Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

50. Sayı - Nisan 2007

Oligarşi Cephesinde Neler Oluyor?
Son birkaç aydır burjuva siyaset alanı üzerinde yoğun fırtına bulutları toplanıyor. Ana gündem; cumhurbaşkanlığı seçimleri... Dahası, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başlayacak ve oradan genel seçimlere ve bir yıl sonrasında yerel seçimlere değin uzanacak ve TC’deki siyasi güç savaşımının önümüzdeki 5 ila 7 yıl arasında önemli ölçüde belirleyecek bir maraton sözkonusu. Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci bunun ilk ve en önemli halkalarından biri...
Cumhurbaşkanlığı seçimleri neden önemli?..
Herşeyden önce, şu basit yaklaşımdan kurtulmak gerekiyor. Evet, bu sürecin bütün aktörleri, AKP’sinden, CHP’sine tüm burjuva partileri, Genelkurmay ve diğerleri, hepsi Amerikancı, hepsi emperyalistlerin temel yönelimlerine hizmet etmekte en ufak bir tereddüte sahip değiller. Varlık nedenleri ve bulundukları pozisyonları sürdürmeleri ancak ve ancak başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere tüm emperyalist güçlere ikircimsiz hizmet etmelerine bağlı... Aksi bir tutumda “kolezete atılmaları ve sifonun çekilmesi” kesin biçimde kaderleri olur. Ancak iş burada bitmiyor... Aralarında ne fark var ki, diyerek ya da yaşananları basit bir tiyatro oyunu kabul ederek es geçemeyiz.
Bütün bu işbirlikçiler güruhu, emperyalistlere hizmeti belli bir coğrafyada, belli bir devlet temelinde veriyorlar. Ve bu coğrafyada, bu devlette hepsi kendi adlarına da yemleniyorlar. Her bir aktör, egemen sınıfların her bir öğesi, kendi içinde ayrışan farklı çıkarlara sahip... Emperyalistlerden kendilerine kalan kırıntılardan büyük paylar alma mücadelesi yürütüyorlar. Bu sadece ekonomik alandaki kırıntılardan ibaret değil. Aynı zamanda siyasal gücün, kültürel yaşamı belirleme gücünün, toplumsal yaşamın bütün alanlarındaki güç ve iktidarın daha çoğunu kazanma mücadelesi... Zaten ekonomik güçten daha fazla pay almak esas olarak toplumsal yaşamın bütününde ne denli güçlü olunduğuna bağlı...
Bugünkü cumhurbaşkanlığı seçimini kritik hale getiren olgu, TÜSİAD ve Genelkurmay’da cisimleşen ve mevcut tüm temel siyasal ve toplumsal statükoların devamını, sistem içi olanlar da dahil, bu statükolara muhalefet eden tüm güçlerin tasfiyesini isteyen oligarşinin geleneksel kanadıyla, yaklaşık son 30 yıldır palazlanan, toplumsal ve siyasal olarak dini renkleri bayrak edinen ve büyük burjuva kesimlerle siyasal alanda artık neredeyse başbaş güreşecek konuma gelmiş olan yeni tekeller arasındaki kapışmadır, Kuşkusuz, sistemin tüm temel ipleri hala geleneksel kanatın elindedir. Ancak karşı cephede başta hükümet konumu olmak üzere önemli konumları ele geçirmiş durumdadır ve daha fazlasını istemektedir. Bu, TC tarihi açısından bir ilktir. Geleneksel kanadın cumhurbaşkanlığını kaybetmesi bürokraside de önemli noktaları, güç odaklarını kaybetmesi anlamına gelecektir. Dahası, dinci AKP’nin arkasında odaklanmış olan burjuva kesimlerin sınırsız büyümesi için önemli engellerin ortadan kalkması anlamına gelecektir. Dolayısıyla bu süreç salt cumhurbaşkanının seçilmesiyle bitecek bir süreç olmayacaktır. AKP’nin seçim konusundaki tavrını son ana bırakması aslında sonrasında gelişebileceklere ilişkin tereddütten kaynaklanmaktadır. Turgut Özal’ın ölümünün arkasındaki sır perdesi bu noktada olabilecekler konusunda, bu çatışmanın varabileceği nokta konusunda aslında önemli bir göstergedir. Dolayısıyla seçim sürecinin her türden süprize açık olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Oligarşi içindeki ve dışındaki burjuva ve diğer sınıfların bu güç mücadelesi, aynı zamanda onların ipliğinin pazara dökülmesi, karşılıklı olarak birbirlerinin pozisyonlarını zayıflatılması vb. gibi pek çok öğe zemininde emekçi halkların mücadelesini yakından ilgilendiriyor. Devrimci güçlere sistemi ve onun başlıca aktörlerini teşhir için çok büyük miktarda malzeme sağladığı gibi, devrimci çalışmayı geliştirmek için de kısmi alanlar açıyor...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin gölgesinde kalan önemli gelişmeler de sözkonusu...
Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin araştırma ve soruşturmalar yeni bulgularla daha karmaşık hale geliyor. Aslında bu soruşturma sürecinin oligarşi içi güç mücadelesinden bağımsız olduğu düşünülemez. Tüm taraflar biliyor ki, cinayet bizzat devlet içindeki güç odaklarından birinin eseridir. Aslında Genelkurmay’ın eseridir. Ancak bu bağlantılar pek çok polis, MİT ve jandarma şefinden Azerbaycan’a kadar karmaşık ilişkiler ağı içinde gerçekleşiyor. Düğümler çözüldükçe yeni düğümler geliyor... Hiç kuşkusuz bu soruşturmalarda son noktaya gelinmeyecektir, gelinemeyecektir. Sistem her yolu deneyerek bunu engelleyecektir. Şemdinli iddianamesi nedeniyle savcının başına gelenler, olabileceklerin aslında en hafifidir ve herkese gereken ders verilmiştir. Sıradan polis şeflerinin bu işi sonuna kadar götürmesini beklemek ise boş bir hayal olacaktır. Ancak taraflar birbirini basınç altında tutma oyunu oynuyor. Yani gerilim var, tarafların birbirini sıkıştırma çabası var, ancak süpriz yok. Her zamanki gibi, oligarşinin değişik kanatları arasındaki mücadelenin bir parçası olarak ve demokratik güçleri susturmanın, ürkütmenin bir aracı olarak ünlü, etkili bir simanın öldürülmesi yoluna başvurulduğu görülüyor. Ve ardından karşılıklı birbirini sıkıştırma, şantaj için yürütülen ve sonuna varamayacak soruşturmalar oyunu oynanıyor...
Ve IMF’cilerin gelişi... Gangasterler Mart ayında yine Türkiye’deydiler. Geldiler ve sadık hizmetkârları her isteklerini kabul etti ve gttiler. Daha farklı birşey zaten düşünülemezdi. Bu, seçim döneminin soygun planlarını aksatmasını önleme ziyaretiydi. Uşaklar uyarıldı, sadakatleri denetlendi, halka saldırı planları gözden geçirildi ve defolup gittiler... Bu coğrafyanın insanlarının milyarlarca doları bulan alınterini, emeğini de yanlarına alarak...

Devrimci, Demokratik Hareket ve Durgunluk
Devrimci ve demokratik güçler açısından içinde bulunduğumuz aylar tempolu pratik süreçlerle yüklü. 8 Mart, Newroz, 30 Mart, 1 Mayıs...
8 Mart, yine birleşik kadın eylemleri zeminde kutlanamadı. Feministler ve onların kuyruğuna takılmış reformistler “şenlik”li gösteriler yaparken, devrimci güçler 8 Mart’ın geleneksel mücadeleci yönünü öne çıkaran gösteriler ve diğer faaliyetler gerçekleştirdiler. Toplamda ortaya çıkan tablo ise, mücadele potansiyeli en yüksek toplumsal kesimlerden biri olan emekçi kadınların bu potansiyelinin oldukça sınırlı ölçüde pratik mücadelelere yansımasıydı. Her halükarda, emekçi kadınların öncü kesimleri sokaktaydı ve emekçi kadın mücadelesinin taşıdığı potansiyeli gösterdiler, ancak öncülerin dışında kalan milyonlara ulaşmakta ne denli yetersiz kalındığı da görüldü.
Newroz ise tüm baskı ve engellemelere karşı, küçük çaplı militan gösterilerden, milyonlarca emekçiyi biraraya getiren büyük gösterilere değin çeşitli etkinlikler temelinde görkemli kutlamalara sahne oldu. Azgın şovenizmin toplumsal atmosferi giderek daha fazla belirlediği koşullarda Newroz’un böylesi kitlesel gösterilerle kutlanması, geriye düşülmemesi olumluydu. Ancak bu cephede de sorunlu alanlar giderek büyümeye devam ediyor. Herşeyden önce, Kürt ulusal hareketi büyüme ve yeni bir düzeye sıçrama eğilimi göstermiyor. Genel bir durgunluk eğilimi Kürt ulusal hareketinde de kendini gösteriyor. Post-modern milliyetçi konumlanış temelinde girdiği TC’den ve emperyalistlerden adım atma beklentisi hareketi hem ideolojik, hem de pratik olarak tutuk ve belirsiz bir noktada tutuyor. Bunun bir sıçrama zemini olmayacağı açıktır. İkincisi, Türkiye’nin emekçi halkıyla, Kürt emekçileri arasındaki mesafede kapanma eğilimi henüz görülmüyor. Şovenizmin etkisiyle mesafe kimi alanlarda büyüyor. Üçüncüsü, Türkiye devrimci hareketi ile Kürt ulusal hareketi arasındaki soğukluk ve mesafe, şovenizme karşı birlik ihtiyacı daha da artmasına karşın devam ediyor. Bunda Kürt ulusal hareketinin pragmatist, post-modern milliyetçi tutumunun önemli bir etkisi var elbette. Ancak tek belirleyici etken bu değil. Aynı ölçüde devrimci hareketteki sosyal-şoven etkinin de büyük bir payı bulunuyor. Sosyal-şovenizmin belirlediği toplumsal atmosfer, devrimci, demokrat güçlerde de Kürt ulusal hareketinden uzak durma, Kürt ulusal sorunu konusunda pratik politikada belirsiz tutumları benimseme gibi bir tutumun gelişmesine neden oluyor.
30 Mart Kızıldere manifestosu, P-C’de ve Kesintisiz Devrim broşürlerinde cisimleşen devrimci eylem, örgüt ve ideolojik çizgi, devrimci hareket açısından salt yerel, coğrafyamıza özgü bir olgu değil, tüm dünya devrimine her cepheden önemli katkıların simgesidir... 30 Mart bugün sınırlı etkinlikler temelinde anılıyor. Hiç kuşkusuz, bu tablo değişecek!..
Bu pratik olguların biraz ötesine geçersek, devrimci hareketin hem Türkiye’de, hem Kürt coğrafyasında devrimci pratik kapasitesi belli düzeylerde devam etmesine karşın, genel bir durgunluk tablosu içinde olduğunu söyleyebiliriz. 19 Aralık 2000’deki hapishane baskınlarıyla yaşanan büyük kırılmanın etkisini, 2002’lerden itibaren aşmaya çalışan devrimci hareket, gelinen noktada belki büyük bir kırılma değil, ama durgunluk eğilimi göstermektedir. Sorun açıktır. 19 Aralık bir dönemin kesin biçimde sonunu işaretlemekteydi. 19 Aralık sonrasında, 2002’lerden itibaren yaşanan canlanma ise genel olarak stratejik bir bakış açısından yoksun esas olarak bir durumu düzeltme süreci olarak biçimlendi. Yaşanan kırılmayı güncel hatalara, kadrolara, örgütsel sorunlara vb. bağlayan, çıkışı da bu türden kısmi düzeltmelerde arayan devrimci hareket, asıl sorunlara asıl çıkış noktalarına dokunamadığı ölçüde kısa sürede yeniden bir durgunluk noktasına varmış gibi görünüyor. Çeşitli devrimci yapılara dönük düşmanın oldukça ağır ve etkili saldırıları da bu süreci besledi.
Asıl sorun, mücadelenin bütün cephelerinde zorlu ve zaman isteyen bütünlüklü bir yenilenme ve yeniden inşa perspektifinin devrimci harekette ana eğilim haline gelememesidir. Sürecin ana gereksinmesi kısmi ve parçalı düzeltmeler değil, bütünlüklü devrimci yenilenmedir. Devrimci yenilenme keyfi bir tercih değildir. 1945-1990 süreci arasında gerçekleşen dünya tablosunun bütün öğelerinin 1970’lerin sonlarından başlayarak değişmeye başlaması ve bunun 1990’larda geriye dönüşsüz olarak yeni bir dünya tablosu ortaya çıkarması, devrimci yenilenmenin maddi temelini, gerekçesini oluşturmaktadır.
Günümüz devrimci hareketi, 1945-1990 sürecinin ürünüdür. Temelleri bu süreçte atılmıştır. Ya, 1990 sonrası yeni tarihsel süreci ve bu sürecin yarattığı büyük dönüşümü anlayarak, onu tarihsel köklerine bağlayarak, devrimci yenilenme temelinde yürünecek ya da hafif toparlanma ardından ağır darbeler ve durgunluk sarmalı içinde debelenip durulacak. Sürecin tüm devrimci güçlerin önüne koyduğu tercih budur. Başka seçenekler, ara formüller arama çabası, kısmi düzeltmeler vb. boşunadır.

Devrimci Sosyalist Hareket: Yeni Adımlarla İlerlemek...
Devrimci Sosyalist Hareket, bu tabloyu emekçi halklar lehine bozmanın yolunun konjonktürel çıkışlarla mümkün olmayacağının bilincindedir. Devrimci yenilenme ve yeniden inşa, devrim ve sosyalizm mücadelesinin, yaşadığımız coğrafyada ideolojik, politik, örgütsel pratik; bütün mücadele cephelerinde yeni ve daha ileri düzeyde üretilmesi sürecini tanımlayan başat öğe ve süreçlerdir. Devrimci sosyalizm, güncel süreçleri ve bu süreçlerin içinde taşıdığı açmazları tespit ederken, bunlar üzerinden kendi duruşunu iki farklı ancak içiçe olan tutum üzerinden belirliyor.
Birincisi, dönemin temel politikası devrimci yenilenme ve yeniden inşa sürecinin mantığını güncel gelişmeler temelinde sürekli sorguluyor ve geliştirmeye çalışıyor. İkincisi, devrimci yenilenme ve yeniden inşa sürecinin güncel görevlerini, somut çalışmalarını, güncel toplumsal gelişmelerle birleştirerek her adımda yeniden biçimlendiriyor. Böylesi diyalektik ve güncel gelişmeleri dikkate alan bir çizgi izlemeden devrimci bir ilerleyişin mümkün olmayacağı açıktır.
Bu çizgiden sapmak, ya katı ve değişmez bir yol haritası temelinde dogmatizme düşmek ya da her güncel gelişmenin peşine takılarak dönemin stratejik ufkunu ve hedeflerini göremez hale gelmek, yani kendiliğindenciliğe düşmek anlamına gelir.
Durgunluk atmsoferi devrimci yenilenme ve yeniden inşanın temel hedeflerine varması üzerinden yükselecek devrimci atılımla köklü biçimde aşılabilecek. Ancak bu süreci örme adımları da küçük sıçramalarla gelişecektir. Devrimci atılım bir anda olmayacaktır. Tersine küçük sıçramaların birikmesi ve büyük, süreci kökten değiştirecek sıçramanın gerçekleştirilmesi anlamına geliyor.
Bu bağlamda, emekçi kitle mücadelesinin yoğun bir takvim temelinde geliştirilmesi gerektiği, bu anlamda pratik yüklerin oldukça arttığı içinde geçtiğimiz bu aylarda, devrimci sosyalizm açık alanda yeni mücadele odakları örüyor. Emekçi kitle mücadelesi için ilk basamak zeminlerinden biri olarak tanımladığımız politik kültürel odaklar (PKO) adımımız yeni açılımlar yeni bir noktaya taşınıyor. PKO perspektifi temelinde oluşan kurumlarımız, bir güçleri toparlama, ilişkilerin birliğini sağlama, ilk kitle ilişkileri zeminlerini yaratma işlevini görüyor, bir tür havuz oluşturuyor. Gelinen noktada, havuzun sularını devrimin ana kitle güçlerinin arasına, onlar arasında kalıcı devrimci ve demokratik mücadele yapıları yaratmak için akıtmak zamanı gelmiştir.
Devrimin ana kitle güçleri; işçi sınıfı, yoksul ve orta köylülük, şehir küçük burjuvazisi ve ayrıca değişik emekçi katmanlar (emekçi kadınlar) ve mücadele alanları (kültür-sanat vb.) içinde devrimci sosyalizmin mücadele örgütlerini kurumlarını PKO perspektifi temelinde yaratmanın zamanı gelmiştir. Devrimci sosyalizm, attığı bu adımla devrimci bir halk hareketi yaratma yolunda yeni bir sıçramanın kapısını aralamaktadır. Tüm yoldaşların her işe yöneldiği genel bir kitle mücadelesinden, her yoldaşın belirli bir alana odaklandığı daha güçlü bir enerjinin, daha güçlü bir yönelimin gerçekleşeceği yeni bir çalışma tarzı önümüzde duruyor.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, devrimci sosyalizm devrimci hareketin yaşadığı durgunluğun tek hamlede ve kolay bir yoldan, düzeltmeler vb. yolundan çözülemeyeceği noktasında nettir. Devrimci yenilenme ve yeniden inşa bunun yegane yoludur. Bugün attığımız bu açılımlar geleceğin partisini ve cephesini örmede küçük, ancak hayati sıçrama noktalarıdır. Büyük sıçrama, devrimci atılım bugünkü emeğimizin, yarattığımız küçük sıçramaların üzerinden yükselecektir.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19