Egemen sınıflar siyasal iktidarlarının
sürekliliği için gizli ve açık siyasal zor ile
birlikte ideolojik aygıtlara da önem verir. Bu
bağlamda manipülasyona her zaman başvurur. Pasifikasyon
ve ideolojik “rıza” ile kitleleri kendisine yedekler
ve iktidarını yeniden üretir.
M. Kemal cumhuriyetin ilk yıllarında “bu memleket,
bu meclis Kürtlerin ve Türklerin memleketi ve
meclisidir” demişti. O zamanki konuşmalarında
ve yazdığı mektuplarda defalarca Kürt ve Kürdistan’dan
söz etmişti. Ama bir zaman sonra hedeflediği şartlar
oluştuğunda söylenen sözlerin aksine Kürtlerin
‘kart kurt sesleri çıkaran Türkler olduğu’ söylenmeye
başlandı... Kürt ulusuna dair her şey inkr edildi.
Her şey yasaklandı. Kürtçe konuşanlara para cezası
kesildi. İnsanlar hapishanelere konuldu.
1945’lerde “demokrasiye geçiyoruz” denilerek yeniden
umut dağıtıldı. Tek parti diktatörlüğünden usanan/bunalan
emekçi yığınlar ve Kürtler DP’ye sarıldılar. Ancak
çok geçmeden Kürt ve komünist avı başladı ve sözü
edilen demokrasinin ‘Filipin tipi demokrasi’ olduğu
ortaya çıktı. Daha sonra, 1960’da, 70’de ve 80
yılında gerçekleşen askeri cuntalarda amaç hep
aynı oldu: Baskı, şiddet ve manipülasyon eşliğinde
oligarşik sistemi restorasyondan geçirmek... Ama
insan hakları, demokrasi, vatan, millet demogojisi
hiçbir zaman eksik olmadı.
1990’larda, Demirel “Kürt realitesini tanıyoruz”
dediğinde bir çok insan “Demirel akıllanmış”,
“liberal-demokrat özellikler kazanmış” demişti.
Ama İnönü’nün SHP’siyle kurduğu koalisyonla “düşük
yoğunluklu çatışma”nın temellerini atan figüranların
başında Demirel vardı.
Şimdilerde ise yeni bir umut tacirliği yaşanıyor:
AB aldatmacası... AB’nin kendisi, AB’nin kriterleri,
çıkarılan “uyum yasaları”nın “düşük yoğunluklu
demokrasi” olduğu henüz anlaşılmıyor. Barış, demokrasi,
özgürlük, eşitlik kavramları eşliğinde umut tacirliği,
aldatma/aldanma, ikiyüzlülük ortalığı kaplamış,
gidiyor.
TC parlementosu, 3 Ağustos 2002 tarihinde yaptığı
oturumda AB’ye giriş için 14 maddelik “uyum yasaları”nı
çıkardıktan sonra AB, demokratikleşme, in-san
hakları, anadilde eğitim, kimliğin tanınması vb.
gibi konular yeniden güncelleşti. Tekelci medya
bu durumu “tarihin akışı değişti”, “yeni bir sayfa
açıldı” biçiminde man şet yaptı. Yedinci Gün-dem
gazetesi “kardeşliğin uyum yasaları” manşetini
attı.
Çıkarılan yasalarda en çok idamın kaldırılması
ve “farklı dillerde” eğitim ve yayın hakkının
tanınması tartışılmaktadır. MHP vb. gibi çevreler
idamın kaldırılması ve farklı dilde eğitim ve
yayın yapma hakkının tanınmasının “vatanın bölünmez
bütünlüğüne zarar vereceği” demogojisiyle siyaset
yapıyor. Böylece toplumun depolitizasyonundan
ve bellek kırılmasından faydalanarak “vatan-millet
“ edebiyatıyla gücünü korumaya ve önümüzdeki seçimden
en az kayıpla çıkmayı hedefliyor. Oysa aynı MHP
daha önce AB Katılım Ortaklığı Belgesi’ne ve buna
bağlı oluşturulan “Ulusal Program”a imza atmıştı.
Kürt yurtsever çevrelerinde ise özellikle idamın
kaldırılması ve farklı dillerde kurs ve yayın
yapmanın yolunun açılması heyecan yarattı. “AB
üyeliğiyle ilgili yasaların, parlamentoda gördüğü
kabul, 200 yıllık modernleşme tarihimizin hem
sonunu işaret ediyor hem de cumhuriyetin, başta
Kürtler olmak üzere kendi küskünleriyle toplumsal
barışı kurmasına yeniden bir kapı aralıyor” diyor
HADEP’li yönetici. (Orhan Miroğlu, HADEP PM üyesi,
Radikal İki, 11 Ağustos 2002) .
Ertuğrul Özkök’ün iddia ettiğine göre Kürtler
bu aralar “Biji Türkiye” diyorlarmış. HADEP’li
yönetici Orhan Miroğlu da bunu doğruluyor. “Demokratikleşme
kapsamında Kürtlerin anadillerini özgürce kullanma
taleplerinin ve haklarının önünü açan Türkiye’ye,
Kürtler “Biji” demeyecekler de ne diyecekler”
diyor.
Öcalan, “uyum yasalarının toplumsal barışa katkı
sağlayacağını” söylüyor. Daha çok kendisi üzerine
tartışmalara neden olan idamın kaldırılmasını
ise “Gılgameşten bu yana devam eden 5 bin yıllık
‘siyasetten katl’ geleneğinin de ortadan kaldırıldığını”
belirtiyor. (Öcalan, aktaran Yedinci Gündem, 11
Ağustos 2002)
Fis Köyünden, 15 Ağustos Atılımı’ndan bugüne...
Bağımsız, birleşik ve sosyalist bir ülke hedefinden,
Kürtçe dili üzerindeki yasakların kalkmasına,
“Biji Türkiye” demeye... İşte ideolojik kırılmanın
acı örneği... Gerçekten acıdır, trajiktir... Halklar
tarihinde birçok kırılma ve yenilgi yaşanmıştır.
Ama böylesi bir kırılmanın örneği pek az rastlanır.
Kürt hareketinin İmralı çizgisiyle girdiği kulvar,
bunun neden olduğu ideolojik-politik deformasyon,
Türkiye emekçilerinin zayıf politik bir duruş
içinde olması, devrim ve demokrasi hareketinin
siyasal ve sosyal gündeme etki yapmaması, emekçileri,
gençleri, demokrat unsurları, devrimci sempatizanları
umutsuzluğa sürüklemiştir. Bu nesnel ve öznel
realite sonucu insanlarda toplumsal iyileşme,
insan hakları, demokratik taleplerin, siyasal
özgürlüklerin kazanılması/genişletilmesinin bizzatihi
sınıflar mücadelesinin bir sonucu mümkün olabileceği
fikri yerine, AB’ye girişle nesnelleşeceği fikri
ve umudu sözkonusudur.
Özet olarak
“Uyum Yasaları”nın anlamı
1) Çıkarılan yasa ile “savaş” ve “yakın savaş”
hali dışında idam kaldırılıyor. “Savaş” ve “yakın
savaş” hali durumunda ise idam yeniden gündeme
gelebilir. Bunun hem sistemin tarihsel yapısında
hem de mevcut anayasasında zemini vardır ve konjonktürel
bir değişiklikte oligarşi, “terör suçluları” için
idamı uygulayabilir. Durum bu olunca idam kalktı
demek yerine askıya alındı demek daha uygun düşüyor.
Bugün idam yerine “ağırlaştırılmış müebbet hapis”
getirildi. Bunun 8 yılı tecritte geçecek. Böylece
oligarşi Öcalan’ı tecrit etmeye, yaşam koşullarını
ağırlaştırmaya ve bunu Kürt hareketi üzerinde
bir şantaj malzemesi olarak kulanmaya devam edecek.
2) “Farklı dillerde” kurs ve yayın yapma yasallaştı.
Ama bu farklı dillerde kurs ve yayın yapma “cumhuriyetin
anayasasında belirtilen temel niteliklerine, devletin
ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı
olmayacak”tır. Ayrıca, “bu kurs ve yayınların
yapılmasına ve denetimine ilişkin usul ve esaslar,
Üst Kurul’ca çıkarılacak yönetmelikle” düzenlenecek.
Konuya ilişkin yapılan yasal düzenlemenin özü
bu. Böylece Kürtçe öğrenme ve yayın yapmanın önü
açılıyor. Ama bu Kürtçe anadilde eğitim hakkı
anlamına gelmiyor. Sadece Kürtçe dili öğrenilecek
ve bu temelde kurumlar açılabilecek. Ancak açılacak
kurumların işleyişine ilişkin program MGK’nın
ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimi ve onayı
ile olacak.
Yabancı dilde kurs ve yayın yapma yolunun açılması
Kürtlerin ulusal varlığının kabul görmesi anlamına
geliyor mu? Bu tartışmalıdır. Yasadan böyle bir
sonuç otomatik olarak çıkmıyor. Yapılan yasal
düzenlemelerle oligarşinin geleneksel-inkarcı
çizgisinde çatlak oluşsa da, oligarşinin esas
amacı anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere,
Kürtlerin temel ulusal demokratik taleplerinin
içini boşaltmak ve böylece sömürgecilik sistemini
yeniden yapılandırmaktır.
3) İnsan kaçakçılığına ağır cezalar getiriliyor.
4) Azınlıklara ait vakıflara mal edinme hakkı
tanınıyor. Böylece 1940’lardan beri uygulanan
‘varlık vergisi’ ile ekonomik kıskaca alınan azınlıklara
belli ölçüde rahat hareket alanı sağlanıyor.
5) AİHM de görülen davalara yeniden yargı yolu
açılacak. Ama bu yasanın çıkarıldığı tarihten
sonraki davalar için geçerli olacak. Söz konusu
yasal düzenlemeyle yapılan göz boyama bir yana
esas amaçlardan biri de tazminatları vermemek
veya geciktirmek.
6) ‘Düşünce özgürlüğünü’ ilgilendiren 159. maddeye
yeni biçimler verildi. Biçime karşın, özünde düşünce
üzerinde yasak ve hapis tehditi devam ediyor.
7) Dernekler yasasında da belli değişikler yapıldı.
Yapılan değişikliğe göre Türkiye’de faaliyet sürdüren
dernekler yurtdışında da şube açabilecek. Bu bir
ilerleme gibi gözükebilir ama özünde dernekleşme
önündeki yasakçı/baskıcı yasalar korunuyor. Derneklerin
hareket kapasitesini ilgili mercilerce sıkıca
denetlenecek.
8) Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununda,
yabancılara Türkiye’de görece rahat hareket serbestliği
tanınıyor. İkinci bir nokta toplantı ve yürüyüş
için bildirim saati 72 saatten 48 saate indi.
Ama emekçilere cop, tazikli su, gözaltı devam
edecek.
9) Polise geniş hareket ve davranış imkanı tanınıyor.
Örneğin internet kafeler izlenebilecek ve sakıncalı
gördüğünü kapatabilecek. Bu durum kültür evleri,
kültür merkezleri vb. için de geçerli olacak.
Keza üst aramaları daha sıkı yapabilecek ve insanlar
üzerinde çıkan “özel kağıtlara”, kasetlere, CD
vb.lere el konulabilecek.
10) Çıkarılan uyum yasaları içinde basın yasasında
da değişiklikler yapıldı. Yapılan değişiklikte
‘eleştirinin’ ötesinde fikir beyan edilmişse veya
yazılıp çizilmişse hapis cezası yerine tercih
ediliyor, ağır para cezası getiriliyor. Böylece
muhalif basın-yayın iflasa sürüklenecek.
Özetle “tarihin akışı değişti” denilen AB uyum
yasaları bunlardır.
Kürt hareketinde ve Türkiye’de kimi liberal-sol
çevrelerde AB ile yaşanacak entegrasyonla birlikte
“Türkiye’nin demokratikleşeceği ve Kürt sorununun
çözüleceği” yanılsamaları süredursun, AB uyum
yasalarının mürekkebi henüz kurumadan, Yüksek
Seçim Kurulu Kürtçeye yasak getirdi.
Yüksek Seçim Kurulu, seçim propagandalarında Türkçe
dışında bir dille konuşulmasına, bildiri dağıtılmasına,
afiş asılmasına ve pankart ve döviz taşınmasına
yasak getiriyor. Anadil yasağı yalnızca seçim
kanunuyla sınırlı değil. Ayrıca, partiler kanununda,
partilerin miting çalışmalarında ve propaganda
faaliyetlerinde Türkçe dışında dil kullanılmasını
yasaklıyor.
Bunun dışında hak ihlalleri, siyasal baskılar
devam ediyor. Van’da dişçilik yapan Salih Acar,
yeni doğan erkek çocuğuna Rojhat ismini takmak
isterken, isim Türkçe olmadığından izin verilmiyor.
HADEP kırılmaya devam ediyor ama oligarşi, Ecevit
ve Başsavcılar “bunlar bölücüdür” diyerek Kürtlerin
elinde avucunda olan her şeyi almaya çalışıyor.
Diyarbakır’da gözaltına alınan Emrullah Karagöz
49 gün boyunca JİTEM’de işkence görüyor. Bölgede,
bir kaç il dışında OHAL kalktı, ama bunun yerine
“Güneydoğu Anadolu Müsteşarlığı” getiriliyor.
İşçiler işini kaybetmeye devam ediyor. Paşabahçe’nin
yeşil yamaçları sermayeye peşkeş çekiliyor. Gazi
davasında görüldüğü gibi işkenceciler, katliamcılar
aklanıyor/ödüllendiriliyor. IMF ve Dünya Bankası
aracılığıyla uygulanan ekonomik boyunduruğa, emperyalist
savaşa karşı çıkanlar, halkların bağımsızlığını,
mutluluğunu isteyenler, F tipi tecrit hapishanelerine
konuluyor.
Bu kısa tabloda da görüldüğü gibi demokratik hakların
ve siyasal özgürlüklerin kazanımı AB uyum yasaları
ile değil, emekçi halkların mücadele basıncıyla,
öz örgütlenme araçlarıyla nesnelleşebilir.
|