Amerikan emperyalizmi bir kez daha Ortadoğu’yu
vurma hazırlığında...
Artık bütün dünya alıştı. Her gün birileri İran’la
ilgili ya bir nükleer rapor yayınlıyor ya da ABD
ordusunun “çok gizli saldırı planları” basına
sızıyor, sızdırılıyor. Daha sonra da İran’ın meydan
okumaları dünya medyasında yer alıyor. Bir tahterevalli
gibi… Şu ya da bu yoldan mesele sıcak tutuluyor,
bölgenin istikrarsızlık hali kronikleştiriliyor.
Elbette işler, Afganistan ya da Irak’ta olduğu
gibi büyük bir hızla ilerlemiyor; İran’la ilgili
sorun daha karmaşık ve ameliyattan önce bütün
“ilaçla tedavi” yollarını kullanmak, sonunda bir
saldırı gerçekten yapılacaksa ona meşruiyet kazandırmak
gerekiyor.
Daha 2003’te “Yakın Zamanda Savaş Alanı İran”
başlıklı bir ABD senaryosu açığa çıkmıştı. 2006’nın
yaz aylarında ve 2007’de Doğu Akdeniz’de ve İran
Körfezi’nde yapılan manevra ve tatbikatlar da
yine kışkırtma amaçlıydı. Temmuz 2006’da İsrail’in
başlattığı hezimetle sonuçlanan Lübnan operasyonu,
dolaylı olarak yine İran’ı kışkırtan bir olaydı.
Bu arada Lübnan’da gerçekleşen ve her seferinde
“Suriye karşıtı” politikacıların acımasızca harcandığı
bombalı suikastlar ve İsrail’in son olarak Suriye
topraklarını bombalaması aynı zincirin halkalarıdır.
İran’ın Hizbullah’a verdiği silahlar ve Kuzey
Kore’nin kurduğu iddia edilen tesisler İsrail
saldırısının sözde sebepleriydi; ama gerçekte
İran kapısının Lübnan ve Suriye üzerinden açılmak
istendiği anlaşılıyor.
Emperyalistlerin Zemin Hazırlama Taktikleri
ABD emperyalizmi artık niyetlerini gizlemiyor
ve bu doğrultuda atmosfer yaratma, zemin hazırlama
taktiklerini sürdürüyor.
Bir yandan nükleer tesisler iddiasıyla ilgili
sıkıştırmalar, rest çekmeler, boyun eğdirme girişimleri
sürüyor; diğer yandan ise kasıtlı olarak basına
sızdırılan “saldırı planları” ile ortam sıcak
tutuluyor. Yaklaşık ayda bir, ABD ve dünya kanallarında
bir televizyon mutlaka “ele geçirilmiş” bir askeri
saldır planı yayınlıyor. Öyle ki, özellikle Bush’a
yakın kanallar, saldırının tarihini bile veriyorlar:
Sekiz on ay içinde…
Bu arada ilk elde bombalanacak iki bin hedef olduğu,
daha sonra da diğer iki bin hedefe sıra geleceği,
ilk elden petrol ve boru hatlarının vurulacağı,
şu şu askeri güçlerin etkisiz hale getirileceği
artık açık açık yazılıyor. Hatta bazı kanallar,
“doğal gaz kaynaklarının vurulmasıyla zorda kalacak
olan İran halkı, hükümete karşı gelecek” diye
yorumlar da yapıyor.
Öte yandan örneğin ABD Savunma Bakanı Robert Gates,
sık sık şu ünlü “tüm seçeneklerin masada olduğu”
tehdidini yineliyor, Rice ise ekonomik ve diplomatik
baskı yolundan gittiklerini ama her an durumun
değişeceğini söylüyor, vs… Bu arada bu kızıştırma
ve hazırlığın etkileri artırmak istercesine ABD
ordusunun en büyük uçak gemileri körfeze doğru
gönderiliyor. “Amerikan Girişim Enstitüsü” adlı
yeni-sağ düşünce kuruluşunda konuşan eski CIA
Başkanı James Woolsey ise İran’ın havadan vurulmasını”
gerektiğini söyleyip rotalar bile çiziyor. İran
yönetiminin “ABD düşmanı fanatiklerden” oluştuğunu
söyleyen Woolsey İran’ın nükleer silah elde etmesinin
başka yöntemlerle önlenememesi durumunda, bu ülkenin
bombalanmasının “daha iyi bir alternatif” olacağını
söylemekten çekinmiyor. İşler artık öyle bir noktaya
varmış durumda ki, ABD, İran’ın resmi milis gücü
olan Devrim Muhafızları’nı “terör örgütleri listesi”ne
alıyor, yani ülkenin bütününü saldırı hedefi haline
getiriyor.
Fransa’nın Koroya Katılması ve Cepheyi Genişletme
Bütün bunlar olurken, geçen Irak işgali sırasında
mızmızlık eden emperyalist odaklardan Fransa’da
yeni işbaşına gelen Sarkozy yönetiminin ABD politikalarına
daha fazla katılacağı şimdide anlaşılıyor. Fransa’da
“Küçük Bush” olarak adlandırılan Sarkozy’nin Dışişleri
Bakanı Bernard Kouchner, İran’ın krizi konusunda
“dünyanın en kötü şeye, savaş olasılığına hazırlıklı
olması gerektiğini” söylüyor: “En kötü şeye hazırlanmak
gerek, en kötü şey de savaş. Kurmaylara özgü planlar
gözden geçirilerek hazırlıklar yapılıyor ve bu,
yarın için değil.”
Böylece giderek Amerikancı bir çizgiye kayan Fransa,
artık Irak’ta da etkili olmak istiyor. Ve böylece
İsrail’i de çok memnun ediyor. İsrail Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Mark Regev, “Dünyanın eli kolu
bağlı kalmayacağını gösteren sert açıklamaları,
Tahran’a açık bir mesaj iletilmesi bakımından
olumludur” diye Sarkozy hükümetini alkışlıyor.
İsrail ve İran’a Suriye’den Ulaşmak…
İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırısı ve Lübnan’daki
faili meçhul cinayetler de tam bu döneme rastgeliyor.
Suriye saldırısı bu karmaşa içinde özelikle önemliydi.
İsrail uzun yıllardır ilk kez açıkça Suriye topraklarını
hedef almıştı ve aslında hazırlıklar MOSSAD Şefi
Meir Dagan’ın “Suriye Kuzey Kore’den nükleer malzeme
alıyor” iddialarını ortaya attıktan sonra başlamıştı.
İsrail uçaklarının operasyonunda büyük çaplı bombalar
ve füzeler de kullanılırken sonuçta ortada Kuzey
Kore tesisi filan olmadığı da kabul ediliyordu.
Asıl sorun da zaten bu değildi. Asıl sorun, İran
üzerinde kurulmaya başlanan baskının Suriye ayağının
örülmesi sorunuydu. Krizin Suriye ve Lübnan üzerinden
patlatılması ve sonra İran’a doğru kaydırılması
savaş planlarının içinde önemli bir yer tutuyor.
Bu arada Türkiye’nin bu saldırıdaki rolünün ev
sahipliğinden ibaret olmadığı, aynı zamanda İsrail’e
istihbarat sağladığı da yavaş yavaş su yüzüne
çıkıyor. İsrailli Jerusalem Post ile Yediot Ahranot
gazeteleri, “Türkiye, İsrail’e Suriye konusunda
istihbarat sağladı”, “Türk istihbaratı, Suriye’ye
saldırı konusunda İsrail’e yardım etti” başlığıyla
haberler veriyor, “İsrail uçaklarına uçuş izninin
Türk ordusu tarafından verildiği, ancak konudan
Ankara hükümetinin haberdar olmadığı” söyleniyor.
Bütün bunlar şaşırtıcı değil; çünkü Türk ordusunun
İsrail’le ilişkilerini hükümetlerden bağımsız
yürüttüğü eskiden beri biliniyor. Hatta 90’lardaki
bazı ortak tatbikatlar bile böyle yürütülmüştü.
Mızrağın ucu iyice İran’a doğru döndüğünde Türkiye
ordusunun başka görevlere de hazırlıklı olduğu
anlaşılıyor.
Gazze’de Siyonist Kuşatma ve Kitleleri Bezdirme
Politikası
Geçtiğimiz aylarda nihayet amaçlarına ulaşan ve
Mahmud Abbas aracılığıyla Filistin’i iki parçaya
bölen emperyalizm, şimdi de Gazze ve Batı Şeria
olarak iki başlı hale gelen bu Filistin’in iki
tarafına da ayrı ayrı yükleniyor. “Ortadoğu Dörtlüsü”
olarak anılan BM, AB, ABD, Rusya çetesi, açıkça
Abbas’ı destekleyerek Gazze’deki seçimle gelmiş
hükümeti ve bu arada Filistin halkının direniş
azmini çökertmeye çalışıyorlar.
Bilindiği gibi geçen ay İsrail, Gazze Şeridi’ni
“düşman varlık” olarak ilan etmiş, elektrik ve
gaz temininin azaltılması başta olmak üzere, ekonomik
yaptırımlar ve kuşatma uygulamasını sıkılaştırmıştı.
Böylece Hamas’ın hükümet olduğu günden beri kapalı
tutulan sınır geçişlerindeki uygulama da iyice
ağırlaştırıldı. Ve tabii karara ABD desteği gecikmeden
geldi. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice,
İsrail’in Gazze’yi “düşman toprağı” ilan eden
açıklamasını resmen desteklerken Gazze Şeridi’nin
Washington için de “düşman toprağı” olduğunu söyledi.
Bütün bunlar ABD-İsrail ikilisinin Gazze-Beyrut-Suriye-İran
zincirini birlikte düşündüğünü, genel bir istikrarsızlık
ortamı geliştirerek yeni saldırı planları hazırladıklarını
gösteriyor.
Kirli İttifaka Karşı Halkların Dayanışmasını
Yükseltmek…
Aslında, yukarıda sözünü ettiğimiz Gazze-Lübnan-Suriye-İran
zinciri, bir anlamda bölgenin devrimci güçlerine
de yol gösteren bir nitelik taşıyor. Bu halkalara
Irak ve Türkiye cephesi de eklendiğinde ortaya
çıkan olgu, bölgenin halklarının kader birliğinden
başkası değildir. Gerçekten de ABD-İsrail-Türkiye
arasındaki kirli ittifak, şu anda Ortadoğu bölgesi
için gerçek bir baş belasıdır ve zulüm kaynağıdır.
Bölge halklarının acılarının sona ermesi ise bu
ittifakın karşısına Türk, Kürt, Arap, Acem halklarının,
bütün emekçi ve yoksuların başka bir ittifakla
çıkmalarıdır. İran’a saldırıya hazırlanan emperyalist
çeteyi yenilgiye uğratmak ve gerçekten özgür bir
Ortadoğu’yu yaratmak, ancak böyle bir yoldan gidildiğinde
mümkün olacaktır. Ve aslında bu da, provokasyon
ve saldırı zincirine karşı bir direniş zincirinin
örülmesinden başka bir şey değildir.
|