Oligarşi Cephesinde
Neler Oluyor?
Son birkaç aydır burjuva siyaset alanı üzerinde
yoğun fırtına bulutları toplanıyor. Ana gündem;
cumhurbaşkanlığı seçimleri... Dahası, cumhurbaşkanlığı
seçimleriyle başlayacak ve oradan genel seçimlere
ve bir yıl sonrasında yerel seçimlere değin uzanacak
ve TC’deki siyasi güç savaşımının önümüzdeki 5 ila
7 yıl arasında önemli ölçüde belirleyecek bir maraton
sözkonusu. Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci bunun
ilk ve en önemli halkalarından biri...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri neden önemli?..
Herşeyden önce, şu basit yaklaşımdan kurtulmak gerekiyor.
Evet, bu sürecin bütün aktörleri, AKP’sinden, CHP’sine
tüm burjuva partileri, Genelkurmay ve diğerleri,
hepsi Amerikancı, hepsi emperyalistlerin temel yönelimlerine
hizmet etmekte en ufak bir tereddüte sahip değiller.
Varlık nedenleri ve bulundukları pozisyonları sürdürmeleri
ancak ve ancak başta Amerikan emperyalizmi olmak
üzere tüm emperyalist güçlere ikircimsiz hizmet
etmelerine bağlı... Aksi bir tutumda “kolezete atılmaları
ve sifonun çekilmesi” kesin biçimde kaderleri olur.
Ancak iş burada bitmiyor... Aralarında ne fark var
ki, diyerek ya da yaşananları basit bir tiyatro
oyunu kabul ederek es geçemeyiz.
Bütün bu işbirlikçiler güruhu, emperyalistlere hizmeti
belli bir coğrafyada, belli bir devlet temelinde
veriyorlar. Ve bu coğrafyada, bu devlette hepsi
kendi adlarına da yemleniyorlar. Her bir aktör,
egemen sınıfların her bir öğesi, kendi içinde ayrışan
farklı çıkarlara sahip... Emperyalistlerden kendilerine
kalan kırıntılardan büyük paylar alma mücadelesi
yürütüyorlar. Bu sadece ekonomik alandaki kırıntılardan
ibaret değil. Aynı zamanda siyasal gücün, kültürel
yaşamı belirleme gücünün, toplumsal yaşamın bütün
alanlarındaki güç ve iktidarın daha çoğunu kazanma
mücadelesi... Zaten ekonomik güçten daha fazla pay
almak esas olarak toplumsal yaşamın bütününde ne
denli güçlü olunduğuna bağlı...
Bugünkü cumhurbaşkanlığı seçimini kritik hale getiren
olgu, TÜSİAD ve Genelkurmay’da cisimleşen ve mevcut
tüm temel siyasal ve toplumsal statükoların devamını,
sistem içi olanlar da dahil, bu statükolara muhalefet
eden tüm güçlerin tasfiyesini isteyen oligarşinin
geleneksel kanadıyla, yaklaşık son 30 yıldır palazlanan,
toplumsal ve siyasal olarak dini renkleri bayrak
edinen ve büyük burjuva kesimlerle siyasal alanda
artık neredeyse başbaş güreşecek konuma gelmiş olan
yeni tekeller arasındaki kapışmadır, Kuşkusuz, sistemin
tüm temel ipleri hala geleneksel kanatın elindedir.
Ancak karşı cephede başta hükümet konumu olmak üzere
önemli konumları ele geçirmiş durumdadır ve daha
fazlasını istemektedir. Bu, TC tarihi açısından
bir ilktir. Geleneksel kanadın cumhurbaşkanlığını
kaybetmesi bürokraside de önemli noktaları, güç
odaklarını kaybetmesi anlamına gelecektir. Dahası,
dinci AKP’nin arkasında odaklanmış olan burjuva
kesimlerin sınırsız büyümesi için önemli engellerin
ortadan kalkması anlamına gelecektir. Dolayısıyla
bu süreç salt cumhurbaşkanının seçilmesiyle bitecek
bir süreç olmayacaktır. AKP’nin seçim konusundaki
tavrını son ana bırakması aslında sonrasında gelişebileceklere
ilişkin tereddütten kaynaklanmaktadır. Turgut Özal’ın
ölümünün arkasındaki sır perdesi bu noktada olabilecekler
konusunda, bu çatışmanın varabileceği nokta konusunda
aslında önemli bir göstergedir. Dolayısıyla seçim
sürecinin her türden süprize açık olduğunun altını
çizmek gerekiyor.
Oligarşi içindeki ve dışındaki burjuva ve diğer
sınıfların bu güç mücadelesi, aynı zamanda onların
ipliğinin pazara dökülmesi, karşılıklı olarak birbirlerinin
pozisyonlarını zayıflatılması vb. gibi pek çok öğe
zemininde emekçi halkların mücadelesini yakından
ilgilendiriyor. Devrimci güçlere sistemi ve onun
başlıca aktörlerini teşhir için çok büyük miktarda
malzeme sağladığı gibi, devrimci çalışmayı geliştirmek
için de kısmi alanlar açıyor...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gölgesinde kalan önemli
gelişmeler de sözkonusu...
Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin araştırma ve
soruşturmalar yeni bulgularla daha karmaşık hale
geliyor. Aslında bu soruşturma sürecinin oligarşi
içi güç mücadelesinden bağımsız olduğu düşünülemez.
Tüm taraflar biliyor ki, cinayet bizzat devlet içindeki
güç odaklarından birinin eseridir. Aslında Genelkurmay’ın
eseridir. Ancak bu bağlantılar pek çok polis, MİT
ve jandarma şefinden Azerbaycan’a kadar karmaşık
ilişkiler ağı içinde gerçekleşiyor. Düğümler çözüldükçe
yeni düğümler geliyor... Hiç kuşkusuz bu soruşturmalarda
son noktaya gelinmeyecektir, gelinemeyecektir. Sistem
her yolu deneyerek bunu engelleyecektir. Şemdinli
iddianamesi nedeniyle savcının başına gelenler,
olabileceklerin aslında en hafifidir ve herkese
gereken ders verilmiştir. Sıradan polis şeflerinin
bu işi sonuna kadar götürmesini beklemek ise boş
bir hayal olacaktır. Ancak taraflar birbirini basınç
altında tutma oyunu oynuyor. Yani gerilim var, tarafların
birbirini sıkıştırma çabası var, ancak süpriz yok.
Her zamanki gibi, oligarşinin değişik kanatları
arasındaki mücadelenin bir parçası olarak ve demokratik
güçleri susturmanın, ürkütmenin bir aracı olarak
ünlü, etkili bir simanın öldürülmesi yoluna başvurulduğu
görülüyor. Ve ardından karşılıklı birbirini sıkıştırma,
şantaj için yürütülen ve sonuna varamayacak soruşturmalar
oyunu oynanıyor...
Ve IMF’cilerin gelişi... Gangasterler Mart ayında
yine Türkiye’deydiler. Geldiler ve sadık hizmetkârları
her isteklerini kabul etti ve gttiler. Daha farklı
birşey zaten düşünülemezdi. Bu, seçim döneminin
soygun planlarını aksatmasını önleme ziyaretiydi.
Uşaklar uyarıldı, sadakatleri denetlendi, halka
saldırı planları gözden geçirildi ve defolup gittiler...
Bu coğrafyanın insanlarının milyarlarca doları bulan
alınterini, emeğini de yanlarına alarak...
Devrimci, Demokratik Hareket ve Durgunluk
Devrimci ve demokratik güçler açısından içinde
bulunduğumuz aylar tempolu pratik süreçlerle yüklü.
8 Mart, Newroz, 30 Mart, 1 Mayıs...
8 Mart, yine birleşik kadın eylemleri zeminde
kutlanamadı. Feministler ve onların kuyruğuna
takılmış reformistler “şenlik”li gösteriler yaparken,
devrimci güçler 8 Mart’ın geleneksel mücadeleci
yönünü öne çıkaran gösteriler ve diğer faaliyetler
gerçekleştirdiler. Toplamda ortaya çıkan tablo
ise, mücadele potansiyeli en yüksek toplumsal
kesimlerden biri olan emekçi kadınların bu potansiyelinin
oldukça sınırlı ölçüde pratik mücadelelere yansımasıydı.
Her halükarda, emekçi kadınların öncü kesimleri
sokaktaydı ve emekçi kadın mücadelesinin taşıdığı
potansiyeli gösterdiler, ancak öncülerin dışında
kalan milyonlara ulaşmakta ne denli yetersiz kalındığı
da görüldü.
Newroz ise tüm baskı ve engellemelere karşı, küçük
çaplı militan gösterilerden, milyonlarca emekçiyi
biraraya getiren büyük gösterilere değin çeşitli
etkinlikler temelinde görkemli kutlamalara sahne
oldu. Azgın şovenizmin toplumsal atmosferi giderek
daha fazla belirlediği koşullarda Newroz’un böylesi
kitlesel gösterilerle kutlanması, geriye düşülmemesi
olumluydu. Ancak bu cephede de sorunlu alanlar
giderek büyümeye devam ediyor. Herşeyden önce,
Kürt ulusal hareketi büyüme ve yeni bir düzeye
sıçrama eğilimi göstermiyor. Genel bir durgunluk
eğilimi Kürt ulusal hareketinde de kendini gösteriyor.
Post-modern milliyetçi konumlanış temelinde girdiği
TC’den ve emperyalistlerden adım atma beklentisi
hareketi hem ideolojik, hem de pratik olarak tutuk
ve belirsiz bir noktada tutuyor. Bunun bir sıçrama
zemini olmayacağı açıktır. İkincisi, Türkiye’nin
emekçi halkıyla, Kürt emekçileri arasındaki mesafede
kapanma eğilimi henüz görülmüyor. Şovenizmin etkisiyle
mesafe kimi alanlarda büyüyor. Üçüncüsü, Türkiye
devrimci hareketi ile Kürt ulusal hareketi arasındaki
soğukluk ve mesafe, şovenizme karşı birlik ihtiyacı
daha da artmasına karşın devam ediyor. Bunda Kürt
ulusal hareketinin pragmatist, post-modern milliyetçi
tutumunun önemli bir etkisi var elbette. Ancak
tek belirleyici etken bu değil. Aynı ölçüde devrimci
hareketteki sosyal-şoven etkinin de büyük bir
payı bulunuyor. Sosyal-şovenizmin belirlediği
toplumsal atmosfer, devrimci, demokrat güçlerde
de Kürt ulusal hareketinden uzak durma, Kürt ulusal
sorunu konusunda pratik politikada belirsiz tutumları
benimseme gibi bir tutumun gelişmesine neden oluyor.
30 Mart Kızıldere manifestosu, P-C’de ve Kesintisiz
Devrim broşürlerinde cisimleşen devrimci eylem,
örgüt ve ideolojik çizgi, devrimci hareket açısından
salt yerel, coğrafyamıza özgü bir olgu değil,
tüm dünya devrimine her cepheden önemli katkıların
simgesidir... 30 Mart bugün sınırlı etkinlikler
temelinde anılıyor. Hiç kuşkusuz, bu tablo değişecek!..
Bu pratik olguların biraz ötesine geçersek, devrimci
hareketin hem Türkiye’de, hem Kürt coğrafyasında
devrimci pratik kapasitesi belli düzeylerde devam
etmesine karşın, genel bir durgunluk tablosu içinde
olduğunu söyleyebiliriz. 19 Aralık 2000’deki hapishane
baskınlarıyla yaşanan büyük kırılmanın etkisini,
2002’lerden itibaren aşmaya çalışan devrimci hareket,
gelinen noktada belki büyük bir kırılma değil,
ama durgunluk eğilimi göstermektedir. Sorun açıktır.
19 Aralık bir dönemin kesin biçimde sonunu işaretlemekteydi.
19 Aralık sonrasında, 2002’lerden itibaren yaşanan
canlanma ise genel olarak stratejik bir bakış
açısından yoksun esas olarak bir durumu düzeltme
süreci olarak biçimlendi. Yaşanan kırılmayı güncel
hatalara, kadrolara, örgütsel sorunlara vb. bağlayan,
çıkışı da bu türden kısmi düzeltmelerde arayan
devrimci hareket, asıl sorunlara asıl çıkış noktalarına
dokunamadığı ölçüde kısa sürede yeniden bir durgunluk
noktasına varmış gibi görünüyor. Çeşitli devrimci
yapılara dönük düşmanın oldukça ağır ve etkili
saldırıları da bu süreci besledi.
Asıl sorun, mücadelenin bütün cephelerinde zorlu
ve zaman isteyen bütünlüklü bir yenilenme ve yeniden
inşa perspektifinin devrimci harekette ana eğilim
haline gelememesidir. Sürecin ana gereksinmesi
kısmi ve parçalı düzeltmeler değil, bütünlüklü
devrimci yenilenmedir. Devrimci yenilenme keyfi
bir tercih değildir. 1945-1990 süreci arasında
gerçekleşen dünya tablosunun bütün öğelerinin
1970’lerin sonlarından başlayarak değişmeye başlaması
ve bunun 1990’larda geriye dönüşsüz olarak yeni
bir dünya tablosu ortaya çıkarması, devrimci yenilenmenin
maddi temelini, gerekçesini oluşturmaktadır.
Günümüz devrimci hareketi, 1945-1990 sürecinin
ürünüdür. Temelleri bu süreçte atılmıştır. Ya,
1990 sonrası yeni tarihsel süreci ve bu sürecin
yarattığı büyük dönüşümü anlayarak, onu tarihsel
köklerine bağlayarak, devrimci yenilenme temelinde
yürünecek ya da hafif toparlanma ardından ağır
darbeler ve durgunluk sarmalı içinde debelenip
durulacak. Sürecin tüm devrimci güçlerin önüne
koyduğu tercih budur. Başka seçenekler, ara formüller
arama çabası, kısmi düzeltmeler vb. boşunadır.
Devrimci Sosyalist Hareket: Yeni Adımlarla
İlerlemek...
Devrimci Sosyalist Hareket, bu tabloyu emekçi
halklar lehine bozmanın yolunun konjonktürel çıkışlarla
mümkün olmayacağının bilincindedir. Devrimci yenilenme
ve yeniden inşa, devrim ve sosyalizm mücadelesinin,
yaşadığımız coğrafyada ideolojik, politik, örgütsel
pratik; bütün mücadele cephelerinde yeni ve daha
ileri düzeyde üretilmesi sürecini tanımlayan başat
öğe ve süreçlerdir. Devrimci sosyalizm, güncel
süreçleri ve bu süreçlerin içinde taşıdığı açmazları
tespit ederken, bunlar üzerinden kendi duruşunu
iki farklı ancak içiçe olan tutum üzerinden belirliyor.
Birincisi, dönemin temel politikası devrimci yenilenme
ve yeniden inşa sürecinin mantığını güncel gelişmeler
temelinde sürekli sorguluyor ve geliştirmeye çalışıyor.
İkincisi, devrimci yenilenme ve yeniden inşa sürecinin
güncel görevlerini, somut çalışmalarını, güncel
toplumsal gelişmelerle birleştirerek her adımda
yeniden biçimlendiriyor. Böylesi diyalektik ve
güncel gelişmeleri dikkate alan bir çizgi izlemeden
devrimci bir ilerleyişin mümkün olmayacağı açıktır.
Bu çizgiden sapmak, ya katı ve değişmez bir yol
haritası temelinde dogmatizme düşmek ya da her
güncel gelişmenin peşine takılarak dönemin stratejik
ufkunu ve hedeflerini göremez hale gelmek, yani
kendiliğindenciliğe düşmek anlamına gelir.
Durgunluk atmsoferi devrimci yenilenme ve yeniden
inşanın temel hedeflerine varması üzerinden yükselecek
devrimci atılımla köklü biçimde aşılabilecek.
Ancak bu süreci örme adımları da küçük sıçramalarla
gelişecektir. Devrimci atılım bir anda olmayacaktır.
Tersine küçük sıçramaların birikmesi ve büyük,
süreci kökten değiştirecek sıçramanın gerçekleştirilmesi
anlamına geliyor.
Bu bağlamda, emekçi kitle mücadelesinin yoğun
bir takvim temelinde geliştirilmesi gerektiği,
bu anlamda pratik yüklerin oldukça arttığı içinde
geçtiğimiz bu aylarda, devrimci sosyalizm açık
alanda yeni mücadele odakları örüyor. Emekçi kitle
mücadelesi için ilk basamak zeminlerinden biri
olarak tanımladığımız politik kültürel odaklar
(PKO) adımımız yeni açılımlar yeni bir noktaya
taşınıyor. PKO perspektifi temelinde oluşan kurumlarımız,
bir güçleri toparlama, ilişkilerin birliğini sağlama,
ilk kitle ilişkileri zeminlerini yaratma işlevini
görüyor, bir tür havuz oluşturuyor. Gelinen noktada,
havuzun sularını devrimin ana kitle güçlerinin
arasına, onlar arasında kalıcı devrimci ve demokratik
mücadele yapıları yaratmak için akıtmak zamanı
gelmiştir.
Devrimin ana kitle güçleri; işçi sınıfı, yoksul
ve orta köylülük, şehir küçük burjuvazisi ve ayrıca
değişik emekçi katmanlar (emekçi kadınlar) ve
mücadele alanları (kültür-sanat vb.) içinde devrimci
sosyalizmin mücadele örgütlerini kurumlarını PKO
perspektifi temelinde yaratmanın zamanı gelmiştir.
Devrimci sosyalizm, attığı bu adımla devrimci
bir halk hareketi yaratma yolunda yeni bir sıçramanın
kapısını aralamaktadır. Tüm yoldaşların her işe
yöneldiği genel bir kitle mücadelesinden, her
yoldaşın belirli bir alana odaklandığı daha güçlü
bir enerjinin, daha güçlü bir yönelimin gerçekleşeceği
yeni bir çalışma tarzı önümüzde duruyor.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, devrimci sosyalizm
devrimci hareketin yaşadığı durgunluğun tek hamlede
ve kolay bir yoldan, düzeltmeler vb. yolundan
çözülemeyeceği noktasında nettir. Devrimci yenilenme
ve yeniden inşa bunun yegane yoludur. Bugün attığımız
bu açılımlar geleceğin partisini ve cephesini
örmede küçük, ancak hayati sıçrama noktalarıdır.
Büyük sıçrama, devrimci atılım bugünkü emeğimizin,
yarattığımız küçük sıçramaların üzerinden yükselecektir.
|