Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

52. Sayı - Haziran 2007

Yeni bir seçim sürecine giriyoruz.
Mevcut düzen partileri; yine akıl almaz yalan ve demagojilerle işçi ve emekçi sınıfları aldatmak, sahte bir demokrasi gösterisi altında oligarşinin siyasal egemenliğine yeni biçim vermek, egemen sınıfların kendi aralarındaki iktidar kavgasını “demokrasi” görüntüsüyle yeni bir düzeyde sürdürmek, yıpranan ve dökülen yanlarını onarmak için halkımızı sandık başına çağırmaktadırlar.
Her şey birbirine karıştırılıyor, bilinçler bozuluyor ve oligarşi yeni çözümler arıyor; bu arada seçim bir çare olarak güncelleşiyor. Aslında tüm bu karışıklıklar içinde iki ülke gerçeği var. Bir yanda, tüm tarihi yalan, komplo, iktidar çatışmaları vb.’den ibaret olan egemen sınıflar duruyor; bunu son yıllarda hiç olmadığı kadar, kendi içinde açıktan iktidar kavgasına tutuşan ve erken seçimi güncelleştiren oligarşinin farklı kanatları olarak tanımlamak mümkündür. Diğer yanda ise; iş, aş, ekmek kavgası içinde, tüm demokratik haklarından yoksun işçi ve emekçi sınıflar, sömürgecilik altında ezilen, varlığı ve kimliği inkar edilen Kürt ulusu ve diğer ezilen ulusal topluluklar, kendi kimliği ve kültürel haklarını dilediği gibi yaşayamayan Aleviler ve tüm diğer din ve vicdan sahipleri, ezilen ve yozlaşmanın metası haline dönüşen kadınlar ve gençler... İki ayrı ülke gerçeği, bu süreçte, oligarşinin geleceği için kriz ve kaos içinde eritilmek isteniyor.
Bir yanda oligarşi; emperyalizme bağımlı yeni-sömürge bir düzende, tam da bu bağımlılıktan kaynaklanan ve sadece ekonomik değil, siyasal karakter gösteren kriz ortamında her yolu kullanarak kendi arasında iktidar savaşına tutuşup, bu krizi bir seçim süreci ile yeniden düzenlemek isterken, diğer yanda ise, işçiye, işsize, kır ve kent yoksullarına, Kürt ulusuna, aleviler ve tüm ezilenlere en barbar sosyal yıkımı ve siyasal saldırıları dayatmaktadır. Ekonomik sömürü hızlanmakta, baskı, tehdit, şantaj, “darbe” tehditleri, Anafartalar Çarşısı provokasyonu, körüklenen sahte laik-şeriat çatışması gelecek korkusu ile birleşip umutsuzluğu günlük yaşamın bir parçası haline dönüştürmekte, Güney Kürdistan’a seferberlik çığlıkları atılıp Kürt ulusu sindirilmek istenmekte, “dıştan”, yani emperyalistlerden beklenen “demokrasi” bir türlü gelmemekte, hatta göstermelik bazı değişimler, örneğin “uyum yasaları” olarak bilinenler de bu toz duman içinde yeniden rafa kaldırılmakta, dahası katliamlar ve kayıplara, topyekun savaşa dayanan 1993 konsepti için yasal düzenlemeler hızlanmaktadır.
Seçim, bu süreçte oligarşi için bir ihtiyacın sonucu olarak güncelleşiyor. Seçim, “demokrasi” görüntüsü altında, işçi ve emekçilere, Kürt ulusu ve tüm ezilenlere yönelik saldırıları ortadan kaldırmıyor; tam tersine, bu saldırıların yeni bir düzeyde devamına hizmet ediyor.

***
Oligarşinin kendi içindeki çelişki ve bu çelişkinin çatışmaya dönüşmesi aslında bugüne özgü değildir. Bu çelişki ve çatışmaların tarihsel boyut içinde ekonomik ve siyasal unsurları vardır.
Kapitalizm tek biçimde varlığını sürdüremez; bu, kapitalizmin doğasına aykırıdır. Her sermaye birikim süreci, kendine özgü sömürü biçimlerini yaratır ve bu sömürü biçimlerii kendine özgü sınıfsal ilişkileri ortaya çıkarır. En genelde ifade edersek kapitalizm, ilkel sermaye birikimi üzerinden ticari kapitalizme, ticari kapitalizmden sanayi kapitalizmine, sanayi kapitalizminden ise tekelci kapitalizme dönüşmüş, bunun üzerinden günümüze ulaşmıştır. Sadece bu değil, kapitalizmin en yüksek ve tekelci aşaması olarak emperyalizm, hem kapitalizmin iç sömürü biçimi, hem de sömürge ve yeni-sömürge ülkelerle ilişkileri kendine özgü biçim almış, tüm bunlar kendine özgü sınıfsal ve toplumsal ilişkiler ortaya çıkarmıştır.
Ülkemizde kapitalizmin gelişmesi metropol ülkelerden farklı olarak, daha geç, emperyalizme bağımlı ve sancılıdır. Osmanlı imparatorluğunun yarı-sömürgeleşmesi, aynı zamanda kapitalizm için iç dinamiklerin çarpıtılıp, dışa, emperyalizme bağımlı biçimde gelişme sürecidir. Kapitalizmin gelişiminde Kemalizm ve “tek ulus-tek pazar” temelinde kurulan ulus devlet önemli bir yerde durur. Kemalizm, ilkel sermaye birikimi üzerinden, devlet eliyle kapitalizmi geliştirme projesidir. Kapitalizm devletsiz gelişemez; bu süreçte uygulanan devlet kapitalizmi de sermaye birikimini hızlandırmıştır, yarı-feodal toplumu kapitalizme taşımıştır. Bu süreç, 2. Paylaşım savaşı sonrası yeni-sömürgecilik ekseninde hızlanmış, buna bağlı olarak egemen sınıflar yeniden biçim almıştır. Emperyalizme bağımlı kapitalizmin gelişimi, durağan değildir, her sermaye birikim süreci, egemen sınıflar bloğu olan oligarşiyi kendi içinde saflaştırmış, hatta bu süreçlerde, her sermaye birikim süreci kendine özgü orta sınıflar yaratmıştır.
Oligarşi içi çelişkilerin kaynağı burasıdır. Bu çelişki, sömürüden daha fazla pay alma ve buna bağlı olarak daha fazla egemenlik kurmaya dayanır. Bu kavgada oligarşi içi farklı kanatlar asla tek başına hareket etmez; kapitalist sömürü sisteminin devamı olarak, tekel dışı kalmış burjuvazi başta olmak üzere, özelikle orta burjuvaziyi yanına çekmek ister, bunun üzerinden destek arayışına girer. Ekonomik ve siyasal boyutu olan bu kavga, her süreçte yeni biçim alır, güncelleşen ve yakıcı karakter gösteren her sorunda da, (bu bazen Kürt sorunu, bazen laiklik, bazen bir başka sorundur) yeniden ve yeniden kendini üretir. Hiç şüphesiz bu çelişkilerin emperyalizm ile doğrudan bağıntıları vardır; emperyalizm bu çelişkilere oynar, onları kendi çıkarı için kullanır, oligarşinin tüm kanatları da bunu bilir, onlar da emperyalizmin desteğini almaya çalışırlar, bu destek olmadan iktidarlarını sürdüremezler.
Böylesi tarihsel ve toplumsal zeminden beslenen çelişkiler, son süreçte iki ana konuda kendini çeşitli biçimlerde yeniden üretmiştir.
Birincisi, aynı zamanda emperyalizmin Ortadoğu politikalarıyla iç içe olan Kürt ulusal sorunu; ikincisi ise, önemli bir mevzi olarak Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Kürt ulusal sorununda geleneksel imha ve inkâr politikaları hiç değişmezken, özellikle “reel sosyalizmin” çözülmesi ve birinci Ortadoğu savaşı ile emperyalizmin politikaları değişmiş, Kürt sorunu, emperyalizm için yeni bir politik taktiği içermiş, ama oligarşi buna uygun politikalar geliştirememiştir. Zaten, 1990 başlarından sonra Kürt ulusunun özgürlük sorununun devrimci temelde güncelleşmesi ve iç devrimci dinamiklerin rolü ile emperyalizm ile oligarşinin kangrene dönüşen Kürt sorununa yaklaşımı giderek farklılaşmıştır. Bu sürecin oligarşiyi etkilememesi mümkün değildir; oligarşi içi farklı arayışların sınırlı da olsa uç göstermesi bu zeminde gelişmiştir. Bu arayışlar köklü değildir; hâlâ geleneksel imha ve inkâr politikaları çok katı biçimde yürürlüktedir. Hatta 1990-2000 arasıda bu arayışlar nispeten hızlanmış ama ulusal hareketin İmralı süreci ile kırılma ve tasfiye yaşaması yeniden içe kapanmaya yol açmış, oligarşiyi daha da pervasızlaştırmıştır. Kürt sorunu üzerinden oligarşi içi çatışmaların yaşanması, köklü bir arayıştan değil, bunun üzerinden güç toparlama amacından kaynaklanmaktadır. “Ulusalcı” görüntüsü ile Genel Kurmay’ın merkezde olduğu oligarşinin statükocu kanadının “anti-emperyalist” görüntüsü, asıl olarak sömürge siyasetinde ısrar ve anti-Kürtlük eksenlidir. Kürt ulusunun özgürlük taleplerinin bastırılmasında el ele bir bütün olan oligarşi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çatışmaya tutuşmuş, her yolu kullanarak, kendi yasalarını sık sık yok sayarak bu çatışmada geniş kitleleri bin bir korku ve demagoji ile aldatarak her alana yansıtmıştır. Seçimler de bunun ifadesi olarak güncelleşmiştir.
Bugün seçim sürecinde kitlelerden oy isteyen tüm burjuva partiler; AKP, CHP, DP, MHP, GP, RP, BBP vb. emperyalizm ve oligarşinin hizmetinde, bizzat emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin örgütlediği, karşı devrimci, halk düşmanı partilerdir. Tümünün programı, emperyalist tekeller ve işbirlikçi yerli tekellerin, büyük burjuvazinin çıkarlarını ifade eder; tümü, emperyalist çağa yön veren ve yeni tarihsel dönemde çok katı, belirgin çizgilerle toplum yaşamını teslim alan siyasal gericiliğin temsilcisi olup demokratik hiç bir özelliğe sahip değildir. İşçi ve emekçi sınıfların, ekonomik ve siyasal talepleri, Kürt ulusunun demokratik talepleri karşısında gerici-ırkçı-şovenist olan bu partiler, yeni-liberal, IMF’ci ekonomik programlarda ortaktırlar. Hatta en çok fırtına koparılan laiklik sorununda da birbirinden farkları yoktur; örneğin CHP’nin programı bu konuda AKP’den farklı değildir, her ikisi de laik değildir.
Bu anlamda tüm burjuva partiler, birbirinin kopyasıdır. Bu ülkenin en büyük sermaye grubu ve partisi olarak Genelkurmay önderliğinde örgütlenen “Cumhuriyet mitingleri”, yeniden dizayn edilen “sol” ve “sağ” birleşmeler, bu gerçeği değiştirmiyor. Artık bir dönem sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşların etkisi ile bunun ülke dinamikleri ile buluşmasının oluşturduğu boşluk ve buradan kaynaklanan nispi farklılıklar da yoktur. Bir dönem kitleler için “ehveni-şer” mantığı, yani “kötünün iyisi” anlaşılabilir bir durumdu; ama bu dönem artık geride kalmış, tüm burjuva partiler aynı çizgide buluşmuşlardır.
Bu partilere verilen her oy, “demokrasi” adına kitleleri aldatmaktır; işçi ve emekçi sınıflara, Kürtlere, Alevilere ve tüm ezilenlere saldırıların onaylanması ve yoğunlaşmasıdır; ülke değerlerinin emperyalistlere peşkeş çekilmesidir, emperyalist sermayenin sınırsız özgürlüğüdür, yeni hak gasplarıdır, tarımın tasfiyesidir, özelleştirmelerdir, işsizlik, yoksulluk, ahlaki çürüme, kısaca sosyal yıkımdır; barbarlık, katliam, işkence, kısaca faşizmdir.
Bu ülkede, bu parlamento, tarihsel olarak tükenen ama siyasal olarak hala varlığını sürdüren burjuva demokrasisinin bir örtüsü değildir. Bu parlamento, emperyalistlerin, işbirlikçi oligarşinin ekonomik ve siyasal çıkarları için yasa yapar; bu yasalar, işçi ve emekçi sınıfların daha fazla sömürülmesi ve demokratik haklarının inkar edilmesi, Kürt ulusunun özgürlük talebinin inkârı ve kanla bastırılması, emperyalist savaşlar, halkların şövenizmle zehirlenip birbirine düşman edilmesi, vb. olarak somutlaşır. Bu parlamento, burjuva demokrasisinin (ki bu ülkede burjuva demokrasisi hiç olmadı) bir organı değil, sürekli faşizmin kendini gizlediği, faşizmi “yasallaştıran”, meşrulaştıran bir kurumdur. Burjuva hukukunun olmadığı, en küçük demokratik hak ve taleplerin yok sayıldığı, bu talepler için her haykırışın binbir engel ve keyfiyetle bastırıldığı bu sistemde, tüm burjuva partiler aslında tek bir siyasal çizginin temsilcileri olup, parlamento da bunun yasama organıdır.
Bundan dolayı, hiçbir burjuva partisine, düzen partilerinin hiçbirine oy yok!

***
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı, yeni sömürge bir ülkedir. Emperyalizm, sadece ekonomik değil, siyasal, kültürel, mali her alanda egemenliğini kurmuş, içsel bir olgu olmuştur; ülkemiz açık pazara dönüşmüş, bu bağımlılık yaşamın bir parçası haline gelmiştir. Emperyalizm; üsler, tesisler, açık ve gizli diplomasi, ikili ve çok yönlü antlaşmalar, militarizm, gizli servislerin eğitimi ve her türlü komplo, psikolojik savaş, sermayesinin sınırsız özgürlüğü ve elde edilen sınırsız kârların garanti altına alınması, medyadan eğitime kadar kapitalist ilişkilerin örgütlenmesi, kültürel biçimlerle günlük yaşamımıza girmesi, kendine özgü tüketim kalıpları, vb. olarak her alanda karşımıza çıkmaktadır. Bugün tüm burjuva partiler, emperyalizmin denetimi ve onayı, hatta AKP’nin kuruluşunda olduğu gibi emperyalizmin bölgesel çıkarları için komplolarla inşa edilmiştir; ABD ve AB’den izin almadan, emperyalizme hizmet etmeden hiçbiri, tek bir gün bile varlığını sürdüremez.
Emperyalizm ülkemizden tümden kovulmadan, yeni-sömürgecilik zinciri kırılıp tüm egemenlik biçimlerine son verilmeden, sadece “siyasal bağımsızlık” değil, her alanda bağımsız ve özgür bir ülke kurulamaz. Tam bağımsız ve özgür bir ülke olmadan, ne demokrasi, ne de insanca yaşam mümkündür.
Emperyalizmin ülke içindeki toplumsal dayanağı, işbirlikçisi, oligarşidir. Tekelci sermayenin ağırlığı altında iktidarı elinde tutan oligarşi; emperyalizmle birlikte, yeni-sömürgecilik üzerinden faşizmi örgütlemiş, tüm demokratik hak ve özgürlükleri inkâr edip baskı-terör politikasını sürekleştirmiş, “tek ulus-tek devlet” temelinde Kürt ulusu ve diğer ulusal toplulukların demokratik haklarını inkar edip onlar üzerinde ulusal baskı siyaseti kanla sürdürmüş; sahte bir “laiklik” adı altında tek mezhebe dayalı bir sistem örgütlemiş; ezilen tüm mezhep ve kültürel kimlik sahiplerini yok saymış, sadece Kürt ulusuna karşı değil, komşu halklara düşmanlığı siyaset yapmış, Kıbrıs’ı işgal etmiş, emperyalist savaşlarda ülkeyi bir saldırı ve lojistik üssüne çevirmiş, emperyalizmin bölgedeki jandarmalığını üslenmiştir.
Demokrasi, emperyalizm ve oligarşinin elinde işçi ve emekçi sınıfları, ezilen halkları baskı altına almak için, aldatıcı bir söylemden öte değildir. Emperyalizm, demokrasinin inkârı olup, özgürlük değil, siyasal gericilik ve hegemonya demektir. Emperyalizmin açık veya gizli işgali altında bulunan hiçbir sömürge ve yeni-sömürge ülkede, burjuva anlamda demokrasi olmamıştır, olamaz. Kapitalizmin siyasal ve fiziksel sınırların tükendiği, yeni-liberal emperyalist saldırı ve sosyal yıkım politikaları ile halkların teslim alınmaya çalışıldığı, açlık,yoksulluk, vahşi sömürü, işgal ve emperyalist savaşlar, insanı tümden bozan ahlaki çürüme ve yabancılaşmanın dayatıldığı bu dönemde, siyasal gericilik koyulaşmış, metropol ülkelerde burjuva diktatörlüğü, yeni-sömürge ülkelerde sürekli faşizm yeniden kurumsallaşmıştır. “Demokrasi” adına iki örnek; yeni-sömürge Türkiye, işgal altındaki Irak, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşiler için nasıl bir “demokrasi” kurulduğunun somut yanıtıdır.
İşçi ve emekçi tüm halkların, Kürt, Türk, Ermeni, Süryani, Alevi, vb. tüm ezilenlerin söz ve karar sahibi olduğu, sadece seçimin değil, seçilenlerin geri çağrılması hakkının ve katılımcılığın ilkesel olduğu, bunun toplumsallaşıp halk meclislerinde somutlandığı gerçek bir demokrasi devrimle gelecektir.
Devrim, bağımlı, tükenmiş, asalak, çürümüş, yozlaşmış bu düzeni yıkacak tek toplumsal eylemdir. Anti-emperyalist anti-oligarşik halk devrimi, bu yeni sömürge düzeni yıkıp özgür bir ülkede, işçi ve emekçilerin, tüm halkın söz ve karar sahibi olduğu, halk demokrasisini kuracaktır.
Bağımsızlık ve demokrasi için tek çözüm budur; bunun üzerinden, bireyin özgür gelişimi temelinde insanca yaşamı sosyalizm kuracaktır. Bu ülkede, emperyalizm tüm egemenlik biçimleri ile söküp atılmadan, oligarşik/faşist devlet aygıtı parçalanmadan, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşinin tüm mal varlığına el koymadan ne bağımsızlık kazanılabilir, ne gerçek demokrasi kurulabilir, ne de örneğin demokrasinin bir unsuru olarak Kürt ulusunun özgürlüğü sorunu eşitlik ve özgürlük temelinde çözülebilir. Tüm bunlar için mücadele etmeden, işçiler ve tüm halk demokrasi okulundan geçmeden kendi düzenini, sosyalizmi kuramaz.
İşçilerin, emekçilerin, tüm halkın asıl sorunu, sahte laiklik gösterileri, savaş çığırtkanlığı, şövenizmle zehirlenmiş Kürt düşmanlığı ya da oligarşinin çıkar çatışmasında taraf olmak değildir; asıl sorun, açlık, yoksulluk, işsizlik, tarımın tasfiyesi, ahlaki çöküntü, sağlık ve eğitim başta olmak üzere insanın ve toplumun en temel ihtiyaçlarının özelleştirilip bu alanların rant kapısı haline dönüştürülmesi, gençlerin gelecek umudunu tüketmesi ve kışla eğitimi ile sakatlanması, kadınların ezilen bir cins olarak aşağılanması, din ve vicdan özgürlüğün kısıtlanması, Aleviler başta olmak üzere farklı inanç sahiplerinin özgürce yaşamını kuramaması, Kürt ulusunun özgürlüğü gibi en temel sorunlardır. Bu sorunların çözümü, bu düzende mümkün değildir, bu düzende, eşit-özgür ve insanca yaşam kurulamaz. Devrim, tüm bu sorunların gerçek çözüm gücüdür; Devrimci Halk İktidarı bunun güvencesi olup, sosyalizmi inşa edecek, eşitlik, özgürlük ve insanca yaşam sosyalizmde somutlanacaktır.
Bundan dolayı burjuva partilere oy yok, tek yol devrim!
Bundan dolayı, devrimci sosyalizm; işçileri, emekçileri, Kürt, Türk ve diğer ulusal topluluklardan tüm halkımızı, sahte ve yapay gündemlerle cepheleşmeye değil, bağımsızlık-demokrasi ve sosyalizm için mücadeleye etmeye, Devrimci Kurtuluş cephesinde mücadele etmeye çağırıyor!

***
Devrimci sosyalizm, emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge kapitalist düzenin, tüm sınıfsal ve ulusal çelişkilere kaynaklık edip çözümsüzleştirdiğine inanmakta ve devrimin güncelliğinin nesnel bir olgu olduğuna işaret etmektedir. Bu anlamda, stratejik hedefimiz anti-emperyalist, anti- oligarşik halk devrimidir; bu devrim, hiç durmaksızın sosyalizmi inşa edecek, sınıfsız ve sömürüsüz bir topluma, komünizme yürüyecektir. Devrimimiz bu hedeflere er geç ulaşacaktır.
Bu stratejik hedeften kopan hiçbir taktik politika, bu ülkenin sorunlarına çözüm bulamaz. Bugün tarihsel olarak tükense de siyasal olarak varlığını sürdüren, kitlelerin gündemine giren seçim gündemdedir; kaba ve tek yanlı taktiklerle, örneğin, her dönem “boykot” ya da “burjuva parlamentosundan yararlanmak için seçime katılım” taktikleri ile bu süreç yürütülemez. Taktik; stratejik hedef ve stratejiden kopmadan, ona hizmet edecek biçimde, nesnel ve öznel tüm koşulların doğru ve Marksist-Leninist bir analizi ile belirlenir.
Devrimci sosyalizm, seçim sürecinin taktiğini; “Düzen Partilere Oy Yok, Özgür ülke ve İnsanca Yaşam İçin-Tek Yol Devrim” olarak belirlemiştir. Seçime yönelik politik tutumunu, bu şiar etrafında ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmaları ile, bunu bir kampanya olarak ele almaktadır.
Kitlelere devrimci sosyalizmin sesini ulaştırmak, burjuva partileri teşhir etmek ve bu partilere “oy yok” demek, devrim ve sosyalizmi kitlelere anlatmak ve bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesine çağırmak, bunu yaparken kitlelerin günlük yaşamı içinde ve kendi sorunları temelinde ilişkiler kurmak ve emekçileri örgütlenmek; tüm bunları stratejik hedeflerimiz ve yeniden inşa sürecimizle sıkı bağlarını kurarak politik ve örgütsel kazanıma dönüştürmek -işte taktiğimizin özü budur!Bunun için sadece ajitasyon ve propaganda değil, ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle, okul okul, her alanda insanlarla birebir ilişki kurarak sesimizi işçi ve emekçilere, kadınlara ve gençlere, Kürt, Alevi ve tüm ezilenlere ulaştıralım, örgütlenelim, savaşalım, kazanalım!

DÜZEN PARTİLERİNE OY YOK, TEK YOL DEVRİM!
YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!


 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19