Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

H. M. Çiya

HADEP çevresinin bu yılın başında başlattığı “anadilde eğitim” kampanyası ilk dönemlerde gündemi işgal etmiş ve bir çok noktada tartışmalara neden olmuştu. İlk günlerde sessiz kalmayı tercih eden oligarşi, kampanyanın kitleselleştiğini görünce sert refleksler göstermeye başladı.
Üniversite öğrencilerinin verdiği dilekçelerde, Kürtçe dili üzerindeki yasakların kalkması ve dilekçelerdeki talebin Kürtçe dilinin seçmeli ders olarak verilmesi biçiminde olmasına karşın, oligarşi son derece tahammülsüz davranmış, yüzlerce öğrenci okullardan uzaklaştırılmış, yüzlerce insanı gözaltına almış ve tutuklamıştır. Oligarşi bu tutumuyla bırakalım demokratik dönüşümleri, Anayasada var olan “dilekçe verme hakkını” bile ayaklar altına almıştır.
HADEP çevresinin anadilde eğitim talebini dillendirdiği bir sırada, Genelkurmay 12 maddelik bir karar yayınladı. Bu kararda Kürtlerin ulus ve ülke adlarının kullanılmaması ve Kürt hareketinin her bakımdan teslim olması istendi. Ardından Kürtçe isimlerin yasaklanması gündeme geldi.
Oligarşi Kürt ulusunun en sıradan ulusal demokratik istemlerine karşı neden bu kadar tahammülsüzdür? Bunun yanıtı onun siyasal dokusunda ve tarihsel şekillenmesinde gizlidir. Bilindiği gibi, bu devlet en başta Kürtlerin ulusal varlığının inkârı üzerinde şekillenmiştir. Bu nedenle, Kürt ulusal sorunu oligarşinin en zayıf karnıdır. Kürt ulusal kimliğinin tanınmasına dair en küçük bir adıma, ideolojik-siyasal temellerinin deforme olacağına inandığı için yoğun bir tepki vermektedir.
Özcesi bütün olgular oligarşinin esas olarak klasik programında ısrar ettiğini gösteriyor. Ancak iç ve dış konjonktür oligarşinin programını zorlamaktadır. Nitekim AB “uyum yasaları” çerçevesinde atılan kimi sınırlı adımlar bile ciddi kaygılara yol açmaktadır. Oligarşi ilerleyen süreçte Kürtlerin ülke ve ulus gerçeğini kabul etmesede, “alt kimlik” biçiminde kısmi adımlar atarak sömürgeci egemenliğini sürdürmeye çalışacaktır. Fakat gene de ilk başlarda dizginleri sıkı tutacak ve kolay kolay reformasyona gitmeyecektir. İlk başlarda talepleri zorla bastıracak, Kürt halkının kazanımlarını çürütmeye ve böylece gelecek umudunu da karatmaya çalışacaktır.

Kırılma Noktası
Kürt hareketi, İmralı süreciyle birlikte yeni bir döneme girdi. İdeolojik ve moral planda başlayan kırılma beraberinde siyasal ve örgütsel kırılmaya yol açıyor. Bağımsız birleşik ve sosyalist bir ülke şiarıyla yola çıkan ve Kürt insanında çok ciddi dönüşümleri sağlayan hareket, Öcalan’ın tutsak olmasıyla birlikte temel programatik görüşlerinden vazgeçerek, ulusal sorunu dil ve kültürel kimlik sorununa indirgeyerek uçurumun kenarına kadar gerilemiştir.
Kürt halkı anadilde eğitim talebini son derece “masum” eylem tarzıyla dillendirmesine rağmen oligarşi inkarcı/baskıcı yöntemlerle karşılık vermiştir. Kürt hareketi bu gerçeği görerek sonuç çıkaracağına, kitlelerin haklı tepkilerini radikalleştireceğine, ulusal sorun temelinde politize edeceğine, aksine geri çekici bir rol oynamıştır. “Provakasyonlara gelmeme” mantığının sonucunda, anadilde eğitim talebinden seçmeli derse, seçmeli derslerden evlerde, köylerde, mahallelerde kendi kendine Kürtçe öğrenme düzeyine kadar çekilmiştir. 1
Kürt hareketi, örgütsel-siyasal ve ideolojik olarak kırıldıkça oligarşi daha çok pervasızlaşmıştır. Hareketin yükselişinin de doruğunda olduğu 1991-1992’de “federasyonu bile tartışabiliriz”, “Kürt realitesi vardır” diyen oligarşi, bugün Kürtçe isimleri yasaklamaya kalkışmıştır. Bu oldukça öğreticidir.

Devrimci mücadele demokrasi
mücadelesini de kapsar

Sosyalistler demokratik haklar için mücadele eder ama kendisini demokratik haklarla sınırlı tutmaz. Devrime, sosyalizme bağlanmayan demokratik mücadele, demokratik haklar amacına ulaşmaz. Demokratik haklar, demokratik mücadele sınıfsal perspektifle ele alındığında başarıya ulaşır. Kitleleri eğitir, demokrasi kültürünü, hak arama bilincini, örgütlenme geleneğini, devrimci sosyalist savaşımın hareket alanını genişletir.
Sosyalistler, sınıf mücadelesini üç temel alan üzerinde tanımlar ve örgütlerler. Özetle: Birincisi, politik mücadele alanı... İkincisi, ekonomik-akademik-demokratik mücadele alanı... Üçüncüsü, içe ve dışa yönelik ideolojik mücadele alanı...
Sınıf mücadelesinin kimi uğraklarında ikinci veya üçüncü mücadele alanı öne çıkabilir. Ama birinci alan, yani politik mücadele alanı her zaman temeldir. Ekonomik-demokratik ve ideolojik mücadele alanları politik mücadele ekseninde sürdürülür. Her üç alandaki ilişki diyalektik bir bütünlük içindedir. Demokratik ve ekonomik mücadele, politik mücadeleye soluklanma kanallarını yaratır ve kitle ilişkilerini sağlar. İdeolojik mücadele alanı burjuvazinin ideolojik-kültürel hegemonyasını zayıflatır ve emekçilerin saflarındaki oportünist-revizyonist etkileri teşhir eder, kitleleri bilinçlendirir, devrim ve sosyalizm hedefini gösterir.
Politik mücadele, iktidar mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin en sert alanıdır. Kitleleri hedefe yöneltir. Saflaştırmayı hızlandırır. Proletaryanın ideolojik hegemonyasını besler, güçlendirir. Demokratik-ekonomik mücadele alanlarının önünü açar ve politize eder. Politik mücadele çok karmaşık araç ve taktiklerle sürdürülür. Ama çok karmaşık, çok yönlü araç ve yöntemler içinde bir biçim öncel ve eksen olur.
Sınıfın öncüsü, yaşadığı ülkenin siyasal-sosyal manzarası üzerinde temel politik mücadele biçimini belirlerken ve bu temelde organize olurken, demokratik-ekonomik ve ideolojik mücadele alanlarına da ilgisiz kalmaz.
Marksizmin bu genel doğruları bugün fazlasıyla sulandırılmıştır. Burjuvazi bunun için bütün olanaklarını kullanıyor. Bu anlaşılır bir durumdur. Ama kendisini sol-sosyalist kimlikle ifade edenlerin, sınıf mücadelesinin temel olgularını, temel prensiplerini atlayarak davranmaları karmaşayı arttırıyor.

Sosyalistler demokratik taleplere
ilgisiz kalamazlar

Kürt ulusunun kendi anadilinde eğitim görmesi doğal bir haktır ve desteklenmelidir. Anadilde eğitim talebi, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmesinde önemli bir adım olma özelliğine sahiptir. Ama bu tek başına bir şey değildir. Anadilde eğitim, kimliğin tanınması, idamın kaldırılması vb. demokratik talepler eğer ulusal kurtuluşçuluğa, bağımsızlığa ve sosyalizm hedefine bağlanmamışsa, o zaman ne taleplerin kendisi nesnelleşebilir ne de kazanımlar korunabilir. Aksine, tersi etkilere neden olur. Ulusal kurtuluşçuluğun, bağımsızlığın ve sosyalizmin hedefini saptırır. Halkların tarihi bu noktada zengin derslerle doludur.
1980 öncesinde “anadilde eğitim” ve “doğuya yol-su-elektrik” gibi talepleri dillendiren Özgürlük Yolu’nu ve DDKD’yi şiddetle eleştiren Öcalan ve başında bulunduğu hareket, “bunların yaptığı reformizm bile değildir. Çünkü ülkemiz işgal altındadır. Baskı ve zor eşliğinde her şeyimiz elimizden alınmıştır. Bu koşullarda ‘anadilde eğitim, yol-su-elektrik’ talebinde bulunmak anti sömürgecilik değil, sömürgeciliğin işini kolaylaştırır” diyordu. Peki aradan geçen zaman içinde ne değişti? Elbette, hem dünyada hem de coğrafyamızda bir çok şey değişti. Ama Kürt ulusunun içinde bulunduğu statü özünde değişmedi. “Uyum yasaları” da bu gerçeği değiştirmeyecektir.
İmralı süreci ile birlikte Kürt hareketine damgasını vuran mantalite Kürt sorununu ulusal sorun olarak değil, oligarşik sistem içinde hukuksal bir sorun olarak ele almaktadır. Perspektif bu olunca anadilde eğitim talebinin başına geldiği gibi, tüm demokratik taleplerin içi boşaltılmaktadır.
Kürtçe dili üzerindeki yasakların kalkması, anadilde eğitim, kimliğin tanınması, idam vb. talepler demokratik taleplerdir. Elbette, sosyalistler buna kayıtsız kalamaz. Sosyalistler, Kürt hareketinin İmralı çizgisi ile içine girdiği kulvarın niteliğini açıklayıp-eleştirirken, Kürt halkının ulusal demokratik taleplerine karşı da ilgili olmalıdır. Kürt halkının ulusal demokratik taleplerine sahip çıkmalı, propagandasını yapmalı, gücü oranında fiili destek vermeli ve asgari zeminlerde ortaklaşmalıdır. Bugün bir yandan İmralı çizgisinin ulusal kurtuluş mücadelesine kaybettirdiklerini-kaybettireceklerini saptarken, sistem içi evrilmeyi eleştirirken, Kürt halkının hassasiyetlerine ve ihtiyaçlarına karşı da duyarlı olunmalıdır.

AB ve demokratik haklar
Kopenhag kriterleri, AB ülkelerinin 21-22 Haziran 1993’te Kopenhag’ta yaptıkları oturumda aldıkları kararlardır. O tarihten beri Kopenhag kriterleri tartışılmakta, sanki demokratik devrim programıymış gibi dillendirilmekte ve yanılsamalı bir ortam yaratılmaktadır. Kopenhag kriterleri özetle şunlardır: Birincisi, siyasal demokrasi (azınlık hakları, kültürel kimlik vb.) çerçevesindedir. İkincisi, AB sermayesi önündeki ulusal gümrüklerin yeniden düzenlenmesini (serbest rekabet, serbest ticaret vb.) içermektedir. Üçüncüsü, Birlik kurumlarına uyum sağlamaktır.
Sermaye çevreleri Kopenhag kriterlerini bütünlüklü olarak ifade etse de, esasta onları ilgilendiren ikinci ve üçüncü kriterlerdir. Kürt hareketi ve kimi Türk liberal-sol çevreleri ise daha çok birinci kriteri dillendirmek ve adeta Türk emekçi halkının ve Kürt ulusunun kurtuluşunu sağlayacakmış gibi yansıtmaktadırlar. Bu tam bir aldatmacadır.

AB’nin yüzü
AB’nin iki yüzü vardır. Birincisi, ideolojik merkezlerde gösterilen ama asıl niteliğini gizleyen yüzü... Demokrasi, insan hakları, birey hakkı, farklı kimliklerin tanınması vb.. İkincisi, tarihin, tarih ve sınıf bilincinin gösterdiği yüzü... Emperyalizm, sömürgecilik, siyasal gericilik, faşizm, ırkçılık. vb.
AB’nin tarihi masum değildir. AB’nin tarihi sömürgecilik tarihidir. Bugünkü programlarının özü de budur.
Avrupa emekçilerinin onlarca yıl süren mücadele sonucu kazanılan siyasal, sosyal ve ekonomik haklar bir bir gasp edilmektedir. Sendikal örgütlenmeler dağıtılmakta, eğitim ve sağlık alanlarındaki sosyal haklar özelleştirme adı altında budanmaktadır. Siyasal gericilik artmakta, IRA ve ETA gibi devrimci ulusal güçlere yönelik baskılar yoğunlaşmaktadır. AB devletleri daha önce ulusal-sosyal kurtuluş hareketleri olarak gördükleri FHKC ve FARC gibi devrimci hareketlere bugün “terorist” demektedir. Türkiye’de onlarca devrimcinin canına mal olan 19 Aralık operasyonuna göstermelik bir tepki göstermiş ve F tipi hücrelere destek vermiştir. Zira bugün AB ülkelerinde hücre tipi cezaevlerinde kalan onlarca devrimci bulunmaktadır. Almanya, yıllar önce RAF’ın kadrolarını hücre tipi zindanlarda katletmişti. El Kaide’nin 11 Eylül’de ABD’ye yönelik yaptığı eylemi kınayan ve kıyametler koparan AB, ABD’nin Afganistan’a yönelik yaptığı operasyonu desteklemiş ve “akıllı” bombalar binlerce insanın ölümüne neden olurken, insan haklarını hatırlamamıştır.
“Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm, tekelci kapitalizmdir.) siyasal üst yapısı demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi, serbest rekabete tekabül eder.” (Lenin)
Bu arada bir kaç noktanın daha altını çizmek gerekiyor. Birincisi, bugün AB ülkelerinde var olan ekonomik refahın kaynağı sömürge ve yeni sömürge ülke halklarının doğal kaynaklarının ve emeğinin sömürülmesine dayanıyor. İkincisi, AB ülkelerinde olan ve burvuja demokrasisi denilen gelenekler/kurumlar emekçilerin yaklaşık iki yüz yıl süren mücadelesinin/savaşımının ürünüdür. Üçüncüsü, AB bugün azınlık haklarından ve etnik kimliklerden söz ediyor, ama öte yandan, yukarda belirttiğimiz biçimde (siyasal-sosyal hakların gaspı, bu temelde çıkarılan gerici yasalar vb.) bir nesnellik yaşanıyor. Dolayısıyla bugün azınlık hakları, kültür ve etnik kimlikleri tanıması ulusal-sosyal çelişkileri ortadan kaldırmıyor. Çünkü yürürlükteki mülkiyet ilişkileri özeldir ve burjuvazinin tekelindedir. Ekonomik gücü elinde bulunduranlar dolaysız olarak siyasetin de tekelini elinde tutar.
AB insan haklarının, demokrasinin, siyasal özgürlüklerin birliği değil, sermayenin birliğidir. Sermayenin birliği temelinde sürekli genişlemektedir. Türkiye ile ilişkileri de bu temeldedir. Bu nesnel bir süreçtir. Sosyalistlerin bu durumda yapması gereken bu nesnel durum üzerinde şekillenecek verileri, ilişkileri ve çelişkileri çözümleyerek, devrimci stratejiyi ve taktik hattı tanımlamaktır.

Kopehnag kriterleri mi?
Diyarbakır kriterleri mi?

Bilindiği gibi, Kürt coğrafyası jeo-stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Ortadoğu’da kritik bir yerde olması, GAP’ın konumu, su ve petrol gibi kaynakların zenginliği Mezopotamya’nın önemini artırıyor. Elbette bu durum AB’nin de dikkatini çekiyor. Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinde “Kürt kartı” stratejik bir öneme sahiptir.
AB sermayesi Türkiye ve Mezopotamya’da rahatça dolaşabilmek için asgari bir istikrara gereksinim duymaktadır. Hiçbir ulusal engele takılmadan dolaşmak istiyor. Tarım ve sanayi sektörünün kendi ihtiyaçlarına göre düzenlenmesini istiyor. Kuşkusuz bunun faturası olacak. Bunun faturası daha çok bağımlı olmak, daha çok borçlanmak, daha çok ucuz iş gücü ve işsizliktir.
Ortadaki sonuçlar bunlar iken, Kopenhag kriterleri Beytüşşebaplı ve Mardinli köylüyü, Diyarbakırlı işsizi ne kadar ilgilendirir? Kürtçe dilin serbest bırakılması, anadilde eğitim, idamın kalkması, kimliğin tanınması, demokratik taleplerdir ve ulusal kurtuluş mücadelesinde kazanımdır. Ama Beytüşşebaplı ve Mardinli köylünün, Diyarbakırlı işsizin sorunları sadece kültürel sorunlar değildir. Beytüşşebaplı ve Mardinli köylünün, Diyarbakırlı işsizin ülkesi işgal altındadır. Dolayısıyla sorunları siyasaldır, sosyaldır, ulusaldır... Bunun çözümü de emekçilerin dünyası içinde, sosyalizm perspektifi ile gerçekleşecek ulusal kurtuluş ve bağımsızlıktır. Demokratik halk iktidarıdır. Bunun yolu Kopenhag kriterlerinden değil, Diyarbakır kriterlerinden geçer.

Her sınıfın kendi
kriterleri vardır

“Uluslara yapılan her baskı, geniş halk yığınlarının direncini davet eder: Ulus olarak baskı altında kalan halkın direnci her zaman ulusal ayaklanma eğilimi gösterir. Ezilen ulus burjuvazisinin (hele hele Avusturya ve Rusya’da) bir yandan pratikte, kendi halkından gizli olarak ve ona karşı, ezen ulusun burjuvazisi ile gerici anlaşmalara girerken, bir yandan ulusal ayaklanmadan söz etmesi hiç de seyrek görülen bir şey değildir.
Böylesi durumlarda devrimci marksistler, eleştirilerini ulusal harekete değil, ama onun alçaltılmasına, bayağılaştırılmasına, o hareketi küçük bir kavga düzeyine indirgeme eğilimlerine yöneltmelidirler”. (Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm, sf: 73-74)
Bugün Kürt hareketinin siyasi çizgisine hakim olan -ağırlıklı olarak- Kürt orta sınıfıdır. Başka bir ifadeyle Kürt siyasetine hakim olan Kopenhag Kürtleridir. Sınıfsal yapılarına göre pozisyon alan Kopenhag Kürtleri, Kürt ulusal meselesini dil ve kültürel kimlik sorununa indirgeyerek, sistem içi çözüm için yapılan siyasetin tüm Kürtlerin çıkarınaymış gibi yansıtmaktadırlar. Beytüşşabaplı ve Mardinli köylü, Diyarbakırlı işsiz henüz bu gerçeğin bilincinde değildir ve Kürt orta sınıfın siyasetine yedeklenmektedir. Ama bu manipülasyon sürgit devam etmez.
Kürtlerin en temel sorunları orta yerde dururken, oligarşi klasik inkârcı siyasetinde ısrar ederken, yoksulluk, işsizlik her geçen gün artarken manipülasyonun çemberi mutlaka kırılır ve kralın çıplak olduğu görülür. Beytüşşabaplı ve Mardinli köylü, Diyarbakırlı işsiz Kopenhag kriterlerinin Kürt halkının sorunlarına yanıt olmadığını gördüklerinde, Diyarbakır kriterlerine sarılacaklardır. Diyarbakır kriterleri anadilde eğitim ve Kürt kimliğinin tanımasının ötesinde, ulusal bağımsızlık ve sosyal devrimi içerir. Diyarbakır kriterlerinin hayatta yer bulması ise ancak yeni bir 15 Ağustos Atılımı’yla, gözlerini Zağroslara dikerek mümkün olacaktır.


Dipnot:
1- “Kürtçe eğitim ve kimlik konularında, devletin bize Kürtçe’ye izin vermesinden ziyade, Kürtçe’nin bilimsel bir temelde mahallelerde, köylerde özel öğrenme evlerinin kurulmasıyla olması daha iyi olur” diyor Öcalan. (29 Ocak 2002 Özgür politika)


 

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul