“Genelde devrimci olmak ve sosyalizmi savunmak
yeterli değildir”. “Gerekli olan her an, zincirin
bütününü tutmak için var güçle kavranması gereken
özgül halkanın nasıl bulunacağını bilmek ve bir
sonraki halkaya kararlılıkla geçmeye
hazır olmaktır.”
(Lenin)
Devrim uğrunda mücadele verenler öncelikle kendilerini
sistem karşısında güçlü bir noktada konumlandırmalıdırlar.
Çünkü devrim, büyük bir iddiadır. Bu iddiayı kuşanmak
“ben devrimcilik yapıyorum” demek değildir. Elbette
ki, devrim uğrunda en öncelikli nokta buna karar
vermiş olmaktır. Ama esas sorun bundan sonra başlamaktadır.
Devrimin ihtiyaçlarına uygun olarak konumlanmak,
karar veren bireyin temel sorunudur. Öncelikle
yaşamın organize edilmesi, disipline edilmesi
ve devrim iddiasına uygun örgütlendirilmesinin
yanında kapitalizmin yarattığı ve kendi içimizde
yaşattığımız her türlü olumsuz kişilik yapısından
sıyrılarak sosyalist kişiliği kazanmak temel sorunlardan
bir tanesi olarak karşımızda durmaktadır. Öte
yandan dünya, bölge ve ülkedeki gelişmeleri değerlendirerek
bunun sınıf ve devrimci hareket üzerindeki etkilerini
açığa çıkartarak bunları kavrayarak ve bunun karşısında
doğru konumlanarak sağlıklı bir devrimci çalışma
yapılabilir. Şunu belirtmek gerekir ki, devrimci
sorumlulukta birey, temel bir noktayı teşkil etse
de esas sorun bireysel değildir. Çünkü devlet
karşısında konumlanmak bireysel değil, kolektiftir.
Birey tek başına sorunları çözemez. Sorunların
çözümü ancak kolektif olarak örgütlenmeden geçer.
Kolektifin de, tek tek bireylerden oluştuğunu
düşünürsek birey-kolektif ilişkisini daha rahat
kavrarız.
O halde konumlanmak hangi temelde olur?
Karar veren birey, kapitalizmi yıkmayı ve onun
yerine sosyalizmi kurmayı hedeflemiştir. Dolayısıyla
dünya üzerinde her türlü sömürünün ortadan kaldırılmasını
amaçlamıştır. Bu büyük bir iddiadır. Binlerce
yıldır egemen olan sömürü sistemine, sınıflı toplum
sistemine saldırmaktır. Bu amaçların yaşam bulması
için bireyin hem kişisel hem de örgütsel konumlanışının
güçlü olması bir zorunluluktur. Bu nedenle kapitalizmden
ve alışkanlıklarından arınmış yepyeni bir kişilik
kazanmalıdır. Ancak esas sorun bununla sınırlı
değildir. Esas sorun, kolektif çalışmanın konumlanışıdır.
Çünkü bireyi kolektiften ayıramayız. Eğer diğer
birey sağlam, kolektif sağlam olmayan bir konumlanışta
ise o bireyin etkisi küçümsenemese de sorunu çözemeyecektir.
İşte bu noktada esas soruna geliyoruz. Kendi çıkarı
uğruna her şeyi göze alabilecek bir sınıf karşısında
konumlanırken elimizdeki en büyük silah kanımca
özgür örgütlenmeyi sağlayan gizli örgüttür.
Devrimciler, savaş makinesi ile karşı karşıyadırlar.
Devlet karşısında insan hayatının hiç bir önemi
yoktur. Onun tek gayesi ne pahasına olursa olsun
egemen sınıfın çıkarlarını korumaktır.
Devlet, egemen sınıfın ezilen sınıf üzerinde uyguladığı
sömürünün devam ettirilmesinin aracıdır. Egemen
sınıf devlet cihazını ezilen sınıf üzerinde bir
baskı aracı olarak kullanır. Devlet, bir avuç
sömürücünün örgütünden başka bir şey değildir.
Tarih boyunca bir sürü devlet tipi ortaya çıktı.
Birbirlerinden kimi noktalarda farklı özellikler
taşısa da hepsinin ortak noktası bir sınıfın bir
diğer sınıf üzerindeki tahakkümünün garantörlüğünü
üstlenmesidir.
Kapitalist devlet (ve doğal olarak TC) arkasına
askerini, polisini, kontra örgütlerini, mahkemelerini,
medyasını ..vb tüm araçları alarak her türlü teknolojik
aygıtı ve her türlü silah ve donanımı kullanarak
ezilen sınıf ve halkları denetim altına almaya
çalışır.
T.C dünyada karşı-devrimin en büyük ve organize
güçlerinden bir tanesidir. TC’nin arkasında bütün
bir emperyalist sistem bulunmaktadır. TC emperyalizmin
bölgedeki koludur ve emperyalizm tarafından sürekli
olarak beslenen bir devlettir. TC’yi karşımıza
almak aynı zamanda tüm bir emperyalist sistemi
karşımıza almak anlamına gelmektedir. İşte bu
nedenle emperyalist-kapitalist sistem karşısında
gevşek bir örgütlenmeye gitmek kuşanılan büyük
iddiaya karşı yeterli sorumluluğu göstermemektir.
Devlet bir taraftan istihbarat örgütleri, askeri
örgütlenmeleri ve polis teşkilatıyla toplum üzerinde
tam bir denetim sağlamaya çalışırken kendi belirlediği
ve sadece egemen sınıfın çıkarlarına dayanan hukuk
sistemi ve mahkemeleri ve cezaevleriyle de tahakkümü
daha da sağlamlaştırmaktadır Eğitim, medya, futbol…
gibi alanlarıyla da kendine muhalif olabilecek
her türlü şeyi yozlaştırmakta etkisizleştirmeye
çalıştırmaktadır.
Egemen sınıf ancak her türlü baskı aletini kullanarak
egemenliğini sürdürebilir.
Devletin her türlü istihbari ve askeri denetiminden
uzak ama işçi sınıfı ve ezilen halklarla iç içe
konumlanarak ona karşı mücadele verilmelidir.
Bu bir taraftan kitle içinde olmak bir taraftan
devletin uzanabileceği noktalardan uzak olmaktır.
Bundan şu anlaşılmamalıdır: devletin denetiminden
uzaklaşmak her şeyden kendimizi yalıtmak değil
örgütsel ilişkileri buna uygun konumlandırmaktır.
Bu noktada devrimci hareket üzerinde durmadan
geçilmemelidir. Çünkü bir devrimci kadro hangi
malzemeye, yeteneğe ve koşullara sahip olduğunu
bilmek zorundadır.
Özgür çalışma konusunda devrimci hareket pek de
olumlu bir mirasa sahip değildir. Sistem karşısında
özgür ilişkileri konumlandıramadığını düşünüyorum.
Burada şu noktayı vurgulamadan geçmek istemiyorum.
Yasal-reformist grupların devrim kaygıları olmamalarına
bağlı olarak özgür konumlanma gibi bir kaygıları
yoktur. Onlar bütün çalışmalarıyla, ilişkileriyle
devlet karşısında alenen ortadadırlar. Zira bunun
ötesi de beklenemez. Bizim tartışmamız gereken
nokta devrimci grupların konumlanışıdır.
Burada iki nokta dikkat çekicidir.
1- Devrimci kadrolar özgür çalışma adına kendilerini
tamamen kitlelerden yalıtarak her şeyden ve herkesten
saklanmak şeklinde algılamaktadır. Kimi özel koşulları
bir kenara koyarsak böyle bir çalışma tarzının
pek bir anlamı olmayacağını görürüz. Çünkü bu
kadro özgür çalışma uğruna aslında hiçbir çalışmaya
girmemektedir ve böylece apolitikleşmektedir.
2- Devrimci hareketin yaşadığı en önemli sorun
özgür ilişkileri oturtamayışıdır. Birçok çalışma
her türlü ilişkiyle birlikte alenen ortadadır.
Bu çalışmalar devlet açısından bir tehlike oluşturmaya
başladığı andan itibaren devlet bu çalışmalara
yönelmekte ve dağıtmaktadır. Bu konuda fazlaca
zorlanmamaktadır. Çünkü çalışmalarda temel noktalarda
olan kadroları elleriyle koymuş gibi ele geçirebilmektedir.
Büyük bir emekle oluşturulan devrimci çalışmalar
anında yitirilirken yıllarca çelikleşme yolunda,
kadrolaşma yolunda yürüyen devrimciler de etkisizleşmektedir.
Kendilerini örgüt, hareket, parti olarak gören
birçok yapı, örgütsel ilişkilerini esas olarak
yasal ilişkiler üzerinden sürdürmektedir. Yasalcılık
eğilimi bugünkü konumlanışta da, daha da vahimi
geleceğe dönük yaklaşımlarda da belirleyici rol
oynuyor. Yasalcı eğilim, teorik-politik olarak
ne denirse densin, konjonktürel bir tutum olmaktan
öte bugünü ve geleceği belirleyen ana eğilim haline
geliyor. Bu durumun kaynağında, güçlü bir devrimci
çıkış ve bunun için başta özgür alan olmak üzere
mücadelenin bütün cephelerinde sağlam bir devrimci
sürecin örülmesi yaklaşımı yerine, gerici atmosferin
kendiliğinden bir kitle kabarışıyla dağılması
beklentisi bulunuyor. Böylesi bir kabarışa değin
ise rutin açık alan faaliyetleriyle adeta gün
doldurma yaklaşımı ağırlık kazanıyor.
Örgütsel ilişkilerden çok çevre ilişkilerinin
hâkim olduğu yerellerde uzun bir süre çalışma
yapılmakta ve azımsanmayacak bir noktaya da ulaşılmakta
ama bu çalışma çevre çalışmasının ötesine taşınamadığı
için sürece müdahale etmekten uzak kalmaktadır.
Önemli olan örgütün kalıcılığıdır. Bu ise özgür
alanın büyütülmesi ile mümkündür. Bu nedenle de
gerçek örgütsel bir çalışma oturtabilmek için
hücre ilişkileri kurulmalı ve bunlar özgür zeminde
örgütlendirilmelidir. Ancak böyle yapılabilirse
devletin denetiminden uzak olunabilir ve kitle
içinde yer alınabilir.
Şu gerçekliği de göz ardı etmemek gerekir ki,
kitle içinde çalışma aynı zamanda devletin gözü
önünde olmaktır. Sorun bu değildir. Sorun örgütsel
ilişkileri gizli tutabilmektir. Yukarıda belirttiğim
sorunlar kendi çalışmamız açısından da geçerlidir.
Özgür alan çalışmasını daha güçlü kılmak ve yaymak
için pratiğimizi her adımda tekrar tekrar gözden
geçirmeli, yapamadıklarımızı ya da yanlış yaptıklarımızı
belirleyerek aşmalıyız.
Devrimcilik büyük bir iddiadır. Bu iddiaya sahip
çıkmak gerçek anlamda devlet karşısında doğru
konumlanmakla mümkündür. Bu aynı zamanda ciddiyetimizin
de ifadesidir.
|