.
Ve bilinir ki böylesi “muğlak” anlayışların sınıf
savaşımının sert dalgaları karşısında kırılması
kaçınılmazdır. Ancak tüm hatalarına, eksiklerine
ve olumsuzluklarına rağmen, Çartist Hareket sınıf
savaşımına yadsınamaz katkılar sunmuştur. Çartist
hareket proletaryanın kendi örgütü öncülüğünde
mücadele etmesinde bir ilk, önemli bir köşe taşı
olmuştur.
|