Artık Herkes Solcu
N. Yağmur
|
Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nin bir yerinde Marks,
Fransa’da işlerin bir tuhaf olduğunu, burjuvazinin,
küçük burjuvazinin işlerini, küçük burjuvazinin işçi
sınıfının işlerini, kısacası herkesin birbirinin işlerini
yaptığını söylüyordu.
Türkiye’de de bugünlerde pek tuhaf şeyler oluyor. Oligarşinin
temsilcileri, birdenbire seçimlerden “solcu” bir alternatif
çıkarma, bunun için de “solu birleştirme” derdine düştüler.
Önce, biyolojik ömrünü tamamlamak üzere olan eski “solcu”
dostlarıyla vedalaştılar ve onu ortalıkta eskimiş bir
palto gibi bırakıp komployla yeni bir parti kurdurdular.
Eskiden beri “yoksullara çok acıyan”, “solcu” IMF memuru
Derviş’i de bu projeye dahil etmek istediler. Sonra
müflis tüccarlar gibi eski defterlere dönüp Baykal’ı
keşfettiler ve bu arada garip şeyler oldu. Örneğin aynı
gün içersinde Derviş’in tekkeye dönmüş olan evine boş
zamanlarında sendikacılık yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman
Çelebi, ilaç tekelcisi Eczacıbaşı ve TÜSİAD Başkanı
Özilhan’ın girip-çıkıp ardından da “sol ittifakın gerekliliği”
üzerine konuştuklarına tanık olduk.
Türkiye’de garip şeyler oluyor.
Türkiye, kavramların çarpıldığı bir süreçten geçiyor
ve kavramların yeniden tanımlanması gereği ortaya çıkıyor.
Sosyalist kamptaki gruplar ya da partilerin, isimlerine
durmadan yeni ön-ekler yapmaları, belki hepimize bazen
komik geliyor, sağda solda “alfabede harf kalmadı canım”
lafları ediliyor; ama öte yandan bu iş pek de şakaya
gelmeyecek ölçüde çetrefilleşmeye başlıyor.
Doğrudur, 1960-70’lerde ABD’ye kök söktüren o büyük
partinin adı, yalnızca Vietnam İşçi Partisi’dir; Küba’da
ise 26 Temmuz Hareketi gibi bizdeki çok eklentili isimlerle
kıyaslanırsa oldukça mütevazı isme sahip bir yapı vardır.
Yani ön-eklerin, gruplara-partilere özel bir konum ve
başarı garantisi sağlamadığı kesin. Ama öte yandan eklersiz
de olmuyor. Çünkü sosyalist alan ya da daha genel anlamda
“sol”, biraz da kendi doğası gereği dıştan yapılan girişlere
açık bir alandır. Burjuvazinin bizzat yaptığı provokatif
müdahaleler, kukla yapılanmalar ve ideolojik akımlar
bir yana, şu ya da bu nedenle şu ya da bu ölçüde sistemle
çelişen işçi sınıfı dışındaki kesimlerin de kendilerini
“sol” kavramı üzerinden tanımlamaları, durumu karıştırmaktadır.
Yani, marksist leninist gelenekte sosyalizm tanımlaması
son derece net bir biçimde işçi sınıfına, onun öz gücüne
dayandırılmış olsa da bambaşka sınıflar, bambaşka kategoriler
aynı kavramı, içini kendi çıkarlarıyla doldurarak kullanabilmektedirler.
Bu arada ipin ucu bazen iyice kaçmakta, örneğin komünizmden
nefret edenler Che’ye hayranlık belirtebilmekte ya da
kendisini “komünist” diye adlandırmaya devam eden bazı
Avrupalı partiler, çıtayı sosyal demokrasinin bile altına
çekebilmektedirler, vb...
Aslında sözü hiç dolandırmadan, çok açık, somut bir
soru sormak ve yanıtlamak gerekiyor: Sosyalizm dışında,
komünist dünya görüşü dışında bir solculuk biçimi, bugünün
dünyasında mümkün müdür? Ve hemen eklenmeli; devrimcilik
kavramı da, bugün sosyalist bir damar içermeksizin hayatın
içinde bir anlam ifade edebilmekte midir?
“Bugünün dünyasında” diye özellikle dönemsel bir ayrım
yapıyoruz; çünkü her şeyden önce sorunun artık vaktiyle
Avrupa’daki herhangi bir meclisin “sol tarafında oturmak”
basitliğini aştığını düşünüyoruz. Böyle bir dönemsel
vurgu gerekli; çünkü örneğin 1960’lı yıllar itibarıyla,
dönemin güçler dengesinin bir yerlerinde durumu idare
edebilen “ulusalcı-bağımsızlıkçı” eğilimlerin, “solcu
müslümanlar” ya da herhangi bir Afrika ülkesindeki genç
subayların kendilerine yakıştırdıkları “sol-devrimci”
sıfatların tümüyle tarihe gömüldüğü bir süreçte yaşadığımızı
anlatmak istiyoruz. Yani devrimciliği, çok kaba, tamamen
lügat anlamına bağlı kalarak “siyasal-sosyal yapıyı
kökten değişikliğe uğratmak” biçiminde tanımladığımızda
bile, bu kadarı bile, kapitalist sistemin sınırları
içinde artık mümkün müdür sorusunun yanıtı önemlidir.
Bu sorunun yanıtı, hiç şüphesiz geçen yüzyıl boyunca
da olumsuzdur. Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi
bir zamanda kapitalist toplumun sınırları içinde kalarak
yapılabilecek gerçek bir “kökten değişiklik” mümkün
değildir, hiç olmamıştır. Ama bugün, küreselleşmiş haydutluğun
ve bütün dünyayı ağ gibi sarmış olan sermaye dolaşımının
pervasızlığı döneminde, sistemden tam bir kopuşu, yani
çok açıkça sosyalizmi içermeyen bir solculuğun, devrimciliğin,
geçici bir süre için bile olsa ayakta kalma şansının
olmadığı aklı başında herkes için açıktır.
Yani, bugün, yalnızca bugün değil dün de, hem IMF’nin
tayin edilmiş ajanı olmak hem de “solcu” olmak, hem
ülkenin kanını emen tekellerin birliğinin başkanı olmak
hem de “solun toparlanması”ndan bahsetmek düpedüz sahtekârlıktan
ibarettir. Bütün diğer anlamları bir yana yalnızca “emekten
yana olmak” biçiminde tanımlasak bile, solculuk, emek
hırsızlığı ile yanyana durabilecek bir şey değildir,
hiçbir zaman da olmamıştır. Devrimci hareketin hayata
müdahale gücünün kısmen zayıfladığı koşullardan faydalanarak
ezilenlere dayatılan bu şarlatanlık kesinlikle tahammül
edilemez bir durumdur.
Öte yandan, bir başka köşede, kemalizme eklemlenip enternasyonalizmin
bittiğinden ve zaten hiç olmadığından dem vurarak kendilerini
“ulusal sol” olarak ilan edenler de aynı ölçüde sahtekârdırlar.
Sözde IMF’ye ve “emperyalizme” ateş püskürerek, hayatı
boyunca hiçbir biçimde yabancı sermayeye karşı olmamış
olan, açık bir biçimde kapitalizm tercihine sahip M.
Kemal’e sarılmak, ya saflıktır ya da herkesi saf zannetmektir.
Bir kez olsun “üretim araçlarının özel mülkiyeti”nden
ve bu mülkiyetin sona erdirilmesinden bahsetmeyenleri,
pratikte mevcut olmayan ve olamayacak olan bir “ulusal
sanayi” edebiyatıyla ezilenleri kandıranların 2000’lerin
Türkiyesi’nde nasıl bir “sol”dan ve “bağımsızlık”tan
söz ettiğini anlamak mümkün değildir.
Evet, Türkiye’de gerçekten garip şeyler oluyor...
Garip şeyler; ama tamamen de bize yabancı olan, hiç
tanışmadığımız şeyler değil. Sol, her zaman kendisine
yönelik taciz harekâtlarıyla boğuşarak, üstünde durduğu
zeminin boşluklarını doldurup yabancı nesneleri temizleyerek
yürüdü ve yolunu çizdi. Yarın da böyle olacak.
Ne faili meçhuller koalisyonunun baş sallayıcısı Karayalçın
ne IMF ajanı Derviş ve yeni-Osmanlıcı ortağı Baykal
ne de sosyal şovenizmin “ulusal solcu” versiyonları
olan emekli savcılar, sol kavramını emekçilerin elinden
alamayacaklardır.
Sol, bizimdir. Önüne-arkasına herhangi bir özel sıfat
eklemeksizin de bizimdir. Çünkü o, basitçe herhangi
bir yön tarifi ya da keyfi bir yer belirlemesi değildir;
sol, sosyalizmdir, komünist dünya ütopyasıdır; dün de
böyledir, bugün daha çok böyledir. Kimse bu komünist
ütopyadan bahsetmeksizin, kimse üretim araçlarının özel
mülkiyetine karşı olmaksızın, kimse bu iğrenç kapitalist
dünyanın yalnızca dışında değil tam karşısında durmaksızın
solcu olduğundan bahsedemez.
Ekranlarda, meydanlarda kim bunu söylüyorsa, ona iyice
bakın; göreceğiniz şey, bir şarlatanın maskesidir.
|