Son zamanlarda yaratılan şovenizm fırtınasının
halkları birbirine düşman etmenin yanında ne işlere
yaradığını son zamanlarda somut örneklerle öğreniyoruz.
“Devlet-millet bütünleşmesi” çığlıklarının arasında
zamlar yapılıyor, Genel Sağlık Sigortası gibi
emekçilerin haklarını gasp eden yasalar gündeme
geliyor, yasalar teker teker geçiyor. Yani ortalık
hazır “kırmızı-beyaz”ken “malı götüren götürüyor.”
Bu arada Nükleer Enerji Yasası da, sonunda AKP’nin
öncülüğünde yasalaştı. Nükleer enerjicilerin gözü
aydın!
Hepimiz bu süreci az çok takip ettik. Bazılarımız
daha çok, bazılarımız daha az… Ama aslında konu
önemliydi; çünkü burada doğrudan insan hayatı
söz konusuydu. Kapitalist tekeller ve insan sağlığı...
Aslında sorunun özü buydu. Uluslar arası tekellerin
taşeronu ve iş takipçisi AKP, tam bir uşaklık,
cahillik ve körlükle, nükleer enerji santrallerin
yapımına imza atmıştı.
Bu mesele, aslında nükleer enerjinin zararları
ile ilgili bir tartışma da değil; bu konuda ayrıntılı
çalışmalar yapan kurumlar ve onların raporları
zaten var. Burada asıl mesele, neoliberal soyguncuların
gözümüzün içine baka baka yalan söylemesi ve söylemeye
devam etmesidir. Nükleer enerji santrallerinin
yapımını üstlenen tekellerin gözü aslında yıllardır
ülkemizin topraklarına dikilmiş durumdadır; metropol
ülkelerde eskiyen ve toplum tarafından tepkiyle
karşılanan bu teknolojileri akıtacakları yeni
alanlar arıyorlar ve bizim gibi ülkelerde buluyorlar.
Daha önce de birkaç hükümette şanslarını deneyen
tekeller, sonunda AKP’nin ikinci dönem iktidarında
sonunda emellerine ulaştılar. Bu seferki senaryonun
yalanı ise Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda büyük
enerji sıkıntısı yaşayacağıydı. Uzmanlar, ilgili
meslek odaları defalarca tersini söyleseler de
durum değişmedi; çünkü taşeronlar bir kere siparişi
almışlardı!
Türkiye’de bilinir, devlet geleneğinin en temel
davranış kalıbı, bu ülkenin üniversitelerinden
yetişmiş bilim insanlarını umursamamak, onları
“her şeye limon sıkan münafıklar” olarak görmek
ve işleri satın alınmış cahil “uzmanlar” aracılığıyla
yürütmektir. Çernobil faciasından sonra ODTÜ’lü
bilim heyeti ile Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun
yaptığı ilk toplantı hala dillere destandır! Bir
yanda kaygı duyan ve önlem alınmasını isteyen
bilim insanları, diğer tarafta onların tümünü
“vatan haini” olarak gören uşak ruhlu cahiller
sürüsü…
Bugün de aynı tablo geçerlidir.
Çevre bilimcileri, elektrik mühendisleri, vs.
vs. ne dese desin geçerli olan tekellerin taşeronlarının
görüşüdür. Bu coğrafya Yenilenebilir Enerji Kaynakları
bakımından çok zenginmiş, başka kaynaklar varmış-yokmuş,
umurlarında bile değildir. Kar hırsıyla birleşen
cahillik, her şeyin üstünü örtmektedir. Fazla
konuşanların bir adım sonra karşılaşacağı nokta
ise “ülkenin kalkınmasını istemeyen hainler” sınıfına
dahil edilmektir.
Örneğin, yolları bir ara Güney illerine düşmüş
olanlar, evlerin damlarındaki şu ilginç güneş
enerjisi panellerini fark etmişlerdir. Yani sıradan
insanlar bile doğadan elde edilebilen bir enerji
türünün farkındadırlar. Peki bilimin bugünkü düzeyiyle
bu tür sistemlerin merkezileştirilip yaygınlaştırılması
mümkün değil midir? Tabii ki mümkündür; ama bu
ülkede böyle bir mantık zinciri kurmanız mümkün
değildir. Çünkü, böyle bir mantık zinciri, tekellerin
ve devletin “menfaatlerine” aykırıdır.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları Nelerdir?
Yenilenebilir Enerji Kaynakları da yukarıdaki
örneğe benzer özellikler gösterirler.
Yenilenebilir enerji kaynakları, devamlılığı olan,
doğal ortamlardan elde edilen enerji kaynaklarıdır.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları’ndan en önemlileri;
rüzgar ve güneş enerjisidir. Özellikle güneş enerjisi
ısınmak ve aydınlanmak için evlerde kullanılırken,
enerji üretiminde “tercih” edilmemektedir.
Tarihe baktığımızda güneş enerjisinde faydalanmaya
olan ilgi 1970’lerden sonra artmıştır. Özellikle
“maliyetin” çok düşük olması bu enerji türünün
hayatımızdaki konumunu belirlemiştir. Ayrıca güneş
enerjisi, çevreye olan katkısı ile bu alanda kendini
kabul ettirmiştir.
Güneş enerjisi günlük hayatımızda kullanılmaktadır.
Bunlardan birisi düzlemsel güneş kolektörleridir.
Düzlemsel güneş kolektörleri, daha önce bahsettiğimiz
gibi, evlerin damların sıcak su üreten sistemlerdir.
Bir de Yoğunlaştırıcı Güneş Enerjisi Santralleri
vardır.
Yoğunlaştırıcı Güneş Enerjisi Santralleri’nde,
doğrusal, çanak şeklinde ya da merkezi bir odağa
yönlendirilmiş dev aynalar kullanılarak, odak
noktasında çok yüksek sıcaklıkta ısı elde edilir.
Bu enerji türü (yaygınlık kazanmamasına rağmen)
genellikle elektrik üretiminde kullanılır. Bu
konu daha detaylı incelenmeye muhtaç bir konudur.
Mesela proje halinde olan fakat hayata geçirilmeyen
güneş enerjisi sistemleri de vardır. Güneş Havuzları
bunlardan biridir. Bu yöntemde havuza atılan tuzların
yardımı ile dip tarafta sıcaklık elde edilir.
Bunlar daha çok deneysel sistemler olarak kalmışlar,
bir yaygınlık gösterememişlerdir. Güneş Bacaları
da bir başka sistemdir. Bir binanın zemininde
toplanan ısı, yüksek ve dar bir bacaya yönlendiğinde,
bacada kurulu türbini çalıştırır. Bu da, deneysel
aşamada kalmış güneş enerjisi türlerinden biridir.
Su Arıtma Sistemleri ise bir çeşit havuz sistemidir.
Havuzun üstüne eğimli cam kapak yerleştirilir,
buharlaşan su tuzdan arınarak bu kapakta yoğunlaşır.
Diğer bir önemli Yenilenebilir Enerji Kaynağı
ise rüzgar enerjisidir. Rüzgar enerji de uzun
süredir elektrik üretiminde, bataryaların şarj
edilmesinde, su pompalanmasında ya da değirmenlerde
pratik amaçlar için kullanılmaktadır. Rüzgar türbinleri
dünyada değişik biçimlerde kullanılır. Tek bir
evin elektriğini üretmek için küçük rüzgar türbinleri
kullanılırken, büyük çiftliklerde çok sayıda türbinle
daha fazla elektrik üretilmektedir.
Doğal olarak bu enerji türü, çevreye sıfır zararla
çalışırlar; kirlilik ya da sera gazı üretmezler.
Rüzgardan üretilen enerjinin maliyeti de son yirmi
yılda %85 oranında azalmıştır. Nehirler ve barajlar
üzerinden yaratılan su kaynaklı enerji ise zaten
uzun süredir bilinen ve sık kullanılan bir sistemdir.
Neden Nükleer Enerjiye Hayır?
Önce nükleer enerjinin tarifini yapalım. Sözünü
ettiğimiz şey, uranyum gibi ağır radyoaktif atomların,
bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara
bölünmesi veya hafif radyoaktif atomların birleşerek
daha ağır atomları oluşturması sonucu ortaya çıkan
çok büyük miktardaki enerjidir.
İlk nükleer enerji santrali İngiltere’deki Calder
Hall’de 1956 yılında kurulmuştur ve daha sonra
dünya yüzeyinde yaygınlaşmıştır. Ve tabii insanlığın
başına açtığı belalar da öyle… Bunlardan en çok
bilineni, 1986 yılında Çernobil faciasıdır. Çernobil’den
kaynaklanan radyoaktif serpinti 160 bin kilometrekare
toprağı kirletmiş, en az 9 milyon insanı etkilemiş
ve 400 bin kişinin evinden olmasına yol açmıştır.
800 bin kişi kaza sonrasındaki temizlik çalışmalarına
seferber edilmiştir; çocuklardaki tiroid kanserleri
100 kattan fazla artmıştır. Kazanın Ukrayna, Beyaz
Rusya ve Rusya’ya maliyeti, 352 milyar dolar olarak
hesaplanmıştır.
Bundan ayrı olarak da nükleer santrallerin atıkları,
uzun yıllar zehirli etkisini sürdürmektedir. Bu
atıkları kalıcı bir biçimde depolamanın veya yok
etmenin yolu yoktur. Yapılacak en ufak bir hata,
geri dönüşsüz felaketlere davetiye çıkarmaktadır.
Ayrıca gerek yapım, gerekse de söküm maliyeti
oldukça yüksektir. Bir nükleer enerji santralinin
yapımı 8-10 yıl sürmektedir. Örneğin Amerika’da
bir santralin yapım süresi 15 yılı bulmaktadır.
Tahminlere göre ülkemizde yapılacak nükleer enerji
santrallerinin bitme tarihi de 2020 yılını bulacaktır.
Yani 2020 yılına kadar şu abartılan “enerji sorunu”
da devam edecektir.
Makina Mühendisleri Odası Başkanı Emin Koramaz’a
göre kurulması öngörülen 4 bin 500 megavat kurulu
güçteki santraller en erken 2020 yılında devreye
girebilecektir. Bu tarihte ulaşılması öngörülen
96 bin 348 megavat toplam kurulu güç içindeki
santral payının sadece yüzde 4.67 olabileceğini
söyleyen ve yakıt yönünden tamamen dışa bağımlı
olunduğuna işaret eden Koramaz, kurulması düşünülen
üç nükleer santralın 13-18 milyar dolara mal olacağını
belirtmektedir. Ek olarak şu bilgiyi de ilave
etmekte fayda var; Alman Aerospace Merkezi tarafından
hazırlanmış rapora göre, Türkiye’deki yenilenebilir
enerjilerin toplam ekonomik potansiyeli 2020 yılının
toplam elektrik enerjisi talep tahminlerinin üzerindedir.
Hükümetin beyan ettiği tüm nükleer enerji yatırımları
yapılsa ve reaktörler ideal verimlilikle çalışsa
dahi (ki bu verimlilik yüzde 75’tir) nükleerden
elde edilecek elektrik enerjisi bu miktarın yanında
çok çok cılız kalmaktadır. Yani bir uzmanın dalga
geçmek için söylediği gibi, nükleer santral “portakal
bahçesinde oturup eczaneden alınmış C vitamini
tabletleri yutmaya” benzemektedir.
“Tarihi bir an bu. Ülkemiz çok uzun süredir beklediği,
nükleer santrallerine ve teknolojisine bu kanun
vesilesiyle kavuşacak…” Böyle söylüyor Enerji
ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler… Bu sevince
ortak olanları tahmin etmek zor değil. Çünkü çıkarılan
yasa, santralin yapımından sökümüne kadar birilerini
zengin edecektir. Yasa santrali kuracak özel şirketleri
adeta ödüllendirmektedir; santral yapımının maliyeti
yüksek olduğu için, devletin de elbette katkıları
olacaktır. Ayrıca, santrallerde üretilecek enerjinin
tamamı için devlet alım garantisi vermektedir.
Şirketlere yapılan en büyük “kıyak” ise, santrallerin
kurulacağı arazi ücretsiz olarak tahsis edilmesidir.
Sonuçta AKP, üzerine aldığı görevleri layıkıyla
yerine getirmekte, tekellerin ülkemizde istediği
gibi cirit atmasının önü tamamen açılmaktadır.
Böylece altına imza atılan sürecin neler getireceği
ise tümüyle meçhuldür. Deprem kuşaklarıyla kesilen
Türkiye’de büyük sarsıntılar halinde bu teknolojilerin
ne gibi sonuçlara yol açacağını da AKP’nin cahil
takımının hesaplamadığı kesindir.
Sonuç olarak şu aşamada sorun, teorik olarak Nükleer
Enerji ile ilgili bir tartışmaya da denk düşmemektedir.
Şu aşamada sorun, tamamen kar hırsıyla atılan
bu adımın neoliberal bir çılgınlığın eseri olmasıdır.
Bu, bir enerji projesi de değildir zaten; son
derece açıkça bu yasa, bir siparişin yerine getirilmesidir.
Dolayısıyla, bu konuda bir karşı duruş sergilemek
kesinlikle gereklidir. İhalenin yapılmasını engellemekten,
santrallerin yapımının önlenmesine kadar atılacak
her adım meşrudur, hakkımızdır. Önümüzdeki dönemde
emekçiler ve devrimciler böyle bir sürece de hazırlanmalıdırlar.
Yararlanılan Kaynak:
www.kuresel-isinma.org
.
|