Aradan bir yıl geçti değil mi? Sensizliğin acısıyla
geçen bir yıl; hiç kabuk bağlamayan derin bir
yara…
2007 yılının Mayıs ayındayız...
İnanmakta zorlanacaksın biliyorum ama daha birkaç
gün önce, 1 Mayıs’ta, tam da senin hayal ettiğin
yerde, Taksim’deydik. Cehenneme çevrilmiş, işgal
edilmiş bir kentin orta yerinde mavi gaz bulutlarına
boğulmuş çocuklar, bu kez “devlet dersi”ni geçtiler
ve her köşeden, her kuytudan çıkarak, on kere
yirmi kere zorlayarak, kaldırımlara kanlarını
akıtarak geldiler ve “Şahmeran’ın Mağarası”na
akın ettiler. Bu kez düzgün kortejler, deniz gibi
sallanan bayraklar yoktu; ama onlardan daha önemli,
daha sevinç veren bir şey vardı: durmadan denemek,
durmadan yürümek vardı, mavi şapkalarıyla göz
göre göre, senin dediğin gibi “bodozlama dalmak”
vardı…
Ve senin yokluğun, yanı başımızda kocaman bir
boşluktu.
Varlığın, çocuklarımızın gözlerinde bir gelecek
parıltısıydı.
Oradaydık, senin olmak istediğin, olmayı bin kez
hak ettiğin yerde. İçimizde bir kırıklık vardı,
içimizde bir gurur vardı. Sen yoksan kaç eksiktik
biz acaba?
Aradan bir yıl geçti…
Alışamadık…
Yazdıklarımızı hep senin eksikliğinle yazdık.
Tuşlara dokunurken zaman zaman yanılsamaya düşüp
“şunu bir de Betül okusa” diye düşündüğümüz ve
sonra acımasız gerçeğin duvarına çarptığımız oldu.
Toplantılar yaparken seni beklediğimiz oldu ve
sonra yine o korkunç gerçekle karşılaştık. Göremediklerin,
“olsaydı ne derdi acaba” diye düşündüklerimiz
birikti durmadan zihnimizde.
Parti ve Kültür… Senin ilk okuduğun, yalayıp yuttuğun
sayfa…
Dört yılı aşkın süredir insanımıza sesleniyor,
onu sorguluyor, didikleyip eleştiriyor, yerden
yere vuruyor ve ondan öğrenip, biriktirip ona
öğretiyor.
Şimdi sen varsın orada; çünkü parti, insan demektir.
Parti, tuğlaları insanlardan oluşan bir evdir.
Şimdi sen varsın bu sayfada; çünkü parti seninle
birlikte düşündüğümüz, senin varlığından ayrı
olmayan bir şeydir.
Aradan bir yıl geçti…
Sensiz büyüyen çocukların acısıyla…
Yoldayız… Yürüyüşümüz sürüyor…
“Vamos Bien” diyebilir miyiz Fidel gibi? Evet,
tabii ki diyebiliriz.
Ama siyasette durumdan memnun olmak pek hayırlı
bir şey değildir; bunu en iyi sen bilirsin. “Kendisiyle
barışık olmak” gibi laflar tek tek insanlar açısından
çok anlamlı gibi görünür ama iş özellikle siyasete
gelince çoğu kez beş paralık değer ifade etmezler.
Bunun yerine içimizde her zaman derin bir huzursuzluk,
bitip tükenmeyen bir eksiklik duygusu vardır.
Kafamıza koyduğumuz noktaya ulaşana dek asla sona
ermeyecek bir huzursuzluk her adımda bizi takip
eder. Bir adım, bir adım, bir adım daha… Bazen
geriye doğru bir adım, bazen ağır bir yanlış,
sonra yeniden, ısrarla, umutla yürüyüş…
Bugün, -askeri benzetmeler çoğu kez iyi değildir
ama hadi söyleyelim- bir kışlada eğitim yapan
askerler gibiyiz; tam olarak bir kışla değil,
daha çok geniş bir alan gibi; ve burada zaman
zaman bir şeyler rutin gibi görünüyor. Yani sanki
bir eğitim, bir de savaş dönemi varmış gibi...
Ama işte askeri benzetmeler bu yüzden iyi değildir;
çünkü hayat bu söylediğimizden daha karmaşık yürür.
Evet, sürecin daha hızlı aktığı ve sertleştiği
bir “savaş düzeni” vardır, böyle bir dönemden
söz edebiliriz ama bu bir durumun bittiği bir
diğerinin başladığı mekanik bir olgu değildir.
Biz her adımda başka adımları hesaplayan, bir
süreçten ötekine kesintisiz biçimde geçen bir
gelişme çizgisi izlemek zorundayız.
O yüzdendir ki memnuniyetimiz ile memnuniyetsizliğimiz
hep aynı süreçte kendini ortaya koyar. Hep karnı
ağrıyan insanlar gibi hoşnutsuz bir yüzle görürler
bizi; içimizdeki büyük sevinci dışa vurmakta zorlanırız.
“Vamos Bien” diyebilir miyiz Fidel gibi? Evet,
diyebiliriz. Ama yine de suratımız ekşidir, sen
bize bakma, biz böyleyiz.
Aradan bir yıl geçti…
Yoldayız… Seni özlüyoruz…
Senin sözlerini anımsıyoruz. “Biz yapacağız” diyordun
hani; evet öyle, biz yapacağız. Tarih bu kez böyle
hükmetti. Biz, olağanüstü yeteneklere sahip olmayan
ama her gün bir adım ileri yürümekten de vazgeçmeyen
insanlar, yoldayız.
Devrim, mükemmel insanların işi değil.
Devrim, bilgisayar oyunu da değil. “Yeniden Başlat”
yok, “durdur” ya da “vazgeç” seçenekleri de yok.
Düşe kalka yürüyeceğiz. Erken yitiklerimiz de
oluyor, olacak. Tarih kitaplarının asla yazmayacağı
kendi kişisel trajedilerimiz de olacak. Yitiklerle,
onların acılarıyla, anılarıyla yürüyeceğiz. Hep
yanımızda olsun istediklerimiz olacak.
Ama devrimciler, bir büyük aşiret gibi fertlerin
birbirinden, ocağın başından hiç ayrılmadığı bir
kalıcılık içinde yaşamazlar. İşler, görevler,
ayrılıklar, hasretler ve kayıplar…
“Biz yapacağız!”
Bu senin sözün…
Ama parti de budur zaten, biz yapacağız, kimse
kalmasa da biz yapacağız diyen insanların topluluğudur.
Aradan bir yıl geçti…
Yoldayız… Gözlerinden öpüyoruz seni…
Senin gibi bir yoldaşımız olduğunu bilmek, nasıl
da kıvanç verici. Biri senden saygıyla söz ettiğinde
hem içimiz acıyor, hem de büyük bir onur duygusu
sarıyor kalbimizi. “O bizimle birlikteydi, biz
onunla yaşadık, onunla yürüdük” demek hem çok
zor hem de çok sevinçli şey.
Gözlerinden öpüyoruz seni. Taksim sana yakışırdı
evet, sen Taksim’e yakışırdın. Üzgünüz…
Betül Altındal.
Parti seni hasretle kucaklıyor.
Ellerin ellerimizdedir.
Not: Sen şimdi merak edersin, yazalım; bu
aralar -en azından biz cahillerin izleyebildiği
kadarıyla- yeni bir gezegen, yeni bir takımyıldız
keşfedilmedi. Yalnızca Mars’ın yüzeyinde su kanalları
gibi şeyler bulundu; hepsi o kadar. Dün de bir
süpernova patlaması belirlenmiş, şimdiye kadarkilerin
en büyüğü. Bir de son zamanlarda parayı bastıran
çıkıp şöyle bir tur atıyor uzayda. Bir zamanlar
parayla bisiklete binerdik biz, kendi bisikleti
olan çocuklara da katil bakışlar fırlatırdık;
işler o noktaya geldi artık.
Not: Yine merak edersin diye yazıyoruz; Fidel
görevinin başında!
|