Bir türlü adını hak
etmeyen tuhaf bir kışın ardından Türkiye nihayet
işte şimdi, 1 Mayıs’ın güzelliğiyle bahara girdi.
Aylardır burjuva kukla tiyatrosunda bin türlü alavere
dalavere döndürülürken, küçücük bardaklarda iplerin
ve kuklaların birbirine karıştığı büyük fırtınalar
estirilirken, birden sahneye başka birileri, emekçiler
ve devrimciler fırladı ve bütün herkesin ezberini
unuttuğu görkemli bir sarsıntı yaşandı. Bir aydır
memleketi sahipsiz zannedenlerin göklere çıkardıkları
yaygara sürerken, Türkiye’nin bu gürültücülerden
ibaret olduğu sanılırken, arka sokaklardan gelip
gaz bulutları arasından yükselen özgürlük çığlığı
bütün hesapları alt üst etti. Bir aydır sahibinin
sesi düzeninde çalışan medya bütün Türkiye’yi “tek
yumruk-tek yürek” olmuş sayarak sevinç gözyaşları
dökerken, “sınıfsız-imtiyazsız” bir milletin uyanışı
kutsanırken, birden işçi sınıfının sesi duyuldu:
“Biz sizden değiliz! Pis işlerinize bizi karıştırmayın!”
Milyonları sokağa döken “müthiş kadınlar”dan söz
ediyor gazeteler; eski rektör yamakları, öğretim
üyeleri, vs… Biraz da gizli gizli biraz alay ediyorlar
sanki; çünkü bu miting furyasının nereden organize
edildiğini en iyi o haber merkezlerinde oturanlar
biliyor. Ve yine en iyi onlar biliyorlar; emekçilere
reva görülen yasakların yüzde biri uygulansa o “çağıl
çağıl” miting meydanlarında kaç kişinin kalacağını!
Türkiye’yi sokağa döken “müthiş” kadınlar…
Emekçiler cehenneme döndürülmüş, işgale uğramış
bir kentin her köşesinden cevap veriyor onlara:
Bu bizim iyi organize olamamış halimizdir, haberiniz
ola!
***
Türkiye 1 Mayıs’ı, olağanüstü bir gerginlik ve
karmaşa ortamında karşıladı. Akılların karıştığı,
zihinlerin bulandığı günler…
Aylardır beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi
oligarşi cephesinde tam beklenen karşılığı buldu
aslında. Yani kriz, Nisan’ın ortasında ortaya
çıkmış değildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin tarihi
yasal olarak elbette çok önceden belliydi ve herkesin
kavgaya hazırlanmak için bol bol zamanı vardı.
Askerlik, her şeyden önce bir planlama sanatıdır.
Doğrusu Genelkurmay da bu sanatı iyi icra etti.
Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olacağı
bilgisi üzerinden bir dizi provokasyon ve imalı
açıklama, çok önceden başladı. Bu arada Tayyip’in
neden cumhurbaşkanı olamayacağı sorusu hep boşlukta
kaldı. Türkiye’de cumhurbaşkanı olmanın kıstası
elli yıldan beri belliydi aslında. ABD ve işbirlikçilerinin
çıkarlarına ters düşmemek! Anadolu çocuklarını
Kore’de kırdıranlardan cunta şeflerine, Deniz’leri
sehpaya çıkarmaktan başka marifeti olmayan adamlardan
darbe mimarı IMF ajanlarına kadar herkesin Cumhurbaşkanı
olduğu Türkiye’de Tayyip’in bu makam için fazlası
vardı, eksiği yoktu. Ama inisiyatif savaşları
içinde planlamalar yapılmıştı artık ve “laiklik”
masalı en ikna edici silah haline gelmişti.
Doğrusu hakkını vermek gerekir; Genelkurmay analizcileri
son yıllardaki Soros operasyonlarını, Yugoslavya’yı,
Ukrayna’yı, vs. iyi incelemişler. Tam da benzer
bir kurgu hazırlanmıştı çünkü. Bir yandan darbe
tehditleri, diğer yandan “silahsız kuvvetler”
diye anılan “sivil” organizasyonların kitlesel
harekatı... Bütün bunlar gizli şeyler de değil.
Nokta’da yayınlanan belgelerde, darbe yolu ABD
tarafından tıkanan ordunun “sivil” bir kalkışma
planladığı, bunun için hazırlıkların yapıldığı
açık açık yazılıyordu. Bir tür Fetullah organizasyonu
olduğu anlaşılan yeni Nokta dergisi bu arada baskıyla
yok edildi ama kimse açıkça bütün bunların doğru
olmadığını söylemedi; söyleyenler de ikna edici
değillerdi.
Önce Büyükanıt’ın Amerika ziyareti; sonra bir
saati aşan uzun basın açıklamaları; daha sonra
da iplerin iyice gerilmesi… Bu arada, Türkiye’de
çok önemli şeyler oldu aslında. Örneğin Kızıltepe
davası sessizce bitirildi ve bütün polisler beraat
etti. Böylece bir kez daha çok açıkça polisin
yetkilerinin sınırsızlığı onaylandı ve herkese
ilan edildi. Şemdinli ise zaten biliniyordu ama
Büyükanıt, savcının ihracını bile yeterli görmemiş
olmalı ki, ilerde kimse böyle aykırılıklar yapmasın
diye o konuda da son noktayı koydu. Hrant Dink
davası ise önümüzdeki yüzyıla kadar sürecek gibi
görünüyor…
Ve tabii arada yine orta sınıfların ödünü patlatacak
bir Malatya faciası! Misyonerleri katledenlerin
arkasında önünde kim var kim yok, o kadar önemli
değil. Ayrıca bir kitabevinde oturan insanları
öldürmek için karışık organizasyonlara da gerek
yok. Ama durum her ne olursa olsun, bu korkunç
cinayet de eninde sonunda “şeriata karşı” kitleleri
sokağa dökmek isteyenlere birkaç puan yazdı.
Böylece Nisan ayının ortalarına gelindi. Ne darbe
kışkırtıcısı televizyoncular, ne kendisini kitle
önderi zanneden eski savcılar ve rektörler, vs…
14 Nisan mitinginin organizatörü, yapıcısı açıkça
belliydi: Genelkurmay! Hrant Dink cenazesi için
“üç günde nereden çıktı bu kadar döviz” diyen
komplo teorisyenleri Tandoğan’a bu kadar insanın
nasıl toplandığını, bu işlerin nasıl organize
edildiğini hiç sormadılar. Sormadılar, çünkü biliyorlardı.
Eti budu belli Atatürkçü dernekler başarmamıştı
bu işi, CHP gibi partiler ise kitle toplamak konusunda
zaten merhemleri olsa kellerine sürecekler! Organizasyon,
düpedüz askeri bir organizasyondu ve işi kotaranlar
geniş yığınların ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu
ve tepkilerini ifade edecek bir kanal aradıklarını
da biliyorlardı. Böylece ortaya manipüle edilmiş
büyük yığınlar çıktı. Orta sınıflar için garantili
ve TSK güvenceli bir eylem pratiği, daha alt sınıflar
ve emekçiler için öfke boşalması, muhalefet için
ise kendi becerileriyle asla yaratamayacakları
bir büyük insan havuzu…
AKP, bütün bu sıkıştırma taktiklerine Abdullah
Gül kartıyla yanıt verince, Genelkurmay’ın darbe
tehdidi içeren, ama onun da ötesinde “Türk olmaktan
mutlu olmayan” herkesi hedef tahtasına koyan bildirisi
gecikmedi. Ama Cuma akşamı! Pazartesiye kadar
piyasalar nasıl olsa duruma alışırlar!
Çağlayan Mitingi bu koşullarda yapıldı. Bütün
yolların açıldığı, otobüs, tramvay, metro seferlerinin
bedava yapıldığı bir bahar mitingi… Kürsüdeki
hesap bilmez çığırtkanlar 4 milyon deseler de
1 milyon kişi herhalde vardı. Miting yapıldı bitti
ama geriye bu kadar büyük kalabalıkların nasıl
ve neden bir araya geldiği sorusu kaldı. İyi bir
organizasyondu evet, ama yine de bu kadar çok
insanın her nasıl olursa olsun bir yere toplanması
için kendilerine özgü sebeplere sahip olması gerekir.
Tehlikesiz bir siyaset biçimi… evet. Orta sınıflar
için politik bir Pazar macerası… evet. Sınavlar
bile iptal edildi… evet. Ama yine de geriye düzenden
rahatsız olan binlerce insan ve onların çarpılmış
tepkileri kalıyor. İşin sırrı ve organizasyonun
inceliği de burada zaten. Yapılan şey, açıkça
bir kamplaştırma ve katılaştırma operasyonudur.
Bütün ipleri sonuna kadar gerip ondan sonra da
mevcut durumdan, iktidardan rahatsız herkesi bir
araya getirip okun ucunu tek bir yere, hükümete
yöneltmek… Alanın çeşitli köşelerinde değişik
sebepler ve güdüler olsa da bunların tümünü birkaç
sloganda bir araya getirmek ve en önemlisi faşizan
bir “tek ses-tek yürek” söylemiyle kuşatmak… Bu
arada mitinge katılarak kendi renklerini Genelkurmay’ın
hizmetine sunan KESK ve DİSK’in de hakkını yememek
lazım!
Sonuçta, artık işin rengi belliydi. Organizasyonun
büyüklüğü karşısında bunalan ve artık durumu küçümsemeye
de kalkışmayan AKP, son olarak Anayasa Mahkemesi’nin
önceden bilinen kararıyla yelkenleri suya indirdi
ve seçim kapısı açtı.
Şimdi, herkesin büyük umutları var! 22 Temmuz
akşamı, bütün bu çabaların nasıl bir sonuç sağlayacağı
görülecek. Bu arada mitinglerin son aşamasındaki
mızrak ucunun işaret ettiği “birlik” hedefi de
hem DYP-ANAP arasında, hem de daha sıkıntılı bir
şekilde CHP-DSP arasında gerçekleşmiş görünüyor.
Bütün bu rüzgarın ne kadar yağmur getireceğini
şu anda kendileri de bilmiyorlar. Ama kimse AKP’nin
bu süreçten korkunç bir yarayla çıktığını, seçimlerde
hezimet yaşayacağını düşünmüyor. Olsa olsa umulan
şey, daha kontrol altında bir meclis tablosunun
ötesine geçmiyor.
***
Geçen sayımızda 1 Mayıs günü ile burjuva siyasetinin
bu en karışık döneminin üst üste düşeceğini ama
işçi sınıfının kendi birlik ve dayanışma gününü
bu kargaşaya kurban etmeyeceğini söylemiştik.
Doğrusu 1 Mayıs günü olan şey, bundan çok daha
fazlasıydı. Tam da birlik-beraberlik çığlıklarının
ortasında, tam da birileri ortalığı yalnızca şeriat
ve cumhuriyet olarak iki renge boyamışken, emekçiler
ve devrimciler kendi renkleriyle, kızıl bayraklarıyla
ortaya çıktılar. Üstelik İstanbul, son yıllarda
görülmemiş bir ablukaya alınmış olduğu halde.
29 Nisan mitinginin tersine bu kez vapurlar, tramvaylar,
otobüsler iptal edildi, ta Yalova feribot iskelesine
dek uzanan bir kuşatma yaratıldı, istisnasız bir
araya gelen her üç kişi gözaltına alındı. Ama
yine de bu kargaşanın ortasında, direnişin sesi
kısılamadı.
Gerçekten de heyecan verici bir tablo yaşadık.
Her yıl rutinleşmiş olan 1 Mayıs mitingi havasından
çok ötede sol, yıllardır ilk kez ciddi bir irade
çatışmasına girdi ve bütün organizasyon eksiklerine
karşın genel olarak bu çatışmadan galip çıktı.
Ve ayrıca, Valiliğe teşekkür! Bu yıl, 1 Mayıs
“karnaval havasında” geçmedi!
Son derece açıkça söylenebilir: 1 Mayıs 2007’nin
asıl kazanımı, Türkiye devrimci hareketinin neredeyse
tamamının pratikteki tüm eksikliklere karşın Taksim
iradesinin arkasında durmasıdır. Açıkçasını söylemek
gerekirse büyük abluka karşısında aşağı yukarı
herkes, elinden geleni yapmaya çalışmıştır. O
gün, akşama kadar Beşiktaş’tan Kabataş’a, Taksim’den
Okmeydanı ve Ümraniye’ye kadar İstanbul’un her
tarafında yaşanan irili ufaklı onlarca çıkış ve
çatışma, bunun kanıtıdır. Bu çatışmaların çoğunda
gözlemlenen dayanışmacı tutum da ayrıca önemlidir.
O günü yaşayanların çok iyi bildikleri gibi, özellikle
Taksim civarındaki çatışmaların çoğunda savaşmak
isteyen insanlar sağında solundakilerin hangi
siyasetten olduğunu dikkate almaksızın harekete
geçmişler ve kimi zaman tek bir alkış sesi bile
grupların bir araya gelmesi için yeterli olmuştur.
Ve nihayetinde, Taksim’e de, bütün engellere rağmen
çıkılmıştır. Taksim’de toplanabilen kitlenin daha
iyi taktiklerle büyütülmesinin mümkün olduğu söylenebilir
ama orada olmak, bayraklarımızı orada dalgalandırmak
her şeyden daha önemlidir. Bu başarılmıştır!
Bu arada hangi politik motivasyonla olursa olsun
DİSK’in uzlaşmaya yanaşmayan tutumu da önemlidir
ve bir not olarak kaydedilmelidir.
Sonuç olarak, özellikle Devrimci 1 Mayıs Platformu
için bir dizi eksik sayılabilir ve bunların en
önemlisi de herhalde, bu tür bir ablukaya karşı
iyi bir plan yapmamış olmasıdır. Bunlar tartışılabilir
ve kuşkusuz tartışılacak.
Ama yine söylüyoruz; tam da Genelkurmay yapımı
bir kargaşa sürerken devrimci güçlerin ve emekçilerin
ortayla koyduğu bu performans umut vericidir.
Böylece yapılan şey, yalnızca iyi bir 1 Mayıs
gösterisi olmamış, aynı zamanda sürece yönelik
bir politik müdahale anlamını taşımıştır.
***
Devrimci sosyalizm açısından 1 Mayıs coşku vericidir.
Elbette eksiklerimizi tartışacağız, eleştireceğiz
ama böyle bir 1 Mayıs’ta yer almış olmak, başlı
başına önemlidir. Devrimci sosyalistler, sabahın
erken saatlerinden akşama dek bütün kritik noktalarda
ellerinden geldiğince bulunmuşlar ve ellerinden
geleni ortayla koymuşlardır. Yıldız’daki kararlı
yürüyüş ve çatışmadan Okmeydanı’na, Kazancı yokuşu
başındaki gösteriye, Tarlabaşı’na ve İstiklal
Caddesi girişindeki büyük toplanmaya dek her yerde
bulunan devrimci sosyalistler, akşam saatlerinde
de E-5 eylemiyle başka bir performansı sergilemişlerdir.
Daha iyi organize olmak, daha hızlı ve dinamik
davranmak, daha iyi planlamalar yapmak, 1 Mayıs
2007’den aldığımız derslerdir. Bu dersleri tartışacağız,
sonuçları hiç unutulmayacak şekilde kafamıza kazıyacağız.
Şimdi ise zaman, yeni süreçlere hazırlanma zamanıdır.
1 Mayıs, devrimci sosyalizm açısından kritik bir
zamana denk düştü. Devrimci sosyalist hareket,
başından beri söylüyoruz, sıradan bir sol hareket
inşa etmek, mevcut tablonun içinde sınırlı bir
yer tutmak gibi hedeflerle kendisini sınırlamıyor.
Önümüzde büyük hedefler ve zorlu süreçler var.
Türkiye, devrimci bir müdahaleye hiç bu kadar
ihtiyaç duymamıştı. Zaman ve koşullar hiç bu kadar
sıkışmamıştı.
İşe bu bakımdan, son süreçteki gelişmeleri doğru
değerlendirmek önemli. Ortada kategorik olarak
baktığımızda, iki miting ve üç kesim var.
Mitinglerin biri Çağlayan’da. Tek bir hedefe doğru
yöneltilen ama değişik güdüler ve tepkilerden
oluşan bir yığın…
İkincisi ise Taksim’de ve İstanbul’un her yerinde.
Biri çoluk çocuk huzur havasında, diğeri gazdan
nefes alamıyor.
Biri bedava otobüsle ödüllendiriliyor, diğerinde
kent hayatı felce uğruyor.
Ve bir de üçüncü kategori var. Onlar şimdilik
miting yapmıyorlar, Taksim’de olanlara sıkıntıyla,
Çağlayan’a ise diş gıcırdatarak bakıyorlar. Genelkurmay
bildirisi, Anayasa Mahkemesi kararı, mitingler,
emekli generallerin gösterileri, vs… Onlara göre,
bütün bunlar yabancı ve dışsal olgular; manevi
değerlere karşı bir savaş başlatıldığını düşünüyorlar.
Onların da çoğu yoksul. Çağlayan’dan dağılan orta
sınıf hanımlar-beylere karşı bir yakınlık duymuyorlar.
Onların da çoğu Amerika’ya karşı nefret duyuyorlar;
İsrail kasaplarını hiçbir biçimde sevmiyorlar.
Ve tabii tümü de aynı şovenist kışkırtmanın etkisi
altında… Ama öte yandan, birilerinin sanki vatanı
yalnız kendileri severlermiş gibi davranmalarına
katlanamıyorlar.
Kısacası durum karışık; kafalar iyice karışık.
Herhangi bir kahvede, otobüste biriyle konuşmaya
başlasanız; din ve laiklik, vb. konularına girmedikçe
tek bir sorun yaşamıyorsunuz. Çünkü herkesi kesen
gerçek sorunlar aynı: emperyalizm, işsizlik, yoksulluk,
yozlaşma, vb… Bu tele dokunursanız eğer, kimse
sizin dini görüşünüzü merak etmiyor; yanlış bir
tele dokunduğunuzda ise ses alamıyorsunuz.
Devrimci sosyalist hareket, bu siyasi tablonun
önemli olduğunu düşünüyor ve karışıklık gibi görünen
durumun doğru bir müdahale ile çözülebileceğine
inanıyor.
Önümüzde büyük hedefler ve zorlu süreçler var
derken kastımız budur. Devrimci sosyalizm, bu
toplumsal durumu çözümlemek ve doğru politikaları
belirlemek göreviyle karşı karşıyadır. Yürüdüğümüz
yol, bu yüzden zordur, sıkıntılıdır. Mevcut yanılsamalı
tabloyu kabullenmediğimiz için üzerimizde zorlu
görevler vardır.
Bu bizim işimizdir; bize düşen görevdir ve zaten
bizim var olma nedenimizdir.
Öyleyse 1 Mayıs’tan aldığımız güçle bir adım daha
ileri!1 Mayıs 2007, devrimci sosyalistlere ve
bütün devrimci güçlere yeniden kutlu olsun. Bugünü
hiç unutmayacağız!
|