Yüksek
Askeri Şura Kararları ve
Irak Hazırlığı
H. Z. İlker
|
Yazılı ve görsel iletişim organlarında, 31 Temmuz-3
Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen Yüksek Askeri
Şura toplantısında çıkan kararlara fazlaca yer verildi.
“YAŞ’da süpriz Kararlar”ın alındığı ve mutad hale gelen
“irtica faaliyetler”in ağırlık teşkil ettiği “TSK’dan
ihraç” konuları, medyanın ilgi odağıydı.
26 yıl aradan sonra ilk kez, bir Jandarma Genel Komutanı’nın
Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması ve Genelkurmay
2. Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın görev süresinin
bir yıl uzatılarak aynı yerinde kalması, “süpriz kararlar”ın
parçası olarak değerlendirilse de; bu “süpriz”in gerisinde
yatan gerçek, ABD’nin Irak’a saldırı planının YAŞ Kararları’na
yansımasından başka bir şey değildir. Yine, Türk Silahlı
Kuvvetleri’ndeki 50 general ve amiralin görev sürelerinin
bir yıl uzatılmış olması, TSK’nın bu konudaki hazırlığına
katkı olarak değerlendirilmelidir.
TSK’nın, “iç düşman” kategorisinde değerlendirdiği “siyasal
islam”a yönelik “irticai faaliyetler” ise; 46 kişilik
TSK ihracının 42’sini kapsamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti
devletinin, ne “iç düşman”sız, ne de “dış düşman”sız
yaşayamadığı gerçeğinin, “devletin gizli Anayasası”
olarak bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MSGB)
yer aldığı düşünülürse; “bölücü ve irticai faaliyetlerin
eşit düzeyde tehdit” olarak değerlendirildiği günümüz
MGSB anlayışında, TSK’nın “ihraçları” neden yapmış olduğu
anlaşılmaktadır. Fazilet Partisi’nin bölünmesi için,
medya tarafından çıkça desteklenen AKP Genel Başkanı
R. Tayyip Erdoğan’ın, DGM kapılarında dolaştırılması
ve yazılı-görsel iletişim organlarında “irticacı” denilerek
yeniden hedef tahtasına konulduğu düşünülürse, devletin
İngiliz politikasından esinlendiği; “böl, parçala ve
yönet” stratejisinin TSK kararlarına yansımasını, mutad
bir işleyiş olarak değerlendirmek gerekiyor.
TSK’nın, yaşanılan ekonomik krize rağmen, hızla silahlanmaya
devam ederek milyarlarca doları bu alanda harcaması
ve Genelkurmay Komuta Kademesi’ni bu şekilde düzenlemiş
olmasının üzerindeki örtüyü kaldırdığımızda, altından
ABD’nin “Avrasya Stratejisi” çıkmaktadır. Dünyaya hakim
olmayı hedefleyen bu “strateji”ye eklemlenerek, her
türlü saldırgan politikalarda yer alan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’nin Silahlı Kuvvetleri; binlerce Anadolu evladının
canını vermesi/sakat kalması pahasına, kendi üzerine
düşen görevi layıkıyla yerine getirmek için, komuta
kademesini de buna göre düzenlemektedir...
TSK’nın terfi kriterleri
Son birkaç yılın YAŞ kararlarına bakıldığında görülür
ki; TSK’nın komuta kademesi atamalar ve çeşitli terfilerde
üç temel kriter esas alınmaktadır. NATO, Kıbrıs ve Mezopotamya’da
görev yapmış olmak, ordudaki atama ve terfiler için
bir zorunluluk haline getirilmiştir. Belirttiğimiz bu
üç alanın herhangi bir yerinde görev yapan general ve
amiraller, terfi ettirilip komuta kademesi ve/veya “J.
Komutanlıkları” vb. gibi kilit görevlerde konumlandırılırken;
diğerleri emekliye sevk edilmekte ya da tenzili rütbe
ile geri hizmet alanlarında görevlendirilmektedir. Böylece,
komuta kademesi başta olmak üzere, TSK’nın geleneksel
“hizmet” anlayışı kesintisiz biçimde devam ettirilmektedir.
Bu “hizmet”in ise, “dış”ta ABD ve NATO’nun çıkarlarını
savunmak; “iç”teyse, TÜSİAD’da billurlaşan yerli işbirlikçi
tekelci sermaye ve diğer sermaye kesimlerinin mülkiyetlerini
“koruyup-kollarken”, OYAK’ta simgeleşen Ordu sermayesini
de her şart altında büyütmek olduğu açıktır.
NATO’cu Genelkurmay Başkan(lar)ı
Yeni Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün, kısa
bir süre öncesinde yeni adı “NATO Güney Doğu Avrupa
Müşterek Kuvvetler Komutanlığı” olan “NATO Güneydoğu
Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” görevini
yapmış olması, bir tesadüf değildir. 1998-2002 yılları
arasında görev yapmış olan bir önceki Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ve yine 1994-1998 yılları
arasında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturan Orgeneral
İ. Hakkı Karadayı da, bu görevlerinin öncesinde, “NATO
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı”nda
bulunmuşlardır. Böylece anlaşılmaktadır ki; Genelkurmay
Başkanı olabilmek için, İzmir’de bulunan “NATO Güneydoğu
Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” yapmış
olmak ya da NATO’da kilit bir görevde bulunmak (bir
önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu
da, 1984 yılında Tümgeneral rütbesiyle “NATO-LSE Kurmay
Başkanlığı” görevi yapmıştır.), esas alınmaktadır. Bu
gerçeklik, Genelkurmay Başkanları’nın seçilmesinde adeta
zorunlu bir “teamül” olarak izlenmektedir!
Kara Harp Okulu’nu bitirerek, teğmen rütbesiyle 1959
yılında askeri hizmetlerine başlayan Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Hilmi Özkök’ün askeri geçmişi, NATO’nun birçok
kilit bölümünde görev yapmasıyla örtüşmektedir. Böylece
ortaya çıkan gerçek, yukarıda ifade ettiğimiz “kriter”in
açık bir kanıtı olmaktadır. TSK Subayı olarak; “NATO
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı”
Plan Subaylığı ve Belçika/Mons’da bulunan “Avrupa Müttefik
Karargah Subaylığı”nda görev yapan Özkök, 1984 yılında
Tuğgeneralliğe terfi ettirilmiştir. Genelkurmay Komuta
Kademesi’nin çeşitli kilit bölümlerinde de görev yaptıktan
sonra, 1992 yılında Korgeneralliğe atanan H. Özkök,
bu rütbesi ile BELÇİKA/Brüksel’deki “NATO Karargahı”nda
(NATO Genel Komutanlığı’nın bulunduğu ana Karargah)
“Türk Askeri Temsil Heyeti” (TMR) Başkanlığı görevinde
bulunmuş ve 1996 yılındaki YAŞ toplantısında, Orgeneralliğe
terfi ettirilerek, 1996-1998 yılları arasında “NATO
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na
atanmıştır. NATO’daki bu görevlerini layıkıyla yerine
getirdikten sonra önü açılan Özkök; Genelkurmay 2. Başkanlığı,
1. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevlerinde
bulunduktan sonra, Genelkurmay Başkanlığı’na getirilerek
ödüllendirilmiştir.
Görülmektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti Ordusu’nun Genelkurmay
Başkanları, Türkiye’deki ABD çıkarlarının en gözde savunucusudurlar.
Zira, ABD’nin omurgasını oluşturduğu ve bütün politikalarında
belirleyici olduğu NATO’daki görevleri sırasında aldıkları
“eğitim” ve “hizmet anlayışı”, tek küresel güç olan
ABD’nin çıkarlarını savunmayı şart koşmaktadır. Elbette
bu “hizmet anlayışı”nın ödülü; ABD tarafından, eski
Genelkurmay Başkanlarına verilen “üstün liyakat nişan”larında
ifadesini bulmaktadır. Orgeneral İ. Hakkı Karadayı’ya
verilen “üstün liyakat nişanı” ve Orgeneral Hüseyin
Kıvrıkoğlu’na verilen “liyakat nişanı” (ki H. Kıvrıkoğlu’nun,
Azerbaycan-İran gerginliği yaşandığı dönemdeki Azerbaycan
ziyareti ve yine Azerbaycan’ın NATO’ya dahil edilmesi
çabalarındaki “hizmet”i nedeniyle ABD’nin “takdir”ini
almış olması dışında; 27 Haziran 2002 tarihinde, Azerbaycan
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in bizzat katıldığı “Azerbaycan
Cumhuriyeti Şeref Madalyası” ile ödüllendirilmiştir.),
bu ödülün “madalya” bölümünü teşkil etmektedir. Keza,
yeni Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, “ABD Komutanlık
Liyakat Madalyası” sahibidir...
YAŞ toplantısından çıkan kararlara göre, Genelkurmay
2. Başkanı görevi bir yıl uzatılan Orgeneral Yaşar Büyükanıt,
yine NATO’daki kilit bir noktada görev yapmıştır. Y.
Büyükanıt, daha önceki bir dönemde, NATO’nun İTALYA/Napoli’de
bulunan; “Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı
Karargahı”nda “İstihbarat Daire Başkanlığı” görevini
yürütmüştür.
Korgeneral rütbesiyle “Genelkurmay Harekat Daire Başkanı”
ve Başbakan Bülent Ecevit’in “Güvenlik Danışmanı” görevini
de yürüten Yaşar Büyükanıt; bu görevi sırasında, PKK
Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın uluslararası bir konployla
Türkiye’ye getirilerek İmralı’da tutsak edildiği operasyonun
Türkiye’deki perde arkasında bulunan kişisidir. Y. Büyükanıt’ın,
biraz önce ifade ettiğimiz NATO’daki “İstihbarat Daire
Başkanı” görevinde bulunmuş olması; operasyonun uluslararası
boyutunun kotarılmasındaki kilit konumunu açıklamaya
yeterli gelecektir. Bu çabasının ödülüyse, 2000 yılındaki
YAŞ toplantısında Orgeneral’liğe terfi ettirilerek,
Genelkurmay 2. Başkanı olarak atanmış olmasıdır. Ayrıca,
Büyükkanıt, Kolordu Komutanı olarak Diyarbakır’da da
görev yapmıştır.
Bugün de, Genelkurmay 2. Başkanı olarak görev yapan
Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın; normal teamüllerin işlemesi
koşuluyla, seneye herhangi bir ordu komutanlığına atanması
durumunda, 2004 yılında Orgeneral Aytaç Yalman’dan boşalacak
olan “Kara Kuvvetleri Komutanlığı”na getirilerek, 2006
yılında Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturtulması
gerçekleşecektir.
Görüldüğü üzere, Genelkurmay Başkanlığı’na giden yolda,
NATO’da kilit bir görevde bulunmak veya “NATO Güneydoğu
Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı” yapmış
olmak, zorunlu bir duraktır...
Komuta kademesi
TSK’nın yeni Komuta Kademesi’ne bakıldığında görülecektir
ki; bu kademede görev yapan komutanlar, biraz önce “Terfi
Kriterleri” bölümünde de ifade ettiğimiz gibi; NATO,
Kıbrıs ve Mezopotamya’da çeşitli zaman dilimlerinde
görev yapmışlardır.
* Kara Kuvvetleri Komutanı; Orgeneral Aytaç Yalman:
TSK’nde, daha önceki bir sürede; “Kıbrıs Türk Barış
Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat ve İstihbarata Karşı
Koyma Şube Müdürü” olarak, Kıbrıs’ta görev yapan Aytaç
Yalman; 1998 YAŞ toplantısında Orgeneral’liğe terfi
ettirilerek, Malatya’da bulunan 2. Ordu Komutanlığı’nın
başına getirilmiştir. Kıbrıs ve Mezopotamya’daki görevlerini
layıkıyla yerine getirdikten sonra, buralarda edindiği
istihbarat ve savaş deneyiminin yanısıra, bölgenin yabancısı
olmadığı göz önüne alınarak, tüm Mezopotamya’da belirleyici
işlevi olan Jandarma’nın “Genel Komutanı” olarak atanmıştır.
Orgeneral Aytaç Yalman; Irak’a yönelik olası saldırıya
hazırlanan TSK’nın, yeni komuta kademesinde , Kara Kuvvetleri
Komutanı olarak görev yapmaktadır.
* Deniz Kuvvetleri Komutanı; Oramiral Bülent Alpkaya:KOCAELİ/Gölcük’te,
“Donanma Komutanlığı” gaörevi yaptığı dönemde, kendine
bağlı “Batı Çalışma Grubu”nun; “irticai ve bölücü/yıkıcı
terör faaliyetleri”ni önleme çalışmalarındaki başarısı,
kendisine Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yolunu açmıştır.
* Hava Kuvvetleri Komutanı; Orgeneral Cumhur Asparuk:
“Laiklik savunucusu” imajı, “sancılı” bir dönemdeki
MGK Genel Sekreterliği görevindeki başarısı PKK Genel
Başkanı A. Öcalan’a yönelik komploda görev alması nedeniyle,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na terfi ettirilmiştir.
* Jandarma Genel Komutanı; Orgeneral Mehmet Şener Eruygur:
TSK’nın çeşitli kilit noktalarında görev yaparak Kara
Kuvvetleri Komutanlığı’na atanan orgeneral M.Şener Eruygur’un,
Jandarma Genel Komutanlığı’na atanmasının; genel “hizmetler”indeki
başarısının yanısıra, Irak’a yönelik saldırı hazırlığının
bir parçası olarak değerlendirilmesi gerekir.
* MGK Genel Sekreteri; Orgeneral Tuncer Kılınç: Orgeneral
T. Kılınç; TSK’nın çeşitli kilit noktalarında ve Mezopotamya’daki
görevlerinde başarı göstererek, MGK Genel Sekreterliği’ne
atanmıştır. Normal teamüllere göre, her zaman bir Hava
Kuvvetleri orgenerali’nin atandığı bu göreve getirilmiş
bulunan Orgeneral Tuncer Kılınç’ın “hizmetler”i, kendisinin
bu önemli göreve getirilmesinde belirleyici olmuştur.
Bütün bu komutanlar, devletin gerçek yönetim organı
olan Milli Güvenlik Kurulu’nun, asker kökenli asli üyeleri
olarak, devletin alınacak tüm kararlarında belirleyici
konumda olacak ve “yürütme erki” görevini üstleneceklerdir.
* 1. Ordu Komutanı; Orgeneral Çetin Doğan ve 3. Ordu
Komutanı Orgeneral Tamer Abaş, TSK’nın kilit noktaları
dışında, NATO ve Mezopotamya’da görev yapmışlardır.
* 2. Ordu Komutanı; Orgeneral Fevzi Türkeri: Korgeneral
rütbesiyle, Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı (ki, bu
görev, Jandarma’nın Kuzey Mezopotamya’da görevli bulunan
en üst askeri savaş komutanlığıdır) olarak görev yapmıştır.
Bu alandaki “hizmetler”i nedeniyle, son YAŞ toplantısında
orgeneralliğe terfi ettirilerek, yine bölgede konuşlandırılmış
olan 2. Ordu Komutanlığı’na (Malatya’da bulunuyor) atanmıştır.
* Ege Ordu Komutanı; Orgeneral Hurşit Tolon: Mezopotamya’da
görevli bulunduğu dönemde, Kürt Halkı’nın haklı ve meşru
mücadelesini bastırmak için, her türlü kirli savaş taktiğine
başvuran ve kamuoyunda “tamburalı paşalar”dan biri olarak
da bilinen Orgeneral Hurşit Tolon, savaşta gösterdiği
başarının ödülünü, Ege Ordu Komutanlığı’na getirilerek
almıştır. 30 Ağustos’ta Efes Antik Tiyatrosu’nda konser
veren Ermenice, Lazca, Rumca, Kürtçe parçalar söyleyen
Sezen Aksu’ya “Böyle bir konser için bugünü mü buldular?
Türkiye Mozayiği adı altında anlamsız bir konser verilmesini
şüpheyle karşılıyorum” (Cumhuriyet, 1 Eylül 2002) diyerek
ırkçı yüzünü gizlemeyen Orgeneral H. Tolon, özünde Türk
Ordusu’nun geleneksel “inkarcı, tenkil ve tehcir” politikasını
seslendirmektedir.
* Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı; Orgeneral
Mehmet İlker Başbuğ: TSK’nın çeşitli kilit noktalarında
görev yapan ve son YAŞ toplantısında Orgeneralliğe terfi
ettirilen M. İlker Başbuğ’un bir önceki görevi; MGK
Genel Sekreter Başyardımcılığıdır.
* NATO Güneydoğu Avrupa Müşterek Kuvvetler Komutanı,
Orgeneral Oktar Ataman; Donanma Komutanı, Oramiral Özden
Örnek ve Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim
Fırtına, TSK’nın çeşitli kilit noktalarında ve NATO,
Kıbrıs ve Mezopotamya üçgeninin her hangi bir köşesinde
görev yaptıkları dikkate alınarak, yeni görevlerine
terfi ettirilmişlerdir. Tüm bu atamaların ve görevlendirmelerin
ortaya koyduğu gerçek ise, başta ABD olmak üzere tüm
emperyalistlerin çıkarlarının gözetildiğidir. Sözünü
ettiğimiz üç alanın her hangi birinde ve/veya tümünde
görev yapmadan Komuta Kademesi’ne gelinemeyeceği, geçmiş
atamaların ve Türk Ordusu’nun kendi gerçekliğinin öğrettiği
nesnelliktir.
“Süpriz”in altındaki gerçek
Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, YAŞ’ın “süpriz kararlar”ı,
ABD’nin Irak saldırısıyla bağlantılıdır. “Avrasya Stratejisi”nin
bir uzantısı olarak, Afganistan’ı işgal eden ve bu stratejinin
uygulanması için, jeo-politik önemi nedeniyle Körfez’in
de denetim altına alınmasını bir zorunluluk olarak kendini
dayattığını bilen ABD, hedef tahtasına koyduğu Irak’a
saldırı düzenlemek amacıyla hazırlanmaktadır. Tüm çıkarlarını
ABD ile örtüştüren İngiltere dışında, “bölgesel kılıç”
işlevini yerine getirenlerse İsrail ve Türkiye’dir
Bu yüzden, Orgeneral Aytaç Yalman, daha önce Mezopotamya’nın
çeşitli yerlerinde görev yaptığı için, olası bir Irak
saldırısında önemli fonksiyon yüklenmesi beklenen TSK’nin
en büyük askeri kuvveti olan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na
atanmıştır. Irak-Türkiye sınırlarını iyi bilen (yıllarca
görev yaptığı Irak-Türkiye sınırlarındaki engebeli araziyi
ve kara harekatına uygun geçitleri iyi bilmektedir)
ve “gayrı-nizami harp” olarak da adlandırılan “kontr-gerilla”
faaliyetlerinde belirleyici işlev yüklenmiş olduğundan;
“cephe gerisine sızma, sabotaj, suikast vb” eylemleri
de içerecek olan olası bir “kara harekatı”nda, Komutanlığını
yapacağı Kara Kuvvetleri’nin başarılı olacağı tahmin
edilmektedir. Askeri strateji dergilerinde; “... özellikle
müşterek (birden fazla kuvvetin) veya birleşik (birden
fazla ülke kuvvetinin katıldığı) harekat icra edebilen,
çevik ve çok yönlü, süratle yığınak yapabilen, darbe
ve tahribat gücü yüksek, ezici, etkin ve yeterli, modüler
ve esnek yapıda, optimum büyüklükte ve hazırlıkta Kara
Kuvvetleri’nin hayata geçirilmesi” (“Savunma ve Havacılık”,
Sayı;2002/ 90 , sf;10) sözleriyle ortaya konulan, böylesi
savaş koşullarına hazırlıktır.
1970 yılında Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Semih
Sancar ve 1976 yılında, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral
Nurettin Ersin’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasından
sonra, ilk defa bir Jandarma Genel Komutanı’nın Kara
Kuvvetleri Komutanlığı’na atanmasının gerçekliği budur.
Daha önceki her iki atama örneği, 1971 ve 1980 faşist
askeri darbeleriyle bağlantılıyken, bu atamanın Irak’la
ilişkili olduğu aşikardır.
Görev yerlerini ve ABD-NATO bağlantılarını ayrıntılı
olarak açıkladığımız Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral
Yaşar Büyükanıt’ın aynı görevinde kalıyor olmasını da,
olası bir Irak saldırısına hazırlık olarak değerlendirmek
gerekiyor. Bu iki komutanın, olası Irak saldırısında,
TSK’nın Komuta Kademesi’nde olması, saldırının başarı
şansını yükselteceği düşünülmektedir.
Daha önceki görev dönemlerinde; 7. Kolordu Komutanı
olarak Diyarbakır’da görev yapan Orgeneral Sami Zığ;
9. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’da görev yapmış olan
orgeneral Kemal Yılmaz ve “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri
Komutanlığı” da yapmış olan Tuğgeneral Galip Mendi’nin
emekli edilmeyerek, görev sürelerinin bir yıl uzatılmış
olmasının da ABD tarafından gündemleştirilen olası Irak
saldırısına, Türk Ordusu cephesinden yapılan hazırlıktır.
Ayrıca, bu üç komutanın yanısıra; “müşterek veya birleşik”
bir savaş deneyimi ile donanmış bulunan 47 general ve
amiralin görev sürelerinin bir yıl uzatılmış olması
da aynı biçimde yorumlanabilir.
ABD’nin “bölgesel kılıcı” ve NATO’da odaklanan emperyalist
güclerin “global vurucu gücü” olan Türk Ordusu, geleneksel
“hizmet” anlayışı ile, komuta kademesini düzenlemeye
devam edecektir. Silahlanmaya aktardığı kaynaklar ve
Mezopotamya’da sürdürdüğü savaşta edindiği, “savaş harekat
ve manevra yeteneği” ile emperyalistlerin güvenini kazanan
TSK, her yerde ve her zaman “hizmet” etmeye hazırdır.
Uluslararası boyutta, Somali, Bosna, Makedonya, Arnavutluk,
Kosova, Filistin, Doğu-Timor, Afganistan ve daha bir
çok ülkede emperyalizmin “global vurucu gücü” olarak
görev yapan Türk Ordusu, Kıbrıs ve Mezopotamya’daki
askeri varlığını onyıllardır sürdürerek, askeri cuntalar
ve post-modern darbeler düzenleyerek, ülkede oligarşik
düzenin devam etmesinde de belirleyici rol oynuyor.
Açıktır ki; başta ABD ve NATO’da odaklanan emperyalist
güçlere; “iç”te ise, tüm sermaye gruplarına “hizmet
etme” anlayışı, TSK’nın tüm YAŞ toplantılarında alınacak
kararların temelini oluşturmaktadır. Orduya ilişkin
tüm ham hayallerin halka karşı işlenmiş birer suç niteliği
taşıdığını bu tablo çok açıkça ortaya koymaktadır. Irak’a
karşı saldırı planları ve bu planlarda Türkiye’ye biçilen
rol ve yapılan savaş hazırlıkları, tüm devrimci ve demokratik
güçlerin bu haksız savaşa karşı birleşik bir mücadele
örgütlemesini zorunlu ve ivedi görevlerden biri haline
getirmektedir.
Asıl stratejik görev ise devrimci sosyalist hareketin,
emperyalizm ve oligarşinin kılıcına karşı halkın devrimci
kılıcını koymasıdır. Natocu, holdingci zalimlerin faşist
kılıcına karşı, adaletin, eşitlik ve özgürlüğün, halk
kurtuluş mücadelesinin gücü olan devrimci kılıç...
|