Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

53. Sayı - Temmuz 2007

Yeni bir seçim sürecine giriyoruz. Tüm burjuva partileri, emperyalizme bağımlı yeni sömürgecilik üzerinden derinleşen sömürü ve zülüm düzenini devam ettirmek, sınırları emperyalizm ve “reel sosyalizmin” çözülmesi ile önü açılan küresel saldırılarla, en son biçimi ile 11 Eylül’le çizilen “demokrasi” (siz bunu yeni dönemde faşizmin kurumsallaşması okuyun) içinde, oligarşinin kendi arasındaki çelişkilere yeni bir düzey vermek için her yolu ve yöntemi kullanarak kitlelerden oy istemektedirler. Doğrusunu ifade etmek gerekirse, sınıfsal bilinç ve devrimci bir önderlikten yoksun oldukça, oligarşi bu sahte demokrasi oyununda az çok başarı da sağlamaktadır.

Düzen Partilerinin Tek Programı Vardır
Tüm düzen partileri; AKP, CHP, DP, MHP, GP vd. özde tek bir programa sahip olup emperyalizmin ve oligarşinin partileridirler. Tümünün programı, eskiden az çok farklılık gösterirken, bu dönemde aynılaşmıştır; çünkü bu program emperyalizm tarafından, yeni-liberal politikalar tarafından belirlenmektedir. Tümü, ekonomik alanda, IMF’ci, özelleştirmeci, emperyalist sermaye ve işbirlikçi tekelci sermayenin çıkarlarını göre konumlanmışlardır; siyasal alanda ise ırkçı, şovenisttirler, işçi sınıfı, Kürt ulusu ve tüm ezilenler karşısında gerici-faşist, halk düşmanlarıdırlar. Oligarşinin en son Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeni ile iç çatışmaya girmesi, hatta bu çatışmada bu coğrafyanın kangrene dönüşen en önemli demokrasi sorunlarından bir olan Kürt ulusal sorunu üzerinden hesaplaşmalarına rağmen, tümünün Kürt ulusu ve işçi-emekçilerin demokrasi talepleri karşısında kenetlenip en gerici konumda olması bunun açık kanıtıdır.
Yani, bizzat emperyalist güçlerin de az çok taraf olduğu oligarşi içi çıkar çelişkilerinin keskinleşmesi görecelidir; sınıfsal bilince sahip burjuvazi, kendi içinde ekonomik ve siyasal alanda daha fazla söz sahibi olmak için, bu çelişkiyi sürekli yaşar. Ama bu çelişkilerin sınırı düzene yönelik devrimci, demokratik tepkilere kadardır. Tam bu noktada burjuvazi, her dönem kendini emperyalizmin çıkarlarına, daha da özel olarak emperyalizmin bölgesel çıkarlarına göre düzenler ve kimin karşısında nasıl bir tutum alacağını az çok bilir. Büyütülen ve bilinçli pompalanan, “darbe”, “sınır ötesi operasyon”, “laiklik-şeriatçılık”, “AKP- Ordu” çelişkilerinin, emperyalizmin ve yerli tekelci sermayenin küçük müdahaleleri ile nasıl bir uzlaşmaya dönüştüğü öğreticidir.
Dikkat edilirse görülecektir, kasıtlı biçimde pompalanan tam bir bilinç bulanıklığı vardır. Bazı ünlü sağcıların, orta sınıfların taleplerin az çok seslendirildiği bir dönemi dışta tutarsak tarihinde demokrasinin yanından bile geçmemiş CHP’den aday olmaları; bazı “solcu”ların, “demokrasi” adına AKP’den aday olmaları, tümünün yeni-liberal politikaları savunup ırkçı, şövenist bir konumda, bir “bayrak” yarışı içinde olmaları ne tesadüftür, ne de basit bir “vitrin” işidir. Tam tersine, ekonomik ve siyasal düzeyde aynılaşan, tümü yeni-sağ çizgide olan bu partilerin birbirinden farkının olmadığını gösterir; fark, çıkardadır, fark kim daha fazla işçi, emekçi, Kürt ve ezilenlerin düşmanıdır, bunun üzerinden konumunu güçlendirmek istemesindedir. En çok siyasal polemik konusu olan laiklik sorunda, CHP’nin AKP’den, ya da SP’den hiç farkının olmaması, bunu programında ifade etmesi; sözde “sol”cu CHP’nin MHP ile aynı çizgide Kürt düşmanlığında yarışması yeterli düzeyde öğreticidir.
Ama her şey bu kadar basit olmasına rağmen kitlelerin yönü bilinçli şekilde dağıtılıyor, belirsizlik yaşanıyor. Ne yapılıyor? Irkçı-şovenist zehirlerle emekçilerin bilinci dağıtılıyor, Kürt-Türk çatışması körükleniyor; işçi ve emekçiler “darbe-şeriat” sopaları ile korkutuluyor, bu kışkırtma ve bulanıklık içinde “reel politika” ile, en çok da Kürt sorunu üzerinden demokrasi düşmanlığı yapılıyor, en küçük demokratik bir yasal düzenleme bile yapılamıyor. Tüm burjuva partilerin, AKP’den CHP’ye, DP’den GP’ye kadar, emperyalizme karşı tek bir lafının olmaması, demokrasinin tüm sorunlarına, bu arada yakıcı bir sorun olarak Kürt sorununa yönelik tek bir çözüm önerilerinin olmaması dikkat çekicidir. Bazı uçuk kaçık vaatlerin, örneğin; “mazot 1 ytl olacak”, “ÖSS kalkacak” gibi, 12 Eylül ve yeni-liberal dönemim hırsızı Uzanlardan gelmesi komiktir, düşündürücüdür. Eskiden “demokrasi” lafta ifade edilirdi, şimdi moda Kürt düşmanlığı! Eskiden işçi ve emekçiler için sözde de olsa bazı vaadler olurdu, şimdi IMF ile nasıl işleri yürütecekler bunu kitlelere anlatıyorlar.
Yani, emperyalizm ve en son 27 mayıs muhturası ile sınırları çizilen, bu ülkede hiçbir süreçte olmamış bir “demokrasi” ile yıllardır oynanan bir oyun bu kez yeni biçimde yeniden sahneleniyor. Bu oyunda işçilere, emekçilere, Kürtler ve tüm ezilenlere biçilen rol açıktır; sömürü ve zülüm düzenini, sömürgeci-faşizmi yeniden onaylatmak, açlık, sefalet, yozlaşma ve en pervasız baskı içinde halkı hiçleştirmek, tüm ezilenleri birer köleye dönüştürmek.
Devrimci sosyalizmin oynanan bu kirli oyunda yeri yoktur; seçim sürecinde tüm düzen partilerini teşhir edip, bu halk düşmanlarına “oy yok” çağrısı yapmak, parlementer hayalleri beslemek değil, devrim ve sosyalizmi çözüm gücü olarak kitlelere anlatmak, bunun üzerinden kitleleri devrim için örgütlemek taktik politikamızdır.

Sınırlarımızı Netleştirerek İlerleyeceğiz
Sol ve sosyalistlik adına, tarihsel olarak tükenen, ama hala siyasal olarak varlığını sürdüren parlementerizmi her şey yapan, bunda en fazla bir aksesuar olanlar yok mudur?
Elbette vardır. Bunu iki ana kategoride ama tümünü de liberal-sol bir çatı altında toplamak mümkündür. Birincisi ve siyasal-toplumsal olarak en etkilisi, Kürt liberal burjuvazisinin düzene bağlanma projesi olarak DTP’dir. İkincisi ise, düne kadar Kürt devrimine düşman olan, ama İmralı süreciyle devrim değil düzene bağlanmayı çözüm gören Kürt muhalefetine karşı “aşk” la bağlanan, ÖDP, EP, SDP gibi sol liberallerdir. Tabii bunlara, “sürüden ayrılma zamanı” adı altında, “komünist”likten ulusal solculuğa, “yurtseverliğe” atlayan TKP’yi de eklemek lazım. Bunlar farklı bir tonla düzeni az çok eleştirirler; kimi Kürt sorununda askeri çözümün olamayacağını, “barış” için “misak-ı milli”sınırları içinde, dil ve kimlik düzeyinde sömürgeci düzene bağlanmayı savunur; kimi demokrasinin bir çok sorununu ve bunlar için mücadeleyi bir yana atarak, 28 Şubatın çizdiği sınırlar içinde, “ABD ve AB emperyalizmine” karşı olduğunu ilan eder; kimi “işçi” der, “demokrasi”der, ama devrim ve sosyalizmi ağzına almaz, en ilerisinden demokratizmle avunur. Yani bu politika, Kürt liberallerin özgünlüğü ve toplumsal ağırlığı bir yana, tümü düzene eklenme ve “sol”dan sömürge tipi faşizmin “demokrasi” adına kutsanması projesi olarak karşımıza çıkarlar. Bunlar seçimle çok şeyin düzeleceğini savunup, kitleleri soyut hayaller peşine takarlar.
Devrimci sosyalizm, bu liberal-sol partileri burjuva partiler gibi politik düzeyde hedef tahtasına koymaz; ama bu liberel-sol partilerle arasına ideolojik düzeyde mesafe koyar, bunlarla yan yana olmaz, düzene eklenen hiçbir proje içinde yer almaz. Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge düzene cepheden tavır alır, parlementer hayallere kapılmadan devrim ve sosyalizm için seçimleri değerlendirir. Aslında devrimin yükselme aşamasında kitleleri devrime hazırlamada bir taktik olan boykot ise bugün devrimci hareketin bir politikasızlığının bir ürünü ve kendini tekrarlaması olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kaba yaklaşım devrimci sosyalizmden uzaktır.
Öte yandan, sol ve devrimci hareket, her seçim döneminde ittifak arayışları ve projeleri içinde de boğulur. Evet sadece seçim sürecinde değil, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde, geçici veya kalıcı, stratejik veya taktik ittifaklar mümkündür. Her siyasal akımın kendi kimliği temsil ettiği, ortak bir program etrafında güvene dayanan ve devrimin en azından o süreçteki ihtiyaçlarına yanıt olabilen ittifaklar mümkündür; iktidar savaşı bunu zorunlu kılar. Özelikle L. Amerika deneyleri de öğreticidir. Ama bu, soyut bir biçimde, bağımsızlık ve demokrasiden yana olan, hiç bir ölçü olmaksızın, devrimci, liberal, ulusalcı, legalist vb. her tür solun ilkesiz yan yana gelmesi olarak anlaşılamaz. Dahası, biraz da ciddiyetten yoksun ve seçiminlerin çekici gelen pragmatizmi ile, örneğin 1 Mayıs sürecinde ortaya çıkan ve “Taksim”de ifadesini bulan politik iradeyi “üçüncü cephe”adı altında seçime bağlamak nesnel gerçeği yeteri kadar hesap edememenin bir ürünü olarak karşımıza çıkar.
Devrimcilik ciddiyet gerektirir; soyut projelerle değil, somut olanla ilgilenir, bunun için her adımda devrimciler, sol, kitleler devrim ve sosyalizm için eğitilir, taktikler de buna hizmet eder.

Devrim Programı, Partiyi ve Kitleleri Eğitir
Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge ve kapitalist ilişkilerin egemen olduğu, bunun üzerinden emperyalizm ve yerli tekelci sermayeye dayanan faşizmin sürekli olduğu bir ülkede seçimler sorunları çözer mi? Başta kangrene dönüşen, sömürgecilik zinciriyle varlığı bile yok sayılan Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere, siyasal demokrasinin hiç bir sorununun çözülmediği bu ülkede, seçimler, işçi ve emekçiler, Kürtler ve tüm ezilenler için çare olur mu?
Bunun yanıtı, çok net: Hayır, seçimler ne çaredir, ne de bu sorunları çözebilir!
Bırakalım eski tarihsel dönemleri, demokrasi oyununun oynandığı sözde “burjuva parlementer düzenin”olduğu 1946’dan bu yana ne Kürt sorununu, ne siyasal demokrasinin diğer sorunlarını, ne ekonomik, ne sosyal hiç bir sorunu bu düzen ve bu düzenin partileri çözememiştir. Çünkü bu partiler, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin, yani yerli tekelci sermaye ve büyük toprak sahiplerinin partileridirler. Emperyalizm, tekelci kapitalizmdir, demokrasi değil siyasal gericiliği içerir. Bundan dolayı, toplumu çürüten sorunların çözüm gücü değil, tam tersine bu sorunların kaynağıdır, dayanağıdır. Emperyalizmin varlığı, emperyalizme bağımlılık ve onlarla işbirliği içinde oligarşik düzenin varlığı tüm sorunların kaynağıdır.
Emperyalizme bağımlı bu yeni-sömürge kapitalist düzen yıkılmadan, emperyalizm bu ülkeden tümden sökülüp atılmadan, işbirlikçi oligarşi iktidardan alaşağı edilip, bunların tüm egemenlik biçimlerine son verilmeden, ne bağımsızlık, ne de demokrasi söz konusu olabilir. İşçi ve emekçileri açlığa mahkum edip tüm demokratik haklarını yok sayan, tarımda tasfiye ile yoksulluğa yoksulluk katan, gençleri ve kadınları işsizlik, yoksulluk, ahlaki çürüme içinde hiçleştiren, Türkü Kürde düşman edip sömürge savaşını her alana egemen kılan, tüm ezilenelerin demokratik hak ve özgürlüklerini bir tarafa atıp faşizmi her alanda kurumsallaştıran, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşidir. Bunların varlığına son verilmeden, bunların ekonomik ve siyasal gücü kırılmadan hiç bir sorun çözülemez, tam tersine her vesile ile bu sorunlar kendini üretir.
Yaşananlar da tam budur.
Ya devrim bu sorunları sosyalime bağlayarak çözecek ya da kapitalist barbarlık insanı ve toplumu çürütecek... Bugün bu iki yoldan başka bir “ara”yol yoktur.
Bugün tüm düzen partileri tek bir programa sahip olup işçi ve emekçileri, Kürtler ve tüm ezilerinleri aldatmaktadırlar. Bugün tüm ezilenlerden oy isteyenler düzen partileri, ABD, AB emperyalistlerinden, TÜSİAD gibi tekelci sermayaden icazet alan ve bunların hizmetinde olan partilerdir. Bunların,bağımsızlık ve demokrasi sorunları yoktur, seçim vesilesi ile bu yönde sınırlı, geçerken ifade edilen sözler de hiç bir bütünlüğü olmayan yalan ve demogojiden ibarettir.
Bu ülkede, işçilerin birliği ve hakların kardeşliğini inşa etmek, işçilerin ve tüm halkın söz-yetki-karar sahibi olduğu gerçek bir demokrasiyi, halk demokrasisini kurmak, Ortadoğu’da Kürtler, Araplar, Farslar ve diğer halklarla kardeşçe kaderlerimizi birleştirip emperyalizme karşı halkların birleşik cephesini örmek, bağımsız ve özgür bir ülkede, refah içinde eşit, özgür, insanca yaşamak mümkündür.
Bunun için, tüm kötü seçeneklerden birini, “laiklik-şeriat”, “AKP-ordu/ya da CHP, DP, MHP vb” seçmek zorunda değiliz; çürümüş bu düzenin devamı için parlementer hayallere, umut tacirliğine yer yok, kurtuluşumuzun tek bir yolu vardır; Halk Devrimi ve Sosyalizm!
Böyle bir programı siyasal mücadelenin merkezine koymayan, bu temelde kendini ve kitleleri eğitmeyen hiç bir akım, parti, çevre vb. politik bir hareket olamaz; sadece burjuvazinin değil, orta sınıfların taleplerini dillendiren reformistlerin seçim nedeniyle kitleleri aldatmasının önüne ancak böyle bir programla geçilebilir.
Böyle bir program var mıdır?
Evet, işçi ve emekçiler, Kürtler, Aleviler ve tüm ezilenler için böyle bir program vardır. Bu program devrim programıdır; demokratik ve sosyalist görevleri iç içe ele alan, sadece çürümüş ve emperyalizme bağımlı bu köhne düzeni eleştiren değil, parlementer hayalleri kışkırtan değil, bu düzeni tümden yıkarak yerine her alanda, siyasal, ekonomik, sosyal her alanda nelerin yeniden inşa edileceğini içeren bir program vardır.
Devrimci sosyalistlerin görevi, bu programın her cümlesini tartışmak, içselleştirmek, katkı sunmak ve seçimlerde devrim ve sosyalizm için bu programla kitleleri aydınlatmaktır.
Devrim, emperyalizmi bu ülkeden söküp atacak, oligarşiyi yıkacak, bağımsızlık ve demokrasiyi güvenceye alıp insanca yaşam için sosyalizmi inşa edecektir.
Devrim ve sosyalizm için düzen partilerine oy vermeyelim, birleşelim, örgütlenelim ve savaşalım!

DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK
TEK YOL DEVRİM!
YAŞASIN DEVRİM ve SOSYALİZM!
KURTULUŞA KADAR ŞAVAŞ!

İŞÇİLER, EMEKÇİLER,

Türkiye son günlerde yakın tarihinin en karmaşık sürecini yaşıyor. Bir taraftan Ordu hem savaş çığırtkanlığı yapıyor, hem "Cumhuriyet" mitingleriyle ırkçı bir dalga yaratarak halkları birbirine kırdırmaya çalışıyor. Diğer taraftan AKP, CHP ve diğerleri sözde vatanseverlik gösterileriyle kafaları karıştırıyor. Sözde demokrasi havarisi kesilip sandığı önümüze koyup bizi seçime zorluyorlar. Ama seçilecek kimse yok… Çünkü biri diğerinden farklı değil. Hepsi aynı yere hizmet ediyor: Tekelci Patronlar!
Hiç biri emekçinin tenceresinde ne kaynadığını, işsizlik ve yoksullukla nasıl boğuştuğunu bilmiyor. Hiçbiri çocuklarımızı yiyip bitiren çetelerden, uyuşturucu belasından, ekmeğimize ortak olan tefecilerden, hortumculardan söz etmiyor. Hiçbiri üç kuruşa çalıştığımız atölyelerden, hastanelerde çektiğimiz eziyetten, ticarethanelere dönmüş okullardan söz etmiyor.
Peki bu nasıl bir seçimdir? Seçim sürecinde bizim adımıza harcanan trilyonlar; hastane kuyruklarında ölen insanların, parasızlık yüzünden okutulamayan çocukların, işsizlik tehdidiyle boğaz tokluğuna yaşayan işçinin, işsiz bırakılan binlerce işsiz emekçinin, bu ülkenin temiz namuslu çocuklarınındır…
Artık yeter! Bu soygun düzenine dur demenin zamanı gelmiştir. Elimizden göz göre göre ekmeğimizi çalanlara, alınterimizden trilyonları hortumlayanlara HAYIR demenin zamanıdır. Kokuşmuş düzenin kokuşmuş vekillerine verecek oyumuz yok!
Vatan çiftliğiniz değil. Yalan rüzgarlarınız içinde bizim yerimiz yok!
Biz halkız. Gerçek güç biziz, gücümüz örgütlülüğümüzdür. Biz bir araya gelirsek karşımızda hiçbir güç duramaz.
IMF kaderimiz değil, işsizlik ve yoksulluk kaderimiz değil, sağlık ve eğitim gibi en temel yaşam alanlarımız üzerinde gerçekleştirdiğiniz oyunlar kaderimiz değil.
Gün gelir devran döner. Gelecek bizimdir.


Düzen partilerine oy yok
Örgütlü halk yenilmez
Özgür ülke insanca yaşam için örgütlenelim
Yaşasın Demokratik Halk İktidarı!

HALK KÜLTÜR MERKEZLERİ İŞÇİ KOLEKTİFİ


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19