Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

50. Sayı - Nisan 2007

Bundan 35 yıl önce, Kızıldere’de bir tarih yazıldı; Kızıldere’de ON’ların elinde yükseklerde tutulan, devrim ve sosyalizmin yolunu aydınlatan kurtuluş bayrağı, emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye karşı bir savaş manifestosudur.
Kızıldere’de Parti-Cephe’nin önder kadro ve savaşçıları; Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Saffet Alp, Sebahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan; THKO Savaşçıları Cihan Alptekin, Ömer Ayna sadece direniş geleneğimizin bir halkası değil, devrimci birlik ve devrimin yolunu aydınlatan ışık oldular.
30 Mart 1972 ve Kızıldere; devrim tarihimizde her hangi bir direniş günü ve “kurtuluşa kadar savaş” geleneğimizin bir halkası değil, bununla birlikte yaklaşık 50 yıllık devrim tarihimizin, eskiyi aşma ve yeniyi kurma eylemidir. Devrim, Kızıldere’de açılan uzun ve zorluklarla dolu yoldan kendisine yeni halkalar ekleyerek ilerledi. Devrim durmaz ve içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte, yeni görevlerle ilerlemektedir.

1970 Dünyası ve Türkiyesi İçin Temel Çizgiler
Ülkemiz; emperyalizme her alanda, ekonomik, siyasal, kültürel tüm alanlarda bağımlı ve bu ilişkiler üzerinden faşizmin sürekli olduğu yeni sömürge ülkedir.
2. Paylaşım Savaşı sonrası, dünyanın 1/3’ünde sosyalizm zafer kazanmış, sosyalizmin etkisi ile ulusal kurtuluş savaşları hızlanmış ve emperyalist-kapitalist sistem 2. Paylaşım Savaşı’nın yıkıcı etkisi ile tümden felç olmuştur. Tek yıpranmayan emperyalist güç ABD emperyalizmidir; bu emperyalist gücün giderek büyüyen etkisi, 2. Paylaşım Savaşı sonrası tümden açığa çıkmış, emperyalist-kapitalist sistemin önderliğini ele geçirmiştir.
Böylece ABD emperyalizmi önderliğinde, emperyalist-kapitalist sistemin bazı parçalarının sosyalizme kaymasını önlemek için, bir yandan kapitalizm yeniden onarılıp restore edilirken, diğer yandan yeni sömürgecilik geliştirilmiştir.
ABD emperyalizmi önderliğinde gelişen yeni sömürgecilik, her ne kadar emperyalist-kapitalist sistemi tümden felç eden, 1929 büyük krizi sürecinde uç vermişse de, asıl olarak, emperyalist-kapitalist sistemin daralan pazar sorununu çözmek ve emperyalist işgali gizlemek için, 2. Paylaşım Savaşı sonrası güncelleşmiş, dahası sürece egemen olmuştur.
Kapitalizm kriz üretir. Kapitalizmin krizine karşı en etkili çare savaştır; üretim araçlarını ve her şeyi yıkan savaşlar bölgesel olduğu gibi, iki kez dünyayı sarsan büyük paylaşım savaşlarını ortaya çıkarmıştır.
Eşitsiz ve dengesiz gelişim, kapitalizmde içseldir ve emperyalistler arası pazar savaşına kaynaklık eder. Emperyalistler tarafından paylaşılan dünya, eşitsiz gelişim sonucu, yeniden paylaşılmak istenmiş; böylece, emperyalistler arasındaki antogonist çelişkiler askeri plana yansımış ve 2. Paylaşım Savaşı ortaya çıkarmıştır. 2. Paylaşım Savaşı sadece emperyalistler arasında değil, aynı zamanda Ekim Devrimi ile dünyanın 1/6’sında zafer kazanan ve egemenlik kuran sosyalizme karşı da kapsamlı savaştır. Yani, 2. Paylaşım Savaşı, emperyalistler arası çelişki ve emperyalizm ile sosyalizm arasındaki çelişkinin de üst üste düşmesi sonucu çıkmış ve üretim araçlarını ve ülkeleri devasa bir yıkıma sürüklemiştir.
Kriz sadece savaşları üretmez; devrimleri de ortaya çıkarır. 2. Paylaşım Savaşı’nın yıkıntıları içinde, Doğu Avrupa ve Asya’da devrimler hızlanmış ve dünyanın 1/3’ünde sosyalizm egemenlik kurmuştur. Hem sosyalizmin, hem de hızlanan ulusal kurtuluş savaşlarının gücü, kapitalizmin, ABD emperyalizmi önderliğinde yeniden onarılmasını gündeme getirmiş; önce Avrupa ve Japonya, giderek yeni sömürgecilik ilişkileri içinde geri bıraktırılmış ülkelerde kapitalizm geliştirilmiştir.
Üretim araçlarını yenilenmesi ve savaşın yıkımının onarılması kapitalizmin kar oranlarını yükseltir. Sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları karşısında kapitalizm kendini onarırken, ”bilimsel ve teknik devrim” olarak tanımlanan süreçle, üretim güçlerinin sınırlı gelişmesini sağlamış ve kapitalizm için bir toparlanma süreci yaşanmıştır. Bu süreç,1945-70 süreci, kimi çevrelerce “kapitalizmin altın çağı” olarak tanımlanır. Ancak, bu gelişme kapitalizmde içsel olan bunalımın 1970’lerde krize dönüşmesine yol açmış, tüm emperyalist kapitalist sistemi sarmıştır.
Kapitalizmin bu krizi, sadece kapitalizmin içsel ve sürekli sorunlarıyla değil, bununla birlikte, özellikle Vietnam devriminde somutlaşan ulusal devrimci kurtuluş savaşlarının emperyalizme vurduğu darbe ile derinleşmiştir.
Böylece, eğer 1945-70 kapitalizm için bir toparlanma ve “altın çağ” ise,1970 sonrası, hatta “reel sosyalizmin” çözülmesi sonucu kapitalist pazarın genişlemesine rağmen, günümüze kadar uzanan süreç, uzun kriz sarmalıdır.
Ülkemiz, ABD emperyalizmin öncülüğünde geliştirilen yeni sömürgeciliğin ilk uygulandığı ülkelerden biridir. 2. Paylaşım Savaşı sonrası, geleceğini emperyalist-kapitalist sistem içinde, sosyalizme karşı “ileri karakol” olma konumunda gören Türk burjuvazisi, yeni sömürgecilik sürecini gönüllü benimsemiş ve yeni sömürgecilik içinde emperyalizmin ülke içinde toplumsal dayanağı olmuştur. Yeni sömürgecilik, 1923-45 sürecinde gelişen geri kapitalist ilişkiler üzerinden yükselmiş; kapitalizmin yukarıdan aşağı, iç pazarın genişlemesi ekseninde gelişmesini sağlamış ve sömürü ve sınıf ilişkilerine bu temelde yeniden biçim vermiştir.
Emperyalizmin ihtiyaçları temelinde, ”ithal ikameci” modele göre gelişen kapitalizm, içsel çelişkilerini yoğunlaşması sonucu 1970’lerde tıkanmıştır.
Ve böylece, hem emperyalizme tam bağımlılık içinde gelişen yeni sömürgeci kapitalizmin tıkanması, hem de yukarıda ifade ettiğimiz gibi, emperyalist-kapitalist sistemi tümden etkileyen genel ve sürekli krizin ülkemize yansıması sonucu, alt yapıdan üst yapıya kadar her alanda kriz sarmalına girilmiştir.
Aynı zamanda bu süreç, kapitalizme özgü modern sınıf ilişkilerini ortaya çıkarmıştır. Kemalizm, Türk burjuvazisinin ideolojisidir. Kapitalizm devletsiz gelişemez; bu süreç de kurulan, bonapartist nitelikli Kemalist diktatörlük, yani burjuvazi ve feodal toprak sahiplerine dayalı, “tek ulus-tek devlet” anlayışı ile biçimlenen ulus devlet, kapitalizminin gelişmesinin hizmetindedir. Bu süreçte, ticari karakterde olan kapitalizm, 2. Paylaşım Savaşı sonrası, emperyalizme bağımlı biçimde sanayi kapitalizme dönüşürken, egemen sınıf ilişkileri yeni biçim almış; ticaret burjuvazisi, büyük tefeci-tüccar ve feodal toprak sahipleri, yeni sömürgecilikle tekelci sermaye ve feodal kalıntılar ittifakına, azınlık iktidarı olan oligarşiye dönüşmüştür. Daha önceleri sınırlı biçimde var olan ve emperyalizme karşı ulusal pazarını korumaya çalışan milli burjuvazi, bu süreçte, yeni sömürgecilik ilişkileri içinde, kapitalist pazar etrafında, emperyalizm ve oligarşi ile bütünleşmiştir. Egemen sınıf bloğu olan oligarşinin içinde, feodalizmin ağırlığı,yukarıdan aşağı gelişen kapitalizmin gücüne paralel hızla azalmış, bu temelde çıkar çatışması yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte, liman kentlerinde ve genellikle demiryolu, ulaşım vb alanda yoğunlaşan işçi sınıfı, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak giderek sanayi proletaryası etrafında sınıfsal yoğunlaşma yaşamış, sermayenin yoğunlaşmasından daha yoğun olarak işçiler şehirlerde yoğunlaşmıştır. Yukarıdan aşağı gelişen kapitalizm, köylülüğün sınıfsal ayrışmasını hızlandırmış, kırsal alanda tarım işçileri ve kır yoksullarının yanı sıra, yaygın küçük ve orta köylülük ortaya çıkmıştır. Kırsal alandan kentlere göç hızlanmış, kır yoksulları kentlerin kenar mahallelerinde, ”yedek sanayi ordusu” olarak konumlanmıştır.
Anlaşılacağı üzere bu bir geçiş sürecidir. Feodalizm, adım adım, yukarıdan aşağı, evrimci tarzda çözülürken, Kapitalizme ait sınıflar, kapitalist sömürü ve ilişkilere bağlı olarak yerini almışlardır. Artık,1960’lı yıllar, kapitalizmin egemen olduğu, ama bununla birlikte pre-kapitalist ilişkilerin kendini koruduğu yılardır. Bu süreç giderek hızlanmış ve 1965-70 sürecinde bu temelde sınıfsal çelişkiler, yeni bir dünya arayışı, sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşlarının da güçlü etkisi ile yoğunlaşmıştır. Yani, bu geçiş sürecinde,1970 yılına gelindiğinde, oligarşi içi çelişkiler, tekelci sermayenin sömürülen daha fazla pay alma talepleriyle hızlanırken, aynı zamanda işçi, köylü, gençliğin sınıfsal tepkileri düzenin sınırlarını zorlamış, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi yeniden canlanmıştır. Merkezi ve modern sınıf olan proletaryanın önderliğinden yoksun,feodal güçlerin önderlik ettiği 1925-40 sürecindeki Kürt isyanları, Kemalist diktatörlük tarafından katliamlarla bastırılmış, “betonlandığı” ilan edilmişti. Kürt ulusunun demokratik hakları, bu kez sosyalizmin etkisi ile yeniden dillendirilmeye başlanmıştır. 15-16 Haziran büyük işçi direnişi ve grevler, “toprak işleyenin su kullananındır” diyerek yapılan toprak işgalleri, küçük üretici mitingleri, DEV-GENÇ’de somutlaşan gençliğin demokratik hak arayışı, “Doğu’da jandarma zulmüne son” mitingleri vb. bu sürecin yaygın ve düzenin sınırlarını zorlayan kitle eylemleridir.
İşte 12 Mart açık faşizmi; bu koşullarda,yükselen işçi ve halk muhalefetini,yani “sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aşması”nı önlemek ve oligarşi içi çelişkilerin tekelci sermaye lehine çözmek için, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermaye tarafında tezgahlandı.
Faşizm; demokratik hiç bir niteliği olamayan, Kemalist diktatörlüğün tüm baskıcı yanlarını alarak, 2. Paylaşım Savaşı sonrası, yeni sömürgecilik üzerinden kendini gizlemek ve yeni sömürgeciliğin gelişmesi için “demokratik” maske takarak, içsel olgu olan emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye (tekelci sermaye ve büyük toprak sahiplerine)dayanan devlet biçimidir. Yani, 2. Paylaşım Savaşı sonrası, bir burjuva devleti, bonapartist karakterde olan Kemalist diktatörlük, bir başka burjuva devlete, faşizme dönüşmüştür. 12 Mart açık faşizmi ise, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin ipin ucunu kaçırması sonucu, bu devlet biçiminin, sürekli faşizmin kendini gizleme ihtiyacı duymadan açık icrasıdır.

Devrimci Sosyalist Öncü: Parti-Cephe
TKP’nin 1920’de kuruluşunda somutlaşan devrimci ve komünist politik irade, devrimimiz için önemli bir adım ve başlangıçtır. TKP’nin, başta Kürt ulusal sorunu olmak üzere Kemalizm’e yaklaşımı, aşamalı devrimciliği, burjuva demokratik devrime abartılı ve yanlış yaklaşımı vb. kuruluşundaki devrimci ve komünist iradeyi gölgelemez. TKP önderliğinin Kemalist iktidar tarafından komplo ile Karadeniz’de imhası, Kemalist burjuvazinin gerici karakterini çok net ifade etmekle kalmaz, devrimimiz için partinin rolü ve öneminin altını çizer. Mustafa Suphi sonrası TKP, kuruluş sürecindeki politik hatalarını stratejik düzeye taşımış, politik bağımsızlığını kaybetmiş, Kemalizm’e soldan destek konumunda kişiliksiz bir çizgi sahibi olmuştur. TKP’nin giderek SBKP’nin bir uydusu olması, revizyonizmle bütünleşmesi oldukça önemlidir.
TKP’den TİP’e uzanan bu tarihsel-siyasal süreç, elbette devrimimizin bir parçasıdır; ama geleneksel, pasifist, parlamenterist, kalkınmacı sosyalizm anlayışlarının, Kemalizm’e ve CHP’ye soldan destek olma pratiklerinin, enternasyonalizm adına revizyonizme bağlanıp devrime yan çizmenin kalın çizgileri bu siyasal tarihin temel unsurlarıdır.
Eleştirel bir tarzla bu siyasal tarihin geri ve yanlış yanları reddedilmeden, devrimci kopuş ve yeni olanın inşası mümkün değildir. Bu açıdan bakarsak, genel olarak ‘71 silahlı devrim hareketi, özellikle 1965-70 devrimci gençlik hareketi içinde, Kemalizm’in sol yorumu YÖN hareketi, TİP ve MDD süreçlerini yaşayarak kendi yolunu bulduğu söylenebilir. Tam bu noktada, ’71 silahlı devrim hareketi, devrimimiz için yeni bir yol ayrımı, yeni bir başlangıçtır. Devrimimiz, ’71 silahlı devrim hareketiyle, geleneksel, pasifist, reformist, kalkınmacı ve resmi sosyalizmden devrimci kopuşu gerçekleştirmiş, sonraki sürece derin bir kanal açmıştır.
Parti-Cephemiz, bu sürecin ürünü ve devrimci komünist öznesidir. MAHİR, ULAŞ, HÜSEYİN ve diğer ilk öncülerimiz, 1965-70 Devrimci Gençlik hareketi içinde, TİP ve MDD süreçlerini yaşayarak ve bunlardan devrimci kopuşla ileri sıçrayarak, 1970 sonlarında partileşmiştir. Hiç şüphesiz bu sürecin genel atmosferinden etkilenmişlerdir ve partimizin programatik platformu olan Kesintisiz Devrim I, II, III’de özellikle Kemalizm sorunu bu etkilenmenin derin izlerini taşır. İlk öncülerimiz, sınıf mücadelesinin içinde, en önde mücadele edenlerdir; sadece devrimci gençliğin demokratik mücadelesinde değil, 15-16 Haziran’da ifadesini bulan işçi direnişinde, toprak işgallerinde, küçük üretici mitinglerinde hep onlar vardır. Ama ilk öncülerimizi ve partimizi özgün kılan, dogmatik değil devrimci olmalarıdır; TİP-MDD ayrışması ve kopuşunda, MDD içindeki mücadele ve kopuşta M-L’e bağlılık ve devrimci temelde yenilenme, yeni olanı inşa etme vardır. Partimiz bu sürecin yoğun ideolojik mücadelesi içinde ideolojik ve örgütsel olarak kendini inşa etmiştir.
Parti-Cephemiz; Marksizme-Leninizm’e ve diyalektik materyalist yönteme bağlı, ülke özgün koşulları ile Marksizm-Leninizmi sentezleyen ve dünya ölçeğinde sosyalist hareketin saflaşmasında bir merkeze (SBKP ve ÇKP’ye) bağlı olmayan ama Küba, Vietnam, Kore devrimlerinin yanı sıra bir dizi gerilla hareketinde ifadesini bulan yeni devrimci yönelimin bir parçası olarak ortaya çıktı. Kendi öncesi devrimci ve sol hareketin devrimci değerlerine sahip çıkıp, geleneksel, pasifist, parlamenterist, başkasına bel bağlayan vb. solla arasına kalın bir mesafe koydu; sadece ideolojik-politik alanda değil, devrimci duruş ve gelenekte de yeni olanı adım adım inşa etti. Genç bir parti olarak siyasal mücadelede yerini alırken, stratejik çizgisi ve bunun gereği mücadele için hazırlık sürecini önüne koydu. Ama tüm bunlar yaşanırken, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin örgütlediği 12 Mart açık faşizmi iş başına geldi.
12 Mart açık faşizmi, işçi sınıfı ve halka, devrimci ve sol güçlere savaş açtı ve bu faşist saldırıları “balyoz hareketi” olarak tanımladı. İşçi sınıfı ve emekçi halkın mücadelesinin yanı sıra, küçük burjuvazi ile geçiçi olarak kurulan dengeye dayanarak ‘61 anayasasında ifadesini bulan “nisbi demokratik ortam” budandı, tüm demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırıldı, demokratik kitle örgütleri kapatıldı, kitlesel tutuklamalar ve işkence günlük yaşamın bir parçası haline geldi.
Devrimci ve sol hareket yeni bir yol ayrımındadır; ya faşizme karşı savaşılacak, ya da sinip bu baskı karşısında geleneksel yol izlenecektir. Eskiler eski yolu izledi, yeni olanlar silaha sarıldı. İlk kurşunu silahlı devrim hareketinin o tarihsel koşullarda en önemli bileşeni olan THKO sıktı; partimizin başlattığı silahlı savaşım ise Elrom’un cezalandırılması ile çıkış yaptı. TKP/ML bunu izledi. Böylece ‘71 silahlı devrimci hareketi, eskiden devrimci kopuş ve yol ayrımı oldu; devrim, artık asıl olarak açılan bu yoldan ilerledi, günümüze geldi.
‘71 silahlı devrimi ve özelikle partimizin savaşımı 12 Mart açık faşizminin erken doğum yapmasını sağladı, geniş kitlelere faşizmi teşhir etti. Partimizin yaklaşık iki yıllık mücadele tarihi, kuruluşundan Kızıldere’ye uzanan tarihi, 50 yıllık devrim tarihinin aşılması ve onun yeniden üretilmesi oldu. Her şeyin çabuk tükendiği bu coğrafyada partimizin en önemli siyasal olgu olması, günümüze kadar uzanan siyasal etkisi ve yön belirlemesi tesadüf müdür? Elbette hayır.
Bu siyasal olgu birbirine bağlı biçimde üç temel başlıkta açıklanabilir.
Birincisi; bu ülkede, TKP’nin 1920’de kuruluşunda somutlaşan devrimci ve komünist politik iradeyi dışta tutarsak, ilk kez devrimci ve komünist çizgi ve irade somut biçim almıştır. Kesintisiz Devrim I,II,III’de somut biçim alan bu politik çizgi M-L’nin ülke somutunda almış olduğu biçimdir. Bu devrimci çizginin ideolojik-politik gücüdür.
İkincisi; şablonlara ve doğmalara değil, devrimci temelde yenilenmeci tarza sahiptir. Öz gücüne güvenir ve kendi yolunda yürür, politik cesarete sahiptir; bunu sadece politik çizgide değil, her alanda gösterir.
Üçüncüsü; stratejik anlayışını, “temel mücadelenin örgütlenmesi” ekseninde yaşamla, sınıf savaşımı ile buluştururken, politik alana merkezden müdahale etmiştir. Bu basit biçimde, silahlı savaşım değil, silahlı savaşımı politik bir temelde ele almadır. İlk kez, politikleşmiş askeri savaş bu ülkede somut olarak örgütlenmiş, bir dizi eksikliklere karşın geride büyük bir sempati ve siyasal etki bırakmıştır.

Kurtuluş Bayrağı Hiç Düşmedi...
Kızıldere, bu çizgi ve mücadelede, emperyalizme ve faşizme karşı savaşta bir zirvedir; bir son değil, başlangıçtır. Kızıldere’de yükseklerde tutulan kurtuluş bayrağı bu gün Devrimci Kurtuluşçuların ellerindedir. Kızıldere, partimiz için özel bir yerde durur. Parti-Cephemiz, 1970 sonlarında genç bir parti olarak somutlaşmış, yeterli hazırlık sürecini yaşamadan 12 Mart açık faşizmine karşı silaha sarılmış, Elrom’ın cezalandırılmasından Kızıldere’ye uzanan tarihsel süreçte parti çizgimizin savaş geleneğini yaratmıştır. Kızıldere, en zor koşullarda yeni bir devrimci gelenek için, devrimci birliğin ete kemiğe büründüğü, devrim için küçük hesapların sözünün bile edilmediği savaş yoldaşlığıdır. Bunlar büyük mirastır. 1975 sonrası parti çizgisini inkara yönelen eski unsurların çabalarına rağmen bu devrimci mirasın korunması, genel olarak tüm samimi P-C’lilerin, özel olarak Devrimci Sosyalist hareketin bileşik mücadelesi ile önemli bir yerde durur. Bu mirasın korunup geliştirilmesi biz Devrimci Kurtuluşçuların görevidir.
Ama Kızıldere, aynı zamanda partimizin fiziksel yapısının dağılması ve ‘71 silahlı devrimin yenilgisidir. Yani, bu yenilginin dersleri ve başka görevleri vardır; görevlerin en başında ise partinin yeniden inşası durur.
Bunun bilincinde olan Devrimci Kurtuluşçular, sadece kurtuluş bayrağını Kızıldere’den bu yana taşımakla kalmadı, savaşın devamı için öncü örgüt oluşturdular, savaştılar, onlarca şehidi ile devrimci geleneğimize yeni halkalar eklediler, Kızıldere ile günümüz arasında köprü oldular. 1975 yılında, parti-cephenin devamı olarak ortaya çıkan Devrimci Sosyalist Hareket bu görevi üstlendi ve parti tarihimizin ikinci dönemini günümüze kadar taşıdı.
Tüm bu tarih bizimdir; biz Kızıldere’de yükseklerde tutulan kurtuluş bayrağının daha ileriye taşıyan neferleriz, bu politik akımın, savaş yoldaşlığı ve geleneğinin savaşçılarıyız.

Kızıldere ve Yeniden İnşa Sürecimiz
Bugün Kızıldere’nin anlamı; devrimci yenilenme temelinde, tüm birikimlerimizi arkamıza alarak, yeni tarihsel sürecin parti ve cephesini yaratma ve bunu devrimci atılım görevi ile tamamlamadır.
İçinden geçtiğimiz tarihsel süreç her açıdan yeni bir süreçtir ve bu temelde devrimci yenilenme zorunludur. Kapitalizmin iç sömürü düzeni yeni bir biçim almış, neo-liberal politikalar öncülüğünde işçi ve emekçi sınıfların tüm kazanımlarını yok edip, sosyal yıkımı dayatmaktadır. Emperyalizm ile sömürge ve yeni sömürge ülkeler arası ilişkiler yeni bir biçim almıştır, sömürü ve emperyalist saldırı politikaları derinleşmiştir.
Emperyalistlerin kendi arasındaki ilişkiler bir yandan entegrasyonu yaşarken, diğer yandan ise “tek kutuplu ama çok parçalı” olarak, sömürü ve kapitalist pazardan pay alma savaşında çelişkileri derinleşmektedir.
Sosyalizm büyük bir geriye düşüş yaşayıp emperyalist-kapitalist sistem karşısında savunmacı bir konuma gerilemiştir. Sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketleri, kapitalizmin iç çelişkilerinden kaynaklanan tüm açmazlara rağmen, tüm dünyada nispeten zayıflamıştır. Tüm bu olgular, yeni tarihsel sürecin temel çizgilerini oluşturmaktadır; bu süreç, bu temel unsurların mücadelesi ile yeniden biçim almaktadır.
Tüm bunlar devrimci sosyalist hareketin önüne devasa görevleri ortaya çıkarıyor ve bu görevleri içiçe başarmak, buzu kırmak yolu açmak anlamına geliyor.
Bu görev bizimdir; başaracağız!
Sınıf savaşımı, dogmatik olarak, geçmişi basit bir tekrarla yetinmeyi kaldırmıyor; tarihsel ve siyasal birikimle ideolojik, örgütsel, politik görevleri yeniden biçimlendirmek, bu bütünlük içinde, bir devrim hareketini yeniden kurmak zorunlu oluyor. Devrimci yenilenme temelinde yeniden inşa sürecimiz budur.
Kızıldere’de partimiz örgütsel olarak dağıldı, partinin yeniden inşası devrimci sosyalistlerin görevi oldu. Kızıldere sonrası oluşan ve dağınık bir tabloyu içeren P-C sempatizanları, bu arada devrimci sosyalist hareket bu göreve talip oldu. Özgün bir tarihsel süreç yaşandı, başarı ve yenilgiler içinde, sınıf savaşımı ve tarih bu güne devindi.
Bugün, somut olandan hareketle, Kızıldere ile TDH’yi kuşatan (ki, bunun genel ve özel bir dizi kaynağı var) tıkanma ve örgütsel kriz üst üst düştü; devrimci sosyalist hareket için örgütsel görevler bunun üzerinden biçim kazandı. Her şeyi sil baştan değil, Devrimci sosyalist hareketin tüm siyasal-örgütsel birikimi üzerinden, TDH’ni kuşatan genel tıkanmanın bir parçası olarak yaşanan örgütsel krize devrimci yanıt oluştumak, yaşadığımız tarihsel sürecin ağır sorunları karşısında devrim ve sosyalizmin sesi olmak, sınıfa ve halka önderlik edecek parti ve cepheyi örgütlemek somut görev olarak ortaya çıktı. Bütünsel bir yenilenme eylemi olan, yeniden inşa sürecimizin örgütsel görevi budur; sürecin sorunlarına devrimci yanıt olacak devrimci ve komünist partiyi, P-C’yi inşa etmek!
Bunun için, iki görevi birlikte adımlamaktayız.
Birincisi; yeni tarihsel dönemde partili savaşıma yol gösterecek, partiyi, işçi ve halkı devrim için eğitip, devrime hazırlayacak,iki politik belgeyi, program ve manifestoyu üretmektir. Marks ve Engels’den bu yana tüm M-L birikime, bu ülkede boy veren 35 yıllık devrimci sosyalist birikimimize dayanarak üreteceğimiz ve güncel olan program ve manifesto çalışmamız, yeni dönemin P-C’sinin kılavuzu olacaktır. Bu aynı zamanda Kızıldere şehitlerimizin somutunda partimizin, o tarihsel süreçte, temel bir eksikliği olan programının günümüzde tamamlanması anlamına gelmektedir.
İkincisi, örgütsel birikimiz üzerinden, bir yandan adım adım örgütsel yapımızı yeni tarihsel sürecin partisi için örerken, diğer yandan bununla birlikte devrimci bir halk hareketinin ilk ve temel zeminlerini oluşturmaktır. Her alanda, devrim ve sosyalizm için, işçi ve emekçi sınıflar, kadın ve gençler içinde, her mücadele biçimini kullanan ve bunu örgütleyen ilk zeminlerin örgütlenmesi devrimci halk hareketi için zorunludur. Parti bunları örgütleyen ve buradan beslenen savaş örgütü olarak yerini alacaktır.
Parti ve cephe tüm bunların, bu iki görevin bütünlüğü olarak somut biçim kazanacaktır. Kızıldere’nin günümüz için, somut örgütsel anlam ve görevi budur.
Politik mücadeleden soyut bir örgütlenme olamaz. Politik mücadelenin iki biçimi vardır ve bu iki biçim,bizim gibi yeni sömürge ülkelerde,anti-emperyalist anti-oligarşik mücadelede birbirinden koparılamaz. Dahası örgütlenme ve politik mücadele karşı karşıya getirilemez; önce biri sonra diğeri değil, her adımda her ikisi de iç içe ele alınmak zorundadır. Türkiye devrim tarihi ve özel olarak parti tarihimize baktığımızda, bu bütünlükten her uzaklaşmanın çeşitli sorunların ve olumsuz zeminlerin kaynağı olduğunu görürüz. Politik mücadele sadece nesnel koşullara göre değil, öznel koşuların da doğru bir analizine dayanmak ve o taktiksel sürecin hizmetinde olmak zorundadır; bu örgütlenmeden kopuk değil, onu besleyendir.
Bu açıdan, Kızıldere’nin, politik alanda yeniden inşa sürecimizdeki anlamı; politik mücadeleyi, devrimci şiddet ve bunu bütünleyen araçlarla kendi ayakları üzerinde inşa etmektir. Yani,bir başka değişle, ilk zeminlerini ördüğümüz ve bu ilk adımları devrimci atılımla tamamlamak istediğimiz hedefimize ulaşmaktır. Şehitlerimiz,bize bu hedefe ulaşmamızı emretmektedir.

Devrim İçin; Kızıldere Son Değil Başlangıçtır...
Kızıldere’de ON’lar, emperyalizmi bu ülkeden tümden silip atma ve özgür bir ülkede insanca yaşam için, sosyalizm için kanlarını akıttılar. ON’ların hedefi, bu ülke topraklarındaa, içsel olgu olan emperyalizmin tüm egemenlik biçimlerine son vermek,emperyalizmin toplumsal dayanağı olan oligarşinin egemenliğini parçalamak; bunun sonucu kurulacak Devrimci Halk İktidarı aracılığıyla sosyalizmi inşa etmektir.
Devrimci Halk iktidarı, emperyalizme karşı sadece siyasal bağımsızlığı değil, emperyalizmin tüm egemenlik biçimlerinin tasfiyesi sağlayacaktır. Faşizmi tasfiye edecek, mevcut egemenlik biçimini tüm kurumlarıyla parçalayıp yıkacak, yerine halkın söz ve karar sahibi olduğu halk meclislerini iktidar yapacaktır. Tüm demokratik sorunlar, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı dahil tüm sorunlar gerçek çözüme kavuşacak, tüm ayrıcalıklara son verilecektir.
Devrimimiz bu stratejik hedefe yönelirken,demokratik ve sosyalist görevleri birlikte ele alacak, işçi ve ezilenlerin tüm demokratik sorunları devrimle gerçek çözüme bağlayacak ve sosyalizmde güvence altında olacaktır.
Kızıldere bu stratejik hedefe ulaşmada, uzun devrim yürüyüşünde bir aşamadır; geçici bir yenilgidir. Devrim, bir dizi aşamadan geçerek zafere ulaşacaktır; Kızıldere’nin son değil başlangıç olması da budur.
ON’lar ve tüm şehitlerimize layık olacağız; şehitlerimizin yol göstericiliğinde, emperyalizme karşı tam bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm savaşını sürdüreceğiz, birleşik ve örgütlü halkla zafere ulaşacağız!
Zaferimiz kesindir, zaferi kazanacağız!


KIZILDERE SON DEĞİL
SAVAŞI SÜRDÜRECEĞİZ!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19