Parti
ve Kültür
Hareketin Ufku İnsanın Ufku
|
Sandinist önderlerden Jaime Wheelock, anılarının bir
yerinde şakayla karışık “katıldığım gün FSLN’nin on
iki kişiden ibaret olduğunu bilseydim, bunu asla yapmazdım”
diyor.
Bazen işler böyledir; bir eşik atlanmadan önce, bir
düzlüğe çıkılmadan önce...
“Normal” zamanların “normal” ölçütleri geçerli değildir,
ne yapılan iş ne her gün atılan küçük küçük adımlar,
kendi bugünkü anlamlarıyla, bugün ortaya çıkardıkları
nesnelliklerle, basit sonuçlarla tanımlanamaz. Yarını
kurma fikri her adımı belirlemektedir çünkü. Ve bu noktada,
toplamda ortaya konulan ufukla, oraya yürümek isteyen
insanın sınırlı fiziki varlığı ve daha da önemlisi,
ufku, zaman zaman çelişir. “Yol uzadıkça yük ağırlaşır.”
Bu, esrarlı bir atasözü değil, somut, bildiğimiz insanın
basit deneyiminin ifadesidir. Yol uzadıkça, yük ağırlaşır;
özellikle siz yolun uzunluğunu ve karmaşıklığını önceden
hesaplayamamış ve kendinizi boş hayallere kaptırmışsanız,
özellikle siz, temponuzu yalnızca ilk anda gördüğünüz
bir kilometre taşına göre ayarlamışsanız...
Bazen işler böyledir... Dünya büyük ve insan küçüktür
çünkü; yol ve hedefler karmaşık, insan basittir çünkü.
Ama sonra, az ya da çok bir hızla, herkes ya da en azından
yolcuların çoğu, durumu kavrarlar, ölçülerini, tempolarını
yeniden değerlendirirler ve kervanın düzeni yeniden
kurulur.
Bugün, büyük bir başlangıcın ilk adımlarında, şimdilik
“nankör” gibi görünen bir sürecin içindeyiz. “Nankör
iş” genelde, hayatın içinde yapılması gereken ama çok
da verim vermeyen edimler için kullanılır ve aslında
bizim yaşadıklarımıza tam uymaz. Ama şöyle bakılabilir
olaya ve benzetmeler üzerinden gidilebilir: Örneğin,
70’li yıllar itibarıyla yaptığımız iş, teşbihte hata
olmaz, bildiğimiz imalat sanayi ölçütlerine biraz uyar.
Maddeyi işlersiniz, ürün ortaya çıkar, alıcı bulur ve
sonra onun sonuçları geriye yeniden ve daha çok üretim
yapmanızı sağlayacak biçimde döner. Yani bu, yapılan
işin, harcanan enerjinin karşılığının şu ya da bu sürede
geriye verim olarak döndüğü, en önemlisi toplam olarak
gösterilen performansın sonuçlarının ayan beyan görüldüğü,
böylece yabancılaşmanın, bıkkınlığın zeminlerinin oluşmadığı
bir akıştır. Her devrimci militan, bugün ortaya koyduğu
çalışmanın, yarın değilse de kısa sürede bir örgütsel-kitlesel
karşılık bulduğunu düşünmekte, onun politik etkilerini
kendi gözleriyle görebilmekte ve yaptığı işin boşa gitmediğine
inanmaktadır.
Oysa bugün yapılan iş, yine teşbihte hata olmaz, imalat
sanayiin verim döngüsü kurallarına uymayan bir “baraj
yatırımı”na benzemektedir. Büyük iştir, ağır ve kahırlı
iştir. Tonlarca çimento ve çeliği, jeolojik-iklimsel
saptamaları, mühendislik tasarımlarını, matematik hesaplamaları,
emeği, vb. bir araya getirdiğiniz halde, bunun karşılığı
olan enerji üretimini ya da örneğin para kazanmak istiyorsanız
onu, hemen sağlayamazsınız. Daha da zorlayıcı olan şey
şudur: Bu yaptığınız iş, size uzunca bir süre estetik
bir heyecan, bir şeyleri kotarmış olmanın keyfini de
vermeyebilir; uzunca bir süre önünüzdeki şey şekilsiz
bir yığın gibi görünür. Henüz ortalıkta yalnızca beton
yığınları, metal hasırlar, kazılmış toprak kümeleri,
şurada burada yükselmeye başlamış bloklar, inşaaat alanına
getirilmeye başlanmakla birlikte henüz kullanılamayan
alet edevatlar ve tabii bir de inanmaz gözlerle yapılan
işi izleyen meraklılar, barajın yapılmasını istemeyen
sabotörler-kundakçılar, vb.vardır. Dönüp bütün bu karmaşaya
baktığınızda, özellikle de salt kendi işiyle ilgilenen
işçinin dar dünyasıyla sınırlanmak gibi bir hata içindeyseniz,
bugünkü şekilsizliğin yarınki şeklini düşleyemiyorsanız,
blok mermeri gösterip “işte heykel bunun içinde” diyen
heykeltraşı anlayamıyorsanız, iş daha da zordur ve keyifsizdir.
Uzun ve kahırlı iştir. Barajın bitmesi, suyun toplanması,
türbinlerin çalışmaya başlaması, zaman alır ve üstelik
bu arada sizin hata yapma hakkınız da yoktur; bu, kendiniz
için bir köşeciğe yaptığınız küçük bir kulübe değildir
çünkü; milyonlarca insanın hayatıyla doğrudan ilgilidir.
İnşaatın muhtemel bir başarısızlığının yaratacağı genel
olumsuz etki bir yana, tasarım ve yapım sürecinde gösterilecek
eksik performans, önemsenmeyen hatalar, daha yapı bitmeden
ya da bittikten hemen sonra bir yığın insanın hayatına,
onca emeğin ziyan olmasına ve başka bir çok zarara neden
olur.
Öte yandan, sizi barajı kurmaya zorlayan hayatın istekleri
de asla bol vakitlere, geniş geniş düşünüp taşınmalara
izin vermez. Titizlik ve hız... Bu ikisi, bu iki uzlaşmaz
görünen hasım, aynı yolda, kolkola yürümeye mecburdurlar;
başka türlüsü mümkün değildir. Yani gereğinden fazla
bir pimpiriklilikle durmadan her şeyleri erteleyen,
durmadan aman daha sağlam olsun adı altında bitmez tükenmez
ve yararsız bir inşaatla habire oyalanamazsınız. Elbette
hata yapmayacaksınız ama işi de yapacaksınız ve o iş
verim verecek, herkes boşa kürek çekmediğimizi bilecek.
Hiç hata yapmamak dürüst bir adamın işi değildir; çünkü
gerçekte “hiç hata yapmamak” diye bir durum söz konusu
olamayacağı için bu yalnızca boş bir iddia olabilir
ve bu yüzden “hatasızlık” iddiası çoğu kez “hatanın
gizlenmesi”ne ya da görülememesine denk düşer. Hata
yaparız, kısa sürelere sığan zor kararlar alıp uyguladığımız
olur; ama hatalardan korkarak her tuğlanın başında saatlerce
dikilip düşünmek değildir işimiz. Tuğlaların genel olarak
nasıl bir plana göre yerleştirileceği bellidir çünkü.
Bu plan içinse doğru mühendislik ölçütlerine ihtiyacımız
vardır. Bu ölçütleri, bilimi ve daha önceki deneyimlerden
çıkarılmış derslerin bilime eklenmesini küçümseyerek,
işi “pratikten öğrenmiş usta” tavrıyla götüremezsiniz.
Daha inşaata başladığınızda, etrafınızda önceden yapılıp
çökmüş ya da eskimiş bir yığın başka yapı vardır ve
onların yapıcılarının hiçbiri bizden ne daha az akıllıdır
ne de özünde kötü niyetlidir. Doğru ve kapsamlı hesaplamalardan
hareket etmemişlerdir; hepsi o kadar.
Üstelik, hemen eklemeliyiz, iklim koşulları, barajı
zorlayan etkenler ve başka bir çok şey zaman içersinde
değişmişse, değişiyorsa, siz yaptığınız işi eski dayanıklılık
ölçütlerine, eski statik hesaplamalara göre de kuramazsınız.
Yeni dayanıklılık ölçütleri bulmak, daha işe başlarken
üzerine yaslanacağınız sağlam ilkeler ve koordinat noktaları
yaratmak zorundasınız.
Kısacası, yaptığımız iş, tarihi bir değere sahiptir.
Basit değil, karmaşıktır. Yalnızca sözlerden ibaret
değildir, yalnızca iyi fikirlerin ifade edilişi değildir.
Devrimci Sosyalist Hareket, asla iyi fikirleri ortaya
koyup bunları pratiğini örmekten uzak kalarak “tarihe
geçmek” niyetinde değildir. Yürüyüşümüz, ne yaptığını
bilen insanların yürüyüşüdür.
Ama bizim yaptığımız işi yapmaya niyetlenenler, kahırlı
bir işe kendi varlıklarını yatırmış olurlar. Ve çok
ciddi içsel sebeplere sahiptirler. Bu bakımdan, bizden
olmak, artık yalnızca siyasetlerden herhangi birinden
olmak, herhangi bir tercih yapmış olmak değildir; “zor
yoldan yürümeyi” göze almaktır, kendini buna göre biçimlendirmektir.
Hareketin ufku ve insanın ufku... İşte bu yüzden, sürecin
gerçek düğüm noktası budur. Ve bu ikisi arasındaki uyum,
yürüyüşümüzün garantisi olacaktır.
|