Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

48. Sayı - Şubat 2007

“Bilindiği gibi 1967'de Bolivya'da Che Guevara'nın öncülüğünde başlatılan gerilla hareketi, bir dizi ağır darbenin ardından 8 Ekim 1967'de Che'nin de şehit düşmesiyle ciddi bir duraklama içersine girmiştir. Bu süreç üzerine en sağlıklı bilgi kaynaklarından biri kuşkusuz Che'nin tuttuğu günlüktür.
Daha sonradan, Bolivya gerillası üzerine çok şey söylendi, yazıldı. Sözünü ettiğimiz ağır darbelerden yola çıkılarak "gerilla mücadelesinin bir hata olduğu" gibi sonuçlara varanlar da oldu. Gerilla fikrinin yeminli muhalifleri için bu noktaya varmak zaten çok da zor değildi. Bu arada süreci yaşamış olanların düşünceleri pek duyulmadı. Ya da bizim ülkemizde pek duyulmadı. İnti Peredo'nun (bildiğimiz kadarıyla şimdiye dek Türkçe'ye çevrilmemiş olan) yazısı bu bakımdan anlamlı bir yere oturuyor. Çünkü Peredo, toplam 36 şehit verilen Bolivya gerillasından sağ kalan birkaç kişiden biri ve ayrıca Siyasi Komiserlik görevine sahip.
İnti Peredo, Che'nin ölümünden sonra sürecin bütün sorumluluğunu üstlenerek gerilla hareketinin yeniden başlatılması için mücadeleye atılmış, ancak bu örgütsel hazırlıkları yürütürken 9 Eylül 1969'da yoldaşı David Adriazola ile birlikte şehit düşmüştür.
Aşağıdaki metin, Bolivya gerillasını yeniden başlatma kararı alan İnti ve yoldaşlarının dünya devrimci kamuoyuna gönderdikleri bir savaş manifestosudur. ”

Bolivya’da gerilla savaşı ölmedi! Daha yeni başlıyor!
Bolivyalı gerillalar yollarına devam ediyorlar! Bizler Latin Amerika’ya sosyalizmi getirecek olan devrimci gerillaların aydınlık zaferine kadar mücadeleyi durmadan sürdüreceğiz.
Ülkemiz, kendi içinde ve kıtasal boyutta, hayal edilemez bir devrimci deneyim yaşadı, yaşıyor. Bilindiği gibi mücadelemizin daha başlangıcında trajik bir güçlükle karşılaştık. Arkadaşımız, yoldaşımız Binbaşı Ernesto Che Guevara’nın telafisi mümkün olmayan fiziksel ölümü ve başka bir çok savaşçının yitirilmesi bizim için son derece şiddetli bir darbe olmuştur. Onlar, kıtamızdaki insanların en saf en asil olanları, verebilecekleri tek şeyi, hayatlarını, insanlığın kurtuluşu mihrabında sunmakta bir an bile tereddüt etmediler.
Ancak bütün bu acı olaylar, bizi korkutmanın aksine, devrimci bilincimizi güçlendirdi, haklı bir dava uğruna savaşma azmimizi arttırdı, sağlamlaştırdı ve savaşın arındırıcı kanlı ateşinde çelikleştik. Yeni savaşçılar ve liderler düşenlere vefa borçlarını ödeyeceklerdir.
Ne için savaştığımızı biliyoruz. Biz savaş olsun diye savaşmıyoruz. Hayalperest değiliz. Kişisel hırslar ya da parti ihtirasları için savaşmıyoruz. İnsana, insanlığa güveniyoruz.
Tek ve nihai hedefimiz, şimdilik 20 cumhuriyete bölünmüş halde duran ve aslında bizim kıtamız değil anavatanımız olan Latin Amerika’nın kurtuluşudur.
İnanıyoruz ki Che’nin ve Bolivar’ın Latin Amerika’yı siyasi ve coğrafi olarak birleştirme hayaline silahlı mücadeleyle ulaşılacaktır. Silahlı mücadele, halkımızı motive edecek olan, onurlu, dürüst, şanlı ve geri döndürülemez tek yoldur. Ondan daha saf bir mücadele metodu yoktur. Gerilla savaşı da silahlı mücadelenin en etkili ve doğru kullanımıdır.
Bu sebepten ötürü, Latin Amerika’da tek bir dürüst adam yaşadığı sürece gerilla savaşı ölmeyecektir. Silahlı mücadele halkın bütünü uyanıp da ellerinde silahlarla ortak düşman ABD emperyalizmine karşı ayaklanana kadar, dalga dalga güçlenerek büyüyecektir.
Bolivya’da gerilla savaşı ölmedi; daha yeni başladı
Devrimin dostları da düşmanları da, ülkemizde sürdürülmüş olan karmaşık gerilla faaliyeti fenomenini az çok derinlemesine, bir çok farklı perspektif üzerinden analiz ettiler. Ufak tefek gerekçelerle hepsi, aynı dar ve önyargılı sonuca vardılar: “Gerilla savaşı Bolivya’da iktidarı ele geçirmek için doğru yöntem değildir.”
Sahte dokümanlar ortaya atıldı, önyargılı ve taraflı değerlendirmeler yapıldı, böylece belli bir süre dünya kamuoyu bu olaylarla ilgili olarak yanlış yönlendirildi. Ancak yine de inancımız ve ülkemizin devrimci güçlerinin azmi köreltilemedi. Bunun en açık ve mutlak kanıtı, Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN)’nin, zaman zaman yaşadığımız gerilemelere rağmen, mücadele içinde sapasağlam duruyor olmasıdır
Bugünkü koşullarda, her ne kadar yakın zamanda bir muharebe kaybetmiş olsak da, neden gerilla savaşının iktidarı ele geçirmek için en etkili ve kesin yöntem olduğu konusunda ısrar ettiğimizi bu ülkenin ve bütün kıtanın devrimcilerine açıklama görevi bana düşmüştür.
İnanıyorum ki, mücadelemize katılarak kahramanca şehit düşmüş olan yoldaşların hepsi bu görevi benzer bir şekilde yapardı.
Bu görevi, kendimi hiçbir şekilde Che Guevara’nın halefi olarak görmeden yapıyorum. Che’nin halefi olmak benim için hak edilmemiş bir onur olur. Ben, daha çok Latin Amerika’nın en büyük devrimci dehasının son ve en değerli öğretilerinin tesadüfi bir mirasçısı sıfatıyla hareket ediyorum.
Bu belgenin halklarımızın zengin devrimci deneyimlerinin hazinesine bir katkıda bulunabileceğini umut ediyorum. Hiçbir şekilde hatalarımızı temize çıkarmaya ya da haklı göstermeye çalışmıyorum; bu söylediklerim, gerilla mücadelesinden sağ kalan, tecrit edilmiş bir kişinin feryatları ya da şikayetleri de değildir. Aksine bu sözler, halkımızı temsil eden, gerilla savaşının özgürlük ve sosyal adalet ideallerimize ulaşmak için en iyi fırsatları sunan özgün bir yöntem olduğuna sağlam ve objektif bir biçimde gerçekten inanan ELN’nin sözleridir.
Aksini iddia etmek için sahte kanıtlar ortaya atılıyor. Gerilla güçlerinin kısa çok kısa sürede darmadağın edilmesini kanıt olarak gösteriyorlar. Bizim için gerilla savaşı, halkın iktidarı ele geçirmek için kullandığı bir mücadele biçimidir, ki bu mücadele biçiminin az ya da çok uzun süreli bir biçim olması onun doğası gereğidir.
Gerilla savaşının ilk evresi, gerillaların halk içinde, özellikle köylüler içinde derinlere kök salana dek hayatta kalabilecek yeteneklere sahip olmaları sürecidir. Gerillanın çekirdek kadrosu böylece yenilmez hale gelene kadar güçlerini sonsuz defa yenileyebilecek bir pozisyonda olur. Bu andan itibaren, gerilla güçleri düzenli orduya art arda darbeler vurur, düzenli ordunun demoralize olmasına, yavaş yavaş zayıflayarak sonunda yenilip desteklediği rejimle birlikte tamamen ortadan kaldırılmasına kadar bu sürer. Bizim özgün durumumuzda, yeni kurulmuş olan gerilla birliği, bu ilk evrenin üstesinden gelemedi; ancak gerilla grupları kuşkusuz yeniden ortaya çıkacaklar ve gelişerek sonunda düşmanı yenmeyi başaracaklardır.
Bu durumdan hareket eden muhaliflerimiz yöntemimizin yanlış olduğu sonucuna vardılar. Ancak bu arada onlar kısmi ve geçici yenilginin sebeplerini düşünmeyi unutuyorlar ve bunları analiz etmekten kaçınıyorlar. Bunu yapmıyorlar; çünkü bunu yaparlarsa kendilerini yargılamak zorunda kalacaklardır. Onlar bizim mücadelemizi yalnızca uzaktan izlediler. Dahası kendilerini tecrit ettiler, bizimle birlikte çalışmayı reddettiler ve kendi örgütlerinin saflarında gerilla karşıtı propaganda yürüttüler. Daha sonra da, sözde anti-emperyalist tavırlarını vurgulamak için bu örgütlerin her biri, birer birer gerillayla dayanışma bildirileri yayınladılar. Ama aslında bu “dayanışma” değil, sadece moral destek görünümü altında küçük bir “romantik hayalciler” grubuna sunmaktan çekinmeyecekleri sahte bir bağlılıktı.
Hayalciler! Evet. Ama bu hayalciler Boliya’da kendisini halkla beraber ve halk için iktidarı ele geçirmeye odaklamış olan tek hareketi inşa ettiler ve etmeye de devam ediyorlar.
Bolivya Komünist Partisi (CPB) liderliği ise partinin iktidarı “bütün yöntemleri” kullanarak ele geçirme hazırlıklarından bahsediyor. Halkın tümü iktidarı ele geçirme mücadelesinde rol almak zorundadır ve halk kitleleri buna hazırlanmalıdır. Ve yöntemlerden birini kullanmak için hazırlıklar yaparken halka “bütün yöntemler”den söz etmek yanlıştır. Bir parti ya da grup kendisini iktidarı ele geçirmeye odakladığında, o parti ya da grup belirli ve açık bir yöntem seçmek zorundadır, böyle yapmamak iktidarı ele geçirmeyi ciddiye almamakla eşdeğerdir.
Komik bir tavır! İlk deneme başarısızlıkla sonuçlandı diye gerilla yönteminin bir kenara atılmasını istiyorlar ve sürekli yenilgiye uğramış olan “demokratik” ya da reformist bir yaklaşımın uygun olduğunda ısrar ediyorlar.
Seçimi dikkate almıyoruz, evet! Hiç bir ciddi devrimci, Bolivya’da ya da herhangi bir diğer Latin Amerika seçimleri ülkesinde iktidarı ele geçirmenin yolu olarak göremez.
Binlerce ve binlerce işçinin ve sıradan insanın hükümetin baskı araçlarıyla en sert şekilde ezildiği, kayıplarımızın yüzlü rakamlara ulaştığı kaç tane barışçıl gösteri yapıldı şimdiye kadar? Neredeyse hiç.direniş gösterememiş olan fabrika işçilerinin ve madencilerin vahşice katledildiği 1965 Mayıs ve Eylül olayları hala hafızalarımızda tazedir. Güç bela 40 kişiden oluşan gerilla gücümüzün katliamcı orduya ağır kayıplar verdirip cesaretlerini kıran sert darbeler vurduğu zamanlarda, buna rağmen sıradan savunmasız madencilerin soğukkanlılıkla katledildiği 1967’nin kanlı 24 Haziran’ını da asla unutamayız.
Halkın reformlar ve diğer kazanımlar elde etmek adına ortaya koyduğu mücadelelere elbette karşı değiliz. Ancak kesinlikle inanıyoruz ki, aynı mücadeleler, gerilla merkezinin eylemleriyle korkutulmuş ve yıpratılmış bir hükümete karşı yapıldığında çok daha verimli ve etkili olacaktır. Emperyalizmin ve onun kuklalarının gücüyle yüzleşmenin mümkün olduğunu ve sadece yüzleşmenin değil, zafer kazanmanın da mümkün olduğunu halka somut olarak kanıtlayacak olan da işte bu gerilla merkezidir.
Halk ve özellikle köylüler gerçek olduğunu düşünmedikleri bir şeyi desteklemezler. Köylülerden henüz ortada olmayan bir silahlı mücadeleyi desteklemelerini beklemek, onlardan şimdiden geniş destek isteyen bazı silahlı mücadele “teorisyenlerinin” yaptığı gibi, “ayaklanmayla oyun oynamak”tır. Köylüler gerilla merkezine sadece güçlü olduğuna inandıklarında sağlam destek vereceklerdir. İşte bu yüzden ilk evrede gerilla gücünün hedefi kuvvet bağlamında büyümek ve eylem alanında gelişmektir. Bu evrede gerilla gücüne şehirlerden destek verilmesi olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Oysa hareketimizin varlığından haberdar olan politik güçler (muhaliflerimiz) gerilla merkezimize bu desteği engelledi
Halkımızın anti emperyalist mücadelesinde öncü rol oynamak isteyen politik partiler dürüst olmak ve halka eylemlerinin hesabını vermekle yükümlüdürler. Bu partiler ayrıca hata yaptıklarında yanlışlarını kabul etmekle ve eylemlerinin doğru olduğuna inandıklarında da bunların açıklamasını yapmakla da yükümlüdürler.
Bu partiler daha savaş hazırlığında olan gerillalara saldırırlarken, düşen gerillalara nasıl saygı gösterebilirler ki? CPB lideri Monje’nin parti çizgisinden sapan “hizipçi bir grup” hakkında parti kadrolarına uyarı bildirisi yayınlaması ya da (Çin yanlısı parti) CPC’den Zamora’nın, bir grup yandaşını gerillaya katılmaya götüren Moises Guevara yoldaşı aynı gerekçeyle partiden ihraç etmesi nasıl açıklanabilir?
Halk bu iki yüzlülük için bir açıklama talep ediyor ve bekliyor. Biz, bu geçici yenilgimiz için Komünist Parti’yi suçlamak niyetinde değiliz. Bu ilk evrenin sonucu için kimseyi suçlamıyoruz. Niyetimiz, ülkemizde anti-emperyalist olduğunu iddia eden partilerin tarihsel sorumluluğunu ortaya koymaktır.
Bazıları bizi dağılma aşamasında olan bir hareket sanıyor. Yanlış biliyorlar! Silahlı komuta kadrolarımızı yeniden örgütleme aşamasındayız ve dağlarda mücadeleye tekrar başlayacağız, çünkü kesin biçimde inanıyoruz ki bu, kendi halkımızın ve Latin Amerika halklarının Yanki emperyalizminin boyunduruğundan kurtuluşunu mümkün kılacak olan tek yoldur.
Bir siyasi parti kurmaya çalışmıyoruz.
Biz, ülkemizdeki rejimin temel direği olan orduyla yüzleşebilecek ve onu yenebilecek kapasiteye sahip bir silahlı gücü inşa etmeyi başaracağız.
Biz, bir siyasi partinin “savaşan kolu” da olmayacağız.
Biz, gerilla gücünün “daha üst bir mücadele biçimi”nin yardımcı aracı (enstrümanı) olmadığına da tümüyle ikna olmuş durumdayız. Aksine biz, inanıyoruz - ve enternasyonal deneyimler de kanıtlıyor - ki, bu mücadele biçimi halklarımızın kurtuluşunun yoludur.
Mücadele ateşi kendilerini ülkelerinin kurtuluşuna odaklamış ayrı güçleri birleştirecek, çeşitli partilerden militanlar Ulusal Kurtuluş Ordumuza katılacaklardır. O zaman anti emperyalist güçlerin sağlam birlikteliği bir gerçek haline gelecektir. Sol güçler yavaş yavaş gerilla merkezini destekleyecekler ve katılacaklar. Kısa deneyimimiz şu ana kadar bu gerçeği kanıtlamıştır.
Açık ve net bir anti-emperyalist politika isteyen militan insanları temsil eden bütün siyasi partilerin liderleri gerilla hareketini desteklemek zorundaydı. Elbette biliyoruz ki bu destek sadece biçimseldir, ama gerilla gücü birinci aşamayı bir kez geçtiğinde aynı liderler, -kendi kitlelerinden tamamen izole olarak onları kaybetmekten korkarak - bu biçimsel desteği gerçek bir desteğe dönüştürmeye zorlanacaklardır.
İşte yalnızca o zaman, halkın gelecekteki hükümetini yönlendirebilmesi için ihtiyaç duyacağı politik araç ortaya çıkacaktır.
Halkımızın kurtuluşu asla tek bir grubun ya da siyasi partinin işi olamaz. Bu konuda soldaki partilerle hemfikiriz. Geniş bir anti-emperyalist cepheye ihtiyacımız var. Sorun, bu cepheye nasıl ulaşacağımızdır.
Kısa deneyimimiz bize, bir kaç aylık silahlı mücadeleyle masa başında yıllarca oturarak edinilenden çok daha fazla kazanım elde edildiğini gösterdi. Aslında, bize sempatilerini bildiren bütün partiler bunu kabul etmek isteseler de istemeseler de gerilla merkezi etrafında birleşiyorlardı.
Kendimize, gerilla mücadelesi devam edip güçlenseydi, bu partiler nasıl davranacaklardı diye sormalıyız. Kesin bir tavır gerektiren silahlı mücadele ortamında yalan ve demagoji için fazla yer olmayacağından, saflar açıkça belirlenecekti.
Halkın ya da işçi sınıfının öncüsü olma sıfatını kendi kendinize bahşedemezsiniz ki! Bu sıfat kendi amaçları için öncü haline gelecek olan halka ya da sınıfa, anti emperyalist mücadeleye her yerde katılmak suretiyle liderlik ederek kazanılır.
Sadece hali hazırda mevcut olan bir anti emperyalist mücadele biçimiyle basit dayanışma mesajları yayınlamak, devrimci bir harekete liderlik etmek bağlamında yalnızca artçı bir konum sağlar. Bu yüzden gerilla gücüne sempati sunmak yeterli değildir. Buna katılmak ve bu mücadele biçiminin gerçek savunucusu olduğunu kanıtlayarak liderliği hak etmek gerekir.
Daha harekete başlamadan kendisini lider olarak ilan etmek ya da bir grubun anti emperyalist harekete katılımını kimin lider olacağı şartına bağlamak, sekterlikten başka bir şey değildir, ki bu da anti-emperyalist bir birlik çağrısına ters düşer. Liderlik sıfatını yalnızca ve yalnızca halk, kendisini kurtuluşa götürecek olanlara verebilir.
Sözde öncülerin sekterliği, gerilla liderliğini, politik liderliğin ardında ikincil duruma yerleştirme isteğini de açıkça kanıtlıyor. Ama bu bizi şu soruya götürür: Kimin politik liderliği?
Acaba bu silahlı mücadeleyi barışçıl mücadelenin ardına koyarak, mücadeleyi “barışçıl” ve “silahlı” olmak üzere ikiye ayırmak anlamına mı geliyor?
Yoksa bu, bizim silahlı mücadelemizi, şehirlerdeki “politik mücadele”nin bir baskı aracı olarak kullanma gayreti midir?
Savaş durumunda - ki gerilla bir savaş durumu yaratır - en yetenekli ve uygun devrimci kadroların savaşı idare edecekleri de göz önüne alınarak neden bunun yerine tek bir askeri-politik liderlik düşünülmüyor?
Şehirlerde yayılan mücadele gerilla hareketi için bir destek oluşturmalı; bunun içindir ki şehirler gerillalara liderlik edemez. Kurtuluş hareketinin silahlı öncü grubu olarak gerillalar harekete liderlik etmelidir. Doğal olan budur. Tersini yapmak gerillaları etkisiz kılmak ve onları çıkmaza sokmaktır. Kısacası bu tutum, onları yenilgiye götürecektir.
Mücadele kendi liderlerini ortaya çıkaracaktır. Halkın gerçek liderleri mücadelede şekillenecektir. Kendisini gerçek bir devrimci olarak gören hiç kimse kendi liderliğini dayatmamalı ya da konumunun kendisinden alınacağından korkmamalıdır.
Mücadelenin doğası gereği uzun süreli olması insanın hedefi konusunda da açık bir bilinç yaratır. Karşıt güçler ve asıl düşman belirginleşir, Yanki emperyalizmi gerçek yüzünü ortaya koyar. İnsanlar emperyalistlerin kuklalarına istediklerini nasıl tam olarak yaptırdıklarını ve gerçek niyetlerini açıkça görebilecek duruma gelirler.
Elbette emperyalistler pazarlarını terk etmeye, sömürgelerini teslim etmeye niyetli olmayacaklardır. Bu yüzdendir ki halklar uzun ve çetin bir savaş için hazırlanmalıdır. İktidarı kurbanlar ve kayıplar vermeden ele geçireceğimizi düşünmek boş bir hayaldir ve halk arasında duyarsızlık yaratmaya hizmet edecektir.
Mücadele en önemsiz barakalar ve tecrit edilmiş bölgeler dahil ülkenin her yerinde yayılacak ve son derece kanlı ve acımasız olacaktır.
Biz ve bizimle birlikte olan insanlar, emperyalistlerin sürekli zorbalığı karşısında devrimci şiddet yolunu seçtik, zalimleri cezalandıran ve onları ortadan kaldırdığında sosyalist hümanizmin yolunu açacak olan bir devrimci şiddet…
Kısacası biz, şiddetin kendisini kutsamıyoruz. Tam bağımsızlığa ulaşmak için, bize yönelen örgütlenmiş zalimliğe karşı halkın örgütlü misillemesini savunuyoruz. Bunun içindir ki, bu ülkede yaşayanlar herkes kırlarda ve şehirlerdeki doğrudan eylemlerle düşmana korku, güvensizlik, panik salınmasına ve nihayet yenilgiye uğratılmasına katkıda bulunacaklardır
Bugün bütün dünyadaki ulusal kurtuluş hareketleri, ortak düşman olan emperyalizme ağır darbeler vuruyor. Vietnam’daki kirli savaş Amerikan ekonomisini bir savaş ekonomisi haline getirip dengelemek yoluyla bir krizi savsa da, öte yandan emperyalistler için ciddi problemler yaratıyor. Yankilerin bütün askeri gücünün, silahlarını kuşanmış bu onurlu halkı geri adım attırmakta yetersiz kaldığı daha şimdiden kanıtlanmıştır.
Vietnamlı kardeşlerimizin mücadelesi, dünyadaki bütün devrimcilerin mücadelesidir. Onlar bizim için savaşıyor ve biz de onlar için savaşmalıyız. Onların savaşı bizim savaşımızdır. Yanki emperyalistleri ikinci bir Vietnam’a dayanamayacaklardır. Kahraman binbaşımız Ernesto Che Guevara’nın mirasına sadık kalarak ikinci bir Vietnam yaratmak da bize ve halkımıza düşüyor.
İki üç daha fazla Vietnam yaratma fikri, düşmanlarımızın ve sözde devrimcilerin uydurduğu gibi savaş delisi bir zihniyetin kaprisi ya da hayali değildir, Bu gerçeklikle tümüyle uyum içinde olmaktır. Yanki emperyalistleri konumlarını kendi istekleriyle teslim etmeyecekler ve bizim kıtamızda OAS (yani emperya listlerin Sömürge Bakanlığı) yoluyla çeşitli ülkelerdeki uşaklarına, silahla ayaklanan halkları bastırmak için güçlerini birleştirme emri vereceklerdir.
Kıtasal bir devrimin zamanı gelmiştir.
Kıtadaki karşı-devrimci zorbaların birleşik cephesine karşı yine bütün kıtanın ulusal kurtuluş hareketlerinin birliğiyle yanıt vermeliyiz.
Diğer ülkelerden yurtseverlerin halkımızın kurtuluş mücadelesine katılımına karşı çıkan gericilerin ve bazı sözde devrimcilerin çılgınca feryatları, halk içinde şovenist duygular yaratmak suretiyle düşmanla işbirliği yapmalarının ve hareketimizi tecrit etmek için gösterdikleri beyhude çabaların yansımasından başka bir şey değildir.
Oysa gerillalarımıza saldıran Bolivya ordusu, Vietnam Savaşı’ndan deneyimli Yanki uzmanlardan akıl alan, silahları ve lojistikleri ise Arjantin ve Brezilya ordularınca sağlanan bir orduydu.
Ve biz biliyoruz ki, gerillalar ülkemizde kayda değer bir güç haline geldiğinde ve düzenli ordu gerillaları yenmekte güçsüz kaldığını anladığında bir çok komşu ülkenin ordusundan acilen yardım alacaktır, sadece savaş araç gereçleri bakımından değil, askerler de yardıma geleceklerdir. Ama bu kez devrimci savaş bu ülkelere de yayılacak ve tek tek orduların içinde de aynı güvensizlik ve güçsüzlük hissini yayacaktır. Böyle bir noktada Pentagon (daha önce Vietnam’da yaptığı gibi) bugünkü akıl verme/yönlendirme politikasını, bizzat kendi ordularının savaşa katılması politikasına çevirmek zorunda kalacaktır.
Bu olasılık bazı sözde devrimcilerin tüylerini ürpertiyor. Halkı böyle bir “trajedi”den uzak tutmak istiyorlar! Bu şekilde davranarak hiçbir şeyden kaçamayacaklarını anlayamıyorlar. Tersine, bu tavırları yalnızca halkı konformizmin dokunulmaz mihrabında feda ederek yoksulluk, açlık ve ölüm kırbacı altında tutmaya yarıyor. Oysa bu olasılık, halkın boyunduruk altında sonsuza dek tutulması halinde çekeceği acılarla - ki bu acıların sürekli artacağı da kesindir- kıyaslanırsa bir “trajedi” değildir.
İnsanlarımızın yaşamak zorunda bırakıldıkları sefil hayatlarla kıyaslandığında bu bir trajedi değil. İnsanların eğlenmeye bile, hatta bundan bile azına ve pek tabii ki protestoya hakkı olmadığı maden kasabaları birer toplama kampı değil midir?
Sistematik olarak yapılmakta olan katliamlar, ülke ekonomisinin ve askeri elitin lüksünün ağırlığını omuzlarda taşıyanların haklı taleplerine karşı zalimlerin verdiği cevaptır.
Askeri zorbalar, iktidardaki “demokratik” rejimin bekçileri, hiçbir muhalif harekete ya da halkın hiçbir talebine izin vermiyorlar. “Otoritenin egemenliğini” sürdürmek için bütün bu hareketler ibret olsun diye şiddetle bastırılıyor. Bu güçlere karşı isyan eden herkes askeri rejimin bütün vahşetiyle karşı karşıya kalıyor.
Bu vahşi gerçekle karşı karşıyayken, haklı bir savaş içinde verilebilecek kayıpları düşünerek geri mi durmalıyız? Oysa mücadelemiz, halkımızın şu andaki zorbalık rejimi altında verdiği kurbanlardan daha fazlasını istemiyor ki.
İşte bu yüzdendir ki yeni bir Vietnam yaratmak ortaya bir “trajedi” çıkarmaz Bu asla reddetmeyeceğimiz bir onur ve görevdir.
Biz ezilen halkın büyük önderi Binbaşı Ernesto Che Guevara’nın hayatını verdiği bir çarpışmayı kaybettik.
Ancak savaşımız devam ediyor ve asla durmayacağız, çünkü bizler, Che’nin yanında savaşanlar teslimiyet nedir bilmeyiz. Onun ve diğer savaşçıların Bolivya topraklarına akan kanları özgürlük tohumlarına hayat verecek ve kıtamızı emperyalizmin üstüne ateş ve yıkım kusan bir volkana çevirecek. Che’nin, o romantik ve kahraman hayalperestin düşlediği ve aşık olduğu muzaffer Vietnam biz olacağız.
Bu idealler uğruna kazanmaya ya da ölmeye azmettik
Kübalı yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Perulu yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Arjantinli yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Bolivyalı yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler. Şan olsun Tania, Joaquín, Juan Pablo Chang, Moisés Guevara, Jorge Vázquez, Aniceto Reynaga, Antonio Jiménez ve Coco Peredo’ya! Şan olsun silah elde düşenlerin hepsine ve her birine, onlar Che’nin dediklerini kavradılar:
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları, mitralyöz sesleri ve de savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi”
Bayraklarımızda evet, siyah var, yas için; ama bayraklarımız asla alçalmayacak. ELN kendisini Che örneğinin ve öğretilerinin varisi ve Latin Amerika’nın yeni Bolivar’ı olarak görüyor.
O’nu kalleşçe öldürenler, onun örneğini ve düşüncelerini asla öldüremeyecekler. Emperyalistler ve kuklaları zafer şarkılarını sonraya saklasınlar, çünkü savaş bitmedi, daha yeni başlıyor.

Dağlara geri döneceğiz!
Bolivya yeniden “YA ZAFER YA ÖLÜM” naralarımızla yankılanacak!


Inti Peredo,
Bolivya, Haziran 1968.

 
 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19