Son aylarda Filistin’de gelişen
ve zaman zaman tırmanıp zaman zaman durulan
iç çatışmalar az çok biliniyor. Ancak konunun
ayrıntıları ve başka cepheleri üzerine yine
de bilgi kaynakları çok sınırlı. Bu bakımdan
FHKC politbüro üyesi Meryem Abu Dagga’nın
isteğimizi kırmayarak dergimize ilettiği bu
yazıyı okurlarımıza sunmayı önemli buluyoruz.
|
Son meclis seçimlerinden sonra Filistin’de köklü
bir değişim ortaya çıkmış ve ilk kez Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) şemsiyesi dışında kalan
bir iktidar olarak İslami Hamas hükümeti kurulmuştur.
Böylece, yarım yüzyıldan sonra ilk kez El Fetih
ulusal liderlik ve yönetim konumundan aşağı inmiştir.
Aynı süreçte uluslararası koşullarda Siyonist
işgal lehine önemli gelişmeler olmuştur; Amerika’nın
güdümünde olan bozguncu bir Arap duruşu, tamamen
Siyonist işgalin yanında yer alan ABD’nin dünyaya
hakim olma yönündeki hegemonya politikaları ve
buna uygun olarak geliştirilen Büyük Ortadoğu
Projesi ve Siyonist varlığa hizmet eden Amerika-Avrupa
eksenli batı demokrasisi... Lübnan’da, Irak’ta,
Sudan’da, Filistin’de, Somali ve Latin Amerika’da
olanlar, ABD’nin dünyayı tam bir Amerikan yeni-sömürgesine
dönüştürme çılgınlığını kanıtlıyor.
El Fetih’in yıkıntıları üzerine yeni bir deneyim
olarak kurulan Hamas hükümeti, dünya genelinde
ve Filistin özelinde bir çok dersi ortaya çıkardı.
Her şeyden önce, bu deneyim sırasında anlaşıldı
ki, bir ya da iki parti, güçleri ne olursa olsun,
Filistin halkına tek başına önderlik edemez ve
bu partinin programı ülke çıkarlarının üstünde
olamaz, çünkü ülkemiz herkesin ve her şeyin üstündedir.
Partilerin varlık nedeni ülkemizin amaçlarına
ulaşabilmektir.
İkinci ders ise şudur: Karar alma süreçlerinde
ve kurumlardaki ortaklık, sadece grupların sahip
olduğu yüzdelerle -bu yüzdeler de önemli olsa
da- ilgili değil, ulusal kurumlara ve siyasete
bütün güçlerin, kişilerin ve sivil toplum örgütlerinin
gerçek katılımıyla ilgilidir. Bu, bir hükümetin
ulusal zemindeki bütün güçler tarafından kabullenilmesini
sağlar ve hizipçiliği ortadan kaldırır. Ayrıca
bu politika, bütün nitelikli insanların ve grupların
ülkeye hizmet etmesini sağlayarak ortaya zengin
bir politik sistem çıkarır.
Üçüncüsü; Filistin halkı demokrat bir halktır
ve birlikten yanadır, tek bir partinin hüküm sürmesine
katlanamaz ve karar alma süreçlerinde diktatörlüğe
tahammül edemez. Filistin halkı ayrıca çoğulculuktan
yanadır, Filistin mozaiğinin bütün renklerini
içinde barındıran tek bir aile gibi…
Ve nihayet, dördüncü ders de, işgal altında yaşayan
bir ulusun herkesi kapsayacak biçimde demokratik
olması ve din, ırk, renk ve cinsiyet ayrımı olmaksızın
bütün dünyaya açılması gereğidir.
Bütün bunlardan dolayı, Hamas hükümetinin tek
parti konumunun yürümeyeceği kesindi ve rakip
gruplar olan Hamas ile El Fetih’in iç savaşı da
bunun doğal sonucuydu. Bu savaş, Filistin’in geleceğine
büyük zarar vermiştir, direnişin silahlarının
saflığını kirletmiş, demokrasiyi zayıflatmış ve
halkı açlık ve hastalıklarla karşı karşıya bırakmıştır.
Bu arada İsrail iç durumumuzun kendisine sağladığı
avantajları kullanarak bütün Filistin davasını
tümüyle yok etmek amacıyla iç savaş çıkartmak
için çabalamaktadır. Filistin’deki iç kavga, uluslar
arası topluluğu (Amerika, Avrupa ve İsrail) Filistin
halkına ve önderliklerine baskıyı arttırmaya yöneltti,
aslında bu baskı işgale yöneltilmeliydi; çünkü
olup bitenin tek sorumlusu işgaldir.
Filistinliler ilk kez bu ölçüde tehlikeli bir
dönüm noktasına gelip dayanmışlardır: Politik
gerileme, ekonominin kötüye gidişi, güvenlikte
kaos, sosyal çöküntü, gıda kıtlığı, ağır abluka,
artan suçlar, cinayetler, bir çoğu faili/sebebi
meçhul cinayetlere kurban giden kadınların konumunun
gerileyişi, yoksulluk oranının yüzde yetmişe yükselişi,
iş hayatı, siyaset ve güvenlik sistemlerinin hepten
felç olması…
Böylece kardeş kavgasını durdurmak için diğer
gruplarla birlikte öncü rol üstlenmek FHKC için
önemli bir gündem maddesi haline gelmiştir. Ayrıca
FHKC, ortak zeminde bir anlaşma sağlayıp güvenliği
sağlamak ve dünyaya sesimizi ortak bir söylemle
ifade edecek duruma gelerek ablukayı dağıtmak
adına gerçek bir ulusal birlik hükümeti kurmak
için de uzun görüşmeler yapmıştır. Daha sonra
da tutsaklarımızın gönderdiği Ulusal Barış Belgesi’ne(*)
geldik. Maalesef, tutsaklarımızın belgesiyle hemfikirliğimizin
bildirilmesi, İsrailli asker Gilad Şalit’in kaçırılmasından
sonra alevlenen İsrail’in Gazze operasyonlarından
ötürü gecikti, ardından başlayan Lübnan’daki savaş
bu gecikmenin Hamas ve El-Fetih’in birbirleriyle
çatışmalarına kadar uzamasına sebep oldu. Bu çatışmalar
geniş çaplıydı, uzun sürdü, kanlı ve sertti.
Filistinli grupların oluşturduğu Yüksek İzleme
Komitesi içinde, meclis önündeki parkta kurulan
oturma eylemi çadırında ve süresiz açlık grevi
boyunca FHKC, İslami Cihat ve diğer partiler,
birbirleriyle savaşan rakip gruplara karşı çıkmak
adına önemli bir rol üstlendiler. Eylemler, çatışan
taraflar Mekke’de yeniden görüşmelere başlayıp
çatışmaları sonlandırmadan bitirilmedi
Oturma çadırı, iç çatışmalara karşı halkı birleştirmek
temelinde görülmemiş bir kültür yaratarak Filistin’e
duyulan sevgiyi yaymayı amaçlıyordu. “Hepimiz
için Filistin”, “Filistin herkesi ve hepimizi
kapsar ve her şeyin üstündedir” sloganlarıyla,
basın yoluyla, mitingler ve seminerler aracılığıyla
bu kültürü yaymaya çalıştık.
Sonra Mekke Anlaşması ortaya çıktı… Bu anlaşma,
Tutsaklar Belgesi’ni gölgede bıraktı. Bir yozlaşmışlık
simgesi olarak Atamalar Mektubu(*), Tutsaklar
Belgesi’ni yok etti. Nihai olarak Mekke Anlaşması
siyasi bir gerileme anlamına geliyordu. Anlaşma,
her şeyden önce Filistin halkına baskı uygulayan
kötü şöhretli Oslo Anlaşması’na dayanıyordu.
Sonuç olarak, Hamas ve El-Fetih görevleri ve kurumları
kendi aralarında paylaşıp geriye kalan kırıntıları
da daha sonra kendilerine katılmak isteyebileceklere
bıraktılar.
Bütün bunların sonucunda FHKC, Mekke Anlaşması’nın
tartışmaya açılması için çağrı yaptı ama cevap
hayır oldu. Bunun üzerine biz, bu siyasi durum
hakkındaki tutumumuzu açıkladık ve siyasi ortaklık
üzerine kendi görüşümüzü ortaya koyduk. İç çatışmaları
durdurma çağrısı yapan maddeyi onaylasak da, Mekke
Anlaşması’nın şekline ve içeriğine ilişkin itirazımızı
kaleme aldık.
FHKC gerçek bir ortaklık istiyor ve Tutsaklar
Belgesi’nin birleşik bir politik platform için
temel alınmasını öneriyor. Abbas’ın Hamas Başbakanı
Haniye’ye verdiği Atamalar Mektubu’na karşıyız,
çünkü bu “Mektup” her şeyden önce İsrail ve FKÖ
arasındaki siyasi, ekonomik ve güvenlik anlaşmalarını
tanıyor. Bu anlaşmalar ise “terörizm”den(!) ya
da diğer bir anlatımla direnişten vazgeçmeyi gerektiriyor.
Zaten Oslo Anlaşması’nın özü de budur.
Sonuç olarak FHKC, hükümete girmeyi reddetmiştir.
FHKC, doğruları destekleyecek, yanlışlarla savaşacak,
özellikle ihmal edilmiş olan gruplar başta olmak
üzere olmak üzere genel ulusal çıkarların yararına
çalışacak pozitif, şeffaf ve sorumlu bir muhalefet
olacağını tekrar bildirmiştir.
Bütün bu söylediklerimiz, gerçek bir birliğe ve
ortaklığa, hem güvenlik hem de çalışma alanlarında
hizipçilikten uzak, güçlü ve birleşik bir sisteme
ulaşmak içindir.
Biz, gerçek çoğulculuğu ve sosyal eşitliği savunuyoruz.
FHKC, yurttaşlarımızın ve ulusumuzun yararı için
Hamas ve El-Fetih arasındaki fraksiyonculuğa karşı
koyacak ve siyasi/sosyal kararların alınması süreçlerinde
onların baskıcı ve tekelci tutumlarıyla savaşacak
demokratik bir “üçüncü taraf”ın kurulması için
çabalamaktadır.
Nisan 2007
|