Yeni bir seçim sürecine
giriyoruz.
Mevcut düzen partileri; yine akıl almaz yalan ve
demagojilerle işçi ve emekçi sınıfları aldatmak,
sahte bir demokrasi gösterisi altında oligarşinin
siyasal egemenliğine yeni biçim vermek, egemen sınıfların
kendi aralarındaki iktidar kavgasını “demokrasi”
görüntüsüyle yeni bir düzeyde sürdürmek, yıpranan
ve dökülen yanlarını onarmak için halkımızı sandık
başına çağırmaktadırlar.
Her şey birbirine karıştırılıyor, bilinçler bozuluyor
ve oligarşi yeni çözümler arıyor; bu arada seçim
bir çare olarak güncelleşiyor. Aslında tüm bu karışıklıklar
içinde iki ülke gerçeği var. Bir yanda, tüm tarihi
yalan, komplo, iktidar çatışmaları vb.’den ibaret
olan egemen sınıflar duruyor; bunu son yıllarda
hiç olmadığı kadar, kendi içinde açıktan iktidar
kavgasına tutuşan ve erken seçimi güncelleştiren
oligarşinin farklı kanatları olarak tanımlamak mümkündür.
Diğer yanda ise; iş, aş, ekmek kavgası içinde, tüm
demokratik haklarından yoksun işçi ve emekçi sınıflar,
sömürgecilik altında ezilen, varlığı ve kimliği
inkar edilen Kürt ulusu ve diğer ezilen ulusal topluluklar,
kendi kimliği ve kültürel haklarını dilediği gibi
yaşayamayan Aleviler ve tüm diğer din ve vicdan
sahipleri, ezilen ve yozlaşmanın metası haline dönüşen
kadınlar ve gençler... İki ayrı ülke gerçeği, bu
süreçte, oligarşinin geleceği için kriz ve kaos
içinde eritilmek isteniyor.
Bir yanda oligarşi; emperyalizme bağımlı yeni-sömürge
bir düzende, tam da bu bağımlılıktan kaynaklanan
ve sadece ekonomik değil, siyasal karakter gösteren
kriz ortamında her yolu kullanarak kendi arasında
iktidar savaşına tutuşup, bu krizi bir seçim süreci
ile yeniden düzenlemek isterken, diğer yanda ise,
işçiye, işsize, kır ve kent yoksullarına, Kürt ulusuna,
aleviler ve tüm ezilenlere en barbar sosyal yıkımı
ve siyasal saldırıları dayatmaktadır. Ekonomik sömürü
hızlanmakta, baskı, tehdit, şantaj, “darbe” tehditleri,
Anafartalar Çarşısı provokasyonu, körüklenen sahte
laik-şeriat çatışması gelecek korkusu ile birleşip
umutsuzluğu günlük yaşamın bir parçası haline dönüştürmekte,
Güney Kürdistan’a seferberlik çığlıkları atılıp
Kürt ulusu sindirilmek istenmekte, “dıştan”, yani
emperyalistlerden beklenen “demokrasi” bir türlü
gelmemekte, hatta göstermelik bazı değişimler, örneğin
“uyum yasaları” olarak bilinenler de bu toz duman
içinde yeniden rafa kaldırılmakta, dahası katliamlar
ve kayıplara, topyekun savaşa dayanan 1993 konsepti
için yasal düzenlemeler hızlanmaktadır.
Seçim, bu süreçte oligarşi için bir ihtiyacın sonucu
olarak güncelleşiyor. Seçim, “demokrasi” görüntüsü
altında, işçi ve emekçilere, Kürt ulusu ve tüm ezilenlere
yönelik saldırıları ortadan kaldırmıyor; tam tersine,
bu saldırıların yeni bir düzeyde devamına hizmet
ediyor.
***
Oligarşinin kendi içindeki çelişki ve bu çelişkinin
çatışmaya dönüşmesi aslında bugüne özgü değildir.
Bu çelişki ve çatışmaların tarihsel boyut içinde
ekonomik ve siyasal unsurları vardır.
Kapitalizm tek biçimde varlığını sürdüremez; bu,
kapitalizmin doğasına aykırıdır. Her sermaye birikim
süreci, kendine özgü sömürü biçimlerini yaratır
ve bu sömürü biçimlerii kendine özgü sınıfsal
ilişkileri ortaya çıkarır. En genelde ifade edersek
kapitalizm, ilkel sermaye birikimi üzerinden ticari
kapitalizme, ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine,
sanayi kapitalizminden ise tekelci kapitalizme
dönüşmüş, bunun üzerinden günümüze ulaşmıştır.
Sadece bu değil, kapitalizmin en yüksek ve tekelci
aşaması olarak emperyalizm, hem kapitalizmin iç
sömürü biçimi, hem de sömürge ve yeni-sömürge
ülkelerle ilişkileri kendine özgü biçim almış,
tüm bunlar kendine özgü sınıfsal ve toplumsal
ilişkiler ortaya çıkarmıştır.
Ülkemizde kapitalizmin gelişmesi metropol ülkelerden
farklı olarak, daha geç, emperyalizme bağımlı
ve sancılıdır. Osmanlı imparatorluğunun yarı-sömürgeleşmesi,
aynı zamanda kapitalizm için iç dinamiklerin çarpıtılıp,
dışa, emperyalizme bağımlı biçimde gelişme sürecidir.
Kapitalizmin gelişiminde Kemalizm ve “tek ulus-tek
pazar” temelinde kurulan ulus devlet önemli bir
yerde durur. Kemalizm, ilkel sermaye birikimi
üzerinden, devlet eliyle kapitalizmi geliştirme
projesidir. Kapitalizm devletsiz gelişemez; bu
süreçte uygulanan devlet kapitalizmi de sermaye
birikimini hızlandırmıştır, yarı-feodal toplumu
kapitalizme taşımıştır. Bu süreç, 2. Paylaşım
savaşı sonrası yeni-sömürgecilik ekseninde hızlanmış,
buna bağlı olarak egemen sınıflar yeniden biçim
almıştır. Emperyalizme bağımlı kapitalizmin gelişimi,
durağan değildir, her sermaye birikim süreci,
egemen sınıflar bloğu olan oligarşiyi kendi içinde
saflaştırmış, hatta bu süreçlerde, her sermaye
birikim süreci kendine özgü orta sınıflar yaratmıştır.
Oligarşi içi çelişkilerin kaynağı burasıdır. Bu
çelişki, sömürüden daha fazla pay alma ve buna
bağlı olarak daha fazla egemenlik kurmaya dayanır.
Bu kavgada oligarşi içi farklı kanatlar asla tek
başına hareket etmez; kapitalist sömürü sisteminin
devamı olarak, tekel dışı kalmış burjuvazi başta
olmak üzere, özelikle orta burjuvaziyi yanına
çekmek ister, bunun üzerinden destek arayışına
girer. Ekonomik ve siyasal boyutu olan bu kavga,
her süreçte yeni biçim alır, güncelleşen ve yakıcı
karakter gösteren her sorunda da, (bu bazen Kürt
sorunu, bazen laiklik, bazen bir başka sorundur)
yeniden ve yeniden kendini üretir. Hiç şüphesiz
bu çelişkilerin emperyalizm ile doğrudan bağıntıları
vardır; emperyalizm bu çelişkilere oynar, onları
kendi çıkarı için kullanır, oligarşinin tüm kanatları
da bunu bilir, onlar da emperyalizmin desteğini
almaya çalışırlar, bu destek olmadan iktidarlarını
sürdüremezler.
Böylesi tarihsel ve toplumsal zeminden beslenen
çelişkiler, son süreçte iki ana konuda kendini
çeşitli biçimlerde yeniden üretmiştir.
Birincisi, aynı zamanda emperyalizmin Ortadoğu
politikalarıyla iç içe olan Kürt ulusal sorunu;
ikincisi ise, önemli bir mevzi olarak Cumhurbaşkanlığı
seçimleridir. Kürt ulusal sorununda geleneksel
imha ve inkâr politikaları hiç değişmezken, özellikle
“reel sosyalizmin” çözülmesi ve birinci Ortadoğu
savaşı ile emperyalizmin politikaları değişmiş,
Kürt sorunu, emperyalizm için yeni bir politik
taktiği içermiş, ama oligarşi buna uygun politikalar
geliştirememiştir. Zaten, 1990 başlarından sonra
Kürt ulusunun özgürlük sorununun devrimci temelde
güncelleşmesi ve iç devrimci dinamiklerin rolü
ile emperyalizm ile oligarşinin kangrene dönüşen
Kürt sorununa yaklaşımı giderek farklılaşmıştır.
Bu sürecin oligarşiyi etkilememesi mümkün değildir;
oligarşi içi farklı arayışların sınırlı da olsa
uç göstermesi bu zeminde gelişmiştir. Bu arayışlar
köklü değildir; hâlâ geleneksel imha ve inkâr
politikaları çok katı biçimde yürürlüktedir. Hatta
1990-2000 arasıda bu arayışlar nispeten hızlanmış
ama ulusal hareketin İmralı süreci ile kırılma
ve tasfiye yaşaması yeniden içe kapanmaya yol
açmış, oligarşiyi daha da pervasızlaştırmıştır.
Kürt sorunu üzerinden oligarşi içi çatışmaların
yaşanması, köklü bir arayıştan değil, bunun üzerinden
güç toparlama amacından kaynaklanmaktadır. “Ulusalcı”
görüntüsü ile Genel Kurmay’ın merkezde olduğu
oligarşinin statükocu kanadının “anti-emperyalist”
görüntüsü, asıl olarak sömürge siyasetinde ısrar
ve anti-Kürtlük eksenlidir. Kürt ulusunun özgürlük
taleplerinin bastırılmasında el ele bir bütün
olan oligarşi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatışmaya
tutuşmuş, her yolu kullanarak, kendi yasalarını
sık sık yok sayarak bu çatışmada geniş kitleleri
bin bir korku ve demagoji ile aldatarak her alana
yansıtmıştır. Seçimler de bunun ifadesi olarak
güncelleşmiştir.
Bugün seçim sürecinde kitlelerden oy isteyen tüm
burjuva partiler; AKP, CHP, DP, MHP, GP, RP, BBP
vb. emperyalizm ve oligarşinin hizmetinde, bizzat
emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin örgütlediği,
karşı devrimci, halk düşmanı partilerdir. Tümünün
programı, emperyalist tekeller ve işbirlikçi yerli
tekellerin, büyük burjuvazinin çıkarlarını ifade
eder; tümü, emperyalist çağa yön veren ve yeni
tarihsel dönemde çok katı, belirgin çizgilerle
toplum yaşamını teslim alan siyasal gericiliğin
temsilcisi olup demokratik hiç bir özelliğe sahip
değildir. İşçi ve emekçi sınıfların, ekonomik
ve siyasal talepleri, Kürt ulusunun demokratik
talepleri karşısında gerici-ırkçı-şovenist olan
bu partiler, yeni-liberal, IMF’ci ekonomik programlarda
ortaktırlar. Hatta en çok fırtına koparılan laiklik
sorununda da birbirinden farkları yoktur; örneğin
CHP’nin programı bu konuda AKP’den farklı değildir,
her ikisi de laik değildir.
Bu anlamda tüm burjuva partiler, birbirinin kopyasıdır.
Bu ülkenin en büyük sermaye grubu ve partisi olarak
Genelkurmay önderliğinde örgütlenen “Cumhuriyet
mitingleri”, yeniden dizayn edilen “sol” ve “sağ”
birleşmeler, bu gerçeği değiştirmiyor. Artık bir
dönem sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşların
etkisi ile bunun ülke dinamikleri ile buluşmasının
oluşturduğu boşluk ve buradan kaynaklanan nispi
farklılıklar da yoktur. Bir dönem kitleler için
“ehveni-şer” mantığı, yani “kötünün iyisi” anlaşılabilir
bir durumdu; ama bu dönem artık geride kalmış,
tüm burjuva partiler aynı çizgide buluşmuşlardır.
Bu partilere verilen her oy, “demokrasi” adına
kitleleri aldatmaktır; işçi ve emekçi sınıflara,
Kürtlere, Alevilere ve tüm ezilenlere saldırıların
onaylanması ve yoğunlaşmasıdır; ülke değerlerinin
emperyalistlere peşkeş çekilmesidir, emperyalist
sermayenin sınırsız özgürlüğüdür, yeni hak gasplarıdır,
tarımın tasfiyesidir, özelleştirmelerdir, işsizlik,
yoksulluk, ahlaki çürüme, kısaca sosyal yıkımdır;
barbarlık, katliam, işkence, kısaca faşizmdir.
Bu ülkede, bu parlamento, tarihsel olarak tükenen
ama siyasal olarak hala varlığını sürdüren burjuva
demokrasisinin bir örtüsü değildir. Bu parlamento,
emperyalistlerin, işbirlikçi oligarşinin ekonomik
ve siyasal çıkarları için yasa yapar; bu yasalar,
işçi ve emekçi sınıfların daha fazla sömürülmesi
ve demokratik haklarının inkar edilmesi, Kürt
ulusunun özgürlük talebinin inkârı ve kanla bastırılması,
emperyalist savaşlar, halkların şövenizmle zehirlenip
birbirine düşman edilmesi, vb. olarak somutlaşır.
Bu parlamento, burjuva demokrasisinin (ki bu ülkede
burjuva demokrasisi hiç olmadı) bir organı değil,
sürekli faşizmin kendini gizlediği, faşizmi “yasallaştıran”,
meşrulaştıran bir kurumdur. Burjuva hukukunun
olmadığı, en küçük demokratik hak ve taleplerin
yok sayıldığı, bu talepler için her haykırışın
binbir engel ve keyfiyetle bastırıldığı bu sistemde,
tüm burjuva partiler aslında tek bir siyasal çizginin
temsilcileri olup, parlamento da bunun yasama
organıdır.
Bundan dolayı, hiçbir burjuva partisine, düzen
partilerinin hiçbirine oy yok!
***
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı, yeni sömürge bir
ülkedir. Emperyalizm, sadece ekonomik değil, siyasal,
kültürel, mali her alanda egemenliğini kurmuş,
içsel bir olgu olmuştur; ülkemiz açık pazara dönüşmüş,
bu bağımlılık yaşamın bir parçası haline gelmiştir.
Emperyalizm; üsler, tesisler, açık ve gizli diplomasi,
ikili ve çok yönlü antlaşmalar, militarizm, gizli
servislerin eğitimi ve her türlü komplo, psikolojik
savaş, sermayesinin sınırsız özgürlüğü ve elde
edilen sınırsız kârların garanti altına alınması,
medyadan eğitime kadar kapitalist ilişkilerin
örgütlenmesi, kültürel biçimlerle günlük yaşamımıza
girmesi, kendine özgü tüketim kalıpları, vb. olarak
her alanda karşımıza çıkmaktadır. Bugün tüm burjuva
partiler, emperyalizmin denetimi ve onayı, hatta
AKP’nin kuruluşunda olduğu gibi emperyalizmin
bölgesel çıkarları için komplolarla inşa edilmiştir;
ABD ve AB’den izin almadan, emperyalizme hizmet
etmeden hiçbiri, tek bir gün bile varlığını sürdüremez.
Emperyalizm ülkemizden tümden kovulmadan, yeni-sömürgecilik
zinciri kırılıp tüm egemenlik biçimlerine son
verilmeden, sadece “siyasal bağımsızlık” değil,
her alanda bağımsız ve özgür bir ülke kurulamaz.
Tam bağımsız ve özgür bir ülke olmadan, ne demokrasi,
ne de insanca yaşam mümkündür.
Emperyalizmin ülke içindeki toplumsal dayanağı,
işbirlikçisi, oligarşidir. Tekelci sermayenin
ağırlığı altında iktidarı elinde tutan oligarşi;
emperyalizmle birlikte, yeni-sömürgecilik üzerinden
faşizmi örgütlemiş, tüm demokratik hak ve özgürlükleri
inkâr edip baskı-terör politikasını sürekleştirmiş,
“tek ulus-tek devlet” temelinde Kürt ulusu ve
diğer ulusal toplulukların demokratik haklarını
inkar edip onlar üzerinde ulusal baskı siyaseti
kanla sürdürmüş; sahte bir “laiklik” adı altında
tek mezhebe dayalı bir sistem örgütlemiş; ezilen
tüm mezhep ve kültürel kimlik sahiplerini yok
saymış, sadece Kürt ulusuna karşı değil, komşu
halklara düşmanlığı siyaset yapmış, Kıbrıs’ı işgal
etmiş, emperyalist savaşlarda ülkeyi bir saldırı
ve lojistik üssüne çevirmiş, emperyalizmin bölgedeki
jandarmalığını üslenmiştir.
Demokrasi, emperyalizm ve oligarşinin elinde işçi
ve emekçi sınıfları, ezilen halkları baskı altına
almak için, aldatıcı bir söylemden öte değildir.
Emperyalizm, demokrasinin inkârı olup, özgürlük
değil, siyasal gericilik ve hegemonya demektir.
Emperyalizmin açık veya gizli işgali altında bulunan
hiçbir sömürge ve yeni-sömürge ülkede, burjuva
anlamda demokrasi olmamıştır, olamaz. Kapitalizmin
siyasal ve fiziksel sınırların tükendiği, yeni-liberal
emperyalist saldırı ve sosyal yıkım politikaları
ile halkların teslim alınmaya çalışıldığı, açlık,yoksulluk,
vahşi sömürü, işgal ve emperyalist savaşlar, insanı
tümden bozan ahlaki çürüme ve yabancılaşmanın
dayatıldığı bu dönemde, siyasal gericilik koyulaşmış,
metropol ülkelerde burjuva diktatörlüğü, yeni-sömürge
ülkelerde sürekli faşizm yeniden kurumsallaşmıştır.
“Demokrasi” adına iki örnek; yeni-sömürge Türkiye,
işgal altındaki Irak, emperyalizm ve işbirlikçi
oligarşiler için nasıl bir “demokrasi” kurulduğunun
somut yanıtıdır.
İşçi ve emekçi tüm halkların, Kürt, Türk, Ermeni,
Süryani, Alevi, vb. tüm ezilenlerin söz ve karar
sahibi olduğu, sadece seçimin değil, seçilenlerin
geri çağrılması hakkının ve katılımcılığın ilkesel
olduğu, bunun toplumsallaşıp halk meclislerinde
somutlandığı gerçek bir demokrasi devrimle gelecektir.
Devrim, bağımlı, tükenmiş, asalak, çürümüş, yozlaşmış
bu düzeni yıkacak tek toplumsal eylemdir. Anti-emperyalist
anti-oligarşik halk devrimi, bu yeni sömürge düzeni
yıkıp özgür bir ülkede, işçi ve emekçilerin, tüm
halkın söz ve karar sahibi olduğu, halk demokrasisini
kuracaktır.
Bağımsızlık ve demokrasi için tek çözüm budur;
bunun üzerinden, bireyin özgür gelişimi temelinde
insanca yaşamı sosyalizm kuracaktır. Bu ülkede,
emperyalizm tüm egemenlik biçimleri ile söküp
atılmadan, oligarşik/faşist devlet aygıtı parçalanmadan,
emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin tüm mal
varlığına el koymadan ne bağımsızlık kazanılabilir,
ne gerçek demokrasi kurulabilir, ne de örneğin
demokrasinin bir unsuru olarak Kürt ulusunun özgürlüğü
sorunu eşitlik ve özgürlük temelinde çözülebilir.
Tüm bunlar için mücadele etmeden, işçiler ve tüm
halk demokrasi okulundan geçmeden kendi düzenini,
sosyalizmi kuramaz.
İşçilerin, emekçilerin, tüm halkın asıl sorunu,
sahte laiklik gösterileri, savaş çığırtkanlığı,
şövenizmle zehirlenmiş Kürt düşmanlığı ya da oligarşinin
çıkar çatışmasında taraf olmak değildir; asıl
sorun, açlık, yoksulluk, işsizlik, tarımın tasfiyesi,
ahlaki çöküntü, sağlık ve eğitim başta olmak üzere
insanın ve toplumun en temel ihtiyaçlarının özelleştirilip
bu alanların rant kapısı haline dönüştürülmesi,
gençlerin gelecek umudunu tüketmesi ve kışla eğitimi
ile sakatlanması, kadınların ezilen bir cins olarak
aşağılanması, din ve vicdan özgürlüğün kısıtlanması,
Aleviler başta olmak üzere farklı inanç sahiplerinin
özgürce yaşamını kuramaması, Kürt ulusunun özgürlüğü
gibi en temel sorunlardır. Bu sorunların çözümü,
bu düzende mümkün değildir, bu düzende, eşit-özgür
ve insanca yaşam kurulamaz. Devrim, tüm bu sorunların
gerçek çözüm gücüdür; Devrimci Halk İktidarı bunun
güvencesi olup, sosyalizmi inşa edecek, eşitlik,
özgürlük ve insanca yaşam sosyalizmde somutlanacaktır.
Bundan dolayı burjuva partilere oy yok, tek yol
devrim!
Bundan dolayı, devrimci sosyalizm; işçileri, emekçileri,
Kürt, Türk ve diğer ulusal topluluklardan tüm
halkımızı, sahte ve yapay gündemlerle cepheleşmeye
değil, bağımsızlık-demokrasi ve sosyalizm için
mücadeleye etmeye, Devrimci Kurtuluş cephesinde
mücadele etmeye çağırıyor!
***
Devrimci sosyalizm, emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge
kapitalist düzenin, tüm sınıfsal ve ulusal çelişkilere
kaynaklık edip çözümsüzleştirdiğine inanmakta
ve devrimin güncelliğinin nesnel bir olgu olduğuna
işaret etmektedir. Bu anlamda, stratejik hedefimiz
anti-emperyalist, anti- oligarşik halk devrimidir;
bu devrim, hiç durmaksızın sosyalizmi inşa edecek,
sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma, komünizme yürüyecektir.
Devrimimiz bu hedeflere er geç ulaşacaktır.
Bu stratejik hedeften kopan hiçbir taktik politika,
bu ülkenin sorunlarına çözüm bulamaz. Bugün tarihsel
olarak tükense de siyasal olarak varlığını sürdüren,
kitlelerin gündemine giren seçim gündemdedir;
kaba ve tek yanlı taktiklerle, örneğin, her dönem
“boykot” ya da “burjuva parlamentosundan yararlanmak
için seçime katılım” taktikleri ile bu süreç yürütülemez.
Taktik; stratejik hedef ve stratejiden kopmadan,
ona hizmet edecek biçimde, nesnel ve öznel tüm
koşulların doğru ve Marksist-Leninist bir analizi
ile belirlenir.
Devrimci sosyalizm, seçim sürecinin taktiğini;
“Düzen Partilere Oy Yok, Özgür ülke ve İnsanca
Yaşam İçin-Tek Yol Devrim” olarak belirlemiştir.
Seçime yönelik politik tutumunu, bu şiar etrafında
ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmaları
ile, bunu bir kampanya olarak ele almaktadır.
Kitlelere devrimci sosyalizmin sesini ulaştırmak,
burjuva partileri teşhir etmek ve bu partilere
“oy yok” demek, devrim ve sosyalizmi kitlelere
anlatmak ve bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesine
çağırmak, bunu yaparken kitlelerin günlük yaşamı
içinde ve kendi sorunları temelinde ilişkiler
kurmak ve emekçileri örgütlenmek; tüm bunları
stratejik hedeflerimiz ve yeniden inşa sürecimizle
sıkı bağlarını kurarak politik ve örgütsel kazanıma
dönüştürmek -işte taktiğimizin özü budur!Bunun
için sadece ajitasyon ve propaganda değil, ev
ev, sokak sokak, mahalle mahalle, okul okul, her
alanda insanlarla birebir ilişki kurarak sesimizi
işçi ve emekçilere, kadınlara ve gençlere, Kürt,
Alevi ve tüm ezilenlere ulaştıralım, örgütlenelim,
savaşalım, kazanalım!
DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK, TEK YOL DEVRİM!
YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
|