Alma
H. Bond, hayatını kendi istediği gibi yaşayan
ve bunun için 29 yaşında trajik bir bedel
ödemiş olan cesur ve kendini davasına adamış
bir genç kadının, Gerilla Tanya'nın hikayesinden
çok etkilenmiş bir psikologtur.
Alma Bond bir psikolog olarak çalışmalarını
yansıtan bir dizi kitabın yazarı. Gençliğinde
aktris olarak çalışmış. Bu konuşmayı, Havana'da
1999'da yapılan radikal felsefe ve sosyoloji
konferansına katıldığında yaptı.
8 Mart vesilesiyle Bond’un konuşmasını çevirip
yayınlamayı önemli bulduk. |
Küba’nın ulusal kahramanı Gerilla Tanya’nın cesedi,
Bolivya’da, Ernesto Che Guevera’nın hayati önem
taşıyan son devrimci görevi sırasında ölümünden
otuz yılı aşkın bir süre sonra kendine vatan seçmiş
olduğu yere, Küba’ya getirildi. Gerçek ismi Haydee
Tamara Bunke Bider olan Tanya, efsanevi solcu
isyancıların 1967 harekâtına katılan tek kadındı.
Kemikleri, Eylül 98’de Ernesto Che Guevera’nın
ve diğer gerillaların cesetlerinin aranması sırasında
Bolivya’nın uzak kasabalarından Valle Grande’de
bir tabut içinde bulundu. Mezar, Valle Grande
Havalimanı pisti yakınlarındaki Rotary Kulübünün
arazisinde bulunmuştu, Başkent La Paz’in 770 kilometre
Guneydoğusunda... Tanya’nın cenazesi, Küba’nın
merkezi kentlerinden Santa Clara’da Aralık 1998’de
Guevara ve yenilgiye uğramış diğer And Dağları
gerillaları için inşa edilen mozoleye resmi törenle
gömüldü.
Tanya 19 Kasım 1937’de Arjantin’de doğdu, anne
ve babası Nazi zulmünden Arjantin’e kaçmış olan
Almanlardı. Sonradan Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin
inşasına katılmak için ülkelerine geri döndüler.
Arjantin’e kaçtıktan sonra da yer altı çalışmalarını
sürdüren komünist ana-baba, kızlarını burada büyüttüler.
Tanya, 18 yaşındayken Alman Birleşik Sosyalist
Partisi’ne kabul edildi. Annesinin anlattığına
göre Tanya böyle bir ortamda yetişmişti ve ona
göre bir komünist, doğduğu ülkede olmasa bile
her nerede olursa olsun bir komünist ve devrimciydi.
Kısacası Tanya ailesinin düşlerini yaşıyordu.
İlk gençliğinden itibaren Tanya, Küba’ya karşı
derin ve sürekli bir ilgi duydu ve 24 yaşında,
Mayıs 1961’de Demokratik Alman Cumhuriyeti’nden
Küba’ya geldiğinde çok heyecanlıydı. Oradayken,
Eğitim Bakanlığında, Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü’nde
ve Küba Kadın Federasyonu’nun yürütme kurulunda
çalıştı. Che ile, onun bir delegasyonun başında
Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne yaptığı gezi
sırasında tanıştı ve Che’ye, onun devrimci düşlerine
karşı içten bir sevgi ve sadakat duyarak onun
birliğine katıldı.
Bir komşusuna göre, onunla ilgili en çarpıcı şey
gülümsemesiydi: mutlu, samimi, güzel bir gülümseme...
Orta boylu ve narindi, derin yeşil gözleri ve
arkadan ördüğü sarıya çalan saçları vardı. Zarif
bir tavrı ve ahenkli, tatlı bir sesi vardı. Gülüşü
de sesi gibiydi. Marie Elena Capote, Granma Enternasyonal’in
bir özel sayısında şöyle yazmıştı: “Neredeyse
her zaman bir askeri üniforma giyerdi, bileklerde
şişkin duran zeytin yeşili pantolonlar, postallar
ve açık mavi ince bir tişört… Zeytin yeşili bir
bere, geniş bir alının üzerinden sarkardı. Havana’da
gazetecilik dersleri alırken böyle gözüküyordu.
Hafif Arjantin aksanlı mükemmel İspanyolca’sı
dışında, bir Latin Amerika kadınından çok daha
fazla bir Avrupalı kadın imajını yansıtıyordu.”
Arjantin’de doğduğundan İspanyolca’yı akıcı şekilde
konuşurdu ve gizli çalışmaları için bir çok kimlik
uydurabilirdi. Nitekim, Küba’da Tamara Bunke,
Avrupa’da Haydee Bidel Gonzales, Berlin’de Marta
Iriarte ve Boliya’da Laura Gutierrez Bauer olarak
biliniyordu. Genellikle makyaj yapmazdı ve onun
gerçek kadın kavramı pahalı, şık elbiseler giymeyen
ve ellerini acıtacak işlerden kaçınmayan bir tipti.
Yeni elbiseler almayı sevmezdi ve Brezilya’da
sahte kılığı için bir şeyler almak zorunda kaldığında
da bulabildiği en ucuz elbiseleri alırdı. Öğretmeni
ve örgütsel ilişkisi olan Mercy’ye Küba için dolar
elde etmenin çok zor olduğunu söylemişti; gözlerinde
yaşlarla şöyle demişti ona: “Küba’dan bana dolar
göndereceklerine ben Küba’ya dolar gönderebilseydim
harika olmaz mıydı?”
Onun doğuştan gelen cömertliğini anlatan birkaç
anekdot daha; 1961’deki öğrenci kongresinden sonra
Tanya’yı kahve içmeye çağıran ögretmenlerinden
biri onun nakışlı mendilinin çok hoş olduğunu
söylediğinde Tanya mendili kendisinin yaptığını
söyler, birkaç gün sonra da mendili yıkayıp ütüledikten
sonra öğretmenine verir. Başka bir sefer de, 4
çocuğu olan Şili’li bir yoldaşıyla dairelerini
değiştirmek için ısrar eder; çünkü Tanya üç odalı
bir dairede yasarken söz konusu aile iki odalı
bir dairede yaşamaktadır ve Tanya, arkadaşının
ailesine o dairenin yetmediğini düşünmektedir.
Tanya ailesinden çok iyi bir müzikal ve politik
eğitim almıştı ve onun bir çok konudaki görüşleri
öğrenci grupları arasında hep baskın çıkardı.
Arkadaşları için akordeon ve gitar çalmaktan hoşlanırdı,
klasikler de dahil olmak üzere engin müzik bilgisi
arkadaşlarını çok etkilerdi. Küba Kadın Federasyonu’nda
gitar dersleri verirdi, ayrıca Küba’dan Arjantin’den
Uruguay’dan Peru’dan ve bütün Latin Amerika’dan
halk şarkıları kolleksiyonu yapardi. Eğer yaşasaydı
büyük olasılıkla bu konudaki bulgularıyla ilgili
bir kitap yazmış olacaktı. Tanya’nın kendisiyle
konuşan herkesi etkisi altına alan özel bir karizması
vardı, muhtemelen bu, insanları nezaketle ve dikkatle
dinlemesinden ya da gösterişçi veya ukala olmadan
sergilediği kültürel zenginliğinden kaynaklanıyordu.
Tanya kısa zamanda Küba Kadın Federasyonu’ndaki
en önemli yoldaşlardan biri oldu ve kendisine
verilen her görevi yerine getirdi, ufak tefek
ya da önemsiz gözüken görevleri bile. Bir defasında
Federasyon’un desteklediği bir radyo programında
yayınlanmak üzere bir roportaj yaptı, eski ve
arızalı bir kayıt cihazını götürüp tamir etti
ve kurdu. Kapote, kendisi olsa, roportajda verilen
bilginin Tanya’nın çabalarına değer olmadığını
düşündüğünden bu işi o kadar da önemsemeyeceğini
söylemişti. Ama Tanya, sanki bir bakanla hayati
öneme sahip konular hakkında röportaj yapıyormuşçasına
şevkliydi. Çünkü onun mantığı şöyleydi: “Küçük
işleri yapamayanlar, asla büyük işleri yapamazlar.”
Devrime koşulsuz sadakati ve kendisini çalışmalarına
adamasıyla eşsizdi. Kendisini tanıyan herkesin
saygı ve sevgisini kazanmıştı.
Ayrıca, çabuk parlayan, tezcanlı bir mizacı vardı.
En çok kullandığı deyim şuydu: “Tamam, bu kadarı
yeter!” Bir keresinde Mercy ile bir taksideyken,
Mercy kendisinde Brezilya parası olmadığını söyleyerek
Tanya’dan ücreti ödemesini istedi. Tanya o anda
kelimenin tam anlamıyla patladı ve “bu doğru değil,
ödemeyi ben yapayım diye dolarlarını bozdurmadın,
bundan sonra bütün masrafları yarı yarıya ödeyeceğiz!”
Tanya Brezilya’daki zamanını Mercy’den istihbarat
teknikleri öğrenerek çok yoğun bir tempoyla geçirdi.
Onun sıradan bir günü, takip ve karşı-takip, karbon
ve görünmez yazı yazma, bilgi edinme ve bilgi
kontrolü, karşı-istihbarat ve bunun yöntemleri
ile ilgili derslerden oluşuyordu; akşam yemeğinden
sonra da gün boyu çalışılanlar gözden geçiriliyordu.
Sık sık yaptıkları tartışmalara rağmen aslında
Mercy’ye epey bağlanmıştı. Vedalaşma zamanı geldiğinde,
Tanya ondan kaçmaya çalıştı ama Mercy buna izin
vermedi ve dedi ki, “Birçok kez tartışmış olsak
da, sana ders vermiş olmaktan çok mutlu olduğumu
bilmeni isterim. Ne olacağını bilmiyoruz, bunun
için sana hatırlatmak isterim ki her şeyden öte
bizim parolamız Patria o Muerte (Vatan ya da Ölüm)’dür.”
Tanya, başını Mercy’nin omuzuna koydu ve gözyaşları
içinde “Patria o Muerte” dedi. Daha sonraları
Mercy, Tanya’nın sadece bir ay içinde kendisinin
bir yılda edindiği becerileri edindigini söyleyecekti.
Mercy, Tanya’nın Latin Amerika devrimine destek
için özel göreve seçilmiş olmaktan gurur duyduğunu
da söylemiştir.
Devrimci mücadele bütün vaktini aldığı halde Tanya,
Almanya’daki ailesine uzun mektuplar, gazete küpürleri
ve konuşmalardan parçalar gödermeyi hiç ihmal
etmedi. “Onların yanlış bilgilenmesini istemiyorum;
ne olup bittiğine dair gerçeği doğrudan benden
öğrenmelerini istiyorum” diyordu. Sık sık yoldaşlarına
akrabalarının, anne babasının, üvey kardeşlerinin
resimlerini gösterirdi. Ailesi hayatının merkezinde
yer alırdı ve ailesini görebilmek için Avrupaya
bir delagasyonda tercüman olarak gitmeye karar
verdiğinde kimse şaşırmamıştı.
Zorlu bir eğitimden sonra Tanya, Bolivya egemen
sınıfının ve ordusunun temsilcileriyle ilişkiler
geliştirmek ve gerilla cephesi için uygun koşulları
yaratma görevini almıştı. 1964 sonunda Bolivya’ya
vardı ve orada Laura Guiterrez Bauer ismiyle tanındı.
Roja ve Calderon’un kitabında da belirtildiği
üzere devrimci bir sevgilisi oldugu bilinse de,
Tanya ismi halk tarafindan bilinmiyordu. Doğrusu
bende de bu yönde somut bir bilgi yok ama insan
merak etmekten kendini alıkoyamıyor: Acaba Tania
Guiterrez ismini, omuz omuza savaştığı ve kendisiyle
beraber öldürülen ve gömülen şehit yoldaşı Mario
Guiterrez ile bir aşk ilişkisi olduğu işin mi
seçti?
Sonuçta başarılı çalışmalarının sonucu olarak
Tanya, 1966 başında Küba Komünist Partisi’ne kabul
edildiğini öğrendi. O andan itibaren, yeni savaşçıların
siyasi eğitimi ve mevzilendirilmesi işlerinden
sorumlu olarak gerilla güçleriyle doğrudan çalışmaya
başladı.
Ve daha sonra, kendisi de Joaquin ismiyle tanınan
Commandante Vitalio (Vilo) Acuna liderliğindeki
gruba katılarak gerilla ordusunun bir parçası
oldu. Binbaşı İnti olarak tanınan ve Che’nin ölümünden
sonra Bolivya’daki devrimci mücadelenin lideri
olan (ki kendisi de daha sonra Bolivya ordusu
tarafından öldürülmüştür) Guido Peredo, Rojas
ve Calderon’un kitabının önsözünde onun için şöyle
yazmıştı: “Bir çalışmanın başarılı olabilmesi
için kendi kendine edinilmiş içsel disiplin esastır.
Eski hayatın tümü artık geçmişe gömülmüştür. Artık
yeni ve farklı bir insanın embriyosu ortaya çıkmaya
başlar. Bu, daha ve daha fazla fedakarlık yapmayı
daha ve daha fazla sevinçle arzulayan insanın
embriyosudur. Tanya her gün başkaları için çok
önemli olabilecek olan değerleri reddederek bu
yolda ilerledi.”
Gerilla ordusunun bir üyesi olarak Tanya oldukça
soğukkanlıydı. Alışık olmadığı halde gerilla taktiği
için gerekli olan uzun yürüyüşlere sessizce katlandı
ve kadın olduğu için özel bir muamele gormeyi
reddetti. Gerilla birliklerindeki diğer yoldaşlarla
aynı muameleyi görmekte ısrarcıydı ve kadınları
hâlâ toplumun tamamen kabul gören üyeleri olmaktan
alıkoyan engelleri aşabilecek kapasitedeydi. Yaşamındaki
en önemli anlardan biri, Che’nin kendisine bir
M-1 vererek onu yeni bir savaşçı sayması onuruydu.
Çeşit çeşit dağlara ve sert yamaçlara tırmanıp
inmek zordu ve bazı zamanlarda gerillalar kayalıkları
iplerle aşmak zorunda kalıyorlardı. Tanya genellikle
liderlerine diğer yoldaşlarından daha iyi uyum
saglamayı başarıyordu.
Onun birliğindeki gerillalar 31 Ağustos 1967’de
grup bir köylü tarafından ihbar edilip Vado Del
Yeso’nun nehir kıyısında Bolivyalı askerler tarafından
pusuya düşürülerek öldürülmüşlerdi. Tanya o sırada
29 yaşındaydı. Çalılıkların arasından çıkıp suya
girdiğinde, pusuda gizlenen askerler, uzun yürüyüşlerden,
uykusuzluktan, açlıktan ve yetersiz giyinmekten
ötürü yıpranmış ve zayıflamış sarışın bir kadın
gördüler. Tanya o haliyle çok güzel gözüküyordu.
Kamuflaj pantalonu, postal, yeşil beyaz soluk
bir tişört giymişti, sırt çantası ve makineli
tüfeği vardı. Askerler atiş etmeye başlayınca
silahını atış pozisyonu aldı.
Ateş edebildi mi bilinmiyor... Bir asker onu göğsünden
vurdu, mermi akciğerine gelmişti. Yanındaki Perulu
doktor yoldaşı Negro ile birlikte suya düştü.
Tanya’nın vurulduğunu gören Negro, onu kurtarmaya
çalıştı ve onu yakalayarak akıntıda sürüklenmeye
başladı.
Kıyıya ulaştıklarında Negro, Tanya’nın ölmüş olduğunu
fark etti. 7 gün sonra, 6 Eylül 1967 günü, aramalara
devam eden askerler Tanya’nın cesedini ve sırt
çantasını kıyıda buldular. Ertesi gün ceset Pando
Alayı’na götürüldü ve sonra bulunduğu yere gömüldü.
Che’nin kemiklerinin Haziran 1997’de bulunduğu
yerden yaklaşık bir kilometre uzakta Gerilla Tanya’nın
kemikleri de bulundu. O günlerde annesinin yeni
bir fotoğrafı dünyada dolasmaya başladı: Nadya
Bunke, 31 yıllık bekleyişten sonra kızının cesedinin
küllerini sonsuza dek saklayacak olan vazoyu öperken
fotoğraflanmıştı. Daha sonra Nadya Bunke’nin kucaklayıp
öptüğü vazo, Küba bayrağına sarılmış olarak Santa
Clara’daki Marti Kütüphanesi’ne götürüldü. Annesi,
“bir gün Tanya’yı gömeceğimi biliyordum” dedi.
Bu dileği yerine gelinceye dek ölüme direnmişti.
Nereye gömülmesini istediği sorulduğunda ise hiç
tereddüt etmeden Che ve yoldaşlarıyla beraber
Küba’ya gömülmesi gerektiğini söyledi. Nadya Bunke,
kızının cenazesinin üstüne hangi bayrağın konulması
gerektiği sorulduğunda da Komünist Partisi’nin
bir üyesi olarak uğrunda savaştığı ve öldüğü Küba’nın
bayrağı dedi.
Santa Clara halkı, Che’ye ve onun komutasındaki
diğer dokuz gerillaya saygılarını gösterdikleri
kütüphane girişine çiçekler bıraktı. Tanya’nın
cenazesi Comandante Che Guevera’nin Santa Clara’daki
anıtına konulduğunda Küba halkından coşkulu bir
sevgi gördü.
Başkan Yardımcısı ve Küba ordusu komutanı Raul
Castro, Haydee Tamara Bunke (Tanya) ve Bolivya’da
ölen diğer dokuz savaşçının cenaze törenine katıldı.
Bu kahramanların cenazeleri de Che ve diğer yedi
şehit devrimci ile aynı yere, yan yana konuldu.
Tanya hayata çok bağlıydı ama annesinin dediği
gibi Latin Amerika’nın devrimci mücadelesinde
rol alma görevini her şeyin üstünde tutuyordu.
O böyle büyütülmüştü ve böyle bir yaşam istiyordu.
Devrim, onun hayatının amacıydı. Bu, onun bütün
konuşmalarında, mizacında ve inandığı düşünceler
için giriştiği mücadelesinde açıkça kendini ortaya
koyuyordu. Hayatını yaşamak istediği gibi yaşadı
ve olmak istediği kişi oldu. Son derece kısa bir
hayatının olması üzüntü vericidir belki ama yeryüzünde
geçirdiği süre başarılarla doluydu.
Anı olsun diye geride bıraktığı şiirin ilk dizeleri
şöyleydi:
Artık gitmeli miyim, solan çiçekler gibi?
Yeryüzünde benden hiçbir şey kalmayacak
ve adım unutulacak mı bir gün?
Sanırım Tanya, 31 yıl sonra sevgili Küba’sında,
ABD’den gelen bir yabancının, kendisini hiç tanımayan
kalabalık bir uluslararası dinleyici kitlesine
bu konuda bir konuşma yaptığını bilseydi çok mutlu
olurdu.
|