“Bilindiği gibi 1967'de Bolivya'da Che Guevara'nın
öncülüğünde başlatılan gerilla hareketi, bir dizi
ağır darbenin ardından 8 Ekim 1967'de Che'nin
de şehit düşmesiyle ciddi bir duraklama içersine
girmiştir. Bu süreç üzerine en sağlıklı bilgi
kaynaklarından biri kuşkusuz Che'nin tuttuğu günlüktür.
Daha sonradan, Bolivya gerillası üzerine çok şey
söylendi, yazıldı. Sözünü ettiğimiz ağır darbelerden
yola çıkılarak "gerilla mücadelesinin bir
hata olduğu" gibi sonuçlara varanlar da oldu.
Gerilla fikrinin yeminli muhalifleri için bu noktaya
varmak zaten çok da zor değildi. Bu arada süreci
yaşamış olanların düşünceleri pek duyulmadı. Ya
da bizim ülkemizde pek duyulmadı. İnti Peredo'nun
(bildiğimiz kadarıyla şimdiye dek Türkçe'ye çevrilmemiş
olan) yazısı bu bakımdan anlamlı bir yere oturuyor.
Çünkü Peredo, toplam 36 şehit verilen Bolivya
gerillasından sağ kalan birkaç kişiden biri ve
ayrıca Siyasi Komiserlik görevine sahip.
İnti Peredo, Che'nin ölümünden sonra sürecin bütün
sorumluluğunu üstlenerek gerilla hareketinin yeniden
başlatılması için mücadeleye atılmış, ancak bu
örgütsel hazırlıkları yürütürken 9 Eylül 1969'da
yoldaşı David Adriazola ile birlikte şehit düşmüştür.
Aşağıdaki metin, Bolivya gerillasını yeniden başlatma
kararı alan İnti ve yoldaşlarının dünya devrimci
kamuoyuna gönderdikleri bir savaş manifestosudur.
”
Bolivya’da gerilla savaşı ölmedi! Daha yeni başlıyor!
Bolivyalı gerillalar yollarına devam ediyorlar!
Bizler Latin Amerika’ya sosyalizmi getirecek olan
devrimci gerillaların aydınlık zaferine kadar
mücadeleyi durmadan sürdüreceğiz.
Ülkemiz, kendi içinde ve kıtasal boyutta, hayal
edilemez bir devrimci deneyim yaşadı, yaşıyor.
Bilindiği gibi mücadelemizin daha başlangıcında
trajik bir güçlükle karşılaştık. Arkadaşımız,
yoldaşımız Binbaşı Ernesto Che Guevara’nın telafisi
mümkün olmayan fiziksel ölümü ve başka bir çok
savaşçının yitirilmesi bizim için son derece şiddetli
bir darbe olmuştur. Onlar, kıtamızdaki insanların
en saf en asil olanları, verebilecekleri tek şeyi,
hayatlarını, insanlığın kurtuluşu mihrabında sunmakta
bir an bile tereddüt etmediler.
Ancak bütün bu acı olaylar, bizi korkutmanın aksine,
devrimci bilincimizi güçlendirdi, haklı bir dava
uğruna savaşma azmimizi arttırdı, sağlamlaştırdı
ve savaşın arındırıcı kanlı ateşinde çelikleştik.
Yeni savaşçılar ve liderler düşenlere vefa borçlarını
ödeyeceklerdir.
Ne için savaştığımızı biliyoruz. Biz savaş olsun
diye savaşmıyoruz. Hayalperest değiliz. Kişisel
hırslar ya da parti ihtirasları için savaşmıyoruz.
İnsana, insanlığa güveniyoruz.
Tek ve nihai hedefimiz, şimdilik 20 cumhuriyete
bölünmüş halde duran ve aslında bizim kıtamız
değil anavatanımız olan Latin Amerika’nın kurtuluşudur.
İnanıyoruz ki Che’nin ve Bolivar’ın Latin Amerika’yı
siyasi ve coğrafi olarak birleştirme hayaline
silahlı mücadeleyle ulaşılacaktır. Silahlı mücadele,
halkımızı motive edecek olan, onurlu, dürüst,
şanlı ve geri döndürülemez tek yoldur. Ondan daha
saf bir mücadele metodu yoktur. Gerilla savaşı
da silahlı mücadelenin en etkili ve doğru kullanımıdır.
Bu sebepten ötürü, Latin Amerika’da tek bir dürüst
adam yaşadığı sürece gerilla savaşı ölmeyecektir.
Silahlı mücadele halkın bütünü uyanıp da ellerinde
silahlarla ortak düşman ABD emperyalizmine karşı
ayaklanana kadar, dalga dalga güçlenerek büyüyecektir.
Bolivya’da gerilla savaşı ölmedi; daha yeni başladı
Devrimin dostları da düşmanları da, ülkemizde
sürdürülmüş olan karmaşık gerilla faaliyeti fenomenini
az çok derinlemesine, bir çok farklı perspektif
üzerinden analiz ettiler. Ufak tefek gerekçelerle
hepsi, aynı dar ve önyargılı sonuca vardılar:
“Gerilla savaşı Bolivya’da iktidarı ele geçirmek
için doğru yöntem değildir.”
Sahte dokümanlar ortaya atıldı, önyargılı ve taraflı
değerlendirmeler yapıldı, böylece belli bir süre
dünya kamuoyu bu olaylarla ilgili olarak yanlış
yönlendirildi. Ancak yine de inancımız ve ülkemizin
devrimci güçlerinin azmi köreltilemedi. Bunun
en açık ve mutlak kanıtı, Ulusal Kurtuluş Ordusu
(ELN)’nin, zaman zaman yaşadığımız gerilemelere
rağmen, mücadele içinde sapasağlam duruyor olmasıdır
Bugünkü koşullarda, her ne kadar yakın zamanda
bir muharebe kaybetmiş olsak da, neden gerilla
savaşının iktidarı ele geçirmek için en etkili
ve kesin yöntem olduğu konusunda ısrar ettiğimizi
bu ülkenin ve bütün kıtanın devrimcilerine açıklama
görevi bana düşmüştür.
İnanıyorum ki, mücadelemize katılarak kahramanca
şehit düşmüş olan yoldaşların hepsi bu görevi
benzer bir şekilde yapardı.
Bu görevi, kendimi hiçbir şekilde Che Guevara’nın
halefi olarak görmeden yapıyorum. Che’nin halefi
olmak benim için hak edilmemiş bir onur olur.
Ben, daha çok Latin Amerika’nın en büyük devrimci
dehasının son ve en değerli öğretilerinin tesadüfi
bir mirasçısı sıfatıyla hareket ediyorum.
Bu belgenin halklarımızın zengin devrimci deneyimlerinin
hazinesine bir katkıda bulunabileceğini umut ediyorum.
Hiçbir şekilde hatalarımızı temize çıkarmaya ya
da haklı göstermeye çalışmıyorum; bu söylediklerim,
gerilla mücadelesinden sağ kalan, tecrit edilmiş
bir kişinin feryatları ya da şikayetleri de değildir.
Aksine bu sözler, halkımızı temsil eden, gerilla
savaşının özgürlük ve sosyal adalet ideallerimize
ulaşmak için en iyi fırsatları sunan özgün bir
yöntem olduğuna sağlam ve objektif bir biçimde
gerçekten inanan ELN’nin sözleridir.
Aksini iddia etmek için sahte kanıtlar ortaya
atılıyor. Gerilla güçlerinin kısa çok kısa sürede
darmadağın edilmesini kanıt olarak gösteriyorlar.
Bizim için gerilla savaşı, halkın iktidarı ele
geçirmek için kullandığı bir mücadele biçimidir,
ki bu mücadele biçiminin az ya da çok uzun süreli
bir biçim olması onun doğası gereğidir.
Gerilla savaşının ilk evresi, gerillaların halk
içinde, özellikle köylüler içinde derinlere kök
salana dek hayatta kalabilecek yeteneklere sahip
olmaları sürecidir. Gerillanın çekirdek kadrosu
böylece yenilmez hale gelene kadar güçlerini sonsuz
defa yenileyebilecek bir pozisyonda olur. Bu andan
itibaren, gerilla güçleri düzenli orduya art arda
darbeler vurur, düzenli ordunun demoralize olmasına,
yavaş yavaş zayıflayarak sonunda yenilip desteklediği
rejimle birlikte tamamen ortadan kaldırılmasına
kadar bu sürer. Bizim özgün durumumuzda, yeni
kurulmuş olan gerilla birliği, bu ilk evrenin
üstesinden gelemedi; ancak gerilla grupları kuşkusuz
yeniden ortaya çıkacaklar ve gelişerek sonunda
düşmanı yenmeyi başaracaklardır.
Bu durumdan hareket eden muhaliflerimiz yöntemimizin
yanlış olduğu sonucuna vardılar. Ancak bu arada
onlar kısmi ve geçici yenilginin sebeplerini düşünmeyi
unutuyorlar ve bunları analiz etmekten kaçınıyorlar.
Bunu yapmıyorlar; çünkü bunu yaparlarsa kendilerini
yargılamak zorunda kalacaklardır. Onlar bizim
mücadelemizi yalnızca uzaktan izlediler. Dahası
kendilerini tecrit ettiler, bizimle birlikte çalışmayı
reddettiler ve kendi örgütlerinin saflarında gerilla
karşıtı propaganda yürüttüler. Daha sonra da,
sözde anti-emperyalist tavırlarını vurgulamak
için bu örgütlerin her biri, birer birer gerillayla
dayanışma bildirileri yayınladılar. Ama aslında
bu “dayanışma” değil, sadece moral destek görünümü
altında küçük bir “romantik hayalciler” grubuna
sunmaktan çekinmeyecekleri sahte bir bağlılıktı.
Hayalciler! Evet. Ama bu hayalciler Boliya’da
kendisini halkla beraber ve halk için iktidarı
ele geçirmeye odaklamış olan tek hareketi inşa
ettiler ve etmeye de devam ediyorlar.
Bolivya Komünist Partisi (CPB) liderliği ise partinin
iktidarı “bütün yöntemleri” kullanarak ele geçirme
hazırlıklarından bahsediyor. Halkın tümü iktidarı
ele geçirme mücadelesinde rol almak zorundadır
ve halk kitleleri buna hazırlanmalıdır. Ve yöntemlerden
birini kullanmak için hazırlıklar yaparken halka
“bütün yöntemler”den söz etmek yanlıştır. Bir
parti ya da grup kendisini iktidarı ele geçirmeye
odakladığında, o parti ya da grup belirli ve açık
bir yöntem seçmek zorundadır, böyle yapmamak iktidarı
ele geçirmeyi ciddiye almamakla eşdeğerdir.
Komik bir tavır! İlk deneme başarısızlıkla sonuçlandı
diye gerilla yönteminin bir kenara atılmasını
istiyorlar ve sürekli yenilgiye uğramış olan “demokratik”
ya da reformist bir yaklaşımın uygun olduğunda
ısrar ediyorlar.
Seçimi dikkate almıyoruz, evet! Hiç bir ciddi
devrimci, Bolivya’da ya da herhangi bir diğer
Latin Amerika seçimleri ülkesinde iktidarı ele
geçirmenin yolu olarak göremez.
Binlerce ve binlerce işçinin ve sıradan insanın
hükümetin baskı araçlarıyla en sert şekilde ezildiği,
kayıplarımızın yüzlü rakamlara ulaştığı kaç tane
barışçıl gösteri yapıldı şimdiye kadar? Neredeyse
hiç.direniş gösterememiş olan fabrika işçilerinin
ve madencilerin vahşice katledildiği 1965 Mayıs
ve Eylül olayları hala hafızalarımızda tazedir.
Güç bela 40 kişiden oluşan gerilla gücümüzün katliamcı
orduya ağır kayıplar verdirip cesaretlerini kıran
sert darbeler vurduğu zamanlarda, buna rağmen
sıradan savunmasız madencilerin soğukkanlılıkla
katledildiği 1967’nin kanlı 24 Haziran’ını da
asla unutamayız.
Halkın reformlar ve diğer kazanımlar elde etmek
adına ortaya koyduğu mücadelelere elbette karşı
değiliz. Ancak kesinlikle inanıyoruz ki, aynı
mücadeleler, gerilla merkezinin eylemleriyle korkutulmuş
ve yıpratılmış bir hükümete karşı yapıldığında
çok daha verimli ve etkili olacaktır. Emperyalizmin
ve onun kuklalarının gücüyle yüzleşmenin mümkün
olduğunu ve sadece yüzleşmenin değil, zafer kazanmanın
da mümkün olduğunu halka somut olarak kanıtlayacak
olan da işte bu gerilla merkezidir.
Halk ve özellikle köylüler gerçek olduğunu düşünmedikleri
bir şeyi desteklemezler. Köylülerden henüz ortada
olmayan bir silahlı mücadeleyi desteklemelerini
beklemek, onlardan şimdiden geniş destek isteyen
bazı silahlı mücadele “teorisyenlerinin” yaptığı
gibi, “ayaklanmayla oyun oynamak”tır. Köylüler
gerilla merkezine sadece güçlü olduğuna inandıklarında
sağlam destek vereceklerdir. İşte bu yüzden ilk
evrede gerilla gücünün hedefi kuvvet bağlamında
büyümek ve eylem alanında gelişmektir. Bu evrede
gerilla gücüne şehirlerden destek verilmesi olmazsa
olmaz bir zorunluluktur. Oysa hareketimizin varlığından
haberdar olan politik güçler (muhaliflerimiz)
gerilla merkezimize bu desteği engelledi
Halkımızın anti emperyalist mücadelesinde öncü
rol oynamak isteyen politik partiler dürüst olmak
ve halka eylemlerinin hesabını vermekle yükümlüdürler.
Bu partiler ayrıca hata yaptıklarında yanlışlarını
kabul etmekle ve eylemlerinin doğru olduğuna inandıklarında
da bunların açıklamasını yapmakla da yükümlüdürler.
Bu partiler daha savaş hazırlığında olan gerillalara
saldırırlarken, düşen gerillalara nasıl saygı
gösterebilirler ki? CPB lideri Monje’nin parti
çizgisinden sapan “hizipçi bir grup” hakkında
parti kadrolarına uyarı bildirisi yayınlaması
ya da (Çin yanlısı parti) CPC’den Zamora’nın,
bir grup yandaşını gerillaya katılmaya götüren
Moises Guevara yoldaşı aynı gerekçeyle partiden
ihraç etmesi nasıl açıklanabilir?
Halk bu iki yüzlülük için bir açıklama talep ediyor
ve bekliyor. Biz, bu geçici yenilgimiz için Komünist
Parti’yi suçlamak niyetinde değiliz. Bu ilk evrenin
sonucu için kimseyi suçlamıyoruz. Niyetimiz, ülkemizde
anti-emperyalist olduğunu iddia eden partilerin
tarihsel sorumluluğunu ortaya koymaktır.
Bazıları bizi dağılma aşamasında olan bir hareket
sanıyor. Yanlış biliyorlar! Silahlı komuta kadrolarımızı
yeniden örgütleme aşamasındayız ve dağlarda mücadeleye
tekrar başlayacağız, çünkü kesin biçimde inanıyoruz
ki bu, kendi halkımızın ve Latin Amerika halklarının
Yanki emperyalizminin boyunduruğundan kurtuluşunu
mümkün kılacak olan tek yoldur.
Bir siyasi parti kurmaya çalışmıyoruz.
Biz, ülkemizdeki rejimin temel direği olan orduyla
yüzleşebilecek ve onu yenebilecek kapasiteye sahip
bir silahlı gücü inşa etmeyi başaracağız.
Biz, bir siyasi partinin “savaşan kolu” da olmayacağız.
Biz, gerilla gücünün “daha üst bir mücadele biçimi”nin
yardımcı aracı (enstrümanı) olmadığına da tümüyle
ikna olmuş durumdayız. Aksine biz, inanıyoruz
- ve enternasyonal deneyimler de kanıtlıyor -
ki, bu mücadele biçimi halklarımızın kurtuluşunun
yoludur.
Mücadele ateşi kendilerini ülkelerinin kurtuluşuna
odaklamış ayrı güçleri birleştirecek, çeşitli
partilerden militanlar Ulusal Kurtuluş Ordumuza
katılacaklardır. O zaman anti emperyalist güçlerin
sağlam birlikteliği bir gerçek haline gelecektir.
Sol güçler yavaş yavaş gerilla merkezini destekleyecekler
ve katılacaklar. Kısa deneyimimiz şu ana kadar
bu gerçeği kanıtlamıştır.
Açık ve net bir anti-emperyalist politika isteyen
militan insanları temsil eden bütün siyasi partilerin
liderleri gerilla hareketini desteklemek zorundaydı.
Elbette biliyoruz ki bu destek sadece biçimseldir,
ama gerilla gücü birinci aşamayı bir kez geçtiğinde
aynı liderler, -kendi kitlelerinden tamamen izole
olarak onları kaybetmekten korkarak - bu biçimsel
desteği gerçek bir desteğe dönüştürmeye zorlanacaklardır.
İşte yalnızca o zaman, halkın gelecekteki hükümetini
yönlendirebilmesi için ihtiyaç duyacağı politik
araç ortaya çıkacaktır.
Halkımızın kurtuluşu asla tek bir grubun ya da
siyasi partinin işi olamaz. Bu konuda soldaki
partilerle hemfikiriz. Geniş bir anti-emperyalist
cepheye ihtiyacımız var. Sorun, bu cepheye nasıl
ulaşacağımızdır.
Kısa deneyimimiz bize, bir kaç aylık silahlı mücadeleyle
masa başında yıllarca oturarak edinilenden çok
daha fazla kazanım elde edildiğini gösterdi. Aslında,
bize sempatilerini bildiren bütün partiler bunu
kabul etmek isteseler de istemeseler de gerilla
merkezi etrafında birleşiyorlardı.
Kendimize, gerilla mücadelesi devam edip güçlenseydi,
bu partiler nasıl davranacaklardı diye sormalıyız.
Kesin bir tavır gerektiren silahlı mücadele ortamında
yalan ve demagoji için fazla yer olmayacağından,
saflar açıkça belirlenecekti.
Halkın ya da işçi sınıfının öncüsü olma sıfatını
kendi kendinize bahşedemezsiniz ki! Bu sıfat kendi
amaçları için öncü haline gelecek olan halka ya
da sınıfa, anti emperyalist mücadeleye her yerde
katılmak suretiyle liderlik ederek kazanılır.
Sadece hali hazırda mevcut olan bir anti emperyalist
mücadele biçimiyle basit dayanışma mesajları yayınlamak,
devrimci bir harekete liderlik etmek bağlamında
yalnızca artçı bir konum sağlar. Bu yüzden gerilla
gücüne sempati sunmak yeterli değildir. Buna katılmak
ve bu mücadele biçiminin gerçek savunucusu olduğunu
kanıtlayarak liderliği hak etmek gerekir.
Daha harekete başlamadan kendisini lider olarak
ilan etmek ya da bir grubun anti emperyalist harekete
katılımını kimin lider olacağı şartına bağlamak,
sekterlikten başka bir şey değildir, ki bu da
anti-emperyalist bir birlik çağrısına ters düşer.
Liderlik sıfatını yalnızca ve yalnızca halk, kendisini
kurtuluşa götürecek olanlara verebilir.
Sözde öncülerin sekterliği, gerilla liderliğini,
politik liderliğin ardında ikincil duruma yerleştirme
isteğini de açıkça kanıtlıyor. Ama bu bizi şu
soruya götürür: Kimin politik liderliği?
Acaba bu silahlı mücadeleyi barışçıl mücadelenin
ardına koyarak, mücadeleyi “barışçıl” ve “silahlı”
olmak üzere ikiye ayırmak anlamına mı geliyor?
Yoksa bu, bizim silahlı mücadelemizi, şehirlerdeki
“politik mücadele”nin bir baskı aracı olarak kullanma
gayreti midir?
Savaş durumunda - ki gerilla bir savaş durumu
yaratır - en yetenekli ve uygun devrimci kadroların
savaşı idare edecekleri de göz önüne alınarak
neden bunun yerine tek bir askeri-politik liderlik
düşünülmüyor?
Şehirlerde yayılan mücadele gerilla hareketi için
bir destek oluşturmalı; bunun içindir ki şehirler
gerillalara liderlik edemez. Kurtuluş hareketinin
silahlı öncü grubu olarak gerillalar harekete
liderlik etmelidir. Doğal olan budur. Tersini
yapmak gerillaları etkisiz kılmak ve onları çıkmaza
sokmaktır. Kısacası bu tutum, onları yenilgiye
götürecektir.
Mücadele kendi liderlerini ortaya çıkaracaktır.
Halkın gerçek liderleri mücadelede şekillenecektir.
Kendisini gerçek bir devrimci olarak gören hiç
kimse kendi liderliğini dayatmamalı ya da konumunun
kendisinden alınacağından korkmamalıdır.
Mücadelenin doğası gereği uzun süreli olması insanın
hedefi konusunda da açık bir bilinç yaratır. Karşıt
güçler ve asıl düşman belirginleşir, Yanki emperyalizmi
gerçek yüzünü ortaya koyar. İnsanlar emperyalistlerin
kuklalarına istediklerini nasıl tam olarak yaptırdıklarını
ve gerçek niyetlerini açıkça görebilecek duruma
gelirler.
Elbette emperyalistler pazarlarını terk etmeye,
sömürgelerini teslim etmeye niyetli olmayacaklardır.
Bu yüzdendir ki halklar uzun ve çetin bir savaş
için hazırlanmalıdır. İktidarı kurbanlar ve kayıplar
vermeden ele geçireceğimizi düşünmek boş bir hayaldir
ve halk arasında duyarsızlık yaratmaya hizmet
edecektir.
Mücadele en önemsiz barakalar ve tecrit edilmiş
bölgeler dahil ülkenin her yerinde yayılacak ve
son derece kanlı ve acımasız olacaktır.
Biz ve bizimle birlikte olan insanlar, emperyalistlerin
sürekli zorbalığı karşısında devrimci şiddet yolunu
seçtik, zalimleri cezalandıran ve onları ortadan
kaldırdığında sosyalist hümanizmin yolunu açacak
olan bir devrimci şiddet…
Kısacası biz, şiddetin kendisini kutsamıyoruz.
Tam bağımsızlığa ulaşmak için, bize yönelen örgütlenmiş
zalimliğe karşı halkın örgütlü misillemesini savunuyoruz.
Bunun içindir ki, bu ülkede yaşayanlar herkes
kırlarda ve şehirlerdeki doğrudan eylemlerle düşmana
korku, güvensizlik, panik salınmasına ve nihayet
yenilgiye uğratılmasına katkıda bulunacaklardır
Bugün bütün dünyadaki ulusal kurtuluş hareketleri,
ortak düşman olan emperyalizme ağır darbeler vuruyor.
Vietnam’daki kirli savaş Amerikan ekonomisini
bir savaş ekonomisi haline getirip dengelemek
yoluyla bir krizi savsa da, öte yandan emperyalistler
için ciddi problemler yaratıyor. Yankilerin bütün
askeri gücünün, silahlarını kuşanmış bu onurlu
halkı geri adım attırmakta yetersiz kaldığı daha
şimdiden kanıtlanmıştır.
Vietnamlı kardeşlerimizin mücadelesi, dünyadaki
bütün devrimcilerin mücadelesidir. Onlar bizim
için savaşıyor ve biz de onlar için savaşmalıyız.
Onların savaşı bizim savaşımızdır. Yanki emperyalistleri
ikinci bir Vietnam’a dayanamayacaklardır. Kahraman
binbaşımız Ernesto Che Guevara’nın mirasına sadık
kalarak ikinci bir Vietnam yaratmak da bize ve
halkımıza düşüyor.
İki üç daha fazla Vietnam yaratma fikri, düşmanlarımızın
ve sözde devrimcilerin uydurduğu gibi savaş delisi
bir zihniyetin kaprisi ya da hayali değildir,
Bu gerçeklikle tümüyle uyum içinde olmaktır. Yanki
emperyalistleri konumlarını kendi istekleriyle
teslim etmeyecekler ve bizim kıtamızda OAS (yani
emperya listlerin Sömürge Bakanlığı) yoluyla çeşitli
ülkelerdeki uşaklarına, silahla ayaklanan halkları
bastırmak için güçlerini birleştirme emri vereceklerdir.
Kıtasal bir devrimin zamanı gelmiştir.
Kıtadaki karşı-devrimci zorbaların birleşik cephesine
karşı yine bütün kıtanın ulusal kurtuluş hareketlerinin
birliğiyle yanıt vermeliyiz.
Diğer ülkelerden yurtseverlerin halkımızın kurtuluş
mücadelesine katılımına karşı çıkan gericilerin
ve bazı sözde devrimcilerin çılgınca feryatları,
halk içinde şovenist duygular yaratmak suretiyle
düşmanla işbirliği yapmalarının ve hareketimizi
tecrit etmek için gösterdikleri beyhude çabaların
yansımasından başka bir şey değildir.
Oysa gerillalarımıza saldıran Bolivya ordusu,
Vietnam Savaşı’ndan deneyimli Yanki uzmanlardan
akıl alan, silahları ve lojistikleri ise Arjantin
ve Brezilya ordularınca sağlanan bir orduydu.
Ve biz biliyoruz ki, gerillalar ülkemizde kayda
değer bir güç haline geldiğinde ve düzenli ordu
gerillaları yenmekte güçsüz kaldığını anladığında
bir çok komşu ülkenin ordusundan acilen yardım
alacaktır, sadece savaş araç gereçleri bakımından
değil, askerler de yardıma geleceklerdir. Ama
bu kez devrimci savaş bu ülkelere de yayılacak
ve tek tek orduların içinde de aynı güvensizlik
ve güçsüzlük hissini yayacaktır. Böyle bir noktada
Pentagon (daha önce Vietnam’da yaptığı gibi) bugünkü
akıl verme/yönlendirme politikasını, bizzat kendi
ordularının savaşa katılması politikasına çevirmek
zorunda kalacaktır.
Bu olasılık bazı sözde devrimcilerin tüylerini
ürpertiyor. Halkı böyle bir “trajedi”den uzak
tutmak istiyorlar! Bu şekilde davranarak hiçbir
şeyden kaçamayacaklarını anlayamıyorlar. Tersine,
bu tavırları yalnızca halkı konformizmin dokunulmaz
mihrabında feda ederek yoksulluk, açlık ve ölüm
kırbacı altında tutmaya yarıyor. Oysa bu olasılık,
halkın boyunduruk altında sonsuza dek tutulması
halinde çekeceği acılarla - ki bu acıların sürekli
artacağı da kesindir- kıyaslanırsa bir “trajedi”
değildir.
İnsanlarımızın yaşamak zorunda bırakıldıkları
sefil hayatlarla kıyaslandığında bu bir trajedi
değil. İnsanların eğlenmeye bile, hatta bundan
bile azına ve pek tabii ki protestoya hakkı olmadığı
maden kasabaları birer toplama kampı değil midir?
Sistematik olarak yapılmakta olan katliamlar,
ülke ekonomisinin ve askeri elitin lüksünün ağırlığını
omuzlarda taşıyanların haklı taleplerine karşı
zalimlerin verdiği cevaptır.
Askeri zorbalar, iktidardaki “demokratik” rejimin
bekçileri, hiçbir muhalif harekete ya da halkın
hiçbir talebine izin vermiyorlar. “Otoritenin
egemenliğini” sürdürmek için bütün bu hareketler
ibret olsun diye şiddetle bastırılıyor. Bu güçlere
karşı isyan eden herkes askeri rejimin bütün vahşetiyle
karşı karşıya kalıyor.
Bu vahşi gerçekle karşı karşıyayken, haklı bir
savaş içinde verilebilecek kayıpları düşünerek
geri mi durmalıyız? Oysa mücadelemiz, halkımızın
şu andaki zorbalık rejimi altında verdiği kurbanlardan
daha fazlasını istemiyor ki.
İşte bu yüzdendir ki yeni bir Vietnam yaratmak
ortaya bir “trajedi” çıkarmaz Bu asla reddetmeyeceğimiz
bir onur ve görevdir.
Biz ezilen halkın büyük önderi Binbaşı Ernesto
Che Guevara’nın hayatını verdiği bir çarpışmayı
kaybettik.
Ancak savaşımız devam ediyor ve asla durmayacağız,
çünkü bizler, Che’nin yanında savaşanlar teslimiyet
nedir bilmeyiz. Onun ve diğer savaşçıların Bolivya
topraklarına akan kanları özgürlük tohumlarına
hayat verecek ve kıtamızı emperyalizmin üstüne
ateş ve yıkım kusan bir volkana çevirecek. Che’nin,
o romantik ve kahraman hayalperestin düşlediği
ve aşık olduğu muzaffer Vietnam biz olacağız.
Bu idealler uğruna kazanmaya ya da ölmeye azmettik
Kübalı yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Perulu yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Arjantinli yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Bolivyalı yoldaşlar bu idealler uğruna öldüler.
Şan olsun Tania, Joaquín, Juan Pablo Chang, Moisés
Guevara, Jorge Vázquez, Aniceto Reynaga, Antonio
Jiménez ve Coco Peredo’ya! Şan olsun silah elde
düşenlerin hepsine ve her birine, onlar Che’nin
dediklerini kavradılar:
“Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin, savaş sloganlarımız
kulaktan kulağa yayılacaksa ve silahlarımız elden
ele geçecekse ve başkaları, mitralyöz sesleri
ve de savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize
ağıt yakacaksa, hoş geldi, safa geldi”
Bayraklarımızda evet, siyah var, yas için; ama
bayraklarımız asla alçalmayacak. ELN kendisini
Che örneğinin ve öğretilerinin varisi ve Latin
Amerika’nın yeni Bolivar’ı olarak görüyor.
O’nu kalleşçe öldürenler, onun örneğini ve düşüncelerini
asla öldüremeyecekler. Emperyalistler ve kuklaları
zafer şarkılarını sonraya saklasınlar, çünkü savaş
bitmedi, daha yeni başlıyor.
Dağlara geri döneceğiz!
Bolivya yeniden “YA ZAFER YA ÖLÜM” naralarımızla
yankılanacak!
Inti Peredo,
Bolivya, Haziran 1968.
|