Hatırlanacağı gibi 45 ve 46. sayılarımızda emperyalizmin
ve oligarşinin yozlaştırma ve çürütme politikalarını
irdeleyerek olgunun ekonomik-sosyal yanları ile
bilinçli yaygınlaştırma politikaları arasındaki
ilişkiyi de ele almıştık. Orada bütün bu iğrençliğin
kendiliğinden gerçekleşmediğini, “eğitimle düzelecek”
salt bir sosyo-ekonomik olgudan söz etmediğimizi
açıkça belirtmiştik; ki daha yazının başlığında
“yozlaştırma ve çürütme” vurgusunu yapmamız da
bunun bir ifadesiydi.
Gerçekten de emekçi mahallelerini bir ağ gibi
saran uyuşturucu, kumar, çeteleşmenin basit bir
arz-talep ilişkisi içinde değerlendirilmesi ve
bütün bunların bir “sosyal boşluk”tan doğduğu
gerekçesiyle emperyalizm ve oligarşinin bilinçli
politikalarının görmezden gelinmesi aşırı bir
safdilliktir. Ancak hepsi bu kadar da değil; bütün
bunlar, yani yozlaştırma ve çürütme politikaları,
aynı zamanda olağanüstü büyüklükteki bir kapitalist
pazara da yol açmaktadırlar. Bu politikaların
somut araçları olarak görebileceğimiz uyuşturucu,
kumar, fuhuş gibi olgular, dünyada ve coğrafyamızda
devasa rantların sağlandığı bir zemin oluşturmaktadır.
Alıcı mı piyasayı yaratıyor, piyasa mı alıcıyı
sorusu burada saçmadır. Daha masumane görünen
bir olgu üzerinden gidebilir ve örneğin arabesk
müzik bir kültürel boşluktan doğmuştur diyebiliriz,
bu çok yanlış da olmaz. Ama bir yere kadar! Oradan
sonrası artık tümüyle Unkapanı piyasası denilen
güç tarafından yönlendirilen bir girdaptır. Yeni
yüzlerin parlatılıp ortalığa sürülmesi, yaygın
reklamlarla, kasıtlı yaratılan rezaletlerle, vs.
talebin artırılması bir noktadan sonra artık bu
piyasanın kurtlarının yönlendirdiği bir süreç
haline gelir ve arz edenler bizzat talebin de
yaratıcıları olurlar.
Esasen bütün kirli işlerde durum böyledir. Özellikle
uyuşturucu ve alkol, talebe göre üretilen ve satılan
şeyler değil, talebi fiziki bağımlılık ve kültürel
ortam yoluyla belirleyen olgulardır. Yani bu malların
üretici ve satıcıları, dükkanında oturan ve ne
satılıyorsa onu satıp kepengini kapatan bakkal
gibi değildirler; onlar, bir bütün olarak toplumsal
atmosferi değiştirip belirleyen, zor dahil bütün
yolları kullanarak alıcı miktarını sürekli bir
biçimde artıran güç odaklarıdır.
Pazarın Büyüklüğü ve Etkisi
Sözü hiç döndürüp dolandırmadan somut bir rakam
vermek yararlı olacaktır: BM’nin 1997 Dünya Uyuşturucu
Raporu’na göre, uyuşturucu ticareti, tüm uluslararası
ticaretin % 8’idir. Dünya genelindeki uyuşturucu
trafiğinde dönen toplam paranın (oldukça iyimser
hesaplarla!) 450 milyar dolar civarında olduğu
tahmin edilmektedir. Bu paranın 13 milyar doları
uyuşturucuların üretim aşamasında, 94 milyar doları
toptan satış aşamasında, 322 milyar doları ise
perakende satış aşamasında dönüyor.
Amerikan Merkez Bankası’na göre, yılda 300-500
milyar dolar arasında bir kara para aklanması
yaşanıyor ki, bu rakam Batı ülkelerinin yıllık
petrol harcamalarına eşittir. Dünya genelindeki
kara para miktarı ise Amerikan kapitalizminin
en bilinen sözcüsü Wall Street Journal tarafından
1 trilyon dolar olarak hesaplanıyor ve kara paranın
en önemli kaynağının uyuşturucu olduğunu da bütün
dünya biliyor.
Hepsi bu kadar da değil; son belirlemelere göre,
yaklaşık 5 trilyon ABD Doları miktarındaki sermaye
Off-shore bankalar denilen vergi cennetlerinde
hem çoğaltılıyor, hem de aklanmış oluyor ve yine
bu tutarın da önemli bir bölümü, doğrudan doğruya
uyuşturucu ile ilgilidir. Bu tutarın büyüklüğünü
anlayabilmek için, örneğin 1991’de dünyadaki bütün
merkez bankaları rezervlerinin yaklaşık 1 trilyon
ABD Doları olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Bu kadar büyük bir pazarın hakimleri, kuşkusuz
dükkanda oturup müşteri bekleyen bakkal gibi davranacak
değillerdir. Doğrudan insana yönelik bir mal satıyorsanız,
elbette yapmanız gereken şey, o malı kullanacak,
kullanmak isteyen ya da istemesi sağlanan insanların
sayısının artırılmasıdır. Bu ise, eğer ayakkabı
değil de eroin satıyorsanız basit reklam düzeyiyle
yapılamayacak bir iştir. Size gerekli olan, mümkün
olduğu kadar çok insanın, insan topluluklarının
bu tür maddeleri kullanır hale gelmesi, bu “alıcı”lık
konumuna uygun düşmeyen eski değer yargıları varsa
onların yıkılması, korkunç bir çaresizlik ve yalnızlığın
yaratılması, devletlerle kurulan uygun ilişkiler
yoluyla alım-satımın kolaylaştırılması, gerekirse
pazarın büyütülmesi ya da “sadeleştirilmesi” için
ortalığın kana bulanması, vs. vs. gibi olgulardır.
Bütün bunlar, ayakkabıcıların ya da bakkalların
dünyasında olmayan şeylerdir; oysa uyuşturucu
dünyasında her yıl katlanarak artan muazzam bir
rantın durmaksızın büyütülmesi söz konusudur.
Üstelik, yukarıdaki rakamlarda da görüldüğü gibi
üretim aşaması (13 milyar dolar) ile sokaktaki
satış (322 milyar dolar) arasında büyük bir fark
vardır ve bu büyük fark satıcıların olağanüstü
gayretini motive etmektedir.
Kısacası burada, devletlerin uyuşturucuyu yaygınlaştırmadaki
politik amaçlarının dışında bir başka önemli faktör
olarak milyarlarca dolarlık büyük bir kazanç kapısından
söz ediyoruz. Bu büyük miktarlar, “kara” olarak
görülse de hiçbir biçimde “ekonomi dışı” değildir.
Yani aslında paranın “kara”sı yoktur; bu büyük
paranın ülke ekonomilerinin dışında bir yerde
döndüğünü, dolayısıyla kapitalizm açısından “zararlı”
bir işleyişi yarattığını söyleyenler de düpedüz
yalan söylemektedirler. Çünkü bu para, aslında
yüzlerce aklama yöntemiyle yine kapitalist ekonominin
kanallarına akmakta, oradaki sermaye hareketine
dahil olarak sistemi canlı tutmaktadır. Kimse
harcayamayacağı bir paranın sevdalısı olmaz; bu
para bir biçimde harcanmaktadır.
Uyuşturucu: Özel Sektör ve Devletin Uyumu
Üstelik bu alan, -neoliberal teorisyenlerin edebiyatının
aksine- emperyalist devletlerin en çok işin içinde
olduğu alandır. Bir yandan polis teşkilatları
güçlendirilip operasyonlar düzenlenir ama diğer
yandan kapitalist devlet yöneticilerinin tümü,
bu büyüklükteki bir parayı ürkütmemek, onu ellerinde
tutanlarla aşırı bir gerginlik içine girmemek
gerektiğini bilirler; çünkü sonuç olarak piyasada
dönen para-sermayenin hayli önemli bir bölümünün
bu kaynaktan geldiği ve devletlerin de bu kaynaklara
ihtiyaç duyduğu kesindir.
Örneğin resmi verilere göre 1990 yılında Avrupa
ve ABD’de kokain, eroin ve esrar satışlarının
toplam tutarı yaklaşık 122 milyar dolarsa eğer,
bu, rengi “kara” da olsa “yeşil” de olsa paradır;
herhangi bir yüz dolarlık banknot, bir kez alış
veriş sürecine girdiğinde artık nereden geldiği
sorusu ikinci plana düşer ve alış veriş yapılan
yerin kasasından toptancının kasasına, oradan
malın üreticisi olan şirketin kasasına doğru yol
alır. Ahlak nutukları bir yana, gerçek durum budur!
Aynı şekilde her fırsatta “kara para” konusunda
mızmızlanan büyük bankaların bizzat kendileri
de işin içindedirler. Para aklanan küçük adacıklarda
Citibank, Chase Manhattan, Swiss Bank and Trust
Corporations, Schrodes, Midland, Barclays gibi
sözde “namuslu” (!) bankaların da yer alması,
sistemin bir bütün olarak gırtlağına kadar işin
içine gömüldüğünü gösterir.
Esasen bu alanda devlet-özel sektör işbirliği
tarih boyunca her zaman imrenilecek boyutta olmuştur.
İngiliz emperyalizminin Çin’de yarattığı kitlesel
afyon bağımlılığı bilinir. Vietnam’da da önce
Fransızlar, sonra da Amerikalı işgalciler uyuşturucu
tacirlerinin her zaman iyi müttefikleri olmuşlardır.
Öyle ki, Güney Vietnam’daki son kukla hükümetin
generallerinin neredeyse tümü aynı zamanda uyuşturucu
taciriydi ve eroin taşımacılığı için ABD uçakları
kullanılıyordu. Bu da normaldi aslında; çünkü
Vietnam’daki Amerikan askerlerinin 25-30 bini
zaten uyuşturucu bağımlısıydı!
Öte yandan genel olarak “Altın Hilal” diye adlandırılan
İran-Pakistan-Afganistan üçgeninde gerçekleşen
dünyanın en büyük uyuşturucu üretimi, yine bizzat
CIA tarafından yönlendirilip teşvik edilmiştir.
Öyle ki, CIA zaman zaman (Laos’ta olduğu gibi)
doğrudan ordu uçaklarını da uyuşturucu taşıma
işine koşmuştur. Ama herhalde ABD açısından en
kirli dosya Afganistan dosyasıdır. 1979’da Sovyetlere
karşı savaşan “mücahitler”i, (El Kaide dahil)
bütün bu çapulcu ordularını tamamen eroin parasıyla
finanse etmiş ve bu konuda Pakistan ordusuyla
yakın işbirliği yapmıştır.
Sonuçta Pakistan, CIA desteğiyle dünya eroin üretiminin
yıldızı olmuş ve bu arada bu ülkedeki eroin bağımlılarının
miktarı da sıfır noktasından 1 milyona yükselmiştir.
Afganistan’daki büyük uyuşturucu trafiği ise (iddiaların
aksine) ABD işgalinden sonra katlanarak artmış,
kukla Afgan generalleri büyük servetlere konmuşlardır.
Latin Amerika’daki bütün darbelerde ve CIA’nın
organize ettiği kontra çetelerinde de yine finans
kaynağı aynıdır: Uyuşturucu! 1979’da Nikaragua’da
kurulan Sandinist hükümete karşı savaşan kontra
çetelerin de, Kolombiya ve El Salvador’daki ölüm
mangalarının da kaynağında uyuşturucu vardır,
ki bu durum özellikle Nikaragua örneğinde çok
açıktır. Amerikan ordusunun “pis işler sorumlusu”
Yarbay Oliver North’un kokain parasıyla kontra
haydutları örgütlediği resmi yargılamalarla kanıtlanmıştır.
Aynı North, bugün Bush’un danışman kadrosundadır.
İnsanlığın Katledilmesi…
Sonuç, son derece açık ve çarpıcıdır. Bugün bütün
dünyada uyuşturucu kullananların sayısı 200 milyonu
geçmiştir. Birleşmiş Milletler’in 2004 yılında
uyuşturucu kullanımına ilişkin olarak hazırladığı
rapora göre yalnızca bir yılda bağımlıların sayısı
yüzde 8 oranında artmıştır.
Raporda 2004 yılında 16 milyon kişinin “opium”
ve “morfin” bağımlısı (2003’te 15 milyon) olduğu
belirtilirken, 13,7 milyon kişinin de kokain tükettiğinin
altı çizildi (2003’te 13 milyon). Bugün Rusya’da
3, 5 milyon eroin bağımlısı var. İran’da hemen
hemen aynı miktarda eroin bağımlısı ile birlikte
yedi milyon afyon, afyon sakızı bağımlısı var.
Pakistan ve Afganistan’da eroin bağımlılarının
ne kadar fazla olduğu anlatılırken, köprü altlarında
yatan insanlara işaret ediliyor.
Kısacası, gözünü kâr bürümüş olan emperyalist
sistem, doğrudan devlet gücüyle de bu piyasanın
içindedir.
Türkiye: Damarlardaki Asil Kan ve Şırınga
Türkiye de hem uyuşturucu kullananların sayısı,
hem de bu yoldan kazanılan paralar bakımından
felaketli bir durumdadır.
Uyuşturucu kullanım yaşının artık 12’ye kadar
düştüğü ve okul önlerinde leblebi gibi hap ve
esrar satıldığı artık biliniyor. Sadece 2001-2004
arasında okullarda extacy kullanımının yüzde 287
artmış olması bile durumu anlamak için yeterlidir.
Bütün bu ticaretten Türkiye ekonomisine tam olarak
ne kadar giriş olduğunu bilmek oldukça zor. 1990’lı
yıllarda uyuşturucu parasının ekonomi içindeki
payı yüzde 50’lerle bile ifade ediliyordu. Şu
anda da ABD Uyuşturucuyla Mücadele Kuruluşu DEA’nın
raporlarına göre ABD’ye giden eroinin yüzde 20’si
ve Avrupa’daki eroinin yüzde 80’inin Türkiye aracılığıyla
gitmektedir. Sonuçta, Afganistan kökenli eroinin
değeri yıllık yaklaşık 40-50 milyar dolardır ve
bunun geçişinden bile muazzam paraların Türkiye’de
kaldığı söylenebilir. Türkiye’nin dünya karapara
aklama yarışmasında 3’üncülükten aşağı pek düşmediği
hatırlanırsa bu paraların nerelerden geldiği kolayca
tahmin edilebilir.
Paranın Temizi Var mı?
Tabii ki yok! Ayrıca tipik bir burjuva gazetecisi
mantığıyla kapitalist patronları “dürüst iş adamları”
ve “vurguncu-kara paracılar” diye ayırarak bir
kesimi halkın gözünde parlatmak da bizim işimiz
değil. Ama öte yandan, sokaklarda emekçileri çürüten,
genç insanların geleceğini zehirleyen bir politikanın
parasal arka planını da görmek gerekiyor. Bu arka
planda oligarşinin belli kodomanları yok gibi
görünüyor; ama genel olarak neoliberal soygun
düzeninin mimarları da onlardan başkası değil.
Dolayısıyla bizzat kendilerinin de kara para kullanımları
bir yana, esas olarak politik bağlamda, 24 Ocak
1980’le birlikte başlatılan restorasyon programın
arkasında duran bütün güçler, bugünkü politikaların
da doğrudan planlayıcısıdırlar. Ve kendileri herhangi
bir uyuşturucu işine karışsınlar ya da karışmasınlar,
uyuşturucu ve fuhuş dahil yozlaştırma politikasının
tüm unsurları onların kurdukları vahşi neoliberal
düzenin “doğal” sonuçlarıdır.
Bütün bunların ötesinde asıl önemli olan olgu,
yazımız boyunca göstermeye çalıştığımız gibi,
yozlaştırma politikasının bu en kirli araçlarının
muazzam para kaynaklarını hortumladığı ve bu tatlı
kârların söz konusu politikaların devamında ciddi
şekilde etkili olduğudur.
Dolayısıyla, uyuşturucuya karşı mücadele aynı
zamanda bu kaynaktan da beslenen yeni-sömürge
düzeninin kendisine karşı mücadele anlamına gelmektedir.
|