Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

51. Sayı - Mayıs 2007

Yoğun ve devrimimiz için önemli günler yaşadığımız bu süreçte yeniden ve yeniden tüm çalışmalarımız, özellikle bu çalışmalar içinde anahtar rolü oynayan kitle çalışmalarımız üzerine oturup düşünmemiz ve çalışmalarımıza yeni bir biçim vermemiz zorunludur.
1 Mayıs’ı geride bıraktık; işçi ve emekçilerin, devrimciler ve devrimci sosyalist hareketin bu sürecin az çok hakkını verdiği ve ciddi bir kazanıma dönüştürdüğü gerçektir. Partimiz için oldukça önemli olan ve somut yönümüzü bir kez daha tayin eden “iç tartışma” sürecimiz bize yoğun bir mücadele süreci içinde bir nefes alma, sorunlarımızı ve çözüm yollarını yeniden bilince çıkarma imkânı vermişti. Hiç şüphesiz biz soyut bir tartışma yapmadık, devrimimizin her sorununu kendi sorunumuz olarak ele aldık ve özgün sorunlarımız üzerine somut çözümler oluşturduk. Daha da önemlisi bu “iç tartışma” sürecinde ortak akıl temelinde kolektif bir irade ortaya çıkardık, bu somut politik irade ile yeniden dönüp demokratik-merkeziyetçilikle yaşamın içine, mücadele alanlarına atıldık. Stratejik bir şiar olan “özgür ülke ve insanca yaşam” üst başlığı altında, kısa süreli kampanyalarla, özelikle de 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü, 16 ve 21 Mart Kürt ulusunun özgürlüğü ve faşist saldırılar karşı mücadele kampanyalarını, partimiz için oldukça önemli bir yerde duran 30 Mart Kızıldere şehitlerimizi anma faaliyetlerini 1 Mayıs’a bağladık. 2007 yılını bu tempo ve birbirini izleyen mücadeleler bütünü ile adımladık.
Önümüzde Haziran şehitlerimizi anma etkinliklerimiz durmaktadır ve şehitlerimize layık bu süreci de süreci başarı ile tamamlayacağımıza inancımız tamdır.
Devrimci sosyalizm, bir devrim hareketini örgütlerken önünde devasa sorunların olduğunun bilincindedir. Bu sorunların genel/evrensel ve ülke devrimine özgü, dahası ülke devriminin bir unsuru olarak, özel bir parantez ile ifade edersek “bize” özgü yanları da olduğu bilinmektedir. İdeolojik-teorik, politik ve örgütsel boyutları olan ve evrensel olan ile özgül olanın üst üste düştüğü bu sorunları bir çırpıda ve tek bir hamlede çözüme kavuşturmak mümkün değildir. Bir dizi karmaşık, iç içe, biri diğerini olumlu veya olumsuz etkileyecek mücadeleler dizisi ile bu süreç adımlanacaktır. Anahtar kavram ya da halka, tüm bunları kendinde cisimleştiren mekanizma, örgüttür. Bu alanda atılan her adım devrimimizin tüm sorunlarını etkileyecek, ona yön verecektir.
Devrimimiz dünya devriminin bir parçasıdır ve örgütsel alanda atılan her adım, ideolojik ve politik alanda atılacak adımlarla dünya devrimini etkileyecek ve evrensel olan devrimci sosyalizm giderek dünya hakları ile buluşacaktır. Bunu tersinden de ifade etmek mümkündür; yani dünya devriminin bir parçası olarak gelişen devrimimiz, dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesinden dolaysız etkilenecek, bu, partili mücadelemizi zenginleştirecektir.
Ama tüm bu sorunlarla mücadele edilmeden, bu sorunların çözümü için bir stratejik bakış ve eylem planı olamadan tek bir adım bile atılamaz. Her bir sorunun çözümü ve bu çözüm alanından ilerlemek, güncel mücadele içinde anlam kazanır. Güncel mücadele içinde bu karmaşık sorunlar ele alınır, bu somutluk içinde kendi çözüm gücünü arar; bu noktada asıl halka olan örgüt gerçeğini sıkı kavrayarak, her adımı örgüt eksenine oturtarak ilerlemek zorunludur. Elbette her bir sorunun sadece güncel ve görünen yanları ile ilgilenmek mümkün değildir ve bunun genel ve çok boyutlu arka planı ile güçlü bağları vardır. Bu bağı kurmak gereklidir; eğer bu bağ güçlü biçimde kurulamazsa her bir ilerleme kendi içinde zayıflıkları taşıyacaktır. Bu bağı kurmak, her bir sorunla bu sorunun arkasındaki ilişkiler ağını sağlam bir açıdan irdelemek, partiyi ve parti saflarını bu bilinçle donatmak gereklidir ve zorunludur. Bunu yapamayan bir parti zerre kadar ilerleyemez, ilerlese bile bu görüntüde bir ilerleme olur, bu çok da anlamlı değildir.
Büyük bir öz güvenle ifade edelim ki devrimci sosyalizm, bu alanda, yani güncel mücadelenin güçlü bir siyasal-teorik plandan beslenmesi konusunda hiç de küçümsenmeyecek bir kapasiteye sahiptir. Devrimci sosyalizmin siyasal birikimi, yöntemi ve en önemlisi de devrimci samimiyeti bu alanda büyük bir zenginlik ve gücü ifade etmektedir. Bu güç her adımızda bize büyük bir kazanım sağlamaktadır.
Sorun bununla sınırlı olsa işimiz nispeten kolaydır. Ama bu bakışın güncel mücadele ve bunun politik, ideolojik ve örgütsel vb. yanlarına yansıması gereklidir ve tam bu noktada her şey bu kadar basit değildir. Doğru bakış, yöntem ve tarz önemlidir ve bu her şeyin başıdır; bu olmadan hiç bir şey olmaz. Ama bunun, yukarıda ifade ettiğimiz gibi günlük mücadele içinde, doğru taktik ve büyük bir emek seferberliği ile somut biçim kazanması gereklidir.
Zor ve karmaşık olan da budur.
Bu zor ve karmaşık süreç belki de en çok kitle hareketi ve kitlelerin örgütlemesinde karşımıza çıkmaktadır. O halde bir kez daha bu konu üzerinde düşünmek, devrimci çalışmalarımızı yeniden biçim vermek zorunludur.

Devrimci Kitle Çalışması Bir Siyasettir
Devrimci kitle çalışması bir siyasettir. Bir partinin doğru kitle çalışması olmaz ise, bu çalışmalar doğru bir kitle çizgisinin ürünü olmaz ise, o parti belki kendini “parti” olarak tanımlayabilir ama asla politik bir akım ya da iktidar savaşını yürüten bir parti olamaz.
Bu gün devrimci sosyalizmin özellikle son yıllarda bu sorun üzerine, devrimci kitle çalışması üzerine döne döne tartışması ve çeşitli vesilelerle parti saflarını bu temelde eğitmesi ne tesadüftür, ne de gereksiz bir iştir. Tam tersine bir zorunluluktur ve bu sorun her adımda karşımıza çıkmaktadır. Kitle çizgisi ve bunun ifadesi devrimci kitle çalışması güncel ve yakıcıdır. Biz herhangi bir hareket değiliz. Biz, mevcut iktidarı tüm hücrelerine kadar yıkıp parçalayacak ve bunun üzerinden işçi sınıfı önderliğinde halk iktidarını kuracak devrimci bir hareketi örgütlemek, bu ülkede devrimi gerçekleştirmek istiyoruz. Bu stratejik hedef için mücadele ediyoruz ve bu temelde daha büyük ve onurlu savaşımları hedefliyoruz.
Partinin örgütlenmesi temel ve ana halkadır ve bu halka devrimin örgütlenmesinden bağımsız değildir; partinin örgütlenmesi devrimin örgütlenmesidir. Parti kitlelerden kopuk, onlardan uzak bir yerde, kitleler ile kendi arasına kapanmaz mesafeler koyan “dar devrimciler örgütü” değildir. Parti ile kitleler özdeş yada eşit değildir; parti işçi ve emekçi sınıfların en ileri unsurlarını kendinde toplayan, kitlelere yön veren siyasal mekanizmadır. Devrim, kitlelerin, örgütlü kitlelerin eseridir ve parti kitleler içinde bu devrim dinamiklerine önderlik eder, her adımda kitleler içinde devrimi örgütler. Kitle örgütlenmesi olmadan, kitlelerin günlük yaşamına girmeden, onları devrimin özneleri/yapıcıları haline dönüştürmek mümkün değildir. Devrimi hedefliyorsan kitleleri örgütlemeyi hedefleyeceksin ve bunu büyük bir sabırla, emekle ve sanatla yapacaksın. Eğer bu yönde adım atamazsan, bırakalım devrimi örgütlemeyi, güncel mücadele içinde en küçük reform hareketini bile örgütleyemez, hatta örneğin bir çok sorunun kaynağı olan kadro sorunu başta olmak üzere bir dizi irili ufaklı sorunları da çözemezsin.
Böyle yakıcı bir sorun, doğal olarak her adımda karşımıza çıkmakta, gündemimiz olmaktadır; bu temelde, yeniden ve yeniden tartışmak, içselleştirmek ve pratiğimizi zenginleştirmek bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Her sorunda olduğu gibi, bu sorunda da “tartıştık ve çözdük” demek; ya da bu zorlu ve karmaşık, sabır ve emek isteyen mücadelenin yerine hiç de devrimci sosyalizmin benimsemediği bir anlayışla, “bir vuruşta kitlelerin önünü açarız” gibi kolaycılıklar büyük tehlikedir. Bu tehlikeye düşmemek gerekir. Kitle örgütlenmesi bir siyasettir ve güncel mücadele içinde taktik politikalarımızla zenginleştirmek, buna uygun açılımlar yapmak zorunludur.

Nasıl Bir Zeminde Yürüyoruz?
Tabi ki biliyoruz; kitle çalışması ve örgütlenmesi bir dizi sorunlarla bağlantılıdır ve bu gün tarihsel ve toplumsal boyutları olan bir zeminden beslenmektedir. Bu zemin, sadece bir dizi olumsuzluğu ve sorunları işaret etmekle kalmamaktadır; bu zemin, bize içinden geçtiğimiz yeni tarihsel süreci ve bu sürecin ürettiği toplumsal ilişkileri kavrama ve buradan doğru bir kitle çizgisine ve bunun ifadesi olarak doğru bir kitle çalışmasına geçmemizi sağlamaktadır. Dahası bu kitle çizgisi ve bu temelde uzun vadeli çalışma, her dönemden çok daha fazla bu dönemde devrimci irade ve emeği gerekli kılmaktadır.
Sorununu daha iyi kavramak için bu zemini özetle ifade etmekte yarar vardır.
Bir: Yeni tarihsel süreçte kendiliğinden/spontane kitle mücadelesi geride kalmıştır ve kitlelerin bu eksende tepkileri oldukça geri düzeye düşmüştür.
Her tarihsel dönem, iktisadi evrimin ve sınıf savaşımının ürünü olarak, kendine özgü sınıfsal ve ulusal çelişkileri kontrol etme ve onları bastırma aygıtlarını yaratır. Bu aygıtlar sadece zor ekseninde biçim almaz, ideolojik ve kültürel aygıtları da içerir. Örneğin, emperyalizmin 1. ve 2. Bunalım Dönemi’nde, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde toplumsal süreç feodalizm ve yarı feodaldir; bu toplumsal ilişkiler üzerinde biçim alan devlet aygıtı nispeten zayıf olup çoğu kez mahalli feodal güçlere dayanır. Açık, çıplak, feodal karakterde sömürü yoğundur ve buna bağlı olarak geniş köylü yığınlarının kendiliğinden anti-feodal mücadelesi oldukça güçlüdür. Bu ülkelerde, emperyalist işgal biçimi açık olduğundan bu işgalci güçlere karşı başta köylüler olmak üzere, işçi ve tüm emekçilerin, hatta her ülkede kendine özgü bir ağırlıkta, sınırlı da olsa ulusal/milli burjuvazinin emperyalist işgale karşı tepkileri yoğundur. Bu tarihsel dönemde, sömürü ve siyasal zor çıplaktır ve emperyalistler ile emperyalistlerin toplumsal dayanağı olan feodal-komprador güçlerin ideolojik nispeten aygıtları zayıftır.
Bu dönemde devrim, yani ulusal ve sınıfsal çelişkilerin çözüm platformu, Milli Demokratik Devrim’dir. Devrim, işçi sınıfının öncülüğünde, özelikle kırsal alanlarda geniş köylü yığınlarının kendiliğinden mücadelesinin örgütlenmesine dayanır; maddi olarak güçlü olan emperyalistler ve komprador-feodal güçlere karşı uzun süreli halk savaşı siyasal olarak kitlelerin güçlü olduğu bu koşullarda zafere ulaşmaktadır. Bu tarihsel dönemde, işçi sınıfı ve köylülerin kendiliğinden mücadelesi olmaksızın, komünist partiler bu kendiliğinden mücadeleyi örgütlemeksizin ne kitlelerin siyasal üstünlüğü sağlanabilir, ne de bu temelde devrim zafere ulaşabilir. Bu dönemde kendiliğinden, özellikle köylü isyanları yaşamsal bir rol oynarlar.
Ama bu süreç ve bu temeldeki toplumsal ilişkiler, 2. Paylaşım Savaşı sonrasında önemli ölçüde geride kalmıştır. 3. Bunalım Dönemi olarak tanımladığımız 1945-90 sürecinde, artık emperyalist sömürü biçimi sömürgecilik ve yarı-sömürgecilik değil, yeni-sömürgeciliktir. Bu dönemde toplumsal süreç feodalizm ve yarı-feodalizm değil, kapitalizmdir. Bu süreçte, eski feodal ve nispeten zayıf iktidarlar değil, daha güçlü burjuva devlet biçimi olarak oligarşik diktatörlükler söz konusudur. Oligarşik devlet zor ekseninde biçim almıştır; ama sadece zora dayanmamaktadır, ideolojik ve kültürel aygıtları geçmişle kıyaslanamaz düzeyde gelişmiştir. Bu kapitalist sömürü biçimi ve bu temelde düzenin kendini örgütlemesi, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesini kontrol etme ve bastırmada yeni imkânlar yaratmaktadır. Bu süreçte kendiliğinde/spontane kitle mücadelesi giderek zayıflamış, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesi ile oligarşik devlet arasında bir denge, yani aslında bir dengesizliği ifade eden suni denge kurulmuştur. Yine de bu dönem, sosyalizm ve anti-emperyalist devrimci ulusal kurtuluş savaşlarının siyasal prestijinin en yüksekte olduğu bir dönemdir; bunun emperyalizme ve oligarşiye karşı kitlelerin mücadelesini güçlü ve yoğun biçimde etkilemesi söz konusudur, bu dönemde, tüm sınıfsal ve ulusal çelişkiler üst üste düşmektedir, kitlelerin düzene tepkileri düzen sınırlarını zorlamaktadır.
Ancak, reel sosyalizmin 1985-90 sürecinde çözülmesi ve devrimci ulusal kurtuluş savaşlarının gerilemesi, emperyalist-kapitalist sistemin 1970 sonrasında içine düştüğü kriz sarmalına karşı geliştirdiği yeni kapitalist sömürü biçimlerini giderek güçlendirmiş ve yeni tarihsel süreçte egemen biçim haline getirmiştir. Bu sömürü ve bunun üzerinde biçim alan, başta devlet örgütlenmesi olmak üzere tüm ideolojik, kültürel aygıtlar, işçi ve emekçi sınıfların mücadelesini kontrol etme ve bastırmada yeni bir düzeye ulaşmıştır. Yeni tarihsel süreçte, yeni-sömürge ülkelerde kapitalizm her alana yayılmış, yeni-sömürgecilik derinleşmiş, devlet ve onun ideolojik aygıtları yeniden biçimlendirip kendiliğinden kitle mücadelesini adeta en geri düzeye çekmiştir. Emperyalist sömürü ve bu temelde sınıfsal ve ulusal çelişkiler derinleşmiş, ama yoğun ideolojik ve kültürel aygıtların etkisi ile kitlelerin sosyalizm gibi büyük hedeflere yönelmesinin önüne gerici barikatlar kurulmuş, bilinçler çarpıtılmış, post-modern kültür toplumun üstüne sürekli boca edilmiş, işçi ve emekçi sınıflar parçalanan emek sürecinin de etkisi ile bu gerici kültürden her nefes aldığında nasibini almış, toplum, sınıf, insan adeta atomize edilmiştir.
Ülkemiz acısından bu sürecin başlangıcı 12 Eylül açık faşizmi ve bu süreçte uygulanan neo-liberal politikalardır. Dikkat edilirse 12 Eylül açık faşizmi devrimci ve sol güçleri yenilgiye uğratınca, 1988-89 sürecindeki işçi eylemlerini dışta tutarsak, özelikle sosyalizmin büyük gürültü ile geriye düşmesinden sonraki süreçte işçi ve emekçilere, ezilen halklara karşı yoğunlaşan kapsamlı saldırılar, özellikle yoğun ideolojik saldırı, kitle hareketini oldukça geri düzeye çekmiştir. Ve bu süreçteki gelişen her kitle hareketi, kitlesel direniş, önemli ölçüde devrimcilerin iradi çabalarının sonucudur. Yani artık kitlelerin eski süreçte olduğu gibi bir 15-16 haziran direnişi ya da kendiliğinden toprak işgalleri, küçük üreticilerin güçlü ve kalıcı tepkileri vb. yoktur; en son 2007 1 Mayıs direnişinde de görüldüğü üzere en küçük hak arama ve kitlelerin tepkisi her tür araç kullanarak bastırılmak istenmektedir. Bunun için zor ve ideolojik aygıtlar her düzeyde devrededir; bu kapsamlı saldırılar ancak direne direne püskürtülebilir, direnişle buzu kırmak, yolu açmak mümkündür.
Direnmeden, kendiliğinden, “yukarıdan” verilen bir hakla artık güçlü kitle mücadelesi çıkmaz. Oligarşik devlet ile işçi ve emekçi sınıflar arasında, oligarşi lehine suni denge oldukça güçlüdür; kitlelerle ilişkilenmeden, onlarla günlük yaşam içinde bağlar kurmadan, onlara bilinç taşıyıp örgütlü hale getirmeden devrimci kitle hareketi söz konusu olamaz. Sadece zor aygıtları değil, yeni-sömürgeci toplumsal ilişki içinde, bu toplumsal zeminden beslenen ve kitleleri düzene bağlayan bir dizi ideolojik, kültürel aygıt vardır, işçi aristokrasi ve son günlerde oligarşi içi çatışmalarda önemli rol oynayan, “sivil toplum kuruluşları” bunlardan sadece ilk akla gelenlerdir ve bunların işçi ve emekçi sınıfları nasıl yönlendirdikleri tüm çıplaklığı ile görülmektedir.
İki: Bu durum kitle mücadelesinde bir daralmayı, sosyalist hareketle geniş emekçi sınıflar arasında devasa bir mesafeyi göstermektedir. Çeşitli sınıflardan oluşan ve amorf bir karakter gösteren kitleler üzerinde her tür gerici-burjuva ideolojisinin rahat taban bulduğu da bir gerçektir. Kendiliğinden mücadele vardır, kendiliğinden mücadele vardır; örneğin 1970’lerin kendiliğinden mücadelesi ile günümüzün kendiliğinden kitle mücadelesi birbirinden çok farklı yerde durmaktadır. Eğer devrimci sosyalist ideoloji, işçi ve emekçi sınıflara, “yukarıdan”, yani devrimci parti ve devrimci savaşla bilinç götüremez ise, işçi ve emekçi sınıflar bu mücadele içinde hem kendini hem de düşman sınıfları tanımayamaz ise, bu tarihsel süreçte burjuva ideolojisi, her dönemden çok daha güçlü olarak kitlelere nüfuz etme, onları düzene bağlama zemin ve imkânına sahip olur ve her an, her gün, her vesile ile bu gerici-burjuva ideolojisi kitleler arasında yaygınlaştırılır. Bu gerçeği her gün görmek mümkündür.
Bizim işimiz her kitle hareketine övgüler dizmek değildir. Örneğin, oligarşi içi çatışmaların bir ürünü olarak Genelkurmay’ın yönlendirdiği “Cumhuriyeti koruma” mitinglerinde olduğu gibi. Oligarşi içi çelişkilerin Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesi ile yoğunlaşması, hatta kendi yasalarını zor ve tehditle her gün ihlal edip bir yana çekmeleri, bu güçler çatışmasında kitleleri nasıl etkiledikleri ve kendi çıkar çatışmalarına alet ettikleri de çok nettir; bu kitle gösterileri oldukça öğreticidir. Bizim işimiz, kitlelerin bu amorf durumunu bilip, örneğin “AKP m, yoksa Genelkurmay yönlendirmesindeki ‘ulusalcı güçler’ mi (siz bunu faşizmin yeni taban bulma konsepti okuyun) gibi kitlelerin önüne konan iki kötü seçeneğin dışında, aslında başka bir seçeneğin, 1 Mayıs direnişinde olduğu gibi düzeni yıkma ve işçi ve emekçilerin kendi kurtuluşunu yaratma seçeneğinin olduğunu göstermek ve buradan devrimci bir halk hareketini ortaya çıkarmaktır.
Üç: Ancak,devrimci halk hareketi için en önemli handikap, önderlik sorunu ve uzun yıllara yayılmış yenilgi atmosferi ve bunun sonuçlarıdır. Yani, bizim için sorun, sadece yeni tarihsel sürecin genel sonuçları ve bu temelde oluşan gerici barikatlar değil, bununla birlikte uzun yıllara yayılmış, genel ve özgül nedenleri olan yenilgi süreci ve bu temelde oluşan sorunlar dizisidir. Bunların en başında da tüm bu sorunların devrimci çözüm gücünü kendinde cisimleştiren devrimci önderlik, yani devrimci parti sorunu vardır..
Yeni tarihsel sürecin, devrimimiz için kapsamlı ve stratejik bir yenilgi üzerinden biçim aldığını düşünürsek, bunu izleyen süreçte, çok daha boyutlu ve evrensel karakterde olan sosyalizmin geriye düşüşünün sonuçlarının yeni tarihsel süreci baştan aşağı, uzun yılları kapsayan bir yenilgi atmosferi içinde tuttuğunu ifade edebiliriz. Başka ifade ile, yeni tarihsel süreç, yaklaşık 27 yıllık, birbirini izleyen yenilgiler ortamında biçim aldı, kitle hareketi bu yenilgi ortamından olumsuz beslendi. Doğal olarak bu kapsamlı süreç, örgütsel düzeyde bir geriye düşüş ve sosyalist harekette kriz ortamı yarattı ve bu kriz hala aşılabilmiş değildir.
Böylesi bir kriz sürecinde ya geriye düşüş ya da ileriye sıçrama yaşanır. Yaşanan büyük tasfiyeci dalga ve yenilenme arayışları budur. Devrimci çözüm yolu bellidir; devrimci yenilenme! Bu yolun dışında hiç bir sınırlı çaba bu süreci kendi ayakları üzerine dikemez.
Devrimci sosyalizm, bu tabloyu “tıkanma” olarak tanımlayıp devrimci çözüm yolunu belirlemiştir. Ama tüm siyasal iddiasına rağmen, hem bu sürecin devrimci çıkış yolu sol ve devrimci çevrelere, dahası kitlelere yeteri kadar taşınamamıştır, hem de devrimci çıkışta anahtar konumda olan örgütsel krizin devrimci çözümü noktasında zayıf konumdadır. Doğru bir önderlik için ilk ve temel koşul doğru bir stratejik rotaya sahip olmaktır; devrimci sosyalizm buna sahiptir ve bu büyük bir siyasal iddianın zeminini oluşturmaktadır. Böylesi bir siyasal iddia olmadan hiç bir şey başarılamaz. Ama bu yetmez. Bu siyasal iddiayı, ideolojik, politik, örgütsel her alana taşımak, buradan politik bir güç olmak gereklidir; yani yıkılmaz bir güç olarak devrimci partiyi inşa etmek, dalga dalga bu devrimci çıkış yolunu sol ve devrimci çevrelere taşımak, kitlelerle buluşturmak gereklidir, zorunludur. Yukarıda işaret ettiğimiz devrimci halk hareketinin böylesi kapsamlı ve zahmetli bir süreçte, adım adım inşa edileceği açıktır.
Tüm siyasal iddiamıza rağmen henüz yolun başındayız. Stratejik bir bakışla bu yolu adımlayacağız. Devrimci sosyalizm, devrimci yenilenme temelinde bu yolu adımladıkça, en başta örgütsel krize, yani devrimci önderlik sorununa doğru yanıt oluşturdukça, yolun açılacağı kesindir. Demek ki, bugün devrimci sosyalizm sadece kendi ile sınırlı bir rol ve etkiye sahip değildir; tarih, devrimci sosyalist harekete, yaşanan anda tarihin gizli olduğunu, kendini aşma ve devrimci görevlere sahip çıkmanın aynı zamanda sadece devrimimiz için yeni bir sıçrama değil,dünya devrimine de ciddi katkı sunma anlama geldiği gerçeğini göstermiştir.
Bu bilinç ve siyasal iddia ile görevlerimize sahip çıkıyoruz...
O halde bizim önümüzde “her şeye kadir” ve bir çırpıda ya da bir hamlede her şeyi “çözen” hazır reçete ve güç yoktur; bugün attığımız her adım, aldığımız yol, geleceğe uzanmaya ve devrimlerin fırtınasını yaratmaya yöneliktir. Tüm bunların bilinciyle güncel mücadele içinde her gün öğrenerek ilerlemek zorundayız.

Daha Somut: Nasıl Yapmalı?
Bu sorunun yanıtını maddeler halinde özetle ifade etmekte yarar var;
Birinci olarak, kitlelerle bağ kurup onları örgütlemeyen, onları kendi sorunları temelinde savaştıramayan bir partinin politik bir hareket olamayacağını bilmek gerekir. İdeolojik bir grup ile devrimci bir parti, hata devrimci bir parti ile politik bir hareket birbirinden farklıdır. Siz büyük bir iddiaya, hatta sol ve devrimci harekette sık sık örneği görüldüğü gibi en büyük “komünistlik” iddiasına sahip olabilirsiniz; ama eğer bu iddianız kitlelere taşınıp onlar elinde bir silaha dönüşemezse, bunun için asgari bir örgütsel mekanizmalardan yoksun olursanız soyut bir iddia sahibi olmaktan öteye gidemezsiniz.
Parti, sadece ideolojik birlik ve çizgi değildir; parti, bununla birlikte bir siyasal hukuk ve tarz içinde bu çizginin etrafında bütünleşen kadrolar ve örgütler toplamıdır. Bu siyasal çizgi ve örgütsel mekanizmalar eğer devrim için, ülke devriminin sorunlarına ve bu temelde siyasal sürece müdahale etme gücüne sahip değilse, bu parti gerçek rolünü oynayamaz, dahası politik bir hareket olma ve kitleleri devrime seferber etme gücüne ulaşamaz. Parti, siyasal sürece devrimci müdahaleyle kitlelerle bağ kurup, onları örgütleyip savaştırabildiği ölçüde politik bir hareket olabilir.
İkinci olarak, bir parti genel ve stratejik bir çizgi ile, bu temelde kitlelere yönelik bir dizi çağrılarla yetinemez. Stratejik çizgi ve politikalar bütünü, yani programsal bir çerçeve önemlidir; ama bunun güncel taktik politikalarla kitlelere ulaşması zorunludur. Taktik politika ile stratejik politikalar ya da programsal yaklaşımlar bir birbirinden bağımsız değildir, ama iki ayrı yerde dururlar. Taktik politika, stratejik politikalar veya programsal yaklaşımın, belirli bir anda, süreçte, o süreç ve anın özgünlüğü içinde biçim almasıdır; stratejik politikalar veya programsal politikalar uzun vadelidirler, taktik politikalar ise kısa, hatta günlük denebilecek politikalardır. Böylesi bir diyalektik ilişki içinde taktik politikalar kitlelerle bağ kurar, bunun gerektirdiği şiar ve örgüt biçimlerini ön plana çıkarır; parti, buradan hareketle kitleler içinde maddi bir güç haline gelir.
Strateji-taktik, program-taktik, teori-pratik, partide cisimleşen irade ve eylem birliği budur.
Üçüncü olarak, parti, sınıflardan oluşan bu toplumu ve toplumsal/sınıfsal ilişkileri bilmek, tanımak, stratejik ve taktik politikalar bütünlüğü içinde bunlara yönelik asgari çözümler üretmek zorundadır.
Ülkemiz devrime gebedir, devrim günceldir; bu nesnel bir gerçektir. Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi devrim için sadece bu gerçek yetmez, bunlara devrimci çözüm gücü olacak, en başta kitlelere önderlik edecek devrimci bir partinin olması ve bu partinin kitleleri örgütleyip savaştırması zorunludur. Bu olmaksızın devrim bir nesnel gerçek olarak, ama kitlelerin ulaşamayacağı, kendini devrimde somut olarak ifade edemeyeceği bir gerçek olarak bir yerde durur. Nesnel bir gerçek olarak devrimin güncelliğini ifade etmek, onun için çok yönlü kavgayı örgütlemeyi zorunlu kılar. Eğer bu ülkede bu nesnel gerçek varsa, bunun için doğru stratejik ve taktik politikalarla mücadele etmek zorunludur. Devrimimiz nesnel bir gerçektir ve bir dizi faktöre bağlı olarak devasa sorunlarla karşı karşıyadır. Devrimci sosyalizm, bu büyük sorunları devrimci yenilenme ekseninde her alanda bütünsel bir yaklaşımla çözme iradesi ve yol haritasına sahiptir.
Bizim işimiz sadece nesnelliğe vurgu yapmak, bunun arkasında en temel stratejik bir kaç belirlemeyi ifade etmek ve böylesi “büyük günler” hayali ile yaşamak değildir. Biz, somut olandan hareket ederiz, sorunların bilincinde olurken bu sorunlar, bizde “bir vuruşta” ya da “bir hamlede” çözme ütopyasını veya bu sorunlar karşısında keskin bir kaç stratejik vurgu ile yetinen ama bir adım atmayan bir pasifizmi meşrulaştırma haline dönüşmez; tam tersine devrimci yenilenmenin temel hedeflerine adım adım, büyük bir sabır ve emekle ulaşmak için mücadele etmeyi bir görev olarak ortaya koyar.
Devrimimizin ağırlaşmış sorunları vardır, yeni tarihsel süreçte devrimin nesnel koşulları olgundur. Ama yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, işçi ve emekçi sınıflar, bu tarihsel süreçte büyük ve kapsamlı işleve sahip zor ve ideolojik-kültürel aygıtların baskısı altındadır, bilinçleri çarpıtılmıştır, kendiliğinden tepkileri son derece zayıftır. Böyle de olsa, bu nesnel gerçek ve vahşi sömürü düzeni işçi ve emekçi sınıfların tepkisini yaratıyor, sınıflar mücadelesine adeta “patlayıcı maddeler” ekiyor, bunlar mayalanıyor.
Parti, tüm bunları tam bir nesnellik içinde, Marksist -Leninist ölçülere bağlı olarak değerlendirmek, her tepkinin arkasında koşarak onu örgütlemek değil, taktik politika ve stratejik yaklaşıma bağlı olarak demokratik muhalefetin en solunda yer alıp bu günden devrimci halk hareketinin ilk zeminlerini iradi olarak örgütlemek zorundadır. Eğer bu günden kitlelerle ilk köprü ilişkilerini kuramazsak, devrimci halk hareketinin en temel dinamikleri olan işçi ve emekçi sınıfları emek cephesinde, toplumun en dinamik kesimi olan gençliği gençlik cephesinde, kadınları kadın cephesinde vb. ve tüm bunları halk kurtuluş cephesinde örgütleyemeyiz.
Biz hayallere değil gerçeklere bağlı bir partiyiz. Devrimimizin bu aşamasında işçi ve emekçi sınıfları büyük birimler halinde, yani dünya devrimler deneyinde ortaya çıkan Sovyet yada Meclisler biçiminde, bu tür mücadele ve iktidar organlarında örgütleyemeyiz. Devrimimiz kitlelerin bilinçli olarak kendi mücadele ve iktidar organlarını oluşturacağı aşamaya elbette gelecektir. En geniş kitleleri böylesi politik kitle örgütlerde örgütleyeceğiz; ama bunun için devrimimizin kat etmesi gereken hâlâ uzun yollar vardır.
Devrimimiz uzun süreli ve birleşik bir savaşla zafer ulaşacaktır; bu savaş öncü savaşı gibi bir stratejik aşamadan geçecektir. Öncü savaşının temel siyasal işlevi oligarşinin baskısı altında kitleler üzerinde oluşan, onların tepkilerini düzen içi kanallarda eriten suni dengeyi bozmak, işçi ve emekçi sınıfların, ezilen halkın düzene karşı memnuniyetsizliğini açığa çıkarmak ve bu tepkileri örgütlemektir; oligarşinin zor ve ideolojik baskısı altında kendi sınıfsal ve toplumsal rolünü oynayamayan işçi ve emekçi sınıfları bu baskıdan kurtarmak, onlara mücadele içinde siyasal bilinç götürmek, kitlelerin siyasal üstünlüğünü sağlamaktır. Bu karmaşık bir süreçtir ve öncünün savaşı kitlelerin savaşının dışında değildir, tam tersine, iç içe bir bütündür. Gerillaya ve bununla bir bütün olan kitle savaşına dayanmayan bir öncü savaşı gelişemez. Öncü savaşında, öncü gerilla stratejik bir öneme, işleve sahiptir ve anahtar konumundadır; en küçük kitle hareketinin ciddi ve iradi bir örgütlenmeyi gerektirdiği bu süreçte devrimci kitle hareketi öncü bir tutumla inşa edilmek ve gerilla savaşını bütünleyen bir tarzda ele alınmak zorundadır. Kitlelerin sokak ve barikat savaşlarında siyasal rolünü az çok oynayacağı bir dönemde, gerilla ve kitle hareketi bütündür. İşler bugün tek ayaklı ve ağır aksak ilerleyebilir ama böylesi bir stratejik bakış ve örgütlenme yolu açacak, devrimimizi, öncü savaşı yoluyla giderek kitlelerin ayaklandığı ve kendi mücadele ve iktidar organlarını yarattığı bir süreçle zafere taşıyacaktır.
Böylesi bir savaş için bugünden, hayallere değil gerçeklere bağlı kalarak, devrimin öncü ve temel güçleri ile ilk köprüleri inşa etmek zorundayız. Bugün bu stratejik bakış ile atılan ilk adımlar yarının zaferini bize müjdeleyecektir.
Dördüncü olarak, devrimci kitle çalışması sadece demokratik alan çalışması değildir, kitle çalışması her alanı kapsayan, devrimin her aşamasında bir gün bile ihmal edilemeyecek, sürekli bir çalışmadır. Her kim kitle çalışmasını demokratik alanla sınırlı görür ve böyle ele alırsa, başka alan çalışmalarına kısır ve dar pratikçi görevler yüklerse o, teori ve politikada “sol” sapma içindedir, büyük bir yanılgıya düşmektedir. Her kim, devrimimizin bu aşamasında ve ağırlaşmış sorunları karşısında, kitle çalışmasını sürekli bir çalışma olarak görmez, kitlelerle ilişkiyi bilinmeyen bir sürece ertelerse o iflah olmaz bir pasifisttir.
Eğer bu gün kitleler bize ve devrimci harekete mesafeli duruyorsa, bunun nedenlerini bilmek gerek. Biz kitleleri zorla güdülmesi gereken unsurlar olarak değil, devrimin temel dinamik gücü olarak görmek zorundayız. Kitleler, sonuçta, sınıfsal zeminde kendi yaşam biçimini kuran insanlardır ve bu insanlarla birebir ilişki kurmak, onları sorunları etrafında örgütlemek gereklidir. Devrim kitlelerin örgütlü eseridir; devrim yapacaksak, devrimin her aşamasında işçi ve emekçi sınıfları, gençlik ve aydınları, kadınları, ezilen halkları yaşamın içinde kendi çelişkileri ekseninde örgütlemek zorundayız. Devrimizin bu aşamasında, kitleleri büyük birimler halinde örgütleyemeyiz, ama onları kendi sınıfsal çelişkileri ve sorunları temelinde küçük birimler halinde; sadece yasal dernek, sendika, kooperatif vb. altında değil, bizzat mahalli alanlarda, ev ev, sokak sokak örgütleyebiliriz. İşçi sadece fabrika ya da iş yerinde değil, elbette bu alanları da içeren biçimde yaşadığı alanlarda, mahalli alanlarda örgütlenebilir. Öğrenci ve aydın gençlik sadece okul vb. gibi yerlerde değil, bu alanların yanında çeşitli derneklerde, sanatsal ve kültürel ilişkiler içinde, çeşitli araçlarla örgütlenebilir. Kadın emekçi sadece fabrika ve işyerinde değil, evlerinde, çeşitli demokratik kitle örgütlerinde vb. örgütlenebilir.
Her kesimden insan ve toplumsal kesim kendi özgünlüğü ile sınıf savaşında yerini alır. Kendini ifade edemeyen, bu özgünlüğü yansıtamayan kendi olamaz, kendi olamayan ise devrim gibi büyük bir toplumsal eylemde yerini alıp bu rolü oynayamaz. İşçi ve emekçi kimlik, temel ve sınıfsal bir kimliktir; ancak kadın, genç, Kürt, alevi, vb. toplumsal,ulusal ve inanç sahibi insanlar bu özgün kimliklerini yansıtamazsa, bu temel sınıfsal kimlik tek başına yetmez. Sınıfsal kimlik üst çatıdır, ama bu ülke sık ifade edilen gibi “mozaik”ten öte adeta her ulus, ulusal topluluk, din ve vicdan sahibinin iç içe olduğu bir toplumsal zenginliğe sahiptir. Bu özgünlükleri yok sayarak bir yere varılamaz.
O halde, biz genel bir söylem ve stratejik politikanın ötesinde, taktik politikalarımızı da her kesime taşımak, o kesimin özgünlüğü ile buluşturmak zorundayız. Politikalarımızı işçiye, kamu emekçisine, kadınlara, gençliğe, Kürt-Arap-Ermeni vb. ulusal kimlik sahiplerine, alevi vb. gibi inanç sahiplerine götürmek ve bu özgünlüklerle taktik politikalarımızı zenginleştirmek zorundayız.
Beşinci olarak, alışkanlıkların gücü zor ve gerici bir güçtür, yıkılması bir çırpıda mümkün değildir ve sistemli, sürekli mücadeleyi gerektirir. Örneğin, sadece bizi değil, Türkiye devrimci hareketini adeta teslim alan tembellik, kolay olanla yetinme, zor karşısında gerileme, vb. kitle çalışmasında mutlaka aşılması gereken alışkanlıklardır. Bu alışkanlıklar, uzun yıllara yayılan yenilgi sürecinde, gerileyen kitle hareketi içinde kök salmıştır ve devrimci hareketin kitle ilişkilerinde daralmaya yol açmıştır.
Sanılıyor ki, biz doğru ve güzel değerlendirmelere ya da perspektiflere sahip olursak ya da bunun tıkandığı yerde, “sol”dan “bir-iki darbe” vurursak her şey çözülecek ve kitleler yanımıza gelecektir. Bu büyük bir yanılgıdır. Dünya ve hele ülke devrimimiz, dahası bizzat kendi özgün mücadele ve tarihimiz bunun böyle olmadığını defalarca ispatlamıştır. Kitle çalışması sabır ve büyük emek ister ve bu emekten yapılan cimrilikler hep döner devrimi vurur. Kitle çalışması, küçümsenecek bir çalışma değildir; sürekli ve sistemli bir mücadeleyi, kitlelere doğru ve onlarla aramızdaki sınırları yok eden bir tarzı, onları kaybettiği bu ilişkiler içinde kazanma gücü vermeyi gerektirir.
Burada alışkanlıklar gerici bir rol oynar; ki bu alışkanlıklar günlük yaşam ve toplumsal ilişkiler içinde an be an kendini yeniden üretmektedir. Tembellik ve sabırsızlık, kolay olanı seçme ve doğru olanda ısrarcı olmama devrimci sosyalist hareket saflarında da uzun yılların bir hastalığı olarak varlığını sürdürmektedir. Dahası, örneğin, yeniden inşa sürecimizin, legal bir açılımı olarak tanımlanan PKO’ların da tüm bu hastalıklardan beslenerek “kurumculuk” alışkanlığı ile karşı karşıya geldiği bilinmektedir. Eğer biz, PKO’yu “her şey” yaparsak, bu kurumları kitlelerin kendiliğinden gelip örgütleneceği bir alan olarak düşünürsek, bu siyasal ve toplumsal ilişkiler içinde devrimin devasa sorunları karşısında zayıf konumda bir örgütsel güçle hiçbir şey başaramayız. Bu tip alışkanlıklarla değil bir devrim hareketini örgütlemek, bir kurumu bile buna uygun hale getirmek mümkün değildir.
Tüm bu hastalıklarla, alışkanlıklardan kaynaklanan statükocu tutumlarla sistemli olarak günlük yaşam içinde mücadele etmek, belirlenen taktik politikalarda ısrar etmek zorunludur, başarı da buradan geçer.
Altıncı olarak, kitle çalışmamızı alan esasına göre düzenlemek ve bunu mutlaka bir örgütlenme ekseni ile bütünleştirmek zorundayız. Genel ve her dönem için geçerli bir kitle çalışması yoktur. Kitle çalışması her süreçte kendi özgün biçimini alır. Bugün geçerli olan yarın olmayabilir ya da dün geçerli olan bugün geride kalmış olabilir. Bu açıdan, devrimin her sorununda olduğu gibi, devrimci kitle çalışmasında da hazır bir reçete asla olamaz. Eğer devrimin tüm nesnel koşulların önümüze koyduğu imkanlara rağmen bizim bunları asgari düzeyde değerlendirecek örgütsel güç ve sistemimiz yoksa bu imkanlar soyuttur, dahası bir çürümenin koşularını da yaratır. Keza yaşanan uzun örgütsüz yıllar, sadece devrimci sosyalizmi değil, TDH’nin bütününü de dönüp vuran bir siyasal sonuç yaratmıştır.
Devrimci yenilenme ekseninde yeniden inşa sürecimiz “örgütlü örgütsüzlük” koşullarında kapsamlı bir proje olarak ortaya konmuştur. Uzun yılların örgütsüzlüğü ve sürecin dışına düşme hali ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmış ve bunları aşmak öyle bir çırpıda, kolayca olmamıştır. Başka açılım ve çabaların yanı sıra, kitle çalışmasında legal zeminde belirlenen PKO, başlangıçta doğal olarak bir zemin yaratma, “havuz” işlevi görme ile karşı karşıya kalmıştır. Ama biz burada durursak, buradan yeni alan ve ilişkilere açılım yapamazsak, yukarıda işaret ettiğimiz statükoculuğa teslim oluruz. Keza bu tehlikeyi uzun süre önce gördük ve buradan alan temelinde örgütlenmeye işaret ettik. Ama önemli ölçüde alışkanlıkların gücü, elbette kadro ve aktivistlerin bu konuda güçlü bir anlayışa sahip olmaması ve partinin bu konuda kadro ve aktivistleri yeteri derecede eğitememesi ile bütünleşince, bir türlü yeni açılımları örgütlemeyi ve yeni bir düzeye sıçratmayı başaramadık, eskiyi tekrarla yetindik. Bu gerçeği “iç tartışma” ile bir kez daha ele aldık, daha güçlü bir bilinç ortaya çıkardık. Hâlâ da eski olanın etkileri vardır. Oysa alan temelinde örgütlenmek, hem bir ihtiyaç, hem de zorunluluktur. Tüm devrim deneyleri, devrimimiz ve devrimci sosyalist hareketin tarihi bunun doğruluğunu defalarca ispat etmiştir.
Hangi alanda olursak olalım, ister açık, ister özgür alanda, kendi içinde bir alan örgütlülüğü oluşmaz ise buradan başarı çıkmaz. Örneğin özgür alan, eğer bir bölge ve kendi içinde daha küçük mahalli alanlarda, hatta genişleyen kitle bağlarına koşut olarak kadın, gençlik, vb. alanlarda kendine özgü örgütlenme biçimlerini yaratamazsa ilerleyemez. Aynı şekilde bir PKO örgütlenmesi de eğer kendi içinde somut koşullara bağlı olarak kadın, işçi ve emekçi, sanat ve kültür ve mahalle çalışması yapamazsa ilerleyemez. Bunu bilince çıkarmak ve ısrarcı olmak gerekir.
Bu açılımlar laf olsun diye de yapılamaz. Eğer sizin bunları yapacak politikanız yoksa, bu politikayı o alanda örgütleyecek asgari bir kadro yapınız ve kitle ilişkiniz yoksa, bu açılımlar soyut olmaktan öteye gidemez. Burada iki unsura dikkat etmek lazım. Birincisi, belirli bir alt yapısı olmadan bu tip açılımlar yapılamaz. İkincisi ise, bu açılımları çok “büyütüp” mükemmeliyetçi bir anlayışla hep zamana bırakmaktan uzak durmak lazım. Unutmamak gerek ki, örgüt olamadan değil kitleleri örgütlemek, hiçbir şey örgütlenemez ve yapılamaz; ama örgütü de hazır olarak önümüzde bulamayız, asgari örgüt yeni örgütleri yaratır. Yeter ki, stratejik ve taktik politikamızın gereğini yapalım, yılmadan çalışalım.
Unutmamak gerek, parti kitleler içinde örgütlü bir güç haline gelebilirse yenilmez maddi bir güce dönüşür. Kitleler, işçi ve emekçi sınıflardan, farklı sınıf ve kesimlerden halktan oluşur; bunların devrim için en dinamik güçleri, işçi ve emek güçleri, kadınlar, gençliktir. Partinin önderliğinde halk cephesi bu güçlere dayanır ve her kesimin kendi içinde bir dizi alana göre örgütlenir. Bu örgütlenme, kitleleri devrimci bir halk hareketi için halk cephesinde örgütlemek, stratejik bir hedeftir; bu günden yaptığımız her açılım bu stratejik hedefe göre ilk adımdır.
Yedinci olarak, doğru bir taktik politikanın yanı sıra direnme kültürü ve emek seferberliği zorunludur. Yukarıda ve daha başkaca yazılarımızda sık sık ifade ettik, direnmeden tek bir adım bile atılamaz, tek bir kazanım söz konusu olamaz. Eğer bir direnme kültürüne sahip olmazsanız, bu politika ve kültürü iç yaşamınızda içselleştiremezseniz, en küçük demokratik hak arayışında büyük baskı ve sindirme politikaları ile karşı karşıya kalınca geri adım atıp bırakın devrimin önünü açmayı, ona omuz bile veremezsiniz. Yine bu kültür, çıkarsız ve hesapsız devrim emekçiliği ile bütünleşemezse tek bir adım bile atmak mümkün değildir. Bu düzen korkuyu pompalıyor, her aracı kullanarak kitleleri teslim almaya çalışıyor. Kavga ve mücadele özgürleştirir, korku duvarları mücadele ile parçalanır; bu özgürleşme, direnme kültürü ve bilinci ile kendimize ve devrime büyük emekler vererek somutlaşır. Bu bireyler için geçerli olduğu gibi partiler için de geçerlidir.

Taksim İradesi Önemlidir
Güncel bir örnekten hareket edelim…
1 Mayıs 1977’den bu yana, her türlü yasak ve baskıya rağmen Taksim, bir alandan öte siyasal ve tarihsel açıdan bir mevzidir. Sol ve devrimci hareket her 1 Mayıs’ta kimi zaman özgül ve farklı argümanlarla bunu ifade eder. İşçi ve emekçilerin Taksim alanını kazanması bir mevzidir ve oligarşi yılardır bu alanı işçi ve emekçilere boşuna yasaklamış değildir. Devrimci sosyalist hareket ve bazı devrimci güçler için bu açıdan Taksim,1 Mayıs tartışmalarında stratejik bir yerde durur. 1978 yılından bu yana Taksim’i işçi ve emekçilere açmak büyük bedelleri gerektirmiştir; 1 Mayıs şehitleri ve onlarca yaralı bunun ifadesidir.
Aslında son yıllarda giderek güçlenen Taksim iradesi, 1 Mayıs 2007’de Taksimi kazanmaya dönüşmüştür. Başta devrimci sosyalist hareketin de bir bileşeni olduğu Devrimci 1 Mayıs Platformu olmak üzere DİSK, KESK. vb.’den oluşan bu irade oldukça önemlidir. Bu irade 1 Mayıs’a yansımış, işçi ve emekçiler, devrimciler, devrimci sosyalistler, her tür saldırı ve tehdide rağmen direne direne Taksim’e çıkmışlardır. Bu, direnme kültürü açısından büyük bir kazanımdır. Bu direnişte devrimin tüm direnme dinamiklerinin cisimleşmesi vardır; cezaevleri direnişinin, Ö.O’ları ve AG’ lerinin, 19 Aralık büyük direnişin, Gazi barikatların, NATO’ya karşı gelişen sokak direnişlerinin, 1988-89 Taksim’i zorlama ve çatışmalarının ve diğer direnişlerin tüm motifleri bu direnişte vardır. Bu direnme bilinci ve kültürü olmasaydı, Taksime çıkılamazdı.
Taksim bu bilinç ve kültürün ifadesi olarak işçi ve emekçilere açılacaktır. Taksim’i işçi ve emekçiler kazanacaktır; bu ne emperyalistlerden demokrasi beklentisinin bir sonucu olacaktır, ne de oligarşi içi çatışmaların bir lütfü olacaktır, direne direne Taksim kazanılacaktır. 2007 1 Mayıs’ı bunun açık ilanıdır.
Ama 1 Mayıs Taksim direnişinde de görüldüğü gibi, bu direnişi, sadece Taksim’e çıkanlar değil, “her yer Taksim” şiarı ile oligarşinin saldırılarını Beşiktaş’ta, Kabataş’ta, Okmeydanı’nda, Kasımpaşa’da karşılayanlar, tek tek direnenler, büyük bir emekle bu çalışmaları yürüten ve kitleleri Taksim’i kazanma düşüncesiyle seferber edenler temsil etmiştir.
Bu direniş ve birebir, insandan insana devrimci çalışma olmasaydı bu gün Taksim değil, en ilerisinden Kadıköy’le yetinen bir anlayışın sahibi olmaktan öte gidilemezdi.
Bunu bilmek ve eğer kitle çalışmasında ustalaşmak istiyorsak, bu direniş kültürünü içselleştirmek zorundayız. “En az direnme” ile yetinmek, her zaman en geri kitlelere bakarak taktik belirlemek bizden uzaktır. Biz, 21 yüzyılın devrimlerini örgütleyecek bir partiyi adım adım inşa ediyoruz ve tarihimiz bir direnme tarihidir. Direniş, sadece bize özgü de değildir, devrimci hareketin tüm onurlu direnme örnekleri bizimdir. Biz sadece ve sadece gerçeğe bağlı kalmayı ilke edinen, hiçbir eksikliğini de “kol kırılır içinde kalır” diyerek kendine saklamayan bir anlayışın sahibiyiz. Partimiz, devrimci halk hareketini militan bir kitle çizgisi ile sokakta inşa edecektir. Bunu inşa ederken, direniş kültürümüzden beslenerek, bunu örneğin 1 Mayıs 2007’de olduğu gibi bazı eksikliklerimize rağmen en iyi temsil ederek yeniden üreteceğiz. Biliyoruz, sokakta, barikat başlarında savaşçı bir ruhla kendini eğitmeyen, bunu örgütleyemeyenler, bırakınız devrim hareketini, günü bile kurtaramazlar.
2007 1 Mayısında Devrimci Sosyalist Hareket örgütlü ve kitlesel bir güçle Taksime çıkmıştır; bu başarıdır ve geleceği kazanma iradesidir. Kitle hareketi ve direniş bizi eğitir, geliştirir, özgürleştirir. Böylesi anlarda esnek ve çok yönlü olmak, yaratıcı olmak, iç dünyamızın zayıflıklarına karşı doğru ve geliştirici bir tarz benimsemek oldukça önemlidir. Böylesi bir direniş içinde de elbette eksik yanlar vardır; bunları eleştirmek ve daha ileri bir anlayışı, politik tutumu benimsemek, bunu her alan, ilişki ve bireyde özümlemek zorunludur, parti tarzı budur.
Şimdi bu kazanma iradesi ve tarzı ile geleceği kavramak, kitle çalışmalarında bu tarzı büyüterek çoğaltma zamanıdır.
Başaracağız; bilinçle, direnmeyle, emekle…

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19