Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

51. Sayı - Mayıs 2007

Bir türlü adını hak etmeyen tuhaf bir kışın ardından Türkiye nihayet işte şimdi, 1 Mayıs’ın güzelliğiyle bahara girdi.
Aylardır burjuva kukla tiyatrosunda bin türlü alavere dalavere döndürülürken, küçücük bardaklarda iplerin ve kuklaların birbirine karıştığı büyük fırtınalar estirilirken, birden sahneye başka birileri, emekçiler ve devrimciler fırladı ve bütün herkesin ezberini unuttuğu görkemli bir sarsıntı yaşandı. Bir aydır memleketi sahipsiz zannedenlerin göklere çıkardıkları yaygara sürerken, Türkiye’nin bu gürültücülerden ibaret olduğu sanılırken, arka sokaklardan gelip gaz bulutları arasından yükselen özgürlük çığlığı bütün hesapları alt üst etti. Bir aydır sahibinin sesi düzeninde çalışan medya bütün Türkiye’yi “tek yumruk-tek yürek” olmuş sayarak sevinç gözyaşları dökerken, “sınıfsız-imtiyazsız” bir milletin uyanışı kutsanırken, birden işçi sınıfının sesi duyuldu: “Biz sizden değiliz! Pis işlerinize bizi karıştırmayın!”
Milyonları sokağa döken “müthiş kadınlar”dan söz ediyor gazeteler; eski rektör yamakları, öğretim üyeleri, vs… Biraz da gizli gizli biraz alay ediyorlar sanki; çünkü bu miting furyasının nereden organize edildiğini en iyi o haber merkezlerinde oturanlar biliyor. Ve yine en iyi onlar biliyorlar; emekçilere reva görülen yasakların yüzde biri uygulansa o “çağıl çağıl” miting meydanlarında kaç kişinin kalacağını!
Türkiye’yi sokağa döken “müthiş” kadınlar…
Emekçiler cehenneme döndürülmüş, işgale uğramış bir kentin her köşesinden cevap veriyor onlara: Bu bizim iyi organize olamamış halimizdir, haberiniz ola!

***
Türkiye 1 Mayıs’ı, olağanüstü bir gerginlik ve karmaşa ortamında karşıladı. Akılların karıştığı, zihinlerin bulandığı günler…
Aylardır beklenen Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi oligarşi cephesinde tam beklenen karşılığı buldu aslında. Yani kriz, Nisan’ın ortasında ortaya çıkmış değildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin tarihi yasal olarak elbette çok önceden belliydi ve herkesin kavgaya hazırlanmak için bol bol zamanı vardı.
Askerlik, her şeyden önce bir planlama sanatıdır. Doğrusu Genelkurmay da bu sanatı iyi icra etti. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adayı olacağı bilgisi üzerinden bir dizi provokasyon ve imalı açıklama, çok önceden başladı. Bu arada Tayyip’in neden cumhurbaşkanı olamayacağı sorusu hep boşlukta kaldı. Türkiye’de cumhurbaşkanı olmanın kıstası elli yıldan beri belliydi aslında. ABD ve işbirlikçilerinin çıkarlarına ters düşmemek! Anadolu çocuklarını Kore’de kırdıranlardan cunta şeflerine, Deniz’leri sehpaya çıkarmaktan başka marifeti olmayan adamlardan darbe mimarı IMF ajanlarına kadar herkesin Cumhurbaşkanı olduğu Türkiye’de Tayyip’in bu makam için fazlası vardı, eksiği yoktu. Ama inisiyatif savaşları içinde planlamalar yapılmıştı artık ve “laiklik” masalı en ikna edici silah haline gelmişti.
Doğrusu hakkını vermek gerekir; Genelkurmay analizcileri son yıllardaki Soros operasyonlarını, Yugoslavya’yı, Ukrayna’yı, vs. iyi incelemişler. Tam da benzer bir kurgu hazırlanmıştı çünkü. Bir yandan darbe tehditleri, diğer yandan “silahsız kuvvetler” diye anılan “sivil” organizasyonların kitlesel harekatı... Bütün bunlar gizli şeyler de değil. Nokta’da yayınlanan belgelerde, darbe yolu ABD tarafından tıkanan ordunun “sivil” bir kalkışma planladığı, bunun için hazırlıkların yapıldığı açık açık yazılıyordu. Bir tür Fetullah organizasyonu olduğu anlaşılan yeni Nokta dergisi bu arada baskıyla yok edildi ama kimse açıkça bütün bunların doğru olmadığını söylemedi; söyleyenler de ikna edici değillerdi.
Önce Büyükanıt’ın Amerika ziyareti; sonra bir saati aşan uzun basın açıklamaları; daha sonra da iplerin iyice gerilmesi… Bu arada, Türkiye’de çok önemli şeyler oldu aslında. Örneğin Kızıltepe davası sessizce bitirildi ve bütün polisler beraat etti. Böylece bir kez daha çok açıkça polisin yetkilerinin sınırsızlığı onaylandı ve herkese ilan edildi. Şemdinli ise zaten biliniyordu ama Büyükanıt, savcının ihracını bile yeterli görmemiş olmalı ki, ilerde kimse böyle aykırılıklar yapmasın diye o konuda da son noktayı koydu. Hrant Dink davası ise önümüzdeki yüzyıla kadar sürecek gibi görünüyor…
Ve tabii arada yine orta sınıfların ödünü patlatacak bir Malatya faciası! Misyonerleri katledenlerin arkasında önünde kim var kim yok, o kadar önemli değil. Ayrıca bir kitabevinde oturan insanları öldürmek için karışık organizasyonlara da gerek yok. Ama durum her ne olursa olsun, bu korkunç cinayet de eninde sonunda “şeriata karşı” kitleleri sokağa dökmek isteyenlere birkaç puan yazdı.
Böylece Nisan ayının ortalarına gelindi. Ne darbe kışkırtıcısı televizyoncular, ne kendisini kitle önderi zanneden eski savcılar ve rektörler, vs… 14 Nisan mitinginin organizatörü, yapıcısı açıkça belliydi: Genelkurmay! Hrant Dink cenazesi için “üç günde nereden çıktı bu kadar döviz” diyen komplo teorisyenleri Tandoğan’a bu kadar insanın nasıl toplandığını, bu işlerin nasıl organize edildiğini hiç sormadılar. Sormadılar, çünkü biliyorlardı. Eti budu belli Atatürkçü dernekler başarmamıştı bu işi, CHP gibi partiler ise kitle toplamak konusunda zaten merhemleri olsa kellerine sürecekler! Organizasyon, düpedüz askeri bir organizasyondu ve işi kotaranlar geniş yığınların ciddi bir sıkıntı içinde olduğunu ve tepkilerini ifade edecek bir kanal aradıklarını da biliyorlardı. Böylece ortaya manipüle edilmiş büyük yığınlar çıktı. Orta sınıflar için garantili ve TSK güvenceli bir eylem pratiği, daha alt sınıflar ve emekçiler için öfke boşalması, muhalefet için ise kendi becerileriyle asla yaratamayacakları bir büyük insan havuzu…
AKP, bütün bu sıkıştırma taktiklerine Abdullah Gül kartıyla yanıt verince, Genelkurmay’ın darbe tehdidi içeren, ama onun da ötesinde “Türk olmaktan mutlu olmayan” herkesi hedef tahtasına koyan bildirisi gecikmedi. Ama Cuma akşamı! Pazartesiye kadar piyasalar nasıl olsa duruma alışırlar!
Çağlayan Mitingi bu koşullarda yapıldı. Bütün yolların açıldığı, otobüs, tramvay, metro seferlerinin bedava yapıldığı bir bahar mitingi… Kürsüdeki hesap bilmez çığırtkanlar 4 milyon deseler de 1 milyon kişi herhalde vardı. Miting yapıldı bitti ama geriye bu kadar büyük kalabalıkların nasıl ve neden bir araya geldiği sorusu kaldı. İyi bir organizasyondu evet, ama yine de bu kadar çok insanın her nasıl olursa olsun bir yere toplanması için kendilerine özgü sebeplere sahip olması gerekir.
Tehlikesiz bir siyaset biçimi… evet. Orta sınıflar için politik bir Pazar macerası… evet. Sınavlar bile iptal edildi… evet. Ama yine de geriye düzenden rahatsız olan binlerce insan ve onların çarpılmış tepkileri kalıyor. İşin sırrı ve organizasyonun inceliği de burada zaten. Yapılan şey, açıkça bir kamplaştırma ve katılaştırma operasyonudur. Bütün ipleri sonuna kadar gerip ondan sonra da mevcut durumdan, iktidardan rahatsız herkesi bir araya getirip okun ucunu tek bir yere, hükümete yöneltmek… Alanın çeşitli köşelerinde değişik sebepler ve güdüler olsa da bunların tümünü birkaç sloganda bir araya getirmek ve en önemlisi faşizan bir “tek ses-tek yürek” söylemiyle kuşatmak… Bu arada mitinge katılarak kendi renklerini Genelkurmay’ın hizmetine sunan KESK ve DİSK’in de hakkını yememek lazım!
Sonuçta, artık işin rengi belliydi. Organizasyonun büyüklüğü karşısında bunalan ve artık durumu küçümsemeye de kalkışmayan AKP, son olarak Anayasa Mahkemesi’nin önceden bilinen kararıyla yelkenleri suya indirdi ve seçim kapısı açtı.
Şimdi, herkesin büyük umutları var! 22 Temmuz akşamı, bütün bu çabaların nasıl bir sonuç sağlayacağı görülecek. Bu arada mitinglerin son aşamasındaki mızrak ucunun işaret ettiği “birlik” hedefi de hem DYP-ANAP arasında, hem de daha sıkıntılı bir şekilde CHP-DSP arasında gerçekleşmiş görünüyor. Bütün bu rüzgarın ne kadar yağmur getireceğini şu anda kendileri de bilmiyorlar. Ama kimse AKP’nin bu süreçten korkunç bir yarayla çıktığını, seçimlerde hezimet yaşayacağını düşünmüyor. Olsa olsa umulan şey, daha kontrol altında bir meclis tablosunun ötesine geçmiyor.

***
Geçen sayımızda 1 Mayıs günü ile burjuva siyasetinin bu en karışık döneminin üst üste düşeceğini ama işçi sınıfının kendi birlik ve dayanışma gününü bu kargaşaya kurban etmeyeceğini söylemiştik.
Doğrusu 1 Mayıs günü olan şey, bundan çok daha fazlasıydı. Tam da birlik-beraberlik çığlıklarının ortasında, tam da birileri ortalığı yalnızca şeriat ve cumhuriyet olarak iki renge boyamışken, emekçiler ve devrimciler kendi renkleriyle, kızıl bayraklarıyla ortaya çıktılar. Üstelik İstanbul, son yıllarda görülmemiş bir ablukaya alınmış olduğu halde. 29 Nisan mitinginin tersine bu kez vapurlar, tramvaylar, otobüsler iptal edildi, ta Yalova feribot iskelesine dek uzanan bir kuşatma yaratıldı, istisnasız bir araya gelen her üç kişi gözaltına alındı. Ama yine de bu kargaşanın ortasında, direnişin sesi kısılamadı.
Gerçekten de heyecan verici bir tablo yaşadık. Her yıl rutinleşmiş olan 1 Mayıs mitingi havasından çok ötede sol, yıllardır ilk kez ciddi bir irade çatışmasına girdi ve bütün organizasyon eksiklerine karşın genel olarak bu çatışmadan galip çıktı. Ve ayrıca, Valiliğe teşekkür! Bu yıl, 1 Mayıs “karnaval havasında” geçmedi!
Son derece açıkça söylenebilir: 1 Mayıs 2007’nin asıl kazanımı, Türkiye devrimci hareketinin neredeyse tamamının pratikteki tüm eksikliklere karşın Taksim iradesinin arkasında durmasıdır. Açıkçasını söylemek gerekirse büyük abluka karşısında aşağı yukarı herkes, elinden geleni yapmaya çalışmıştır. O gün, akşama kadar Beşiktaş’tan Kabataş’a, Taksim’den Okmeydanı ve Ümraniye’ye kadar İstanbul’un her tarafında yaşanan irili ufaklı onlarca çıkış ve çatışma, bunun kanıtıdır. Bu çatışmaların çoğunda gözlemlenen dayanışmacı tutum da ayrıca önemlidir. O günü yaşayanların çok iyi bildikleri gibi, özellikle Taksim civarındaki çatışmaların çoğunda savaşmak isteyen insanlar sağında solundakilerin hangi siyasetten olduğunu dikkate almaksızın harekete geçmişler ve kimi zaman tek bir alkış sesi bile grupların bir araya gelmesi için yeterli olmuştur.
Ve nihayetinde, Taksim’e de, bütün engellere rağmen çıkılmıştır. Taksim’de toplanabilen kitlenin daha iyi taktiklerle büyütülmesinin mümkün olduğu söylenebilir ama orada olmak, bayraklarımızı orada dalgalandırmak her şeyden daha önemlidir. Bu başarılmıştır!
Bu arada hangi politik motivasyonla olursa olsun DİSK’in uzlaşmaya yanaşmayan tutumu da önemlidir ve bir not olarak kaydedilmelidir.
Sonuç olarak, özellikle Devrimci 1 Mayıs Platformu için bir dizi eksik sayılabilir ve bunların en önemlisi de herhalde, bu tür bir ablukaya karşı iyi bir plan yapmamış olmasıdır. Bunlar tartışılabilir ve kuşkusuz tartışılacak.
Ama yine söylüyoruz; tam da Genelkurmay yapımı bir kargaşa sürerken devrimci güçlerin ve emekçilerin ortayla koyduğu bu performans umut vericidir. Böylece yapılan şey, yalnızca iyi bir 1 Mayıs gösterisi olmamış, aynı zamanda sürece yönelik bir politik müdahale anlamını taşımıştır.

***
Devrimci sosyalizm açısından 1 Mayıs coşku vericidir. Elbette eksiklerimizi tartışacağız, eleştireceğiz ama böyle bir 1 Mayıs’ta yer almış olmak, başlı başına önemlidir. Devrimci sosyalistler, sabahın erken saatlerinden akşama dek bütün kritik noktalarda ellerinden geldiğince bulunmuşlar ve ellerinden geleni ortayla koymuşlardır. Yıldız’daki kararlı yürüyüş ve çatışmadan Okmeydanı’na, Kazancı yokuşu başındaki gösteriye, Tarlabaşı’na ve İstiklal Caddesi girişindeki büyük toplanmaya dek her yerde bulunan devrimci sosyalistler, akşam saatlerinde de E-5 eylemiyle başka bir performansı sergilemişlerdir.
Daha iyi organize olmak, daha hızlı ve dinamik davranmak, daha iyi planlamalar yapmak, 1 Mayıs 2007’den aldığımız derslerdir. Bu dersleri tartışacağız, sonuçları hiç unutulmayacak şekilde kafamıza kazıyacağız. Şimdi ise zaman, yeni süreçlere hazırlanma zamanıdır. 1 Mayıs, devrimci sosyalizm açısından kritik bir zamana denk düştü. Devrimci sosyalist hareket, başından beri söylüyoruz, sıradan bir sol hareket inşa etmek, mevcut tablonun içinde sınırlı bir yer tutmak gibi hedeflerle kendisini sınırlamıyor. Önümüzde büyük hedefler ve zorlu süreçler var.
Türkiye, devrimci bir müdahaleye hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştı. Zaman ve koşullar hiç bu kadar sıkışmamıştı.
İşe bu bakımdan, son süreçteki gelişmeleri doğru değerlendirmek önemli. Ortada kategorik olarak baktığımızda, iki miting ve üç kesim var.
Mitinglerin biri Çağlayan’da. Tek bir hedefe doğru yöneltilen ama değişik güdüler ve tepkilerden oluşan bir yığın…
İkincisi ise Taksim’de ve İstanbul’un her yerinde.
Biri çoluk çocuk huzur havasında, diğeri gazdan nefes alamıyor.
Biri bedava otobüsle ödüllendiriliyor, diğerinde kent hayatı felce uğruyor.
Ve bir de üçüncü kategori var. Onlar şimdilik miting yapmıyorlar, Taksim’de olanlara sıkıntıyla, Çağlayan’a ise diş gıcırdatarak bakıyorlar. Genelkurmay bildirisi, Anayasa Mahkemesi kararı, mitingler, emekli generallerin gösterileri, vs… Onlara göre, bütün bunlar yabancı ve dışsal olgular; manevi değerlere karşı bir savaş başlatıldığını düşünüyorlar.
Onların da çoğu yoksul. Çağlayan’dan dağılan orta sınıf hanımlar-beylere karşı bir yakınlık duymuyorlar. Onların da çoğu Amerika’ya karşı nefret duyuyorlar; İsrail kasaplarını hiçbir biçimde sevmiyorlar. Ve tabii tümü de aynı şovenist kışkırtmanın etkisi altında… Ama öte yandan, birilerinin sanki vatanı yalnız kendileri severlermiş gibi davranmalarına katlanamıyorlar.
Kısacası durum karışık; kafalar iyice karışık. Herhangi bir kahvede, otobüste biriyle konuşmaya başlasanız; din ve laiklik, vb. konularına girmedikçe tek bir sorun yaşamıyorsunuz. Çünkü herkesi kesen gerçek sorunlar aynı: emperyalizm, işsizlik, yoksulluk, yozlaşma, vb… Bu tele dokunursanız eğer, kimse sizin dini görüşünüzü merak etmiyor; yanlış bir tele dokunduğunuzda ise ses alamıyorsunuz.
Devrimci sosyalist hareket, bu siyasi tablonun önemli olduğunu düşünüyor ve karışıklık gibi görünen durumun doğru bir müdahale ile çözülebileceğine inanıyor.
Önümüzde büyük hedefler ve zorlu süreçler var derken kastımız budur. Devrimci sosyalizm, bu toplumsal durumu çözümlemek ve doğru politikaları belirlemek göreviyle karşı karşıyadır. Yürüdüğümüz yol, bu yüzden zordur, sıkıntılıdır. Mevcut yanılsamalı tabloyu kabullenmediğimiz için üzerimizde zorlu görevler vardır.
Bu bizim işimizdir; bize düşen görevdir ve zaten bizim var olma nedenimizdir.
Öyleyse 1 Mayıs’tan aldığımız güçle bir adım daha ileri!1 Mayıs 2007, devrimci sosyalistlere ve bütün devrimci güçlere yeniden kutlu olsun. Bugünü hiç unutmayacağız!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19