Bundan 35 yıl önce, Kızıldere’de
bir tarih yazıldı; Kızıldere’de ON’ların elinde
yükseklerde tutulan, devrim ve sosyalizmin yolunu
aydınlatan kurtuluş bayrağı, emperyalizme ve işbirlikçi
oligarşiye karşı bir savaş manifestosudur.
Kızıldere’de Parti-Cephe’nin önder kadro ve savaşçıları;
Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Saffet Alp,
Sebahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy, Ertan
Saruhan, Hüdai Arıkan; THKO Savaşçıları Cihan
Alptekin, Ömer Ayna sadece direniş geleneğimizin
bir halkası değil, devrimci birlik ve devrimin
yolunu aydınlatan ışık oldular.
30 Mart 1972 ve Kızıldere; devrim tarihimizde
her hangi bir direniş günü ve “kurtuluşa kadar
savaş” geleneğimizin bir halkası değil, bununla
birlikte yaklaşık 50 yıllık devrim tarihimizin,
eskiyi aşma ve yeniyi kurma eylemidir. Devrim,
Kızıldere’de açılan uzun ve zorluklarla dolu yoldan
kendisine yeni halkalar ekleyerek ilerledi. Devrim
durmaz ve içinden geçtiğimiz tarihsel süreçte,
yeni görevlerle ilerlemektedir.
1970 Dünyası ve Türkiyesi İçin
Temel Çizgiler
Ülkemiz; emperyalizme her alanda, ekonomik, siyasal,
kültürel tüm alanlarda bağımlı ve bu ilişkiler
üzerinden faşizmin sürekli olduğu yeni sömürge
ülkedir.
2. Paylaşım Savaşı sonrası, dünyanın 1/3’ünde
sosyalizm zafer kazanmış, sosyalizmin etkisi ile
ulusal kurtuluş savaşları hızlanmış ve emperyalist-kapitalist
sistem 2. Paylaşım Savaşı’nın yıkıcı etkisi ile
tümden felç olmuştur. Tek yıpranmayan emperyalist
güç ABD emperyalizmidir; bu emperyalist gücün
giderek büyüyen etkisi, 2. Paylaşım Savaşı sonrası
tümden açığa çıkmış, emperyalist-kapitalist sistemin
önderliğini ele geçirmiştir.
Böylece ABD emperyalizmi önderliğinde, emperyalist-kapitalist
sistemin bazı parçalarının sosyalizme kaymasını
önlemek için, bir yandan kapitalizm yeniden onarılıp
restore edilirken, diğer yandan yeni sömürgecilik
geliştirilmiştir.
ABD emperyalizmi önderliğinde gelişen yeni sömürgecilik,
her ne kadar emperyalist-kapitalist sistemi tümden
felç eden, 1929 büyük krizi sürecinde uç vermişse
de, asıl olarak, emperyalist-kapitalist sistemin
daralan pazar sorununu çözmek ve emperyalist işgali
gizlemek için, 2. Paylaşım Savaşı sonrası güncelleşmiş,
dahası sürece egemen olmuştur.
Kapitalizm kriz üretir. Kapitalizmin krizine karşı
en etkili çare savaştır; üretim araçlarını ve
her şeyi yıkan savaşlar bölgesel olduğu gibi,
iki kez dünyayı sarsan büyük paylaşım savaşlarını
ortaya çıkarmıştır.
Eşitsiz ve dengesiz gelişim, kapitalizmde içseldir
ve emperyalistler arası pazar savaşına kaynaklık
eder. Emperyalistler tarafından paylaşılan dünya,
eşitsiz gelişim sonucu, yeniden paylaşılmak istenmiş;
böylece, emperyalistler arasındaki antogonist
çelişkiler askeri plana yansımış ve 2. Paylaşım
Savaşı ortaya çıkarmıştır. 2. Paylaşım Savaşı
sadece emperyalistler arasında değil, aynı zamanda
Ekim Devrimi ile dünyanın 1/6’sında zafer kazanan
ve egemenlik kuran sosyalizme karşı da kapsamlı
savaştır. Yani, 2. Paylaşım Savaşı, emperyalistler
arası çelişki ve emperyalizm ile sosyalizm arasındaki
çelişkinin de üst üste düşmesi sonucu çıkmış ve
üretim araçlarını ve ülkeleri devasa bir yıkıma
sürüklemiştir.
Kriz sadece savaşları üretmez; devrimleri de ortaya
çıkarır. 2. Paylaşım Savaşı’nın yıkıntıları içinde,
Doğu Avrupa ve Asya’da devrimler hızlanmış ve
dünyanın 1/3’ünde sosyalizm egemenlik kurmuştur.
Hem sosyalizmin, hem de hızlanan ulusal kurtuluş
savaşlarının gücü, kapitalizmin, ABD emperyalizmi
önderliğinde yeniden onarılmasını gündeme getirmiş;
önce Avrupa ve Japonya, giderek yeni sömürgecilik
ilişkileri içinde geri bıraktırılmış ülkelerde
kapitalizm geliştirilmiştir.
Üretim araçlarını yenilenmesi ve savaşın yıkımının
onarılması kapitalizmin kar oranlarını yükseltir.
Sosyalizm ve devrimci ulusal kurtuluş savaşları
karşısında kapitalizm kendini onarırken, ”bilimsel
ve teknik devrim” olarak tanımlanan süreçle, üretim
güçlerinin sınırlı gelişmesini sağlamış ve kapitalizm
için bir toparlanma süreci yaşanmıştır. Bu süreç,1945-70
süreci, kimi çevrelerce “kapitalizmin altın çağı”
olarak tanımlanır. Ancak, bu gelişme kapitalizmde
içsel olan bunalımın 1970’lerde krize dönüşmesine
yol açmış, tüm emperyalist kapitalist sistemi
sarmıştır.
Kapitalizmin bu krizi, sadece kapitalizmin içsel
ve sürekli sorunlarıyla değil, bununla birlikte,
özellikle Vietnam devriminde somutlaşan ulusal
devrimci kurtuluş savaşlarının emperyalizme vurduğu
darbe ile derinleşmiştir.
Böylece, eğer 1945-70 kapitalizm için bir toparlanma
ve “altın çağ” ise,1970 sonrası, hatta “reel sosyalizmin”
çözülmesi sonucu kapitalist pazarın genişlemesine
rağmen, günümüze kadar uzanan süreç, uzun kriz
sarmalıdır.
Ülkemiz, ABD emperyalizmin öncülüğünde geliştirilen
yeni sömürgeciliğin ilk uygulandığı ülkelerden
biridir. 2. Paylaşım Savaşı sonrası, geleceğini
emperyalist-kapitalist sistem içinde, sosyalizme
karşı “ileri karakol” olma konumunda gören Türk
burjuvazisi, yeni sömürgecilik sürecini gönüllü
benimsemiş ve yeni sömürgecilik içinde emperyalizmin
ülke içinde toplumsal dayanağı olmuştur. Yeni
sömürgecilik, 1923-45 sürecinde gelişen geri kapitalist
ilişkiler üzerinden yükselmiş; kapitalizmin yukarıdan
aşağı, iç pazarın genişlemesi ekseninde gelişmesini
sağlamış ve sömürü ve sınıf ilişkilerine bu temelde
yeniden biçim vermiştir.
Emperyalizmin ihtiyaçları temelinde, ”ithal ikameci”
modele göre gelişen kapitalizm, içsel çelişkilerini
yoğunlaşması sonucu 1970’lerde tıkanmıştır.
Ve böylece, hem emperyalizme tam bağımlılık içinde
gelişen yeni sömürgeci kapitalizmin tıkanması,
hem de yukarıda ifade ettiğimiz gibi, emperyalist-kapitalist
sistemi tümden etkileyen genel ve sürekli krizin
ülkemize yansıması sonucu, alt yapıdan üst yapıya
kadar her alanda kriz sarmalına girilmiştir.
Aynı zamanda bu süreç, kapitalizme özgü modern
sınıf ilişkilerini ortaya çıkarmıştır. Kemalizm,
Türk burjuvazisinin ideolojisidir. Kapitalizm
devletsiz gelişemez; bu süreç de kurulan, bonapartist
nitelikli Kemalist diktatörlük, yani burjuvazi
ve feodal toprak sahiplerine dayalı, “tek ulus-tek
devlet” anlayışı ile biçimlenen ulus devlet, kapitalizminin
gelişmesinin hizmetindedir. Bu süreçte, ticari
karakterde olan kapitalizm, 2. Paylaşım Savaşı
sonrası, emperyalizme bağımlı biçimde sanayi kapitalizme
dönüşürken, egemen sınıf ilişkileri yeni biçim
almış; ticaret burjuvazisi, büyük tefeci-tüccar
ve feodal toprak sahipleri, yeni sömürgecilikle
tekelci sermaye ve feodal kalıntılar ittifakına,
azınlık iktidarı olan oligarşiye dönüşmüştür.
Daha önceleri sınırlı biçimde var olan ve emperyalizme
karşı ulusal pazarını korumaya çalışan milli burjuvazi,
bu süreçte, yeni sömürgecilik ilişkileri içinde,
kapitalist pazar etrafında, emperyalizm ve oligarşi
ile bütünleşmiştir. Egemen sınıf bloğu olan oligarşinin
içinde, feodalizmin ağırlığı,yukarıdan aşağı gelişen
kapitalizmin gücüne paralel hızla azalmış, bu
temelde çıkar çatışması yoğunlaşmıştır. Bununla
birlikte, liman kentlerinde ve genellikle demiryolu,
ulaşım vb alanda yoğunlaşan işçi sınıfı, kapitalizmin
gelişmesine bağlı olarak giderek sanayi proletaryası
etrafında sınıfsal yoğunlaşma yaşamış, sermayenin
yoğunlaşmasından daha yoğun olarak işçiler şehirlerde
yoğunlaşmıştır. Yukarıdan aşağı gelişen kapitalizm,
köylülüğün sınıfsal ayrışmasını hızlandırmış,
kırsal alanda tarım işçileri ve kır yoksullarının
yanı sıra, yaygın küçük ve orta köylülük ortaya
çıkmıştır. Kırsal alandan kentlere göç hızlanmış,
kır yoksulları kentlerin kenar mahallelerinde,
”yedek sanayi ordusu” olarak konumlanmıştır.
Anlaşılacağı üzere bu bir geçiş sürecidir. Feodalizm,
adım adım, yukarıdan aşağı, evrimci tarzda çözülürken,
Kapitalizme ait sınıflar, kapitalist sömürü ve
ilişkilere bağlı olarak yerini almışlardır. Artık,1960’lı
yıllar, kapitalizmin egemen olduğu, ama bununla
birlikte pre-kapitalist ilişkilerin kendini koruduğu
yılardır. Bu süreç giderek hızlanmış ve 1965-70
sürecinde bu temelde sınıfsal çelişkiler, yeni
bir dünya arayışı, sosyalizm ve devrimci ulusal
kurtuluş savaşlarının da güçlü etkisi ile yoğunlaşmıştır.
Yani, bu geçiş sürecinde,1970 yılına gelindiğinde,
oligarşi içi çelişkiler, tekelci sermayenin sömürülen
daha fazla pay alma talepleriyle hızlanırken,
aynı zamanda işçi, köylü, gençliğin sınıfsal tepkileri
düzenin sınırlarını zorlamış, Kürt ulusal özgürlük
mücadelesi yeniden canlanmıştır. Merkezi ve modern
sınıf olan proletaryanın önderliğinden yoksun,feodal
güçlerin önderlik ettiği 1925-40 sürecindeki Kürt
isyanları, Kemalist diktatörlük tarafından katliamlarla
bastırılmış, “betonlandığı” ilan edilmişti. Kürt
ulusunun demokratik hakları, bu kez sosyalizmin
etkisi ile yeniden dillendirilmeye başlanmıştır.
15-16 Haziran büyük işçi direnişi ve grevler,
“toprak işleyenin su kullananındır” diyerek yapılan
toprak işgalleri, küçük üretici mitingleri, DEV-GENÇ’de
somutlaşan gençliğin demokratik hak arayışı, “Doğu’da
jandarma zulmüne son” mitingleri vb. bu sürecin
yaygın ve düzenin sınırlarını zorlayan kitle eylemleridir.
İşte 12 Mart açık faşizmi; bu koşullarda,yükselen
işçi ve halk muhalefetini,yani “sosyal uyanışın
ekonomik gelişmeyi aşması”nı önlemek ve oligarşi
içi çelişkilerin tekelci sermaye lehine çözmek
için, emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermaye
tarafında tezgahlandı.
Faşizm; demokratik hiç bir niteliği olamayan,
Kemalist diktatörlüğün tüm baskıcı yanlarını alarak,
2. Paylaşım Savaşı sonrası, yeni sömürgecilik
üzerinden kendini gizlemek ve yeni sömürgeciliğin
gelişmesi için “demokratik” maske takarak, içsel
olgu olan emperyalizme ve işbirlikçi oligarşiye
(tekelci sermaye ve büyük toprak sahiplerine)dayanan
devlet biçimidir. Yani, 2. Paylaşım Savaşı sonrası,
bir burjuva devleti, bonapartist karakterde olan
Kemalist diktatörlük, bir başka burjuva devlete,
faşizme dönüşmüştür. 12 Mart açık faşizmi ise,
emperyalizm ve işbirlikçi tekelci sermayenin ipin
ucunu kaçırması sonucu, bu devlet biçiminin, sürekli
faşizmin kendini gizleme ihtiyacı duymadan açık
icrasıdır.
Devrimci Sosyalist Öncü: Parti-Cephe
TKP’nin 1920’de kuruluşunda somutlaşan devrimci
ve komünist politik irade, devrimimiz için önemli
bir adım ve başlangıçtır. TKP’nin, başta Kürt
ulusal sorunu olmak üzere Kemalizm’e yaklaşımı,
aşamalı devrimciliği, burjuva demokratik devrime
abartılı ve yanlış yaklaşımı vb. kuruluşundaki
devrimci ve komünist iradeyi gölgelemez. TKP önderliğinin
Kemalist iktidar tarafından komplo ile Karadeniz’de
imhası, Kemalist burjuvazinin gerici karakterini
çok net ifade etmekle kalmaz, devrimimiz için
partinin rolü ve öneminin altını çizer. Mustafa
Suphi sonrası TKP, kuruluş sürecindeki politik
hatalarını stratejik düzeye taşımış, politik bağımsızlığını
kaybetmiş, Kemalizm’e soldan destek konumunda
kişiliksiz bir çizgi sahibi olmuştur. TKP’nin
giderek SBKP’nin bir uydusu olması, revizyonizmle
bütünleşmesi oldukça önemlidir.
TKP’den TİP’e uzanan bu tarihsel-siyasal süreç,
elbette devrimimizin bir parçasıdır; ama geleneksel,
pasifist, parlamenterist, kalkınmacı sosyalizm
anlayışlarının, Kemalizm’e ve CHP’ye soldan destek
olma pratiklerinin, enternasyonalizm adına revizyonizme
bağlanıp devrime yan çizmenin kalın çizgileri
bu siyasal tarihin temel unsurlarıdır.
Eleştirel bir tarzla bu siyasal tarihin geri ve
yanlış yanları reddedilmeden, devrimci kopuş ve
yeni olanın inşası mümkün değildir. Bu açıdan
bakarsak, genel olarak ‘71 silahlı devrim hareketi,
özellikle 1965-70 devrimci gençlik hareketi içinde,
Kemalizm’in sol yorumu YÖN hareketi, TİP ve MDD
süreçlerini yaşayarak kendi yolunu bulduğu söylenebilir.
Tam bu noktada, ’71 silahlı devrim hareketi, devrimimiz
için yeni bir yol ayrımı, yeni bir başlangıçtır.
Devrimimiz, ’71 silahlı devrim hareketiyle, geleneksel,
pasifist, reformist, kalkınmacı ve resmi sosyalizmden
devrimci kopuşu gerçekleştirmiş, sonraki sürece
derin bir kanal açmıştır.
Parti-Cephemiz, bu sürecin ürünü ve devrimci komünist
öznesidir. MAHİR, ULAŞ, HÜSEYİN ve diğer ilk öncülerimiz,
1965-70 Devrimci Gençlik hareketi içinde, TİP
ve MDD süreçlerini yaşayarak ve bunlardan devrimci
kopuşla ileri sıçrayarak, 1970 sonlarında partileşmiştir.
Hiç şüphesiz bu sürecin genel atmosferinden etkilenmişlerdir
ve partimizin programatik platformu olan Kesintisiz
Devrim I, II, III’de özellikle Kemalizm sorunu
bu etkilenmenin derin izlerini taşır. İlk öncülerimiz,
sınıf mücadelesinin içinde, en önde mücadele edenlerdir;
sadece devrimci gençliğin demokratik mücadelesinde
değil, 15-16 Haziran’da ifadesini bulan işçi direnişinde,
toprak işgallerinde, küçük üretici mitinglerinde
hep onlar vardır. Ama ilk öncülerimizi ve partimizi
özgün kılan, dogmatik değil devrimci olmalarıdır;
TİP-MDD ayrışması ve kopuşunda, MDD içindeki mücadele
ve kopuşta M-L’e bağlılık ve devrimci temelde
yenilenme, yeni olanı inşa etme vardır. Partimiz
bu sürecin yoğun ideolojik mücadelesi içinde ideolojik
ve örgütsel olarak kendini inşa etmiştir.
Parti-Cephemiz; Marksizme-Leninizm’e ve diyalektik
materyalist yönteme bağlı, ülke özgün koşulları
ile Marksizm-Leninizmi sentezleyen ve dünya ölçeğinde
sosyalist hareketin saflaşmasında bir merkeze
(SBKP ve ÇKP’ye) bağlı olmayan ama Küba, Vietnam,
Kore devrimlerinin yanı sıra bir dizi gerilla
hareketinde ifadesini bulan yeni devrimci yönelimin
bir parçası olarak ortaya çıktı. Kendi öncesi
devrimci ve sol hareketin devrimci değerlerine
sahip çıkıp, geleneksel, pasifist, parlamenterist,
başkasına bel bağlayan vb. solla arasına kalın
bir mesafe koydu; sadece ideolojik-politik alanda
değil, devrimci duruş ve gelenekte de yeni olanı
adım adım inşa etti. Genç bir parti olarak siyasal
mücadelede yerini alırken, stratejik çizgisi ve
bunun gereği mücadele için hazırlık sürecini önüne
koydu. Ama tüm bunlar yaşanırken, emperyalizm
ve işbirlikçi tekelci sermayenin örgütlediği 12
Mart açık faşizmi iş başına geldi.
12 Mart açık faşizmi, işçi sınıfı ve halka, devrimci
ve sol güçlere savaş açtı ve bu faşist saldırıları
“balyoz hareketi” olarak tanımladı. İşçi sınıfı
ve emekçi halkın mücadelesinin yanı sıra, küçük
burjuvazi ile geçiçi olarak kurulan dengeye dayanarak
‘61 anayasasında ifadesini bulan “nisbi demokratik
ortam” budandı, tüm demokratik hak ve özgürlükler
rafa kaldırıldı, demokratik kitle örgütleri kapatıldı,
kitlesel tutuklamalar ve işkence günlük yaşamın
bir parçası haline geldi.
Devrimci ve sol hareket yeni bir yol ayrımındadır;
ya faşizme karşı savaşılacak, ya da sinip bu baskı
karşısında geleneksel yol izlenecektir. Eskiler
eski yolu izledi, yeni olanlar silaha sarıldı.
İlk kurşunu silahlı devrim hareketinin o tarihsel
koşullarda en önemli bileşeni olan THKO sıktı;
partimizin başlattığı silahlı savaşım ise Elrom’un
cezalandırılması ile çıkış yaptı. TKP/ML bunu
izledi. Böylece ‘71 silahlı devrimci hareketi,
eskiden devrimci kopuş ve yol ayrımı oldu; devrim,
artık asıl olarak açılan bu yoldan ilerledi, günümüze
geldi.
‘71 silahlı devrimi ve özelikle partimizin savaşımı
12 Mart açık faşizminin erken doğum yapmasını
sağladı, geniş kitlelere faşizmi teşhir etti.
Partimizin yaklaşık iki yıllık mücadele tarihi,
kuruluşundan Kızıldere’ye uzanan tarihi, 50 yıllık
devrim tarihinin aşılması ve onun yeniden üretilmesi
oldu. Her şeyin çabuk tükendiği bu coğrafyada
partimizin en önemli siyasal olgu olması, günümüze
kadar uzanan siyasal etkisi ve yön belirlemesi
tesadüf müdür? Elbette hayır.
Bu siyasal olgu birbirine bağlı biçimde üç temel
başlıkta açıklanabilir.
Birincisi; bu ülkede, TKP’nin 1920’de kuruluşunda
somutlaşan devrimci ve komünist politik iradeyi
dışta tutarsak, ilk kez devrimci ve komünist çizgi
ve irade somut biçim almıştır. Kesintisiz Devrim
I,II,III’de somut biçim alan bu politik çizgi
M-L’nin ülke somutunda almış olduğu biçimdir.
Bu devrimci çizginin ideolojik-politik gücüdür.
İkincisi; şablonlara ve doğmalara değil, devrimci
temelde yenilenmeci tarza sahiptir. Öz gücüne
güvenir ve kendi yolunda yürür, politik cesarete
sahiptir; bunu sadece politik çizgide değil, her
alanda gösterir.
Üçüncüsü; stratejik anlayışını, “temel mücadelenin
örgütlenmesi” ekseninde yaşamla, sınıf savaşımı
ile buluştururken, politik alana merkezden müdahale
etmiştir. Bu basit biçimde, silahlı savaşım değil,
silahlı savaşımı politik bir temelde ele almadır.
İlk kez, politikleşmiş askeri savaş bu ülkede
somut olarak örgütlenmiş, bir dizi eksikliklere
karşın geride büyük bir sempati ve siyasal etki
bırakmıştır.
Kurtuluş Bayrağı Hiç Düşmedi...
Kızıldere, bu çizgi ve mücadelede, emperyalizme
ve faşizme karşı savaşta bir zirvedir; bir son
değil, başlangıçtır. Kızıldere’de yükseklerde
tutulan kurtuluş bayrağı bu gün Devrimci Kurtuluşçuların
ellerindedir. Kızıldere, partimiz için özel bir
yerde durur. Parti-Cephemiz, 1970 sonlarında genç
bir parti olarak somutlaşmış, yeterli hazırlık
sürecini yaşamadan 12 Mart açık faşizmine karşı
silaha sarılmış, Elrom’ın cezalandırılmasından
Kızıldere’ye uzanan tarihsel süreçte parti çizgimizin
savaş geleneğini yaratmıştır. Kızıldere, en zor
koşullarda yeni bir devrimci gelenek için, devrimci
birliğin ete kemiğe büründüğü, devrim için küçük
hesapların sözünün bile edilmediği savaş yoldaşlığıdır.
Bunlar büyük mirastır. 1975 sonrası parti çizgisini
inkara yönelen eski unsurların çabalarına rağmen
bu devrimci mirasın korunması, genel olarak tüm
samimi P-C’lilerin, özel olarak Devrimci Sosyalist
hareketin bileşik mücadelesi ile önemli bir yerde
durur. Bu mirasın korunup geliştirilmesi biz Devrimci
Kurtuluşçuların görevidir.
Ama Kızıldere, aynı zamanda partimizin fiziksel
yapısının dağılması ve ‘71 silahlı devrimin yenilgisidir.
Yani, bu yenilginin dersleri ve başka görevleri
vardır; görevlerin en başında ise partinin yeniden
inşası durur.
Bunun bilincinde olan Devrimci Kurtuluşçular,
sadece kurtuluş bayrağını Kızıldere’den bu yana
taşımakla kalmadı, savaşın devamı için öncü örgüt
oluşturdular, savaştılar, onlarca şehidi ile devrimci
geleneğimize yeni halkalar eklediler, Kızıldere
ile günümüz arasında köprü oldular. 1975 yılında,
parti-cephenin devamı olarak ortaya çıkan Devrimci
Sosyalist Hareket bu görevi üstlendi ve parti
tarihimizin ikinci dönemini günümüze kadar taşıdı.
Tüm bu tarih bizimdir; biz Kızıldere’de yükseklerde
tutulan kurtuluş bayrağının daha ileriye taşıyan
neferleriz, bu politik akımın, savaş yoldaşlığı
ve geleneğinin savaşçılarıyız.
Kızıldere ve Yeniden İnşa Sürecimiz
Bugün Kızıldere’nin anlamı; devrimci yenilenme
temelinde, tüm birikimlerimizi arkamıza alarak,
yeni tarihsel sürecin parti ve cephesini yaratma
ve bunu devrimci atılım görevi ile tamamlamadır.
İçinden geçtiğimiz tarihsel süreç her açıdan yeni
bir süreçtir ve bu temelde devrimci yenilenme
zorunludur. Kapitalizmin iç sömürü düzeni yeni
bir biçim almış, neo-liberal politikalar öncülüğünde
işçi ve emekçi sınıfların tüm kazanımlarını yok
edip, sosyal yıkımı dayatmaktadır. Emperyalizm
ile sömürge ve yeni sömürge ülkeler arası ilişkiler
yeni bir biçim almıştır, sömürü ve emperyalist
saldırı politikaları derinleşmiştir.
Emperyalistlerin kendi arasındaki ilişkiler bir
yandan entegrasyonu yaşarken, diğer yandan ise
“tek kutuplu ama çok parçalı” olarak, sömürü ve
kapitalist pazardan pay alma savaşında çelişkileri
derinleşmektedir.
Sosyalizm büyük bir geriye düşüş yaşayıp emperyalist-kapitalist
sistem karşısında savunmacı bir konuma gerilemiştir.
Sosyalist ve ulusal kurtuluş hareketleri, kapitalizmin
iç çelişkilerinden kaynaklanan tüm açmazlara rağmen,
tüm dünyada nispeten zayıflamıştır. Tüm bu olgular,
yeni tarihsel sürecin temel çizgilerini oluşturmaktadır;
bu süreç, bu temel unsurların mücadelesi ile yeniden
biçim almaktadır.
Tüm bunlar devrimci sosyalist hareketin önüne
devasa görevleri ortaya çıkarıyor ve bu görevleri
içiçe başarmak, buzu kırmak yolu açmak anlamına
geliyor.
Bu görev bizimdir; başaracağız!
Sınıf savaşımı, dogmatik olarak, geçmişi basit
bir tekrarla yetinmeyi kaldırmıyor; tarihsel ve
siyasal birikimle ideolojik, örgütsel, politik
görevleri yeniden biçimlendirmek, bu bütünlük
içinde, bir devrim hareketini yeniden kurmak zorunlu
oluyor. Devrimci yenilenme temelinde yeniden inşa
sürecimiz budur.
Kızıldere’de partimiz örgütsel olarak dağıldı,
partinin yeniden inşası devrimci sosyalistlerin
görevi oldu. Kızıldere sonrası oluşan ve dağınık
bir tabloyu içeren P-C sempatizanları, bu arada
devrimci sosyalist hareket bu göreve talip oldu.
Özgün bir tarihsel süreç yaşandı, başarı ve yenilgiler
içinde, sınıf savaşımı ve tarih bu güne devindi.
Bugün, somut olandan hareketle, Kızıldere ile
TDH’yi kuşatan (ki, bunun genel ve özel bir dizi
kaynağı var) tıkanma ve örgütsel kriz üst üst
düştü; devrimci sosyalist hareket için örgütsel
görevler bunun üzerinden biçim kazandı. Her şeyi
sil baştan değil, Devrimci sosyalist hareketin
tüm siyasal-örgütsel birikimi üzerinden, TDH’ni
kuşatan genel tıkanmanın bir parçası olarak yaşanan
örgütsel krize devrimci yanıt oluştumak, yaşadığımız
tarihsel sürecin ağır sorunları karşısında devrim
ve sosyalizmin sesi olmak, sınıfa ve halka önderlik
edecek parti ve cepheyi örgütlemek somut görev
olarak ortaya çıktı. Bütünsel bir yenilenme eylemi
olan, yeniden inşa sürecimizin örgütsel görevi
budur; sürecin sorunlarına devrimci yanıt olacak
devrimci ve komünist partiyi, P-C’yi inşa etmek!
Bunun için, iki görevi birlikte adımlamaktayız.
Birincisi; yeni tarihsel dönemde partili savaşıma
yol gösterecek, partiyi, işçi ve halkı devrim
için eğitip, devrime hazırlayacak,iki politik
belgeyi, program ve manifestoyu üretmektir. Marks
ve Engels’den bu yana tüm M-L birikime, bu ülkede
boy veren 35 yıllık devrimci sosyalist birikimimize
dayanarak üreteceğimiz ve güncel olan program
ve manifesto çalışmamız, yeni dönemin P-C’sinin
kılavuzu olacaktır. Bu aynı zamanda Kızıldere
şehitlerimizin somutunda partimizin, o tarihsel
süreçte, temel bir eksikliği olan programının
günümüzde tamamlanması anlamına gelmektedir.
İkincisi, örgütsel birikimiz üzerinden, bir yandan
adım adım örgütsel yapımızı yeni tarihsel sürecin
partisi için örerken, diğer yandan bununla birlikte
devrimci bir halk hareketinin ilk ve temel zeminlerini
oluşturmaktır. Her alanda, devrim ve sosyalizm
için, işçi ve emekçi sınıflar, kadın ve gençler
içinde, her mücadele biçimini kullanan ve bunu
örgütleyen ilk zeminlerin örgütlenmesi devrimci
halk hareketi için zorunludur. Parti bunları örgütleyen
ve buradan beslenen savaş örgütü olarak yerini
alacaktır.
Parti ve cephe tüm bunların, bu iki görevin bütünlüğü
olarak somut biçim kazanacaktır. Kızıldere’nin
günümüz için, somut örgütsel anlam ve görevi budur.
Politik mücadeleden soyut bir örgütlenme olamaz.
Politik mücadelenin iki biçimi vardır ve bu iki
biçim,bizim gibi yeni sömürge ülkelerde,anti-emperyalist
anti-oligarşik mücadelede birbirinden koparılamaz.
Dahası örgütlenme ve politik mücadele karşı karşıya
getirilemez; önce biri sonra diğeri değil, her
adımda her ikisi de iç içe ele alınmak zorundadır.
Türkiye devrim tarihi ve özel olarak parti tarihimize
baktığımızda, bu bütünlükten her uzaklaşmanın
çeşitli sorunların ve olumsuz zeminlerin kaynağı
olduğunu görürüz. Politik mücadele sadece nesnel
koşullara göre değil, öznel koşuların da doğru
bir analizine dayanmak ve o taktiksel sürecin
hizmetinde olmak zorundadır; bu örgütlenmeden
kopuk değil, onu besleyendir.
Bu açıdan, Kızıldere’nin, politik alanda yeniden
inşa sürecimizdeki anlamı; politik mücadeleyi,
devrimci şiddet ve bunu bütünleyen araçlarla kendi
ayakları üzerinde inşa etmektir. Yani,bir başka
değişle, ilk zeminlerini ördüğümüz ve bu ilk adımları
devrimci atılımla tamamlamak istediğimiz hedefimize
ulaşmaktır. Şehitlerimiz,bize bu hedefe ulaşmamızı
emretmektedir.
Devrim İçin; Kızıldere Son Değil Başlangıçtır...
Kızıldere’de ON’lar, emperyalizmi bu ülkeden tümden
silip atma ve özgür bir ülkede insanca yaşam için,
sosyalizm için kanlarını akıttılar. ON’ların hedefi,
bu ülke topraklarındaa, içsel olgu olan emperyalizmin
tüm egemenlik biçimlerine son vermek,emperyalizmin
toplumsal dayanağı olan oligarşinin egemenliğini
parçalamak; bunun sonucu kurulacak Devrimci Halk
İktidarı aracılığıyla sosyalizmi inşa etmektir.
Devrimci Halk iktidarı, emperyalizme karşı sadece
siyasal bağımsızlığı değil, emperyalizmin tüm
egemenlik biçimlerinin tasfiyesi sağlayacaktır.
Faşizmi tasfiye edecek, mevcut egemenlik biçimini
tüm kurumlarıyla parçalayıp yıkacak, yerine halkın
söz ve karar sahibi olduğu halk meclislerini iktidar
yapacaktır. Tüm demokratik sorunlar, Kürt ulusunun
kendi kaderini tayin hakkı dahil tüm sorunlar
gerçek çözüme kavuşacak, tüm ayrıcalıklara son
verilecektir.
Devrimimiz bu stratejik hedefe yönelirken,demokratik
ve sosyalist görevleri birlikte ele alacak, işçi
ve ezilenlerin tüm demokratik sorunları devrimle
gerçek çözüme bağlayacak ve sosyalizmde güvence
altında olacaktır.
Kızıldere bu stratejik hedefe ulaşmada, uzun devrim
yürüyüşünde bir aşamadır; geçici bir yenilgidir.
Devrim, bir dizi aşamadan geçerek zafere ulaşacaktır;
Kızıldere’nin son değil başlangıç olması da budur.
ON’lar ve tüm şehitlerimize layık olacağız; şehitlerimizin
yol göstericiliğinde, emperyalizme karşı tam bağımsızlık,
faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm
savaşını sürdüreceğiz, birleşik ve örgütlü halkla
zafere ulaşacağız!
Zaferimiz kesindir, zaferi kazanacağız!
KIZILDERE SON DEĞİL
SAVAŞI SÜRDÜRECEĞİZ!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
|