Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

48. Sayı - Şubat 2007

Genelde devrimci olmak ve sosyalizmi savunmak yeterli değildir”. “Gerekli olan her an, zincirin bütününü tutmak için var güçle kavranması gereken özgül halkanın nasıl bulunacağını bilmek ve bir sonraki halkaya kararlılıkla geçmeye
hazır olmaktır.

(Lenin)

Devrim uğrunda mücadele verenler öncelikle kendilerini sistem karşısında güçlü bir noktada konumlandırmalıdırlar. Çünkü devrim, büyük bir iddiadır. Bu iddiayı kuşanmak “ben devrimcilik yapıyorum” demek değildir. Elbette ki, devrim uğrunda en öncelikli nokta buna karar vermiş olmaktır. Ama esas sorun bundan sonra başlamaktadır. Devrimin ihtiyaçlarına uygun olarak konumlanmak, karar veren bireyin temel sorunudur. Öncelikle yaşamın organize edilmesi, disipline edilmesi ve devrim iddiasına uygun örgütlendirilmesinin yanında kapitalizmin yarattığı ve kendi içimizde yaşattığımız her türlü olumsuz kişilik yapısından sıyrılarak sosyalist kişiliği kazanmak temel sorunlardan bir tanesi olarak karşımızda durmaktadır. Öte yandan dünya, bölge ve ülkedeki gelişmeleri değerlendirerek bunun sınıf ve devrimci hareket üzerindeki etkilerini açığa çıkartarak bunları kavrayarak ve bunun karşısında doğru konumlanarak sağlıklı bir devrimci çalışma yapılabilir. Şunu belirtmek gerekir ki, devrimci sorumlulukta birey, temel bir noktayı teşkil etse de esas sorun bireysel değildir. Çünkü devlet karşısında konumlanmak bireysel değil, kolektiftir. Birey tek başına sorunları çözemez. Sorunların çözümü ancak kolektif olarak örgütlenmeden geçer. Kolektifin de, tek tek bireylerden oluştuğunu düşünürsek birey-kolektif ilişkisini daha rahat kavrarız.
O halde konumlanmak hangi temelde olur?
Karar veren birey, kapitalizmi yıkmayı ve onun yerine sosyalizmi kurmayı hedeflemiştir. Dolayısıyla dünya üzerinde her türlü sömürünün ortadan kaldırılmasını amaçlamıştır. Bu büyük bir iddiadır. Binlerce yıldır egemen olan sömürü sistemine, sınıflı toplum sistemine saldırmaktır. Bu amaçların yaşam bulması için bireyin hem kişisel hem de örgütsel konumlanışının güçlü olması bir zorunluluktur. Bu nedenle kapitalizmden ve alışkanlıklarından arınmış yepyeni bir kişilik kazanmalıdır. Ancak esas sorun bununla sınırlı değildir. Esas sorun, kolektif çalışmanın konumlanışıdır. Çünkü bireyi kolektiften ayıramayız. Eğer diğer birey sağlam, kolektif sağlam olmayan bir konumlanışta ise o bireyin etkisi küçümsenemese de sorunu çözemeyecektir.
İşte bu noktada esas soruna geliyoruz. Kendi çıkarı uğruna her şeyi göze alabilecek bir sınıf karşısında konumlanırken elimizdeki en büyük silah kanımca özgür örgütlenmeyi sağlayan gizli örgüttür.
Devrimciler, savaş makinesi ile karşı karşıyadırlar. Devlet karşısında insan hayatının hiç bir önemi yoktur. Onun tek gayesi ne pahasına olursa olsun egemen sınıfın çıkarlarını korumaktır.
Devlet, egemen sınıfın ezilen sınıf üzerinde uyguladığı sömürünün devam ettirilmesinin aracıdır. Egemen sınıf devlet cihazını ezilen sınıf üzerinde bir baskı aracı olarak kullanır. Devlet, bir avuç sömürücünün örgütünden başka bir şey değildir.
Tarih boyunca bir sürü devlet tipi ortaya çıktı. Birbirlerinden kimi noktalarda farklı özellikler taşısa da hepsinin ortak noktası bir sınıfın bir diğer sınıf üzerindeki tahakkümünün garantörlüğünü üstlenmesidir.
Kapitalist devlet (ve doğal olarak TC) arkasına askerini, polisini, kontra örgütlerini, mahkemelerini, medyasını ..vb tüm araçları alarak her türlü teknolojik aygıtı ve her türlü silah ve donanımı kullanarak ezilen sınıf ve halkları denetim altına almaya çalışır.
T.C dünyada karşı-devrimin en büyük ve organize güçlerinden bir tanesidir. TC’nin arkasında bütün bir emperyalist sistem bulunmaktadır. TC emperyalizmin bölgedeki koludur ve emperyalizm tarafından sürekli olarak beslenen bir devlettir. TC’yi karşımıza almak aynı zamanda tüm bir emperyalist sistemi karşımıza almak anlamına gelmektedir. İşte bu nedenle emperyalist-kapitalist sistem karşısında gevşek bir örgütlenmeye gitmek kuşanılan büyük iddiaya karşı yeterli sorumluluğu göstermemektir.
Devlet bir taraftan istihbarat örgütleri, askeri örgütlenmeleri ve polis teşkilatıyla toplum üzerinde tam bir denetim sağlamaya çalışırken kendi belirlediği ve sadece egemen sınıfın çıkarlarına dayanan hukuk sistemi ve mahkemeleri ve cezaevleriyle de tahakkümü daha da sağlamlaştırmaktadır Eğitim, medya, futbol… gibi alanlarıyla da kendine muhalif olabilecek her türlü şeyi yozlaştırmakta etkisizleştirmeye çalıştırmaktadır.
Egemen sınıf ancak her türlü baskı aletini kullanarak egemenliğini sürdürebilir.
Devletin her türlü istihbari ve askeri denetiminden uzak ama işçi sınıfı ve ezilen halklarla iç içe konumlanarak ona karşı mücadele verilmelidir. Bu bir taraftan kitle içinde olmak bir taraftan devletin uzanabileceği noktalardan uzak olmaktır. Bundan şu anlaşılmamalıdır: devletin denetiminden uzaklaşmak her şeyden kendimizi yalıtmak değil örgütsel ilişkileri buna uygun konumlandırmaktır.
Bu noktada devrimci hareket üzerinde durmadan geçilmemelidir. Çünkü bir devrimci kadro hangi malzemeye, yeteneğe ve koşullara sahip olduğunu bilmek zorundadır.
Özgür çalışma konusunda devrimci hareket pek de olumlu bir mirasa sahip değildir. Sistem karşısında özgür ilişkileri konumlandıramadığını düşünüyorum. Burada şu noktayı vurgulamadan geçmek istemiyorum. Yasal-reformist grupların devrim kaygıları olmamalarına bağlı olarak özgür konumlanma gibi bir kaygıları yoktur. Onlar bütün çalışmalarıyla, ilişkileriyle devlet karşısında alenen ortadadırlar. Zira bunun ötesi de beklenemez. Bizim tartışmamız gereken nokta devrimci grupların konumlanışıdır.
Burada iki nokta dikkat çekicidir.
1- Devrimci kadrolar özgür çalışma adına kendilerini tamamen kitlelerden yalıtarak her şeyden ve herkesten saklanmak şeklinde algılamaktadır. Kimi özel koşulları bir kenara koyarsak böyle bir çalışma tarzının pek bir anlamı olmayacağını görürüz. Çünkü bu kadro özgür çalışma uğruna aslında hiçbir çalışmaya girmemektedir ve böylece apolitikleşmektedir.
2- Devrimci hareketin yaşadığı en önemli sorun özgür ilişkileri oturtamayışıdır. Birçok çalışma her türlü ilişkiyle birlikte alenen ortadadır. Bu çalışmalar devlet açısından bir tehlike oluşturmaya başladığı andan itibaren devlet bu çalışmalara yönelmekte ve dağıtmaktadır. Bu konuda fazlaca zorlanmamaktadır. Çünkü çalışmalarda temel noktalarda olan kadroları elleriyle koymuş gibi ele geçirebilmektedir. Büyük bir emekle oluşturulan devrimci çalışmalar anında yitirilirken yıllarca çelikleşme yolunda, kadrolaşma yolunda yürüyen devrimciler de etkisizleşmektedir.
Kendilerini örgüt, hareket, parti olarak gören birçok yapı, örgütsel ilişkilerini esas olarak yasal ilişkiler üzerinden sürdürmektedir. Yasalcılık eğilimi bugünkü konumlanışta da, daha da vahimi geleceğe dönük yaklaşımlarda da belirleyici rol oynuyor. Yasalcı eğilim, teorik-politik olarak ne denirse densin, konjonktürel bir tutum olmaktan öte bugünü ve geleceği belirleyen ana eğilim haline geliyor. Bu durumun kaynağında, güçlü bir devrimci çıkış ve bunun için başta özgür alan olmak üzere mücadelenin bütün cephelerinde sağlam bir devrimci sürecin örülmesi yaklaşımı yerine, gerici atmosferin kendiliğinden bir kitle kabarışıyla dağılması beklentisi bulunuyor. Böylesi bir kabarışa değin ise rutin açık alan faaliyetleriyle adeta gün doldurma yaklaşımı ağırlık kazanıyor.
Örgütsel ilişkilerden çok çevre ilişkilerinin hâkim olduğu yerellerde uzun bir süre çalışma yapılmakta ve azımsanmayacak bir noktaya da ulaşılmakta ama bu çalışma çevre çalışmasının ötesine taşınamadığı için sürece müdahale etmekten uzak kalmaktadır.
Önemli olan örgütün kalıcılığıdır. Bu ise özgür alanın büyütülmesi ile mümkündür. Bu nedenle de gerçek örgütsel bir çalışma oturtabilmek için hücre ilişkileri kurulmalı ve bunlar özgür zeminde örgütlendirilmelidir. Ancak böyle yapılabilirse devletin denetiminden uzak olunabilir ve kitle içinde yer alınabilir.
Şu gerçekliği de göz ardı etmemek gerekir ki, kitle içinde çalışma aynı zamanda devletin gözü önünde olmaktır. Sorun bu değildir. Sorun örgütsel ilişkileri gizli tutabilmektir. Yukarıda belirttiğim sorunlar kendi çalışmamız açısından da geçerlidir. Özgür alan çalışmasını daha güçlü kılmak ve yaymak için pratiğimizi her adımda tekrar tekrar gözden geçirmeli, yapamadıklarımızı ya da yanlış yaptıklarımızı belirleyerek aşmalıyız.
Devrimcilik büyük bir iddiadır. Bu iddiaya sahip çıkmak gerçek anlamda devlet karşısında doğru konumlanmakla mümkündür. Bu aynı zamanda ciddiyetimizin de ifadesidir.

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19