Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

H. Z. İlker

Yazılı ve görsel iletişim organlarında, 31 Temmuz-3 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen Yüksek Askeri Şura toplantısında çıkan kararlara fazlaca yer verildi. “YAŞ’da süpriz Kararlar”ın alındığı ve mutad hale gelen “irtica faaliyetler”in ağırlık teşkil ettiği “TSK’dan ihraç” konuları, medyanın ilgi odağıydı.
26 yıl aradan sonra ilk kez, bir Jandarma Genel Komutanı’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın görev süresinin bir yıl uzatılarak aynı yerinde kalması, “süpriz kararlar”ın parçası olarak değerlendirilse de; bu “süpriz”in gerisinde yatan gerçek, ABD’nin Irak’a saldırı planının YAŞ Kararları’na yansımasından başka bir şey değildir. Yine, Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki 50 general ve amiralin görev sürelerinin bir yıl uzatılmış olması, TSK’nın bu konudaki hazırlığına katkı olarak değerlendirilmelidir.
TSK’nın, “iç düşman” kategorisinde değerlendirdiği “siyasal islam”a yönelik “irticai faaliyetler” ise; 46 kişilik TSK ihracının 42’sini kapsamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin, ne “iç düşman”sız, ne de “dış düşman”sız yaşayamadığı gerçeğinin, “devletin gizli Anayasası” olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MSGB) yer aldığı düşünülürse; “bölücü ve irticai faaliyetlerin eşit düzeyde tehdit” olarak değerlendirildiği günümüz MGSB anlayışında, TSK’nın “ihraçları” neden yapmış olduğu anlaşılmaktadır. Fazilet Partisi’nin bölünmesi için, medya tarafından çıkça desteklenen AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın, DGM kapılarında dolaştırılması ve yazılı-görsel iletişim organlarında “irticacı” denilerek yeniden hedef tahtasına konulduğu düşünülürse, devletin İngiliz politikasından esinlendiği; “böl, parçala ve yönet” stratejisinin TSK kararlarına yansımasını, mutad bir işleyiş olarak değerlendirmek gerekiyor.
TSK’nın, yaşanılan ekonomik krize rağmen, hızla silahlanmaya devam ederek milyarlarca doları bu alanda harcaması ve Genelkurmay Komuta Kademesi’ni bu şekilde düzenlemiş olmasının üzerindeki örtüyü kaldırdığımızda, altından ABD’nin “Avrasya Stratejisi” çıkmaktadır. Dünyaya hakim olmayı hedefleyen bu “strateji”ye eklemlenerek, her türlü saldırgan politikalarda yer alan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Silahlı Kuvvetleri; binlerce Anadolu evladının canını vermesi/sakat kalması pahasına, kendi üzerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmek için, komuta kademesini de buna göre düzenlemektedir...

TSK’nın terfi kriterleri
Son birkaç yılın YAŞ kararlarına bakıldığında görülür ki; TSK’nın komuta kademesi atamalar ve çeşitli terfilerde üç temel kriter esas alınmaktadır. NATO, Kıbrıs ve Mezopotamya’da görev yapmış olmak, ordudaki atama ve terfiler için bir zorunluluk haline getirilmiştir. Belirttiğimiz bu üç alanın herhangi bir yerinde görev yapan general ve amiraller, terfi ettirilip komuta kademesi ve/veya “J. Komutanlıkları” vb. gibi kilit görevlerde konumlandırılırken; diğerleri emekliye sevk edilmekte ya da tenzili rütbe ile geri hizmet alanlarında görevlendirilmektedir. Böylece, komuta kademesi başta olmak üzere, TSK’nın geleneksel “hizmet” anlayışı kesintisiz biçimde devam ettirilmektedir. Bu “hizmet”in ise, “dış”ta ABD ve NATO’nun çıkarlarını savunmak; “iç”teyse, TÜSİAD’da billurlaşan yerli işbirlikçi tekelci sermaye ve diğer sermaye kesimlerinin mülkiyetlerini “koruyup-kollarken”, OYAK’ta simgeleşen Ordu sermayesini de her şart altında büyütmek olduğu açıktır.

NATO’cu Genelkurmay Başkan(lar)ı
Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, kısa bir süre öncesinde yeni adı “NATO Güney Doğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanlığı” olan “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” görevini yapmış olması, bir tesadüf değildir. 1998-2002 yılları arasında görev yapmış olan bir önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ve yine 1994-1998 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral İ. Hakkı Karadayı da, bu görevlerinin öncesinde, “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı”nda bulunmuşlardır. Böylece anlaşılmaktadır ki; Genelkurmay Başkanı olabilmek için, İzmir’de bulunan “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” yapmış olmak ya da NATO’da kilit bir görevde bulunmak (bir önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu da, 1984 yılında Tümgeneral rütbesiyle “NATO-LSE Kurmay Başkanlığı” görevi yapmıştır.), esas alınmaktadır. Bu gerçeklik, Genelkurmay Başkanları’nın seçilmesinde adeta zorunlu bir “teamül” olarak izlenmektedir!
Kara Harp Okulu’nu bitirerek, teğmen rütbesiyle 1959 yılında askeri hizmetlerine başlayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün askeri geçmişi, NATO’nun birçok kilit bölümünde görev yapmasıyla örtüşmektedir. Böylece ortaya çıkan gerçek, yukarıda ifade ettiğimiz “kriter”in açık bir kanıtı olmaktadır. TSK Subayı olarak; “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” Plan Subaylığı ve Belçika/Mons’da bulunan “Avrupa Müttefik Karargah Subaylığı”nda görev yapan Özkök, 1984 yılında Tuğgeneralliğe terfi ettirilmiştir. Genelkurmay Komuta Kademesi’nin çeşitli kilit bölümlerinde de görev yaptıktan sonra, 1992 yılında Korgeneralliğe atanan H. Özkök, bu rütbesi ile BELÇİKA/Brüksel’deki “NATO Karargahı”nda (NATO Genel Komutanlığı’nın bulunduğu ana Karargah) “Türk Askeri Temsil Heyeti” (TMR) Başkanlığı görevinde bulunmuş ve 1996 yılındaki YAŞ toplantısında, Orgeneralliğe terfi ettirilerek, 1996-1998 yılları arasında “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na atanmıştır. NATO’daki bu görevlerini layıkıyla yerine getirdikten sonra önü açılan Özkök; Genelkurmay 2. Başkanlığı, 1. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra, Genelkurmay Başkanlığı’na getirilerek ödüllendirilmiştir.
Görülmektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun Genelkurmay Başkanları, Türkiye’deki ABD çıkarlarının en gözde savunucusudurlar. Zira, ABD’nin omurgasını oluşturduğu ve bütün politikalarında belirleyici olduğu NATO’daki görevleri sırasında aldıkları “eğitim” ve “hizmet anlayışı”, tek küresel güç olan ABD’nin çıkarlarını savunmayı şart koşmaktadır. Elbette bu “hizmet anlayışı”nın ödülü; ABD tarafından, eski Genelkurmay Başkanlarına verilen “üstün liyakat nişan”larında ifadesini bulmaktadır. Orgeneral İ. Hakkı Karadayı’ya verilen “üstün liyakat nişanı” ve Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’na verilen “liyakat nişanı” (ki H. Kıvrıkoğlu’nun, Azerbaycan-İran gerginliği yaşandığı dönemdeki Azerbaycan ziyareti ve yine Azerbaycan’ın NATO’ya dahil edilmesi çabalarındaki “hizmet”i nedeniyle ABD’nin “takdir”ini almış olması dışında; 27 Haziran 2002 tarihinde, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in bizzat katıldığı “Azerbaycan Cumhuriyeti Şeref Madalyası” ile ödüllendirilmiştir.), bu ödülün “madalya” bölümünü teşkil etmektedir. Keza, yeni Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “ABD Komutanlık Liyakat Madalyası” sahibidir...
YAŞ toplantısından çıkan kararlara göre, Genelkurmay 2. Başkanı görevi bir yıl uzatılan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, yine NATO’daki kilit bir noktada görev yapmıştır. Y. Büyükanıt, daha önceki bir dönemde, NATO’nun İTALYA/Napoli’de bulunan; “Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargahı”nda “İstihbarat Daire Başkanlığı” görevini yürütmüştür.
Korgeneral rütbesiyle “Genelkurmay Harekat Daire Başkanı” ve Başbakan Bülent Ecevit’in “Güvenlik Danışmanı” görevini de yürüten Yaşar Büyükanıt; bu görevi sırasında, PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir konployla Türkiye’ye getirilerek İmralı’da tutsak edildiği operasyonun Türkiye’deki perde arkasında bulunan kişisidir. Y. Büyükanıt’ın, biraz önce ifade ettiğimiz NATO’daki “İstihbarat Daire Başkanı” görevinde bulunmuş olması; operasyonun uluslararası boyutunun kotarılmasındaki kilit konumunu açıklamaya yeterli gelecektir. Bu çabasının ödülüyse, 2000 yılındaki YAŞ toplantısında Orgeneral’liğe terfi ettirilerek, Genelkurmay 2. Başkanı olarak atanmış olmasıdır. Ayrıca, Büyükkanıt, Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’da da görev yapmıştır.
Bugün de, Genelkurmay 2. Başkanı olarak görev yapan Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın; normal teamüllerin işlemesi koşuluyla, seneye herhangi bir ordu komutanlığına atanması durumunda, 2004 yılında Orgeneral Aytaç Yalman’dan boşalacak olan “Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na getirilerek, 2006 yılında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturtulması gerçekleşecektir.
Görüldüğü üzere, Genelkurmay Başkanlığı’na giden yolda, NATO’da kilit bir görevde bulunmak veya “NATO Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” yapmış olmak, zorunlu bir duraktır...

Komuta kademesi
TSK’nın yeni Komuta Kademesi’ne bakıldığında görülecektir ki; bu kademede görev yapan komutanlar, biraz önce “Terfi Kriterleri” bölümünde de ifade ettiğimiz gibi; NATO, Kıbrıs ve Mezopotamya’da çeşitli zaman dilimlerinde görev yapmışlardır.
* Kara Kuvvetleri Komutanı; Orgeneral Aytaç Yalman: TSK’nde, daha önceki bir sürede; “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma Şube Müdürü” olarak, Kıbrıs’ta görev yapan Aytaç Yalman; 1998 YAŞ toplantısında Orgeneral’liğe terfi ettirilerek, Malatya’da bulunan 2. Ordu Komutanlığı’nın başına getirilmiştir. Kıbrıs ve Mezopotamya’daki görevlerini layıkıyla yerine getirdikten sonra, buralarda edindiği istihbarat ve savaş deneyiminin yanısıra, bölgenin yabancısı olmadığı göz önüne alınarak, tüm Mezopotamya’da belirleyici işlevi olan Jandarma’nın “Genel Komutanı” olarak atanmıştır. Orgeneral Aytaç Yalman; Irak’a yönelik olası saldırıya hazırlanan TSK’nın, yeni komuta kademesinde , Kara Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapmaktadır.
* Deniz Kuvvetleri Komutanı; Oramiral Bülent Alpkaya:KOCAELİ/Gölcük’te, “Donanma Komutanlığı” gaörevi yaptığı dönemde, kendine bağlı “Batı Çalışma Grubu”nun; “irticai ve bölücü/yıkıcı terör faaliyetleri”ni önleme çalışmalarındaki başarısı, kendisine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yolunu açmıştır.
* Hava Kuvvetleri Komutanı; Orgeneral Cumhur Asparuk: “Laiklik savunucusu” imajı, “sancılı” bir dönemdeki MGK Genel Sekreterliği görevindeki başarısı PKK Genel Başkanı A. Öcalan’a yönelik komploda görev alması nedeniyle, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na terfi ettirilmiştir.
* Jandarma Genel Komutanı; Orgeneral Mehmet Şener Eruygur:
TSK’nın çeşitli kilit noktalarında görev yaparak Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanan orgeneral M.Şener Eruygur’un, Jandarma Genel Komutanlığı’na atanmasının; genel “hizmetler”indeki başarısının yanısıra, Irak’a yönelik saldırı hazırlığının bir parçası olarak değerlendirilmesi gerekir.
* MGK Genel Sekreteri; Orgeneral Tuncer Kılınç: Orgeneral T. Kılınç; TSK’nın çeşitli kilit noktalarında ve Mezopotamya’daki görevlerinde başarı göstererek, MGK Genel Sekreterliği’ne atanmıştır. Normal teamüllere göre, her zaman bir Hava Kuvvetleri orgenerali’nin atandığı bu göreve getirilmiş bulunan Orgeneral Tuncer Kılınç’ın “hizmetler”i, kendisinin bu önemli göreve getirilmesinde belirleyici olmuştur. Bütün bu komutanlar, devletin gerçek yönetim organı olan Milli Güvenlik Kurulu’nun, asker kökenli asli üyeleri olarak, devletin alınacak tüm kararlarında belirleyici konumda olacak ve “yürütme erki” görevini üstleneceklerdir.
* 1. Ordu Komutanı; Orgeneral Çetin Doğan ve 3. Ordu Komutanı Orgeneral Tamer Abaş, TSK’nın kilit noktaları dışında, NATO ve Mezopotamya’da görev yapmışlardır.
* 2. Ordu Komutanı; Orgeneral Fevzi Türkeri: Korgeneral rütbesiyle, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı (ki, bu görev, Jandarma’nın Kuzey Mezopotamya’da görevli bulunan en üst askeri savaş komutanlığıdır) olarak görev yapmıştır. Bu alandaki “hizmetler”i nedeniyle, son YAŞ toplantısında orgeneralliğe terfi ettirilerek, yine bölgede konuşlandırılmış olan 2. Ordu Komutanlığı’na (Malatya’da bulunuyor) atanmıştır.
* Ege Ordu Komutanı; Orgeneral Hurşit Tolon: Mezopotamya’da görevli bulunduğu dönemde, Kürt Halkı’nın haklı ve meşru mücadelesini bastırmak için, her türlü kirli savaş taktiğine başvuran ve kamuoyunda “tamburalı paşalar”dan biri olarak da bilinen Orgeneral Hurşit Tolon, savaşta gösterdiği başarının ödülünü, Ege Ordu Komutanlığı’na getirilerek almıştır. 30 Ağustos’ta Efes Antik Tiyatrosu’nda konser veren Ermenice, Lazca, Rumca, Kürtçe parçalar söyleyen Sezen Aksu’ya “Böyle bir konser için bugünü mü buldular? Türkiye Mozayiği adı altında anlamsız bir konser verilmesini şüpheyle karşılıyorum” (Cumhuriyet, 1 Eylül 2002) diyerek ırkçı yüzünü gizlemeyen Orgeneral H. Tolon, özünde Türk Ordusu’nun geleneksel “inkarcı, tenkil ve tehcir” politikasını seslendirmektedir.
* Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı; Orgeneral Mehmet İlker Başbuğ: TSK’nın çeşitli kilit noktalarında görev yapan ve son YAŞ toplantısında Orgeneralliğe terfi ettirilen M. İlker Başbuğ’un bir önceki görevi; MGK Genel Sekreter Başyardımcılığıdır.
* NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanı, Orgeneral Oktar Ataman; Donanma Komutanı, Oramiral Özden Örnek ve Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına, TSK’nın çeşitli kilit noktalarında ve NATO, Kıbrıs ve Mezopotamya üçgeninin her hangi bir köşesinde görev yaptıkları dikkate alınarak, yeni görevlerine terfi ettirilmişlerdir. Tüm bu atamaların ve görevlendirmelerin ortaya koyduğu gerçek ise, başta ABD olmak üzere tüm emperyalistlerin çıkarlarının gözetildiğidir. Sözünü ettiğimiz üç alanın her hangi birinde ve/veya tümünde görev yapmadan Komuta Kademesi’ne gelinemeyeceği, geçmiş atamaların ve Türk Ordusu’nun kendi gerçekliğinin öğrettiği nesnelliktir.

“Süpriz”in altındaki gerçek
Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, YAŞ’ın “süpriz kararlar”ı, ABD’nin Irak saldırısıyla bağlantılıdır. “Avrasya Stratejisi”nin bir uzantısı olarak, Afganistan’ı işgal eden ve bu stratejinin uygulanması için, jeo-politik önemi nedeniyle Körfez’in de denetim altına alınmasını bir zorunluluk olarak kendini dayattığını bilen ABD, hedef tahtasına koyduğu Irak’a saldırı düzenlemek amacıyla hazırlanmaktadır. Tüm çıkarlarını ABD ile örtüştüren İngiltere dışında, “bölgesel kılıç” işlevini yerine getirenlerse İsrail ve Türkiye’dir
Bu yüzden, Orgeneral Aytaç Yalman, daha önce Mezopotamya’nın çeşitli yerlerinde görev yaptığı için, olası bir Irak saldırısında önemli fonksiyon yüklenmesi beklenen TSK’nin en büyük askeri kuvveti olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmıştır. Irak-Türkiye sınırlarını iyi bilen (yıllarca görev yaptığı Irak-Türkiye sınırlarındaki engebeli araziyi ve kara harekatına uygun geçitleri iyi bilmektedir) ve “gayrı-nizami harp” olarak da adlandırılan “kontr-gerilla” faaliyetlerinde belirleyici işlev yüklenmiş olduğundan; “cephe gerisine sızma, sabotaj, suikast vb” eylemleri de içerecek olan olası bir “kara harekatı”nda, Komutanlığını yapacağı Kara Kuvvetleri’nin başarılı olacağı tahmin edilmektedir. Askeri strateji dergilerinde; “... özellikle müşterek (birden fazla kuvvetin) veya birleşik (birden fazla ülke kuvvetinin katıldığı) harekat icra edebilen, çevik ve çok yönlü, süratle yığınak yapabilen, darbe ve tahribat gücü yüksek, ezici, etkin ve yeterli, modüler ve esnek yapıda, optimum büyüklükte ve hazırlıkta Kara Kuvvetleri’nin hayata geçirilmesi” (“Savunma ve Havacılık”, Sayı;2002/ 90 , sf;10) sözleriyle ortaya konulan, böylesi savaş koşullarına hazırlıktır.
1970 yılında Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Semih Sancar ve 1976 yılında, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasından sonra, ilk defa bir Jandarma Genel Komutanı’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasının gerçekliği budur. Daha önceki her iki atama örneği, 1971 ve 1980 faşist askeri darbeleriyle bağlantılıyken, bu atamanın Irak’la ilişkili olduğu aşikardır.
Görev yerlerini ve ABD-NATO bağlantılarını ayrıntılı olarak açıkladığımız Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın aynı görevinde kalıyor olmasını da, olası bir Irak saldırısına hazırlık olarak değerlendirmek gerekiyor. Bu iki komutanın, olası Irak saldırısında, TSK’nın Komuta Kademesi’nde olması, saldırının başarı şansını yükselteceği düşünülmektedir.
Daha önceki görev dönemlerinde; 7. Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’da görev yapan Orgeneral Sami Zığ; 9. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’da görev yapmış olan orgeneral Kemal Yılmaz ve “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı” da yapmış olan Tuğgeneral Galip Mendi’nin emekli edilmeyerek, görev sürelerinin bir yıl uzatılmış olmasının da ABD tarafından gündemleştirilen olası Irak saldırısına, Türk Ordusu cephesinden yapılan hazırlıktır. Ayrıca, bu üç komutanın yanısıra; “müşterek veya birleşik” bir savaş deneyimi ile donanmış bulunan 47 general ve amiralin görev sürelerinin bir yıl uzatılmış olması da aynı biçimde yorumlanabilir.
ABD’nin “bölgesel kılıcı” ve NATO’da odaklanan emperyalist güclerin “global vurucu gücü” olan Türk Ordusu, geleneksel “hizmet” anlayışı ile, komuta kademesini düzenlemeye devam edecektir. Silahlanmaya aktardığı kaynaklar ve Mezopotamya’da sürdürdüğü savaşta edindiği, “savaş harekat ve manevra yeteneği” ile emperyalistlerin güvenini kazanan TSK, her yerde ve her zaman “hizmet” etmeye hazırdır.
Uluslararası boyutta, Somali, Bosna, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Filistin, Doğu-Timor, Afganistan ve daha bir çok ülkede emperyalizmin “global vurucu gücü” olarak görev yapan Türk Ordusu, Kıbrıs ve Mezopotamya’daki askeri varlığını onyıllardır sürdürerek, askeri cuntalar ve post-modern darbeler düzenleyerek, ülkede oligarşik düzenin devam etmesinde de belirleyici rol oynuyor.
Açıktır ki; başta ABD ve NATO’da odaklanan emperyalist güçlere; “iç”te ise, tüm sermaye gruplarına “hizmet etme” anlayışı, TSK’nın tüm YAŞ toplantılarında alınacak kararların temelini oluşturmaktadır. Orduya ilişkin tüm ham hayallerin halka karşı işlenmiş birer suç niteliği taşıdığını bu tablo çok açıkça ortaya koymaktadır. Irak’a karşı saldırı planları ve bu planlarda Türkiye’ye biçilen rol ve yapılan savaş hazırlıkları, tüm devrimci ve demokratik güçlerin bu haksız savaşa karşı birleşik bir mücadele örgütlemesini zorunlu ve ivedi görevlerden biri haline getirmektedir.
Asıl stratejik görev ise devrimci sosyalist hareketin, emperyalizm ve oligarşinin kılıcına karşı halkın devrimci kılıcını koymasıdır. Natocu, holdingci zalimlerin faşist kılıcına karşı, adaletin, eşitlik ve özgürlüğün, halk kurtuluş mücadelesinin gücü olan devrimci kılıç...

Irak’a Nükleer Gözdağı
ABD başta olmak üzere, diğer emperyalist ülkelerin, 11 Eylül’ü bahane ederek, “terörizm” propagandası adı altında Ortadoğu’da denetimden çıkmış ülkeleri tekrar denetime alma (Irak, İran, Lübnan vb.); Ortadoğu ve Kafkas pazarlarına yayılma; kendisi için tehlike gördüğü ülkelere (Küba ve Demokratik Kore Cumhuriyeti) bir gözdağı verme çabasında olduğu biliniyor. Bu “yola getirme” operasyonlarında ise, geçmişte olduğu gibi bugün de İsrail ve Türkiye’yi kullanacağı ve bu sayede de kapitalizmin dünya ölçeğinde asla yıkılmayacağı çabasında olduğ görülüyor.
Denetimden çıkmış Irak yönetimini dizginlemek için yapılacak operasyonu, İngiltere ve ABD dışında diğer emperyalist güçlerin istememe nedeni, kendi çıkarları böyle gerektiğindendir. İsrail Başbakanı A. Şaron’un, “Irak saldırırsa misilleme yaparız” ve Şaron’un danışmanı Ranaan Gissin’in, “harekatı şu aşamada ertelemek hiç bir işe yaramaz” açıklamalarının ardından ABD istihbaratının, bu “misilleme”nin mükleer silahlarla olabileceği yönünde rapor hazırlayarak, saldırıda Irak’ın haritadan tamamen silineceği açıklamalarının altında yatan gerçek şudur; Irak’ın nükleer silah üretmesi konusunda ellerinde hiçbir kanıt olmamasına karşın, bu “katliam operasyonu”nun her ne olursa olsun yapılacağı ve böylece başta da belirttiğimiz üzere, ABD’nin Ortadoğu’ya hakim olma planı işlerlik kazanmış olacaktır.
ABD’nin geçmiş dönemdeki Körfez Savaşı, Kosova ve Afganistan saldırı/işgal içerikli bölgesel savaşlarda yeni ürettiği silahları denediğini ve ABD ekonomisinin belkemiğinin silah sanayi olduğu, herkesçe bilinmektedir. Bu bölgesel ve haksız savaşlarda kaybedenler ise, yalnız ve yalnızca ezilen emekçi halklardır. Geçmiş dönemde Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan iki atom bombasının ikiyüzbin civarında insanın ölümüne, yüzbinlerce insanın yaralanmasına ve uranyum etkilerinin bugün bile insanlarda kalıtımsal hastalıklara neden olduğu unutulmamıştır. Yine, Körfez Savaşı döneminde Irak’ın İsrail’e attığı39 Kcud füzesinin onlarca masum insanın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasına neden olduğu biliniyor. Güncelde konuşulan Irak saldırısında, ABD’nin yeni üretmiş olduğu ve uranyum içeren nükleer mermi/bombalar kullanacağı, dünya kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Zaten ABD, geçmiş Körfez Savaşı, Kosova ve Afganistan saldırılanıda da; “seyreltilmiş uranyum” içeren DU mermileri ve “yanmış uranyum hexaflueride/UF-6” mermi ve bombaları kullanmıştır. Benzer içerikli nükleer mermi ve bombaların kullanılacağı bu yeni saldırıda, Irak halkından binlercesinin katledileceği ve İsrail’in kullanacağı söylendiği nükleer bambaların (ki, bu tür bombalar, “taktik nükleer bomba” olarak adlandırılmaktadır) Irak’ı tamamen yokedeceği medyada da yer almaktadır. Açıktır ki ABD, Irak’ı yola getirmek için, İsrail’i kullanmakta ve aba altından sopa göstermektedir. Her ne kadar gerici yönetimin işbaşında olduğu Irak’a yönelik böyle bir saldırıda, mazlum Irak halkı katledilecek olsa da; bu saldırının bir başka hedefi de, tüm dünya halklarına gözdağı verilmesidir.
Güncel görevin, tüm dünya halklarının bu katliama karşı anti-emperyalist bir cephede olması gerekliliği, koşulların bize sunduğu bir gerçekliktir. Bu saldrırı ve katliama karşı işçiler, köylüler ve tüm emekçilerin anti-emperyalist cephede birleşmesi gerekiyor. Devrimci sosyalistlerin, yerelde bu birleşmeyi sağlayıcı çalışmalar yapmaları da bir zorunluluktur...

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul