Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

56. Sayı - Aralık 2007

Kürt sorununda yeni ve eskisinden daha da kirli bir dönemin kapısı artık ardına kadar açılmış bulunuyor. Hakkari çatışmasından başlayarak bugüne dek gelen süreç, ulaşmış olduğu en son aşamada, muhtemelen Güneyli Kürt önderliklerinin de dahil edildiği büyük bir komplo halini alıyor, bütün gelgitlerine karşın hala Ortadoğu coğrafyasının önemli direniş güçlerinden biri olan Kürt ulusal hareketi tasfiye edilemese bile marjinalize edilmek isteniyor. Ve tabii, Türkiye açısından bu operasyon, başından beri yalnızca Kürtleri değil, bütün devrimci güçleri ve emekten yana kurumları da kapsayan bir genel saldırıya dönüşüyor, bir taşla çok sayıda kuş vuruluyor.
Olguları belli bir mantık silsilesi içinde takip etmek mümkün…
Önce, yıllardır devam eden savaşın aslında yalnızca bir parçası olan Hakkari çatışmasının etrafında sanki o güne kadar hiç asker ölmemiş gibi büyük bir “bıçak kemiğe dayandı” gürültüsü başlatıldı. Daha sonra bölgeye büyük bir asker yığınağı yapılarak operasyon hazırlıklarına girişirken bir yandan da şovenist kampanya hızla tırmandırıldı. Topyekun savaş çığlıkları arasında Türkiye’nin her tarafında mitingler, gösteriler birbirini izledi, DTP ve başka devrimci-demokratik kurumların binaları hedef seçildi, çeşitli yerlerde sudan sebeplerle Kürtlere saldırılar düzenlendi, SS kampanyalarına benzer biçimde (basına yansıyan-yansımayan) Kürt düşmanlığı ayinleri düzenlendi. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın “ayağımı frenden çekersem ortalık karışır” tehditlerine bakınca bütün bunların birden nasıl örgütlendiğini anlamak zor değildir.
Ve nihayet, şimdi “sınır ötesi operasyon” projesi belli bir olgunluğa ulaşmış görünüyor. Önce büyük bir “biz İsrail’den güçsüz müyüz” yaygarası, sonra ırkçı saldırganlığın Güney Kürdistan halkına yöneltilmesi ve bin türlü şantaj, tehdit ve daha sonra bölgenin efendisi ABD’nin önünde kırk takla atarak sağlanan operasyon izni… Daha doğrusu, uzun süredir Güney Kürdistan’daki rahatlığını bozmak istemeyen, bu yüzden de işi ağırdan alan ABD, artık isyancı Kürt hareketinin tasfiyesi konusunda Türkiye oligarşisiyle sıkı işbirliği yapmaya ve bu sürece Güney Kürtlerini de katmaya karar vermiş görünüyor. Şüphesiz bu, Irak’taki mevcut durumu çok fazla riske atmayacak bir tempoyla gerçekleştirilecektir ama bir kez düğmeye basılmış olduğu da kesindir.
Anlaşıldığı kadarıyla bu, karşılıksız bir çaba da değildir. Son yirmi yılda birçok kez PKK’ye karşı Türk ordusuyla işbirliği yapmaktan çekinmemiş olan Kürt önderlikleri, haftalardır sürdürülen politikalar sonucu bir kez daha Kürtlerin birliğini feda edecek politikalara “ikna edilmiş” görünüyorlar. Ortadoğu’nun kaypak dengeleri içinde bu planın ne kadar “sağlama alınmış” olduğunu bugünden bilmek zor ama emperyalistler ve sömürgeciler, kısa ya da orta vadede bir kez daha Kürtleri korkunç kardeş kavgalarının içine sürüklemek istiyorlar; bugün görünen olgu bu. Ordudan yeşil ışık almadan ağzını bile açmadığı bilinen Baykal çetesinin keskin bir viraj alarak Güney’deki Kürt yönetimine güller atması, şefkat gösterileri yapması da, bu yönde ciddi fesat anlaşmalarının yapıldığının bir göstergesi sayılabilir. Sonuçta, işgalci ABD’nin yıllardır tadını çıkardığı Güney Kürdistan istikrarını bozmadan yapılacak bir PKK temizliği, aslında bu anlamda bölgedeki bütün gericilerin işine gelmektedir. “Bütün gericiler” diyoruz, son süreçte kahraman Filistin halkına vefasızlık eden PKK için bir ders olmalıdır, İsrail de bu komplonun dışında değildir; somut olarak Kürt hareketinden bir zarar görmemiş olsa da İsrail siyonizmi bölgedeki her türlü direnişçi gücün ezilmesi için gizli yardımlarıyla her zaman göreve hazırdır.

Kürtçe’nin Lanetli Sözcüğü: Birakuji
Sürecin belli bir noktasından sonra (5 Kasım Bush-Tayyip görüşmesi) Güneyli liderlerden gelen açıklamaların renginin birden değişmesi, Türkiye’de AKP hükümeti ile ordu arasında zoraki de olsa belli bir uyumun oluşmaya başlaması, bu yönde kapsamlı bir askeri-siyasi-ekonomik-psikolojik harekatın planlandığını gösteriyor. Aynı süreçte Türkiye cephesinde AKP’li Kürt milletvekillerinden Kürt siyasetinin kaşarlanmış simalarına dek bir dizi aktörün ortalıkta kanal kanal dolanması, ABD elçiliğinde yemekler düzenlenmesi, vb. başka işaretlerdir.
Amerikan pratik-politikası aslında her zamanki basitliği içinde işliyor: Tehlikeli olanı, hatta tehlikeli olma potansiyeli taşıyanı ez; işbirliği yapmaya eğilimli olanları kullan! Bu tipik ABD politikası, bugün en kötüsünden Şark kurnazlığı ve Türk inkarcılığı ile bir araya getirilerek kullanılıyor, böylece ortaya sömürgecilik tarihinin en bilinen uygulaması çıkıyor.
Aslında her şey yeni başlamış da değil; bu politikaların zeminleri başından beri mevcuttur. Örneğin Güneyli Kürt önderliklerinin bölgedeki PKK varlığından rahatsız olmaları hiç yeni bir olgu değildir. Evet, Güneyli önderlikler bu etkinin yayılmasına karşı bazı koruma kalkanlarına sahiptirler; her şeyden önce kendi örgütsel yapılarının büyük ölçüde katı aşiret ilişkilerine bağlı olması tipik bir Ortadoğu olgusu olarak avantajdır; ama siyasetteki bütün avantajlı durumlar gibi bu da tümüye yıpranmaz değildir, sonsuza kadar kalıcı değildir. Dolayısıyla, PKK gibi başka bir kökenden ve başka bir konseptten gelen bir yapının bütün parçalarda şu ya da bu oranda etkin olması (ki bu etkinlik küçümsenemez boyuttadır) bölge gericiliği için bir kabustur ve PKK’nin ortadan kaldırılması ya da marjinalize edilmesi emperyalizmin, bölge devletlerinin olduğu kadar Güneyli önderliklerin de işine gelmektedir.
Belki Cemil Bayık’ın “Hamas-El Fetih” örneklemesi Kürtler bakımından tam yerine oturmuyor ama Filistin’deki son durum, tipik emperyalist politikalar için yine de iyi bir örnektir. Tehlikeli bulunan eğilimi her yolla ezmek, onu tamamen diz çökmeye zorlamak, daha az tehlikeli sayılanı ise her bakımdan destekleyerek hem direnişi kırmak, hem de iç çatışmaları kışkırtarak direniş potansiyeli olan halkı umutsuzluk ve kör düşmanlıkların çukuruna itmek… Yani sonuçta bütün bu süreç, Kürdün özgürlük ve direniş umudunu tümüyle çökertemese de yalnızca kardeş kavgasının derinleşmesi bile emperyalizm ve sömürgeciler açısından az kazanç olmayacaktır. Kardeş kavgası anlamına gelen “birakuji” Kürt dilindeki en lanetli sözcüktür ve Kürt tarihinin de hep trajik bir parçası olmuştur. Kardeş kavgası, emperyalistler ve sömürgeciler için her zaman iyidir; halklar açısından ise kardeş kavgası tiksinti verici bir şeydir; çünkü kardeşin kanı, sonuçta gelir her şeyin üstünü örter ve bu arada doğru sözler söyleyenlerin de sesi duyulmaz olur.
Yani, gerilla tarzıyla savaşan güçlerin dağlardan kolay kolay sökülemeyeceğini en iyi Afganistan’ın üçte birini Taliban’a kaptırmış olan ABD bilmektedir; ama sorun tam olarak zaten tasfiye değildir. Sorun, tasfiyeden çok, ciddi bir zayıflama ve marjinalleşme yaratmak, bunun üzerinden de dizlerinin üzerinde sürünen yeni bir “Kürt hareketi”nin önünü açmaktır. Bu yapılamasa bile halkta umutsuzluk yaratacak bir kaos ortamının yaratılması emperyalistler ve sömürgeciler için yeterli olacaktır.

“Tehlike”nin Bertaraf Edilmesi İçin İşbirliği
Bir gerçeği çok net olarak bilmek gerekiyor: Bugünkü Kürt ulusal hareketi, Kürt siyasetinde ve Ortadoğu bağlamında özgün bir politik olgudur. Önderliğinin bütün düzen içi arayışlarına ve zikzaklı politikalarına karşın bu güç, Ortadoğu’nun en ciddi direniş odaklarından biri olmayı sürdürmektedir. Sözde “sınıf savunuculuğu” ya da “anti-emperyalizm/yurtseverlik” adına reformizmden sosyal-şovenizme doğru kayanların anlamadıkları gerçeklik budur. Kürt yazınını takip eden ama Kürt hareketinin tabanını tanımayan, yoksul Kürt mahallelerinin, sokaklara savrulmuş Kürt gençlerinin potansiyel eğilimlerini bilmeyen bu kesim, derindeki olguyu anlamamaktadır. Anlamadıkları şey şudur: Kürt özgürlük hareketinin her şeye rağmen en önemli olan yanı, kendi varlığını başından itibaren feodal kastlar üzerine değil yoksul köylülerin umudu üzerine inşa etmiş olması ve orijin olarak da Türkiye devrimci hareketinin zemininden, dahası Mahir Çayan ekolünden gelmesidir. Bu yapılanma, kurucuları ve temel kadroları bakımından yurtseverliğe merak sarmış ağa çocuklarından değil, “çulsuzlar”dan oluşmuş bir harekettir. Zaman içersinde işler hangi noktaya gelmiş olursa olsun, Kuzey’in genetiğinde yer alan bu özellik, onun asıl “tehlikeli” sayılan yanıdır.
Ayrıca, mesele yalnızca genetik meselesi de değildir. Nispeten dar bir havza oluşturan Güney coğrafyasından farklı olarak Kuzey’de metropol kentlere de savrulan ve böylece neoliberalizmin, vahşi kapitalist düzenin zulmüne daha fazla maruz kalan, bu çerçevede yalnızca ulusal duygulara değil, aynı zamanda insanca bir yaşam arzularına da sahip olan Kürt emekçileri, içlerinde geleneksel ulusal potansiyelin dışında başka devrimci gücü de barındırmaktadır. Her ne kadar son yıllarda postmodernizme yakasını kaptırmış olan Kürt siyasetçileri Marksizmi küçümsemeyi adet edinmiş olsalar da, yoksul Kürt emekçisinin bugün içinde yaşadığı koşullar tam da Marks’ın tarif ettiği koşullardır ve bu böyle olduğu sürece emekçilerin düşünme biçimleri bundan etkilenmeye mahkumdur. Yani, Kuzey’deki mücadelenin zeminindeki Kürt emekçileri, yoksul Kürt gençleri, içinde yaşadıkları koşullar gereği daha geniş ufka sahiptirler; öyle ki, bu ufuk, Kürt ulusal hareketinin içinden ve dışından gösterilen bütün daraltma çabalarına rağmen hala oldukça geniştir. Bütün gerilimlere ve düş kırıklıklarına karşın bu ufuk, hala devrimci hareketle de temas halindedir ve Kürt emekçileri sezgisel olarak bile olsa “yoksulların yoksullardan başka dostunun olmadığının” farkındadırlar. Yani ne kadar sağa çekilmek istenirse istensin, varoşlarda açlıkla ve işsizlikle, yoksullukla boğuşan Kürt, eşyanın tabiatı gereği soldadır, düzen için “tehlikeli”dir. Üstelik bu “tehlike” Türkiye devrimci hareketi bugün ciddi bir atılım gerçekleştirememiş olduğu halde vardır; böyle bir atılımın olması halinde ise durum egemenler için tam bir kabusa dönüşecektir.
Bu yüzdendir ki Kürt hareketi, barış dönemlerinin “kaybedecek çok şeyi olan” yöneticilerinin bütün çabalarına rağmen tümüyle düzen içine çekilerek sıradanlaştırılmış, tümüyle ehlileştirilmiş bir güç değildir. Bunun başarılmış olduğunu söyleyenler sadece düz düşünen dar kafalılar, hayattan haberi olmayan teorisyenlerdir. Ancak böyle düz düşünenler, Kürt sorununun artık yalnızca “inatçı Kemalistler” ve “şahin Kürtler” arasında bir sorun haline geldiğini, her iki ucun tasfiyesi halinde problemin de çözüleceğini hayal edebilirler. Gerçek ise böyle değildir. Kürt ulusal hareketi, düzen için tehlikedir. Hem mevcut halde tehlikedir, hem de içinde taşıdığı potansiyeller bakımından tehlikedir. Onun parlamentodaki ya da başka bir yerdeki temsilcileri yemin billah edip bin tane güvence verseler de tehlikedir.
Öte yandan, -büyük ölçüde yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü- Kürt ulusal hareketi, bir “terör örgütü” olarak marjinalize edilebilmiş de değildir. Yani ortadaki durum, çarpıcı eylemler yapan ama kitleler arasında kabul görmeyen dar bir örgüt tablosu değildir. Açıkçası, emperyalizm ve oligarşinin tam istediği böyle bir manzaradır. Böyle bir daralmış Kürt hareketi, hem sorun olmaz, hem de aslında “yararlı” olur. Kitlelerden kopan, halk hareketi olma niteliğini kaybederek hırslanan ve umutsuz bir eylemciliğe gömülen bir Kürt örgütlenmesi, şovenist yaygara yoluyla sınıf mücadelesini boğmak için elverişli bir araç bile olabilir.
Ne var ki durum, bazı zayıflama belirtilerine karşın, böyle değildir. Kürt ulusal hareketi hala hem kitlesel bir halk hareketidir, hem de bu kitle yoksullardan oluştuğu ölçüde devrimci fikirlere yakın, ehlileşmeye uzak dinamik bir güçtür.

Kürt Siyaseti: Şahinler ve Akbabalar…
Aslında zaman içersinde çeşitli operasyonlarla Kürt ulusal hareketinin bu özünden tümden koparılması denenmiş, zaman zaman bu yolda kısmi sayılabilecek başarılar da sağlanmıştır. Bizzat Kürt ulusal hareketinin önderliği de postmodern ideolojinin etkisi altında bu kökenden kopmak, düzen içinde çözüm yolları aramak için çaba sarf etmiş, bunun için proje üstüne proje geliştirmiştir. Hatta zaman zaman bu söylemler öyle bir noktaya varmıştır ki, sanki Kürt sorunu ve savaş bir ulusal sorun değil de Türkiye cephesindeki “savaş rantçılarının” sürdürmek istediği bir çatışma gibi görülmüş, gösterilmiştir.
Ama bütün bunların ötesinde, resme daha uzaktan bakıldığında, ulusal hareketin dışından yapılan “ehlileştirme” girişimleri de az değildir. Daha doğrusu bir ön belirleme olarak şöyle söyleyelim: Kürt siyaseti, klasik ikilemede olduğu gibi “şahinler” ve “güvercinler” olarak değil, “şahinler” ve “akbabalar” olarak ikiye ayrılmaktadır. Gerçi Kürt siyasi terminolojisinde işbirlikçiliği nitelemek için “keklik” imgesi sık kullanılır ama burada “akbaba” deyişi daha çok yerine oturmaktadır.
Şimdilerde Kandil’den yapılan açıklamalarda isim verilerek bazı Kürt siyasetçileri suçlandığında kıyamet kopuyor; “aydın”larımız bildiriler yayınlayarak bu “kaba davranışa” isyan ediyorlar ama kimse bu adamlar aracılığıyla Kürt sorununda ne yapılmak istendiğini, nereye oynandığını sorgulamıyor.
Gerçekten de dün ve bugün Kürt siyasi arenasında, bütün siyasi geleceklerini ve varlıklarını mevcut Kürt ulusal hareketinin devlet tarafından tasfiye edilmesine bağlamış olan bir kesim hep mevcut olmuştur. Daha duru bir Türkçeyle söylersek, hem tek tek gerillaların, hem de bir bütün olarak Kürt ulusal hareketinin cenaze töreni, bu adamların doğum günü olacaktır; utana sıkıla gizledikleri hayalleri budur. Bütün bunlar olacak, sonra da sıra onlara gelecektir! Elçilik yemeklerinde tıkınırken kurdukları düş işte tam böyledir.
Ama bu düş ve çaba, sadece fiziki tasfiye üzerine kurulu değildir. Kürt ulusal hareketinin zaten sağa kaymakta olan politik çizgisinin tümüyle deforme edilmesi de bir başka düş ve çabadır. İstenen, Kürt hareketinin kendisini tümüyle düzen cephesine kaydırması ve geçmişiyle bağlarını tamamen koparıp atmasıdır. Kürt ulusal hareketinin Perinçek dahil herkesi turistik Bekaa gezilerine davet ettikleri süreçlerden başlayarak bu proje, zaman zaman İslami cenahtan, zaman zaman şaibeli gazeteciler aracılığıyla liberal cenahtan denenmiş ama hiçbir zaman tam anlamıyla “başarı” sağlanamamıştır. İslamcı danışmanlar, şimdilerde Güney’de “işadamı” olan CIA gazetecileri, legal cephede kimi zaman yer alan geleneksel Kürt siyasetçileri, kendi örgütlerini batırmış eski şef bozuntuları, Özal döneminin gayrı-resmi “elçi”leri… Bu sızma ve yönlendirme girişimlerinin en temel tezleri de her zaman, Kürt ulusal hareketini içine çekmek istedikleri çukurun aslında halkın isteği olduğu şeklindedir. Bu kesimler, ya halkın aslında direnişten yorulduğunu ve şiddet istemediğini ya da halkın aslında ulusal-sınıfsal duygularından çok dini duyguların, vb. önde olduğunu söylemişler, bugünlerde moda olan deyimle aslında bu duyguların “mahallenin genel düşüncesi” olduğunu iddia etmişlerdir. Talabani’nin geçenlerde PKK’ye akıl verirken yumurtladığı “Che Guevara zamanları artık geçti” cümlesi aslında ondan önce de bu coğrafyada binlerce kez tekrarlanmış, “aklı selime dönme” öğütleri hiç eksik olmamıştır.
Açıkçası, Kürt hareketi içinde de bu görüşler az taraftar bulmamıştır. “Barış” zamanlarında koltuklara tutkalla yapışan orta sınıf Kürtlerden bazıları da benzer hevesleri benimsemişlerdir. Ama nihai olarak Kuzey’in sınıfsal gerçekliklerinin kendisini ortaya koyduğu her noktada, Kürdün işçilerle, solla birlikteliği şöyle ya da böyle yeniden kendini dayatmıştır. Anımsanacağı gibi legal Kürt partilerinin kongrelerinde açıktan açığa “solla işbirliğinin ve ilişkilerin kesilmesi” çağrıları bile yapılmış ama nihai kararlarda bu görüş benimsememiştir.
Şimdilerde uygulanmak istenen plan ise, Kürt ulusal hareketinin çekirdeğinin fiziki olarak en azından hırpalanması, çok yönlü kuşatma ile ciddi bir moral bozukluğunun oluşturulması ve sonra böyle bir yıkım ortamında ortaya çıkacak olan “akbabaların” ulusal hareket tarafından kanla, emekle yaratılmış bulunan kitlesel zemine oynamaları ve buradan yeni, “ehlileştirilmiş” bir Kürt politikasının yaratılmasıdır. ABD elçiliğindeki yemeklerin de, medyada birden başlayan “Kürt aydınları tartışıyor” dizilerinin de gerçek amacı budur. Kürt ulusal hareketinin gelgitleri sonucunda bölgede ciddi güç kazanan AKP de, sözde Kürt önderleri de bu amaç için çalışmaktadırlar.
Böylece, elbette “Kürt sorunu” da çözülmüş olacaktır!
Çözülmüş olacaktır; çünkü ortada “sorun” kalmayacaktır!
Çünkü bizzat emperyalistler ve sömürgeciler gayet iyi bilmektedirler ki, hem genel olarak ulusal sorun denilen şey, hem de Kürt sorunu, açıkça ve altını çizerek söyleyelim, kelimenin gerçek anlamıyla siyasal bir sorundur… Yani, Kürt sorunu elbette Kürtler isyan etmiş oldukları için var değildir ama onlar isyan etmiş oldukları için sürmektedir! Bazen PKK’nın bile unutup “karşılıklı” bir çatışmaymış gibi sunduğu bu savaş, hiç de “karşılıklı” değildir, bir avuç “savaş rantçısı” devlet görevlisinin kışkırtması da değildir. Kürt, kendi özgürlüğü için ayağa kalkıp silaha sarılmıştır ve devlet de buna karşı kendi savaşını başlatmıştır. Geniş anlamıyla savaşı başlatan elbette sömürgecilik ilişkisinin kendisidir ama dar anlamıyla savaş, Kürdün başlattığı bir savaştır. 1984 yılında atılımın başlamasına karar veren bizzat bu iradenin kendisidir. Yani mevcut ulusal hareket ellerini havaya kaldırıp tümüyle teslim olsa, diz çöküp bu işten tamamen vazgeçse, “ulusal sorun” yine bir sorun olmaktan çıkmaz ama artık “icabına bakılacak” bir durum haline gelebilir. Dolayısıyla direnen Kürdü tepeledikten sonra Kürt sorununun “çözümü” ele alındığında, bu, artık cesetlerin nasıl gömüleceği ve geriye kalan ulusal duyguların nasıl çürütüleceği sorunu olarak tartışılabilir bir sorundur.
Büyük efendilerin ve onların hizmete koştukları akbabaların üzerinde çalıştıkları plan, işte böyle bir “çözüm” planıdır.
İşin en trajik yanı ise, bu tür planlar içinde yer alan Kürt siyasetçilerinin durumudur. Dünya alem bilmektedir ki, 1984, beğenilsin beğenilmesin, bugünkü Kürdün miladıdır. 1984 olmasaydı, bugün “hizmetine ihtiyaç duyulan” Kürt siyasetçilerinin hiçbiri Türk televizyonlarında Kürt olduklarını bile söyleyemezlerdi, hiçbir Amerikan elçisi de onları yemeğe davet etmeyi aklından geçirmezdi. Kürdün sırtı ise yerden hiç kalkmazdı, zaten onların duruma hakim oldukları eski zamanlarda da Kürdün sırtı hep yere yapışık olmuştur. Kürt ulusal hareketinin Kürt halkına yalnızca ölüm ve zulüm getirdiğini, son yirmi-otuz yılda yaşanan baskıların, kıyımların sebebinin bu hareket olduğunu iddia edenler, düpedüz ahlaksız ve vicdansızdırlar. Bugün bütün televizyonlar tartışma ve açık oturumlarının en az yarısını Kürt sorununa ayırıyorlarsa, bugün milyonlarca Kürt kendilerini bir ulusa mensup gibi hissediyorsa ve kendi temsilcilerini seçip parlamentoya gönderiyorlarsa, hatta Kürt dili, edebiyatı, folkloru, müziği, vb. bir sıçrama yapmışsa, vs. vs… bütün bunlar bir uzay boşluğunda olmamış, bu direnişin sayesinde gerçekleşmiştir. Yalnızca Kürt kadınının bu süreçte sağladığı büyük gelişme bile ulusal hareketin başardıklarını anlamak için yeterli bir göstergedir. Yani, bu akbaba takımı, bugün kendilerine ihtiyaç duyulmasını da bizzat düşmanı oldukları siyasi harekete borçludurlar. O siyasi hareket sayesindedir ki, bugün varlıkları hatırlanmakta ve siyasi formüllerde adları anılmaktadır.
Sonuç olarak tablo böyledir.
Bu tablo içinde pragmatik ABD planı ile şark kurnazlığının bileşiminin zafer kazanıp kazanamayacağı sorusunu ise Kürt halkının direngenliği yanıtlayacaktır. Ve bu yanıt, bilinmez, çok olasılıklı bir denklem değildir; halkın direngenliği daha önce de çeşitli badireleri atlatmıştır, bu kez de durum farklı olmayacaktır. Bu özgürlük isteği bitmeyecek, bitirilemeyecektir.

Madalyonun Diğer Yüzü: “Sınır İçi Operasyon”
Kuşkusuz oynanan oyunun bir başka yüzü de Türkiye cephesiyle ilgilidir.
Tırmandırılan şovenist yaygara ve “yeni yasalar lazım” çığlıkları arasında Türkiye’deki bütün aykırı sesleri boğmak, işçi sınıfı hareketini ve devrimci güçleri kırmızı-beyaz bayrakların karmaşasında ezmek bu operasyonun hedeflerinden bir başkasıdır.
Baştan beri söylediğimiz gibi, bir gerilla hareketinin dağlardan kolay kolay sökülemeyeceğini aslında herkes, herkesten de çok ordu bilmekte, ama yine de şovenist kışkırtma, bilinçli olarak “kökünü kazıma” edebiyatının üzerine kurulmaktadır. 23 yıldır savaşan ulusal hareketi kasıtlı olarak “askeri bilgiden yoksun çapulcu sürüsü” olarak gösteren psikolojik savaş medyası, daha sonra bu “çapulcular” orduya ciddi kayıplar verdirdiğinde ise bu kez kitlelerdeki güvensizliği daha koyu bir milliyetçilikle yeniden örgütlemektedir.
Beri yanda, artık her türlü kirli istihbarat faaliyeti, her türlü şantaj ve psikolojik savaş serbesttir! Aylardır, elde biriktirilen dosyalar, kasetler, fotoğraflar, bir bir basına sızdırılıyor, ordudan brifing almaktan başka becerisi olmayan kukla gazeteciler de büyük bir hevesle kampanyaya katılıyorlar. Bir gün birinin askerlik sorunu “ortaya çıkarılıyor”, bir gün bir başkasının eşinin gerilla olduğu “hatırlanıyor”, bir başka gün maskeli bir itirafçı “dehşet veren DTP öyküleri” anlatıyor… Öte yanda ise beline silahı takanın DTP merkezi önüne gidip birkaç el ateş etmesi artık yadırganmıyor… En son yaşanan Sakarya klasiği, tipik örnektir. Üniversiteden toplanıp gözaltına alınan yurtsever öğrencilerin hastane muayenesine getirildiği saatte kalabalık toplanıyor, sonra da kasıtlı olarak hastane bahçesinde park edilen minibüslerden “sanık”lar tek tek muayeneye götürülüyor! Yeterince açık! Biz, ciddi bir örgüt operasyonunda sanıkların hastaneye nasıl yan kapılardan, kimseciklere hissettirilmeden sokulduğunu iyi biliriz!
Bütün bunlar olurken ise Genel Sağlık Sigortası gibi neoliberal saldırılar hız kazanıyor, zamlar ardı ardına yapılıyor, sınıf hareketinin önünü kesmek için yeni yasalar pişiriliyor.
Sonuç olarak, komplike bir operasyon bütün cephelerde sürdürülüyor.

Genel Sonuçlar ve Bir Özet…
Buraya kadar sıraladıklarımızı toparlayarak özetlersek;
* Her şeyden önce Kürt halkının yerden göğe dek meşru olan kendi kaderini tayin hakkını yok saymak, yüz yıllık “inkar ve imha” siyasetini yeni bir kıyım harekatı ile zirveye vardırmak hedeflerden birincisi ve hiç değişmeyenidir. Türkiye oligarşisi bir kez daha eski tenkil harekatlarından birini planlamakta, bir kez daha büyük kıyımlara hazırlanmaktadır. Ancak bu kez aradaki fark, saldırının daha kapsamlı bir planlamaya dayanması, bölge çapında bir komplonun tezgahlanmasıdır.
* Bu arada bin türlü tehdit, şantaj ve rüşvet pazarlıklarıyla Güney’deki Kürt liderlikleri yeniden geçmiş yıllardaki kardeş katili rollerine ikna edilerek bütün eksiklik ve yanlışlıklarına rağmen bölgedeki en direngen güç olan PKK tasfiye edilmek istenmektedir. Bu, tam olarak bir fiziki tasfiye anlamına gelmese de ulusal hareketin ciddi biçimde hırpalanarak moral çöküntüye uğratılması, kitlelerden tecrit edilerek marjinalleştirilmesi ve bu arada “akbaba”ların devreye sokularak yeni bir Kürt “çözümü”nün dayatılması amaçlamaktadır. Böylece yavaş yavaş Güney’deki devlet oluşumu bile “hazmedilebilir” bir hale gelecektir.
* İç politikadaki inisiyatif savaşlarında ise bu şovenist dalga ve saldırgan histeri, bir kez daha ordunun konumunu sağlamlaştırmasına hizmet etmektedir. Normal şartlar altında vergilerden muaf, aidat zenginliği ile haksız rekabet yaratan bu militar-holdinge bin kez itiraz etmesi gereken tekelci burjuvalar, kuyruklarını kıstırmış susuyorlar; çünkü “Kürt tehlikesi” abartıldıkça, “bıçak kemiğe dayandı” edebiyatı kışkırtıldıkça, ordu bir kez daha vazgeçilemezliğini perçinliyor, bu arada da hükümetin gösterdiği her yavaşlık tarafların puan hanelerindeki sayıları değiştiriyor. Bu “kahramanlık” ve “fetihçilik” yarışı içinde çığlıklar yükselirken alttan alta pis hesaplaşmalar da görülüyor. Sözgelimi DTP konusunda bir parça daha temkinli gitmek isteyen AKP hemen “hainleri korumak”la suçlanabiliyor, vs. vs… Yani sonuçta sokaklarda bayrak sallayan yüz binlerce insan aynı zamanda tiksinti verici siyasal hesaplaşmaların basit aletleri haline dönüşüyorlar.
* Öte yandan, artık DTP’nin (kaba tabirle) “biletinin kesilmiş” olduğu anlaşılmaktadır. Önümüzdeki günlerde yeni yeni “belge”lerin basına sızması, yeni yeni kasetlerin ortaya çıkması, hatta fiili saldırıların gerçekleşmesi kimseyi şaşırtmayacaktır.
Yıllardır yalnızca keyfi zorluklarla önlenen Öcalan’ın avukatlarının birden bire “Gemlik halkı” tarafından her hafta “karşılanır olması” bunun işaretlerinden biridir. Bundan sonrası artık tufandır. “Ayağım frende” diyerek olup bitenlerin tezgahlandığı adresi de ifade eden Büyükanıt, işaret fişeğini atmıştır. Bilindiği gibi “fren” pedalının hemen yanında “gaz” pedalı da vardır ve yine bilindiği gibi normal her insanın iki tane ayağı vardır! Yani, önümüzdeki süreçte salt ortalığı karıştırmak için düzenin kendi huysuz evlatlarını bile namlunun ucuna koyması, asla çözülemeyen cinayet zincirlerine asla çözülemeyecek yenilerinin eklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
* Ve nihayet bu dalga, açık bir biçimde tüm devrimci güçlerin, emekten yana kurumların baskı altına alınmasını hedeflemekte, şovenist kışkırtmayla ülkenin birçok ilinin, ilçesinin sola kapatılması planlanmakta, böylece sınıf mücadelesinin de önü kesilmek istenmektedir. Bir yandan bayraklar havada dalgalanırken diğer yandan azgın neoliberal saldırı derinleşmekte, sendikaları da milliyetçilik batağına çeken bu kirli oyun sömürücülerin ellerini ovuşturmasına neden olmaktadır.

Günümüzün Görevleri ve Devrimci Sosyalizmin Tutumu
Bugün gelinen noktada durum son derece kritiktir. Türkiye ve Ortadoğu, bir kez daha devrimci harekete avantajlar ve dezavantajlar demetini bir arada sunan bir siyasi manzara sergilemektedir.
1- En baştan söylemeliyiz ki, bu trajik noktada, solun bir bölümünde gelişen sosyal-şoven eğilimler kadar, devrimci hareketin bir bütün olarak sürece müdahale edememesi, hatta bazı kesimlerin özellikle çekinik davranması son derece tehlikelidir.
Evet, mevcut histeri ortamı sıkıntılıdır, özellikle devrimci güçlerin iyi durumda olmadığı bölgeler ve yörelerde ciddi bir moral bozukluğu ve ezilme hissine yol açmaktadır. Siyasal hareketler ve yayın organlarımız ne derse desin devrimci hareketlerin sempatizan zemininde bu eziklik psikolojisi mevcuttur. Yani, şovenist histeriler gelir geçer, durum eninde sonunda bir parça sakinleşir; ancak burada sorun, fiziki korkudan öte devrimci siyasal hareketlerin durumu değiştirme, gündeme müdahale etme güçlerinin azlığından kaynaklanan psikolojik durumdur ve bu durum, şüphesiz devrimci hareketlerin çeperinde kalıcı etkiler yaratmaktadır.
Devrimci hareket, bu durumu, bu olumsuz güçler tablosunu köklü olarak değiştirmekle görevlidir. Bu, onun hiçbir güncel gelişmeye kurban edemeyeceği asli görevidir.
Ancak devrimci hareket, zor zamanlarda da en azından kendi tavrını ortaya koymak ve akıntıya karşı yüzmek zorundadır. Devrimci hareketin, devrimci olmak için bundan başka şansı yoktur. Bu anlamda hiçbir tereddüt ve duraksamaya düşmeden Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız savunmak, bugünün en önemli görevlerinden biridir. Önümüzdeki günlerin neler getireceğini tam olarak kestirmek zordur. Ama ne olursa olsun, Türkiye devrimci hareketi, zaman zaman karşı-devrimci dalganın önünde etkisiz kalsa da politik tutumunda bir kırılmaya izin vermemeli, enternasyonalizm konusunda dik bir duruş sergilemelidir.
2- İkincisi, Türkiye devrimci hareketi, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı konusu ile bu politik önderlikler sorununu bir kez daha kalın bir çizgiyle birbirinden ayırmalı; Güney’de olsun, Kuzey’de olsun kendi politik tutarlılığını korumalıdır.
Son derece açık, devrimci sosyalist hareket başından beri söylüyor; Güney üzerine koparılan şovenist yaygaraya katılmak bizim işimiz değildir. Kürtlerin de başka herhangi bir ulus kadar devlet kurma hakkı vardır; bu hak tanrı tarafından yalnızca Türk milletine nasip edilmiş bir lütuf değildir. Güneyli önderlerin durumu ve politikaları da bu gerçeği değiştirmez, bu hakkı bir nebze olsun geçersiz kılmaz.
Ancak devrimciler açık sözlü ve dürüsttür.
Türkiye’yi yöneten ABD işbirlikçilerinin ve ırkçıların, inkar ve imhadan başka bir şey bilmeyenlerin bu konuda tek bir söz söylemeye bile hakları yoktur. Bütün siyasi hayatlarını Amerikan işbirlikçiliği ile geçirmiş olanların, emperyalizme karşı mücadele edenleri idam sehpalarında katledenlerin Güneyli liderlerin ABD ile ilişkileri hakkında konuşmaya hakları yoktur. Ama devrimciler, Kürt ulusunun özgürlük hakkını bir an bile yadsımaksızın Güneyli liderlerin dünyanın en azgın cinayet şebekesi olan ABD ile girdiği işbirliğini lanetlemekte duraksamazlar, duraksamamalıdırlar. Devrimciler, bu azgın katillere güvenmenin Kürtler için büyük bir gaflet olduğunu tereddüt etmeksizin söylerler. Öte yandan, eğer bu Kürt liderliği, planlarda öngörüldüğü gibi üstelik bir de bölgenin katilleriyle Kürdün imhası için anlaşmışsa, bu, bin kez daha fazla gaflet ve hatta açıkça hıyanettir. Amerikan postallarını arkasına alarak, onların gölgesinde kurulacak “devlet”in bağımsızlığı tartışması bir yana, Kürdün kanı üzerinde, Kürdün kanını akıtmak isteyenlere hizmet ederek varılacak olan yer, Kürt halkının mutluluğu değil “birakuji”nin utanç verici karanlığı olacaktır.
Yani günlük konuşmalarda olduğu gibi “ne var canım bizim de bir devletimiz olsun, bölgenin konjonktürel karışıklığını kullanıyoruz” denilmesini anlamak mümkün değildir; ama üstüne üslük bu savunma biçimi, işin içine bir de “kardeş kanı dökmek” girdiğinde hiç mi hiç anlaşılamaz. Emperyalizmle işbirliği, “diplomatik kurnazlık” gibi gösterilemeyeceği gibi, kendi kardeşine saldıranlara kılavuzluk etmek de “önderlik yeteneği” değildir. Devrimci sosyalizm, Güney halkının ve genel olarak Kürtlerin devlet kurma hakkı konusunda net düşüncelere sahip olmakla birlikte, Güneyli önderlerin 4 milyon Vietnamlının kanına girmiş olan bir emperyalist cinayet şebekesinden medet ummalarının da düpedüz işbirlikçilik olduğunu söylüyor. Emperyalizmle kurulan ilişkinin mantığı da son derece açıktır; bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün, kurulan bu ilişkilerin diyeti Kürdün katline hizmet ederek ödenecektir. Çünkü bugünün dünyasında kimse kimseye karşılıksız borç vermez; çünkü emperyalizm kimseyle “eşit” bir ilişki kurmaz. Emperyalizmle yapılan tüm anlaşmalar “karşılıklı çıkarlar” gibi kocaman bir yalan üzerine kurulur ama sonuçta her zaman ve her zaman, sadece ve sadece emperyalistlerin çıkarları geçerlidir.
3- Bu vesileyle Kürt emekçileri de bir kez daha yoksulların yoksullardan başka dostunun olmadığını, emekçilerin ancak ve ancak emekçi kardeşlerine güvenebileceğini öğreniyorlar, öğreneceklerdir.
Bu vesileyle, Lübnan’da, Filistin’de katledilen kardeşleri için kılını kıpırdatmayan ve Diyarbakır meydanlarını Siyonizm karşıtı miting yapsınlar diye dinci gericilere terk eden, Amerikan karşıtı eylemlerden ise mümkün olduğunca sakınan dar kafalı Kürt siyasetçileri bir kez daha gerçek dostlarının kimler olduğunu anlamalıdırlar. Son on yılda dünyanın en dar düşünen, en içe kapalı ulusal hareketini yaratmayı başaran, Filistin üzerine, Kolombiya üzerine ve dünyanın başka köşelerindeki halkların mücadeleleri üzerine söz söyleyen herkesi dudak bükerek “yanı başındaki Kürdü görmemekle” suçlamayı marifet zanneden, Kürt gençlerinin ufkunu dar-pratikle sınırlayan bu siyasal anlayış, şimdi oturup enternasyonalizm üzerine de bir parça daha düşünmelidir.
Ve yine Kürt emekçileri, Kürt devrimcileri, Ortadoğu coğrafyasında anti-emperyalist olmayan bir anti-sömürgeci mücadelenin başarı şansı üzerine de kafa yormak durumundadırlar. Evet, Türkiye devrimci hareketi, zayıftır, geridir, sıkıntılıdır ama yine de, her ne olursa olsun, bu coğrafyada özgürlük için bir şey yapılacaksa eğer, bunun yolu Altan Biraderler çetesinden, Mehmet Metiner’lerden, İlnur Çevik’lerden değil, işte bu zayıf, geri ve sıkıntılı devrimci hareketten, yoksul emekçilerin dünyasından geçmektedir.
Bu anlamda, aslında gelinen son nokta ve önümüzdeki süreç, İmralı’dan üretilen projelerin de tıkandığı bir noktadır. Alan giderek daralmakta, zamana ve kendi dışındaki güçlere oynayan hamlelerin geçerliliği azalmakta, sıkıntı büyümektedir. Aslında Kenya’dan beri kendisini açıkça ortaya koyan emperyalizm gerçeği, bugün iyice öne çıktıkça, Kürdün gerçek dostu-düşmanı da belirginleşmektedir. Gerçekten özgürlük isteyen Kürt, artık bu kuşatma altında emekçilerin basit dünyasının dışında bir müttefik bulamayacaktır.
Devrim, her zaman birleşmiş bir karşı-devrim yaratarak ilerler… Bu, postmodern Kürt önderliğinin sık sık küçümsediği Marks’ın tarihten çıkardığı en önemli derslerden biridir. Ve her zaman karşı devrimciler, sürecin belli bir aşamasında aralarından en vahşi olan fraksiyona yetki vererek onun arkasında dururlar. Ve her zaman karşı-devrimciler, devrime karşı rüşvetle ayartılmış iç-güçleri de kullanırlar. Mitolojiye meraklı olduğu bilinen Kürt devrimcileri, Spartaküs’ü de okuduklarında bunu anlamaları, bütün köle sahiplerinin Crassus’un arkasında nasıl birleştiklerini kavramaları zor olmayacaktır. Dileyenler, Alman köylü ayaklanmalarını da inceleyip aralarında kanlı bıçaklı olan bütün o prensçiklerin bir celladın arkasında nasıl saf tuttuklarını öğrenebilirler.
4- Hiç sözümüzü sakınmaksızın söylüyoruz: Devrimci sosyalistler, liberal solcular ya da barış dönemlerinde Kürdün yakasına yapışan geçici yol arkadaşları gibi değildirler. Devrimci sosyalizm, açık ve dürüsttür. Devrimci ilişkilerin dalkavukluk üzerinden kurulamayacağını, kurulmaması gerektiğini, eleştirinin dostlukla iç içe olduğunu bilir.
Devimci sosyalistler, Kürt ulusal hareketinin kadrolarının “Bağlar’ın Çulsuzları” diye anıldıkları o ilk zamanları bugün gibi hatırlıyorlar. Devrimci sosyalistler, o zamanlarda da, 1984’ün “akıl almaz bir macera” gibi görüldüğü-gösterildiği zamanlarda da, Serpil yoldaşın enternasyonalist görevlerini kendisine yönelerek yerine getirdiği zamanlarda da, bu siyasal çıkışın Kürdün özgürlük çığlığı olduğu görüşündeydiler. Bugünün “Kürtsever” yol arkadaşlarının negatif olduğu zamanlarda da pozitif bir yerdeydiler. Ama aynı devrimci sosyalizm, Kürt ulusal hareketinin önderliğinin uzun süredir vahim hatalar içinde olduğunu, tümüyle yanlış bir rota benimsediğini açıkça ve dürüstçe söylemekten de geri durmamıştır. Ne hakaret, ne saygısızlık… Ne düşünüyorsa onu söylemek, bir erdem değil, devrimciliğin gereğidir. Ayrıca devrimci sosyalizm, Türkiye devrimci hareketinin uzun süredir yaşamakta olduğu gerilemenin Kürt ulusun özgürlük mücadelesi bakımından nasıl bir yara açtığını, nasıl bir eksiklik yarattığını da bilmektedir. Bu durumu tersine çevirmek, Türkiye devrimci hareketini yeniden ayakları üstüne dikerek Ortadoğu coğrafyasının makus talihini bölgenin güçleriyle birlikte değiştirmek, boynumuzun borcudur, stratejik görevimizdir. Biz, bölgemizdeki politik sıkışmanın köklü çözümünün bu yoldan geçtiği konusunda kesin bir yargıya sahibiz.Devrimci sosyalizm, bir yandan tam bir açık sözlülükle bunları söylemekte, diğer yandan ise bütün bu eleştirilerine karşın bugün, 5 Kasım komplosuyla Kürt ulusal hareketine karşı başlatılan birleşik haçlı seferine tüm devrimci güçlerin cepheden karşı durması gerektiğini ifade etmektedir. Halkların devrimci dayanışması, stratejik anlamıyla geleceğe ait bir sorun olsa da, güncel anlamıyla bugüne ait bir sorundur ve ertelenemez. Son yıllarda dillere pelesenk edilen “et” ve “tırnak” söylemi işte tam da burada geçerlidir. Gerçekten de bölgenin bütün devrimci güçleri, yalnızca Türkiye değil, örneğin Kürt önderliğinin son yıllarda incittiği Filistin’in devrimci güçleri de birbirinin eti ve tırnağıdırlar. Türkiye devrimci hareketi Kürt kardeşleri için daha fazla çaba göstermelidir, evet, ama ikide birde “Türklerle Kürtlerin Kurtuluş Savaşı’nda nasıl birlikte savaştığını” hatırlayan/hatırlatan Kürt siyasetçisi de bir parça 1960’ları, 70’leri, kamplardaki o muazzam kardeşliği, Ortadoğu’nun yoksul halklarının dayanışma ruhunu hatırlamak durumundadır. Çünkü, zor da olsa, bin bir türlü sıkıntıyı da içerse, yol budur, çıkış kapısı burasıdır. Bölge çapında kurgulanan büyük komplo, bu gerçeği bir kez daha hepimize hatırlatmaktadır.
5- Sonuç olarak devrimci sosyalist hareket, kendi perspektif ve stratejik programını bir an bile unutmadan, “Kürt sorununu değil, Kürdü çözmeyi” hedefleyen bu büyük kuşatmaya karşı Kürt ulusunun yanında saf tutmakta bir an bile tereddüt etmemektedir. Koşullar ne olursa olsun, Kürt ulusunun özgürlük ve kardeşlik çığlığı, saflarımızdaki karşılığını her zaman bulacaktır. Ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçıran sosyal-şovenizmin her türüne ve bu arada en utangaç biçimlerine de kesin biçimde karşı çıkmak, her şart altında Kürt ulusunun özgürlük talebinin yanında olmak, görevimizdir. Sözde “anti-emperyalizm” adına “birik ve bütünlük” cephesine yazılmak bize uzaktır ve uzak olarak kalmaya devam edecektir.
Kürt direnişinin ezilmesini ellerini ovuşturarak bekleyen akbabaları lanetlemek ise, her şeyden önce ahlaki bir görev olarak düşünülmelidir. Kürt ulusal hareketine yönelik eleştirilerimiz, bu fırsatçılar sürüsü karşısında onu yürekten savunmamızın önünde asla engel değildir.
Süreç, kritik bir noktadadır; önümüzdeki dönem birçok yeni gelişmeye gebedir. Ancak, hiçbir komplonun Kürt ulusunun özgürlük isteğini boğamayacağına olan inancımız tamdır. Eninde sonunda halkların iradesi ve devrimci dayanışması zafer kazanacak, emperyalizmin ve sömürgecilerin planları tarihin çöplüğüne gidecektir.

.


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19