Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

Seni anlatmamı istedi genç ve yürekli bir emekçi kadın.
“Nasıl anlatabilirim ki” diye düşündüm fakat genç ve yürekli dostumun istek dolu gözlerinde cesur ve kararlı bakışlarında seni gördüm ve beceriksizce de olsa “yazmalıyım” dedim.
Metris Cezaevi’nin Kadın Koğuşları rutin slogan eylemlerindeydiler. Askerileştirme Politikasını işkenceyi ve yaptırımları kınamanın bir eylem biçimi de buydu. Genç ve zayıf yüzlerini paslı parmaklıklara dayamış yüreklerinin kinini gökyüzüne haykırıyorlardı. Birkaç adım ötede kent günün yorgunluğunu eteklerine dolamış gitmek üzereydi. İdare binasını kadın siyasi tutsaklara bağlayan koridorda bir gürültü, bir telaş başladı. Birileri getiriliyordu gözetime. “Evlatlarım! Evlatlarım!”, “Dayanın Aslanlarım! Dayanın Yiğitlerim!” Bir kadın gür ve titremeyen cesaret dolu bir kadın sesi onca askeri aşıyor ve kadın tutsakları kucaklıyordu. Hepimiz bir anda sözleşmiş gibi susuverdik.. Hergün işkence gören, kadın tutsakların yüzleri gerildi ve adeta parmaklıkları aşar gibi bir çabayla bayanlar daha da ileri fırlatılarak. Neler oluyor, kim gelenler görmek için çabalamaya başladılar. Asker açık camları bir bir ve büyük bir telaş ve dalkavuklukla kapatmaya çalışıyor fakat “O” ses bize ulaşıyordu. “Analar” dedi içimizden birisi, “Anaları getirmişler”. Bir an bir çok askerin arasında onu gördüm. Bir an çok kısa bir andı. Simsiyah saçlarını öfke dolu gözlerini geniş ve güven veren omuzlarını ve ellerini gördüm. Elleriyle etten yığınak olmuş askerleri iterek yürüyordu. Ve açık camlardan kendisinin göremediği tutsaklar görür diye ataklar yaparak el sallıyordu. Didar Abla bu dedim. Başkası olamaz. En önde o yürür ve en cesur odur. Hep böyle betimlemiştim onu. Hiç görmemiştim. Ve bu tanışma töreni muazzamdı. Kesinlikle bu Didar Ablaydı. Parmaklıklardan kolumu çıkardım ve olanca gücümle bağırdım. “Analara uzanan elleri kıracağız”. Hep beraber bağırdık olanca gücümüzle “Kahrolsun Faşizm, işkenceye son”. Durdu ve arkasından gelenler de durdu. O durunca askerler de durdu. O herkesten görkemli duruyordu. Muhteşem duruyordu. İnanılmaz bir hızla boynundaki beyaz eşarbı çıkardı sallamaya başladı. Küçük cüceler gibi duran askerler çekiştirdiler iteleyip kakaladılar, kolunu ileri fırlattı eşarbı havalandırmada muhteşem bir salınmayla uçuyordu. Adeta hepimizi bembeyaz bir bulut gibi kucaklıyordu. Eşarbı yakalamak için havalandırmaya dolan birkaç askerin telaşına rağmen bir süre uçtu. Yaptı gene yapacağını diyordu komutan! Yaptı gene yapacağını.
Bu ilk tanışmamızdı. Benim onu ilk görüşümdü ve hep öyle gördüm onu. Bir çocuk heyecanı taşıyan, müthiş bir eylemci ve zeki ve güzel bir kadındı ikinci tanışmamızda. Cezaevinde İnsan Hakları kavramını tartışırken tutsaklarla binlerce literatür taramış kadan engin görüşlü, söylediklerinin arkasında duran ve hiçbir engel tanımayan karalılıkta bir doğl lider sınırları takip edilemeyen bir kişilik, kardeşinden bahsederken inanç ve şefkat dolu bir anaydı.
Kadınların politik mücadeledeki yerlerine saygı duymasına ve önemsemesine rağmen onların yetersizliklerine tahammül gösteremezdi. Seçiciydi.
Hep öndeydi. En ön onun yeriydi. Mahkeme salonunda onu gördüğümde en öndeki sandalyeonundu ve asla başkası oturamazdı. O sandalyede abla, ana ve herşeydi. Tanıklara soru sorar, avukatları, hakimleri azarlardı.
Mahkeme başkanı “siz kim oluyorsunuz” diye sorunca büyük bir ciddiyetle “elbetteki savunma makamı” diye yanıtlardı.
Her mahkemeye ayrı güzel gelirdi. Her seferinde yeni bir elbise giyerdi ve her zaman çok şık, çok güzel ve bakımlıydı. Bir keresinde Mahkeme Başkanı “Tek başına Beşiktaş türübünü gibisin” demişti “Herşeye yetiyorsun”.
Tahliye olduktan sonra ziyarete gittim. Herkes böyle yapardı. Bizimki başka bir dostluktu. Birlikte yemek yedik. Dobra ve küfürlü bir tarzda konuşuyordu. Sadece tutsaklardan bahsederken küfür etmiyordu. Bir hapishaneden mektup gelmişti, birlikte okuduk. İkimizinde hiç bilmediği, uzak bir kentte hiç tanımadığımız tutsaklar mektup yazmışlardı. “Abla” diyorlardı, gelmesini istiyorlardı, kol böreği istiyorlardı. “Giremezsin içeri” dedim, “soyadın tutmuyor, yorulursun” dedim, dinlemedi. “Girerim” dedi, “giderim” dedi. Sabaha kadar böreği yaptı ve ezanda yola çıktı. Çok şaşırmıştım. Gerçekten dediğini yaptı, gitti, girdi, gördü ve böreği elleriyle yedirdi. Gerçekten muhteşemdi.
En son onunla telefonda konuşabildim. Ben aranıyordum yeniden. “Şekerim yüksek” diyordu. Ben; “gitme abla, bu sefer sensiz olsun” dedim. “Nasıl olur?” dedi. “Benim en büyük düşüm bu. İstanbul’dan Ankara’ya ilk kez yürüyeceğiz. Nasıl olur!”. Adeta yalvardık. Bizi üzmek istemiyordu. Onu merak etmemizi istemiyordu. Kesin bir yanıt vermeden kapadı telefonu.
O gün bütün gün başım ağırdı ve bir telefon! “O yaralı” dediler. Yürüyüşçülere saldırdılar “O” yaralı dediler önce. İkinci telefon öldü dediler, öldürüldü.
Ardından çok şey oldu. Diz çöktü düşman yürüyüş başarıyla sonlandı.
12 Eylül karanlığının içinden çıkan ilk kitlesel tepkiydi omuzlarda gelişin. Gelişin bile muhteşemdi.
Giderayak yaptın gene yapacağını. Gene biraraya getirdin insanları. Sessiz kitlenin sabrını çatlattın. Yürüdüler senin ardından.
Omuzlarda gidişin muhteşemdi abla.
Seni çok özlüyorum.
Cesaretini, dik duruşunu, pervasızlığını, gülüşünü, sıcaklığını...
Seni seviyorum.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul