“Bir ulusun, kendi sınırları dışında sahip olduğu,
yönettiği ve siyasal, ekonomik çıkar sağladığı topraklar.”
Büyük Larousse ansiklopedisi, “sömürge” kavramını böyle
tanımlıyor. Olgunun sınıfsal özünü büyük ölçüde ihmal
etse ve ayrıksı durumları (iç-sömürge, vb.) gözetmese
de bu tanım genel olarak doğru kabul edilebilir.
Bu anlamda sömürge ve sömürgecilik olguları, kapitalizm
öncesine, hatta belki de daha geniş anlamıyla sınıflı
toplumun ortaya çıkışından sonraki ilk devlet biçimlerine
dek uzatılabilir. Başka ülkeleri ve halkları köleleştirerek
o toprakların bütün ekonomik kaynaklarını metropol ülkeye
aktarmanın daha gelişkin biçimleri ise tarihte “sömürge
imparatorlukları” olarak anılan yağmacı büyük monarşilere
özgü olmuştur. Bu anlamda hıristiyan misyonerliğinin
de kullanıldığı “keşifler dönemi” aynı zamanda bir sömürgeleştirmeler
dönemi olmuştur. Büyük bir açgözlülükle ve korsan tavrıyla
uzak ülkelere saldıran imparatorluk filoları, başta
Afrika ve Amerika kıtası uygarlıkları olmak üzere birçok
uygarlığı yok ederek, çalıp çırparak merkezi imparatorlukların
birikimlerini büyütmüşler, bu arada da ele geçirdikleri
topraklar üzerindeki yerli otoriteyi ortadan kaldırarak
“genel valiler” ya da “imparatorluk temsilcileri” yoluyla
kendi politik egemenliklerini de kurmuşlardır.
Cecil Rh odes örneğinde görüldüğü gibi bazıları sömürgeleştirdikleri
ülkelere kendi adını verecek kadar (Rodezya) pervasızlaşan
bu ilk maceraperestler döneminin ardından ise sömürgeciliğin
bir sistem olarak oturduğu dönem gelir. Bu dönem, büyük
sömürge imparatorluklarının dünyanın geri kalanını belli
bir düzen ve “sömürge hukuku” denebilecek bir hukuk
çerçevesinde yönettiği uzun bir süreçtir. Sömürge pazarını
bütün diğer ülkelere kapatan, sömürge hammadde ve ürünlerini
metropole yönelten, bu ülkelerde her türlü mamul maddenin
üretimini engelleyerek üretici güçleri tamamen körelten
ve en önemlisi de politik olarak ülkenin yönetimini
tümüyle imparatorluk memurlarının elinde tutan bu düzen,
özellikle İngiliz, Fransız, Hollanda, İspanyol, İtalyan
ve Portekiz Sömürge imparatorlukları örneklerinde en
şatafatlı dönemini yaşamıştır. Aynı zamanda sömürgeciler
arası çıkar savaşlarını da içeren bu süreç, yüzyıllar
boyunca devam etmiş, duruma göre yükselen ve düşen unsurları
da bünyesinde barındırmıştır. Örneğin “üstünde güneş
batmayan imparatorluk” olarak ünlenen İngiltere, zaman
içinde gelişip daha fazla topraklara sahip olurken,
İtalyan ve Hollanda örneklerinde belli zayıflamalar
görülmüştür.
Kısacası işgal edilen ülkenin bütün yeraltı ve yer üstü
zenginliklerine el koyarak politik yönetimini doğrudan
üstlenmeyi, sosyal ve kültürel özellikleri çürüterek
ya da yok sayarak ortadan kaldırmayı içeren sömürgecilik,
bir tür kölelik ilişkisinin uluslararası düzlemde kuruluşu
olmuştur; ki çoğu kez zaten doğrudan köle ticaretini
de kapsayan bir biçimdir. Zaman zaman, “zaten ülkenin
içinde sayılan” toprakların zorla elde tutulması (ve
doğal olarak sömürge ilişkisinin kabul edilmemesi) biçiminde
gelişen “iç-sömürge” ayrıksılığını barındırsa da, klasik
sömürgeciliğin esas biçimi, metropol ülkenin “dıştaki”
toprakların zor yoluyla sömürülmesidir.
Bu anlamda, sömürge düzeni, feodal krallıklar tarafından
yürütülse de, esas olarak kapitalist birikimin kaynaklarından
biri ve geliştiricisi olmuş, zengin sömürge topraklarınının
insafsızca hortumlanması işini en düzenli ve en vahşi
biçimde yapanlar, kapitalist dünyanın da büyük güçleri
olmayı başarmışlardır. Kapitalizmin belli bir evresine
gelindiğinde ise yoğun sömürge isyanlarının da etkisiyle
durum giderek değişmeye başlamış, esasen geçmiştenberi
var olan yerli işbirlikçilerle birlikte yönetim biçimleri
geliştirilmiştir. Böylece emperyalistlerin ülkenin belli
bölgelerini işgal altında tutarak yönetimlerini kuklalar
aracılığıyla yürüttükleri yeni bir aşamaya kısmi bir
geçiş yaşanmıştır.
|