Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

50. Sayı - Nisan 2007

Parti ve Kültür:
Somut Siyaset
Kitle Çalışmasının Özüdür

Devrimci sosyalist hareket, devrimci bir halk hareketi yaratmak ya da aynı anlama gelmek üzere kendisini bir halk hareketine dönüştürmek istiyor. Bu, yalnızca bir istek değil, bir program ve kesin bir kararlılıktır; temel ve tali nitelikteki değişik mücadele biçimlerinin ve örgütsel kurumlaşmaların üzerinden yürünecek uzun ve zorlu bir yoldur. Böyle bir halk hareketinden kastedilen, herhangi bir muhalif kitlesellik hali değil, bir devrim hareketi, bugünkü zayıf nitelikli kitle hareketini aşan bir devrim yürüyüşüdür; bu tanım onun yaratılmasının zorluğunu ve mümkünlüğünü içinde taşır.
Bu sürecin bir parçası olan devrimci kitle çalışması, kitleleri devrimci saflara kazanma uğraşı, sanıldığı gibi yalnızca demokratik alana özgü bir çaba değil, her alanda bütün mücadele ve örgütlenme biçimlerini kapsayan bir çalışmadır. Ama sonuç itibarıyla kitlelere ulaşmak ve onların içinde kök salmak hangi alanda olursa olsun somut politika üretmekle mümkündür. Yani politik mücadelenin en üst biçimi olan gerilladan lise hareketine dek her alanda ancak kitlelerle buluşan, onların somut talep ve istekleriyle örtüşen, onların duygularına tercüman olan bir politik tarzın başarı şansı vardır. Yani sadece bugün değil, yarın da, sadece ekonomik mücadelede ya da demokratik alanda değil, silahlı mücadelenin en gelişkin düzeylerinde de, ya kitlelerle bütünleşir, onların politik ifadesi ve giderek temsilcisi olursunuz, ya da kendi içine kapanan, kendi kendini ifade ederek kitleden bu ifadeye destek vermesini bekleyen dar bir alana sıkışırsınız.
Somut politika dediğimizde işte kastettiğimiz şey, bu bütünleşme halidir.
Böyle bir tarz ise, her şeyden önce çalışılan alanı, o alandaki insanların sosyo-ekonomik, kültürel biçimlenişini, duygu ve düşüncelerini bilmekle mümkündür. Daha doğrusu, bu iki düzeyde gerçekleşir.
Birincisi, devrimci örgütün genel olarak kitleleri tanıması, ülkedeki toplumsal sorunları ve kitlelerin yakıcı ihtiyaç ve çelişkilerini doğru biçimde gözlemlemesidir; ki bu, çoğu zaman burjuva medyanın kışkırttığı gündemleri elimizle aralayıp daha derinlere, emekçi kitlelerin ruh haline bakmamızı gerektirir. Sözgelimi, bir belirli anda ülkede A sorununun (örnek olsun, laiklik, vb. gibi) temel gündem maddesi olarak pompalanması devrimci hareket için yanıltıcı olabilir; sokağı, sokakta güçbela yaşamını sürdüren emekçileri tanımıyorsak eğer yanılabiliriz.
Öte yandan, bu tanıma-anlama çabası, öznelliği de kaldırmaz. Biz, belli bir süreçte, kendi örgütümüze ait ya da solun geneline ait bir sorunu (örneğin bir tutuklama dalgası) çok önemseyebiliriz. Olgu, gerçekten önemli de olabilir ve onun için de yoğun bir çaba sarf edebiliriz. Ama bu sorun, emekçi kitleler açısından bizim sandığımız kadar önemli olmayabilir. Nitekim bazen öğrenci hareketinde soruşturmalar ve cezaların çok fazla öne çıkarılması, genel kitle için anlamlı olmamakta ve hatta tersine onların geri çekilmesine neden olabilmektedir, vb.
Yani devrimci örgüt, salt genel stratejik politikalar, devrimci programlar belirlemekle yetinemez; öte yandan iyi bir sosyolojik-psikolojik çözümleme yeteneğine de sahip olmak, toplumun içinde bulunduğu ruh halini, davranış biçimlerini ve beklentilerini çözümlemek zorundadır.
İkinci düzey ise daha pratik bir alan olarak yerel düzeydir ya da başka bir deyişle çalışma alanıdır.
Bu alanda da daha alt düzeyde de olsa yukarıdaki iki temel nokta geçerlidir. Bir yandan alana derinlikli bir bakış; diğer yandan ise bizim öznel durumumuzu, öznel fikirlerimizi değil alandaki kitlelerin durumunu dikkate alan bir yaklaşım zorunludur. Alanın genel çerçevesi nedir, özel olarak ulaşmak istediğimiz kesimler kimlerdir, nasıl özelliklere sahiptirler, gibi bir dizi soru kitle çalışmasının her aşamada doğru biçimde yanıtlaması gereken sorulardır.
Ama somut politika dediğimiz şey, bütün bunların da ötesinde bir başka öğeyi daha zorunlu kılar: Yaratıcı -politik örgütsel çaba!
Ve işin doğrusu, hem genel olarak Türkiye Devrimci Hareketi ve hem de devrimci sosyalist hareket bu bakımdan oldukça zayıftır. Genel-geçer slogan düzeyi ve genel-geçer bir politik söylem, hâlâ solun önemli bölümünde ve hareketimizde yaygındır.
Haksızlık etmemek için söylemeliyiz; evet, devrimci sosyalist hareket genel olarak politik sorunlarda doğru halkaları yakalamakta ve doğru tepkileri ortaya koymaktadır; bunun için ürettiği yaklaşımlar, sloganlar ve yaratmak istediği kurumsal biçimler büyük ölçüde doğrudur. Sözgelimi genel olarak “Özgür Ülke-İnsanca Yaşam” vurgusu, gecekondu direnişlerinde “barınma hakkı”na yapılan özel vurgu ve işsizlik-yoksulluk kampanyasının “işimizi aşımızı aldınız/öfkemizden korkun” gibi özgün sloganları burada bir çırpıda anılabilir.
Ama yine de kitleler için çok fazla anlam ifade etmeyen genel söylem bugün hala tümüyle değişmiş değildir. Bugün hâlâ, solun -ve devrimci sosyalist hareketin- herhangi bir bildirisi, “iç bülten” dilini aşamamaktadır. Elbette burada sözünü ettiğimiz yalnızca dil değildir; daha doğrusu sorunun özü zaten dilde değildir. Yani, daha anlaşılır bir dilden, daha basit kurulmuş cümlelerden söz etmiyoruz. Somut politika üretimi derken, hem kitlelere hitap etme biçimi olarak, hem de kitleleri çağıracağımız yapıların, kurumların esnekliği, kolay katılıma uygunluğu bakımından, yeni ve yaratıcı bir yaklaşımdan söz ediyoruz.
Kuşkusuz burada, genel olarak sol için söylersek, genellemeci-sağlamcı bir refleksin etkisi vardır. Mümkün olan en “sağlam”, en “köktenci” sözü söylemek ve “hataya düşmemek” uğruna aşırı genel bir söylem tutturmak eski bir hastalıktır.
Genellemeci tarz, ilk bakışta sağlam görünür. Yani hata yapmazsın. Hatta, iyice genellemeci olup her durumda “kahrolsun kapitalizm” sloganıyla yetinirsen, örgütsel alanda da “Parti-Sendika-Komsomol üçlüsü yüz yıldır denenmiş, nesi varmış yani” diyerek milyonlarca emekçinin parçalanmış hayatlarını, onların her düzeyde, her mekanda yeniden yakalanması gerektiğini, vb. vb. unutursan, işleri tamamen “sağlama almış” olursun! Ama hayat böyle değildir. Riske girmeyen bu “sağlamcı” tutum, size hiç durmadan aynı şeyi tekrarlamak anlamında bir “tutarlılık”(!) sağlar belki ama kitlelerle bağ kurabileceğiniz oldukça kuşkuludur.
Türkiye’de hayatın içinde politika yapmak ve kitlelerle buluşmak derdi olmayan bazı grup ve insanların bu yaklaşımı çok ünlüdür. Bir yasayı protesto etseniz örneğin şöyle derler: “Ama bu ne anlam ifade eder ki, sorun düzen sorunu değil mi?”
Bir yöneticinin istifasını isteseniz, “sanki gelecek olan farklı mı olacak” diye dudak bükerler.
“Barınma hakkı”ndan söz etseniz, önünüze hemen muhteşem sınıfsal tahliller çıkarırlar.
Tabii bunun devrimci şiddete yönelik boyutu da vardır ve bunları da geçmişte çok dinlemişizdir: “Şunu cezalandırsanız ne olur ki, devlet mi yıkılır yani?”
Bu insanların asla anlamadığı şey, devrimci mücadelenin herhangi bir alanda izlediği hedef politikasının (en azından belli bir aşamada) somut-fiziki bir amaçtan çok, politik teşhiri gözettiğidir. Yani devrimci çalışma bazen yerel bir yöneticinin istifasını, bazense bir işyerinde güvenli çalışma koşullarının sağlanmasını isteyebilir ya da bir bölgedeki zehirli varillerin hesabının sorulmasını öne çıkarabilir, vs… Genel stratejik yönelimleriniz kökten vuruşlar içerebilir ve içermelidir; ama devrimci şiddet anlamında da politik hedef belirleme işi, yine kitlelerin genel ya da yerel istemleri, beklentileriyle ilgilidir. Yani her meselede “sınıflı toplumların ortaya çıkışına”(!) dek gidemezsiniz. Ayrıca, her meselede, her zaman somut bir sonuç da elde edemezsiniz. Ama her meselede, etkilediğiniz, harekete geçirdiğiniz, bir araya getirip birlikte bir şeyler yaptığınız insanlarla değişik düzeylerde ilişki kurarsınız. Bir bölümü, bir kirli varil hikayesinden gelir ve sizinle daha sonra kalıcı olarak da ilişkilenir; bir bölümü orada, o yerel sorunun çerçevesinde kalır, bir adım daha ileri gitmesi için zamana ve daha fazla çabaya ihtiyaç vardır; bir diğer bölümü ise hiçbir yere gitmez, vb. vb…
Grevler de böyledir örneğin… “Ücretler şu kadar yükselmiş de ne olmuş yani; politik olarak bunun ne anlamı var” diyen çok bilmiş, işçi sınıfının mücadelesindeki her adımın sınıfın kendine güveni açısından yarattığı olumlu etkiyi görmez. Tek tek insanların grev boyunca yaşadığı dayanışmacı duyguyu, bu duygunun onun dünyasındaki geçici ya da kalıcı izlerini tanımaz. Oysa bütün bunlar bir bütündür.

***
Uzatmaya gerek yok. Bu tarz Türkiye’de vardır ve hâlâ etkilidir.
Açıkçası, devrimci sosyalist hareket açısından böyle bir yanlış eğilimden söz etmek pek mümkün değildir. Devrimci sosyalist hareket, kendi geleneği ve politik yapısının bir sonucu olarak, bu tür bir “aman reformizme düşmeyelim” kompleksinden uzaktadır. Her mücadele biçimini ve söylemini durumun gereğine uygun olarak kullanabilme, yeni biçim ve tarzlar üretebilme konusunda hem belli bir rahatlığımız, hem de aslında yeterince politik birikimimiz vardır.
Politik müdahale ve güç noktasında geçmişe göre -şimdilik- daha zayıf olduğumuz kesin olmakla birlikte, perspektif ve esneklik bakımından esasında bir sorunumuz yoktur. Hatta denilebilir ki, hareketin güncel sorunlara dair en çok politik tutum ürettiği, en azından bunu yapmayı öğrendiği dönem günümüzdeki yeni süreçtir.
Devrimci sosyalist hareket kendi tarihi boyunca total siyaset yapmakta, bütün oklarını tutarlı bir biçimde emperyalizm ve oligarşiye yöneltmekte bir soruna sahip olmamıştır. Reformist fırtınaların ortasında kendi devrimci çizgisini uygulamış ve genel olarak doğru tutumlar almış, doğru hedeflere vurmuştur. Ama yerellikte ve güncellikte, pratik sloganlar ve kapsayıcı kurumlar, esnek biçimler üretmekte bütün sol gibi bizler de zorlanmışızdır.
Oysa şimdi, henüz bazı yönleri ve ayakları eksik de olsa, politika üretimi alanında başka avantajlara sahip durumdayız.
Yani, toparlarsak, bizim durumumuzda sorun, kompleksli tutumlarla “sağlamcı-genellemeci” bir yaklaşıma düşmekten çok, tutukluk diyebileceğimiz bir durumla ilgilidir. Zorlandığımız yer, daha çok, hızlı ve yaratıcı üretim zeminidir. Örneğin Hrant Dink cinayeti sonrasında, soldaki kimi savrulmaları biraz düşünürsek, doğru devrimci tutumu hızla benimsememiz dikkate değer bir durumdur; ama öte yandan yine de “kahrolsun şovenizm” sloganını aşan, (ki bu slogan son derece yerindedir ve doğrudur) daha fazla bu olguya özgü, bizi daha çok ayırt eden bir sloganımızın olmaması eksiklik olarak sayılabilir. Örneğin yaklaşan seçimleri düşündüğümüzde, “seçim değil devrim” demek bir tutumdur ve esasen doğru bir tutumdur. Ama bu tutumu, özgün, kitlelerin zihninde kalacak, bir yandan bizi ifade ederken bir yandan da onların ruh haline tam denk düşecek bir biçimde ifade etmek, ayrı bir politik yaratıcılık sorunudur. Yine son süreçte korkunç bir biçimde çarpıtılarak akıl almaz şovenist noktalara dek vardırılan arti-emperyalist duyarlılığı, doğru söylemlerle, bu çarpıtmaları da teşhir eden biçimlerle yeniden formüle etmek, bir başka ciddi sorundur, vb. vb.
Ve öte yandan bu, sadece slogan-söylem sorunu değil, daha yaratıcı eylem biçim ve mekanları, daha yaratıcı ve daha esnek yapılar bulma sorunudur. Yalnızca kendi gücümüzle yaptığımız eylemlerin yanına, başka insanları da katabileceğimiz başka biçimlerin artan oranda konulması sorunudur.
Devrimci sosyalist hareket, kuşkusuz bütün bunları gündemine almakta ve tartışarak kendisini yenilemektedir. Her zaman “bugün yaptıklarımızın daha iyisini yapabileceğimize” olan güvenimiz tamdır. Sürece daha yoğunlaşarak, daha yaratıcı davranmamız halinde ciddi sonuçlar elde etmemiz mümkündür.
Sonuç olarak, devrimci hareketimizin her düzeyi ve birimi, esasen bir politika üretim atölyesidir; böyle olmak zorundadır. Politik hayatı, müdahaleci bir mantıkla gözlemlemek, hızla karşılıklar üretmek, her afiş, her bildiri, her eylem üzerine yeniden yeniden düşünmek, bugüne kadarki pratiğimizden dersler çıkarmak, önümüzdeki süreçte hepimizin en ciddi görevidir.
Devrimci bir halk hareketi yaratma yolundaki yürüyüşümüz, kolektif aklımızın ve irademizin eseri olacaktır.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19