Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


0
 

 

47. Sayı - Ocak 2007

Feodalizme karşı mücadele verirken eşitlik özgürlük kardeşlik şiarı etrafında işçi sınıfını arkasına alan burjuvazi, sınıf iktidarını kurduktan sonra düşmanı olan işçi sınıfının mücadelesini yükselttiği her aşamada, işçi sınıfı hareketini ve onun öncülerini tasfiyeye yönelmiştir. 1830’ların başlarındaki Lyon ayaklanmasında, 1848 devriminde, Paris Komünü’nde vd. tüm devrimci kalkışmalarda bu gerçeklik yaşanmıştır. Ve hatta gücünün yetersiz kaldığı koşullarda da eski topluma ait sınıflarla bütünleşip işçi sınıfı hareketini ezmeye çalışmıştır.
Lenin, emperyalizm döneminde burjuvazinin devrimci barutunu yitirip gericileştiğinin altını birçok yerde kalın çizgilerle belirtir. Bunun en belirgin örneklerinden birini Kemalist burjuva diktatörlüğü oluşturmuştur. Ulusal boyutta iktidarını kurmadan ve anti işgalci konumunu sürdürdüğü bir kesitte bile Kemalizm, sınıfın öncülerini hunharca katledip tasfiyeye yönelmekten çekinmemiştir. 28-29 Ocak 1921’de başta Mustafa Suphi olmak üzere TKP’nin 15 yönetici ve militanı katledilmiştir. Burjuvazinin sınıf iktidarını kurduğu 1920’den bu yana geçen 87 yıl boyuncu işçi sınıfının emekçi halkın en yiğit evlatlarını entrikalarla ve hunharca katliamlarla tasfiye etmeye yönelik politikası hiç değişmemiştir.
Yenilgilerin devrimcileri, komünistleri korkutmadığı bilinir ve yine bilinir ki, bir dizi çarpışmaya girmeyen, yenilgi ve zaferleri yaşamayan devrimci bir örgüt ve sınıfın olgunlaşması ve hedefine varması olanaksızdır. Ustalarımız tarihteki kimi yenilgilerin kolay kazanılmış zaferlerden daha iyi olduğunu belirtirler. Sorun yürütülen mevzi çarpışmalarından, yaşanan yenilgi ve zaferlerden gerekli dersleri çıkarıp çıkarmamaktır. Gerekli ideolojik, politik ve örgütsel dersler çıkarıldığı sürece yenilgiler gelecekteki zaferlerin müjdecisi olacaktır

***
Bundan 87 yıl önce kurulan (10 Eylül 1920) Türkiye Komünist Partisi (TKP) coğrafyamızdaki ilk Komünist partisi olması itibarıyla geleneğimizin dün’ünü ifade etmektedir. Dün, basit bir yaşanmışlık, tarih anlatımı ve/veya tarih yorumu değil, yaşanmış deneyimlerin sentezlenmesi ve bunlardan gerekli dersleri çıkararak mücadelenin önünün açılması olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle Komünistler kendilerini, “dün, bugün, yarın” diyalektiği üzerinden tanımlarlar/ konumlandırırlar. Bugün; dünyanın, bölgenin ve devrim iddiasında bulunulan ülkenin içinde bulunduğu ilişki ve çelişkiler; bu çelişkilerin sınıfı, devrimci hareketi nasıl etkilediğini ortaya koyarak buna uygun hareket edilmesidir. Yarın; dünden ve bugünden hareket ederek gelecekte yapmak istenilenin şekillendirilmesi ve kazanılması uğruna mücadele etmektir.
Yaşadığımız coğrafyanın komünistleri olarak dün’ümüzün bir bölümünü -TKP’yi- değerlendirirken amacımız akademik bir değerlendirme/çalışma yapmak değil, coğrafyamızdaki ilk komünist deneyimi değerlendirerek, geleneğimizin önümüzü aydınlatmada bir ışık olmasını sağlamaktır.
Türkiye’de komünizm adına ortaya çıktıklarını belirten hareketlerin büyük bir kısmının TKP değerlendirmeleri/yaklaşımları sorunludur; TKP sürecini bütünsellikten ve nesnellikten kopararak yapmaktadırlar. Bunların bir kısmı tarihlerini TKP ile başlatmalarına karşın, genel geçer, beylik lafların ötesinde bir şey söylememekte; bir kısmı geçen uzun yıllara karşın sanki TKP’de önemli bir değişiklik yaşanmamış gibi toptancı değerlendirmeler -olumlu ya da olumsuz-yapmaktadır. Oysa TKP, ne toptan kabul, ne toptan reddedilebilecek bir harekettir. Resmi anlamda varlığını 60 yıl sürdüren bu hareket, aslında ne ideolojik, ne politik ne de örgütsel bazda sürekliliğini sağlayamamıştır.
TKP, enternasyonalist bir parti olarak kurulmuştur. 87 yıl sonrasında bile dar ulusalcılık eksenini/perspektifini aşamayan devrimci örgütleri düşünürsek, oluşurken kendini uluslararası proletarya mücadelesinin bir parçası olarak şekillendiren ve buna uygun konumlanan bu kavrayışın ileri boyutu anlaşılabilir.
Öte yandan, TKP’nin Komünist partisini kurma ve komünistlerin birliği noktasındaki yaklaşımı yaşadığımız süreçteki birçok örgütlenmeden daha ileriyi temsil etmektedir. Neredeyse her grubun kendini tek Komünist örgüt, hareket, parti olarak nitelediği bir dönemden geriye baktığımızda, 89 yıl öncesinde (1918), çalışmaların yürütüldüğü, yürütüleceği bölgelerden gelecek delegelerle Komünist partisinin kurulacağının belirtilmesi/hedeflenmesi ve adım adım buna doğru yürünmesi önemli bir derstir. Aynı şekilde yıllara sığacak ‘ideolojik mücadele’, ‘birbirini tanıma’ düşüncelerinin ayyuka çıktığı günümüzün tersine program ve tüzük noktasında anlaşarak sürecin ihtiyaçlarını karşılayacak bir partinin kurulması, ideolojik farklılıkların bu yapı içinde ortak hareket etmeyi kaldırmaması koşuluyla hareket etmesi önemlidir.
TKP, Türkiye proletaryasının günümüzle karşılaştırılamayacak düzeydeki zayıflığına karşın proletaryayı temel almış, proletaryayı örgütlemek noktasında tüm güçlerini seferber etmiştir. Bu noktada önemli başarılar da sağlamıştır. Ve rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: günümüzün devrimci hareketleriyle kıyaslanmayacak düzeyde sınıf içinde olmuş, sınıfı örgütlemiştir. Sınıf perspektifi ve ısrarlı sınıf çalışması, dönemin proletaryası içinde azımsanmaması gereken bir güç haline getirmiştir. Sınıf perspektifi, sınıfa yönelme, sınıf içinde parti çalışması (hücre çalışması)... gibi noktalarda alabileceğimiz ciddi dersler bırakmıştır.
Bu olumluluklarına karşın TKP’nin devrim stratejisi, Kemalizm’e bakış açısı, ulusal soruna bakış açısı... sorunludur.
TKP yazınında çok net olarak tanımlanmasa da serbest rekabetçi kapitalizm döneminin devrim stratejisi anlayışını görmek mümkündür. Dönemin konjonktürel etkisiyle de (SB’nin durumu) Kemalist burjuva diktatörlüğüne karşı sağlıklı bir perspektifle tutum almamıştır. Bağımsız politik bir güç olarak Kemalist burjuvaziyle birleşmese de ona verdiği destek iktidar perspektifinde sis perdesinin oluşmasına neden olmuştur. İlk dönemlerindeki bu sis perdesi giderek büyümüş, Komünist Enternasyonalde yaşanan bozulmalarla birlikte iktidar perspektifinin yitirilmesine neden olmuştur.
Öte yanda TKP, Kürt ulusal sorunu konusunda bütünlüklü ve sağlıklı bir perspektif üretememiştir. İsmail Hakkı’nın 3. Enternasyonalin 2. kongresinde dile getirdiği tok yaklaşımına karşın, TKP’nin 1. programında çözümü “federasyon”la sınırlaması; Kürt ulusal gerçeğini doğru bir tarzda dillendirmemesi bir eksiklik olarak görülmelidir. Sınırları netleşmemiş bir ülkenin KP’si olarak bu eksikliği bir noktaya kadar anlamak mümkün olsa da, Lozan sonrasında izlenen politikayı kabul etmek ve/veya mazur görmek mümkün değildir. TKP, 2. programında ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin ortaya koymasına karşın, pratik bir sorun olarak ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları konusunda sosyal şoven konuma düşmüştür.
TKP’nin Kemalizm’e bakış açısı da sorunludur. Bunun bir nedeni Komünist Enternasyonal’in bakış açısı olsa da, kadrolarının şekillendiği gelenekle de bağlantılıdır. Bu bakış açısı sonuçta 15 yönetici ve militanının hayatına mal olmuştur. Daha kuruluşunun beşinci ayında gündeme gelen bu yıkım kapanması güç bir yaraya dönüşmüştür.
Tarihsel bir gerçek olarak ortaya çıkan TKP, kuruluşunun ilk dönemlerindeki tüm eksikliklerine, zaaflarına rağmen döneminin işçi sınıfının birikimini örgütlü tarzda temsil eden en ileri halkayı oluşturmuştur. Politik olarak bu ana noktayı gözden kaçıranlar, bizlere sadece köksüzlüğü/köksüzlüklerini anlatırlar. Ama bilinmelidir ki, tarihi keyfi olarak kendileriyle başlatanların yarını olmayacaktır.

***
Biz bu çalışmamızda TKP’yi her yönüyle irdelediğimiz iddiasında değiliz. Birçok yanın eksik kaldığını biliyoruz: TKP’nin hem kuruluş ve hem de sonraki süreçleriyle ilgili söylenebilecek çok şey var. Bu çalışmayı bir giriş olarak kabul ediyoruz.

TKP ve Devrim
Mustafa Suphiler dönemi TKP’sinin programına, yazınına ve yaptıklarına bakıldığında konumuzla ilgili iki önemli nokta dikkati çeker:
Birinci nokta olarak, bu programın devrim sonrasında yapılacaklarla ilgili kapsamlı, doyurucu olduğunu ve bugünün birçok programına göre daha ileriyi temsil ettiğini söyleyebiliriz. TKP, programında her şeyden önce bir toplumsal devrimi hedefliyor ve kapitalist sistem yerine komünizme kesintisiz şekilde evrilecek siyasi, ekonomik ve toplumsal hedefler koyuyor. TKP’nin siyasal iktidar (şuralara -Sovyetler- dayalı bir yönetim), mülkiyetin tasfiyesi ve toplumsal alanda yapmayı hedeflediklerinin de oldukça ileri olduğunu belirtmeliyiz. Aradan 80 küsur yıl geçmesine karşın bu program, bugün komünizm adına çıkan birçok hareketin programından ileridedir.
Esas üzerinde duracağımız ikinci nokta ise, Mustafa Suphiler dönemi TKP’sinin programının yukarıdaki amaçları gerçekleştirmek için siyasi iktidarı nasıl alacağını, hangi yol ve yöntemleri kullanacağını (strateji ve taktik) ya somut olarak ortaya koyamaması ya da çok silik olarak belirtmesidir. Şüphesiz satır aralarında geçen yaklaşımlar vardır ancak bu yaklaşımlar emperyalist dönemin ilişkileriyle uyum içinde değildir. Satır aralarında geçen “Bugün yoksul sınıflar Türkiye’de galip ve yağmacı Antant devletlerine karşı devam eden ulusal başkaldırı hareketine, “düşmanın düşmanı” ile savaşarak katılmaktadır” anlayışı, bizleri serbest rekabetçi dönem koşullarında savunulan devrim anlayışına götürmektedir.
TKP’nin bu yaklaşımı kaynağını serbest rekabetçi döneminde önerilen devrim anlayışından almaktadır. Bilindiği gibi feodalizmin henüz tasfiye edilmediği, özellikle üstyapıda eski toplum kurumlarının egemenliğini sürdürdüğü koşullarda, Komünist Manifesto’nun vurguladığı gibi “proleterler kendi düşmanlarına karşı değil, düşmanlarının düşmanlarına karşı savaşı yürüteceklerdir” (Marks, Engels, Komünist Manifesto, s.57, Sol yayınları 2002)
Proletaryanın kendi gerçek düşmanıyla doğrudan çatışmasının “en özgür” koşulları ancak böylelikle oluşturabilecektir. Bu nedenle, kendi siyasal gelişimi için kesin bir ihtiyaç olmasından dolayı proletarya “genel oy hakkının, demokrasinin kazanılmasını en başta gelen ve en önemli” görevlerinden biri ilan eder.
Ancak Manifesto diğer yanda, işçi sınıfı için salt siyasal devrimlerin yeterli olmayacağını da ortaya koyan 1848 koşullarının Sosyalist Devrime “ortam hazırladığını”, proletaryanın egemen sınıf durumuna gelebileceğini örneğin, Almanya’da burjuva devrimi “onu hemen izleyecek bir proleter devrimin başlangıcı olacağını” da (Marks, Engels, Komünist Manifesto, s.157, Sol yayınları 2002) öne sürer.
“Devrim, birçok Avrupa ülkesinde öncelikle ortaçağ gericiliğinin kalıntılarıyla monarşiyle, aristokrasiyle ve ayrıcalıklarla hesaplaşmak zorundaydı. Ve bu hesaplaşmanın en keskin “avam tarzda” olması proletaryanın lehinedir. Bu çerçevede somut siyasal görev gelişecek demokrasiye (burjuva sınırların aşılmasında) “kendi” damgasını vurmak siyasal demokrasiyi en ileri önlemleri, gerçekleştirmek için zorlamak burjuvazinin feodal gericilik karşısındaki tutarsızlığını teşhir etmek giderek kendi öz devrimine hazırlamaktır. Nitekim 1848’in peşinden ve özellikle 1871 deneyimiyle beraber somut tarihsel gelişmeler yeni bir değerlendirilmeyi zorunlu kılar. “1848’in savaşım tarzı...her bakımdan eskimiş, zamanı geçmiştir”, “kıta üzerindeki iktisadi gelişme (henüz)... kapitalist üretimin kaldırılması için yeterince olgunlaşmamıştır” belirlemeleriyle Engels 1895’te “tarihin kendilerini haksız çıkardığını” ve o zaman ki görüşlerinin bir yanılsama olduğunu, sonuçta toplumsal devrimler çağının henüz başlamadığını teslim eder. (Daha geniş bilgi için F. Engels’in, Fransa’da sınıf savaşımları, Önsöz 1895’e bakılabilir)
Bu dönemde tarih proletaryanın önüne “toplumsal devrimin yavaş bir hazırlığını” yavaş örgütlenme ve eğitim çalışmasını koymuştur. Gerçekleşen devrimci atılımlarda, bunlar önemli deneyim ve olanaklar sağlasa da, “devrimin meyvelerini toplayan son tahlilde kapitalist sınıftır.”
Ancak doğrudan kendi iktidarını hedeflememek, iktidar perspektifinden tamamen yoksunluk, en uygun (!) zamana kadar inzivaya çekilmek, derviş sabrıyla beklemek değildir. Komünistler, demokratik hareketin içinde diğer güçlerle aynı konum ve sınırlarda yer almazlar. Bu hareketin geleceğini de temsil ettiğinin bilinciyle proletarya, demokratik istemlerini geçmişe göre değil, geleceğe göre tasarlar. Bu talep ve istemlerin en tutarlı ve en geniş biçimde gerçekleşmesi için savaşım verir. Diğer yandan nesnel-öznel ilişkisi mekanik değildir. Sınıfın politik eylemi ile çatışmanın maddi yaşam koşulları arasındaki ilişkiyi iki yanın göreli özerkliklerinin diyalektiği içinde almak gerekir. Pratik eylem kendini her zaman teorinin sınırlarına hapsetmez. Toplumsal krizin derinleşmesiyle atağa kalkan proletarya, devrimci eylemin dinamizmi ve sosyalist hedeflerin coşkusuyla olanaklılığın sınırlarını zorlar. Geleceğin kuşkusu ve inancı verili durumu sarsar. Böylece “iki devrimin unsurlarının iç içe geçtiği”, keskin çatışmalar ve iniş-çıkışlarla dolu geçici dönemler yaşanır. Tarihsel koşullar henüz yetersiz olmakla beraber proletarya pratik olarak demokrasiyi kendine göre “yorumlamaya” ve bunu hasımlarına zorla kabullendirmeye çalışır. Komün bir yana, 19.yy demokratik devrimlerinin çoğunun gerçek yürütücüsü, “barikatlardaki savaşın organizatörü” proletarya olmuştur.
TKP’nin yaklaşımı yukarıda kısaca açıkladığımız anlayışa denk düşüyor. Bu kanımızı güçlendiren birkaç örnek vermek istiyoruz:
TKP’nin 1. kongresinde söylenen şudur: “Anadolu’da devam eden milli inkılâp hareketinin umum dünya emperyalizmine karşı mücadelesiyle bütün dünya proleter hareketine yardım ettiğine kaniiyiz. Bu milli hareketin memleket dahilinde inkişaf bulması (gelişmesi) ve derinleşmesiyle, sınıf şuurunun (bilincinin) meydana gelmesine hizmet ettiği ve böylece yarın ki içtimai inkılaba (sosyal devrim) müsait bir muhit (ortam, zemin) hazırladığı muhakkaktır.” (vurgular bizim) (Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925, s, 280 BDS yayınları)
Mustafa Suphi de şöyle demektedir: “Memlekette mazlum ve işçi, fakir ve işsizler çoğunluk teşkil etseler de, sanayiin ilkel halde olması nedeniyle, amelenin proleter teşkilatına malik ve toplanmış olmamaları icabetmektedir. Ve yine bu itibarladır ki, Komünist Fırkası, hâlihazırda inkılâbı yapacak ve idareyi ele alacak büyük bir hükümet fırkası şekil ve mahiyetinde ortaya atılmaz... Demek ki içtimai inkılâp karşısında Türkiye Komünist Fırkasına düşen vazifeyi, yağmacı emperyalizmin bütün baskılarına rağmen ayaklanıp varlıklarını ispat eden Anadolu ayaklanmacılarına ve ayaklanmacıları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükümetine samimiyetle yardımcı olmak ve Anadolu’daki bu hareketi şarkın diğer mazlum ve medeni millet ve hükümetlerine bir örnek olarak göstermekle özetleyebiliriz.” (vurgular bizim) (Mustafa Suphi, Yaşamı, yazıları, yoldaşları, s.95, Sosyalist yayınlar 1992
12 Temmuz 1921’de Komünist Enternasyonal’in 3. Dünya kongresinin 20. oturumunda TKP delegesi Süleyman Nuri yaptığı konuşmada şunları belirtir: “...Ama Anadolu köylü ve işçileri, milli bağımsızlık hareketi devam ettiği sürece hem kendilerinin, hem de biz komünistlerin bu hareketi desteklemek zorunda olduğunun bilincindedirler. Çünkü ittifak devletleri ve emperyalistlerin imha edilmesi, her türlü köleliği ortadan kaldıracak olan dünya devriminin temeli ve başlangıcıdır. İşte bu yüzden Anadolu işçi ve köylüleri, ittifak devletlerine yöneldiği sürece bu mücadeleyi destekleyeceklerdir. (vurgular bizim) Ama eğer Kemal paşa bu bağımsızlık mücadelesini yarıda kesmeye ve uzlaşmaya cüret edecek olursa işte o zaman Anadolu işçi ve köylüleri yekvücut ayaklanarak Kemal’i devirecek ve onun cesedini çiğneyerek tüm Doğu ile birlikte bağımsızlıkları için mücadele edecekleri cephenin saflarına geçeceklerdir.” (Türkiye Komünist ve işçi Hareketleri s, 60)
TKP MK’sının Mart 1922’de Yeni Hayat’ta yayımladığı bildiride de “...Türk burjuvazisinin emperyalizme karşı savaşı, somut olarak devrimci bir savaştır. Bu savaş proletaryanın ve Türkiye emekçi kitlelerinin menfaatlerine uygun düşer. Biz hâlihazırdaki BMM hükümetiyle dostluğu devam ettirdikçe, iç politikada işçilerin hayati meselelerinde ve köylülerin toprak davasında, vergi işlerinde ıslahat yapmak niyetinde oldukça desteklemeye hazırız. (vurgular bizim) Çünkü bunlar emekçi halkın menfaatinedir.” denilmektedir. (Dimitir Şişmanov, Türkiye İşçi ve sosyalist Hareketi, s, 112-113)
Kasım 1922’de Komünist Enternasyonal’in 4. kongresine TKP adına delege olarak katılan Sadrettin Celal şöyle diyor: “... TKP daha kurulduğu anda iki düşmanla karşı karşıyaydı: emperyalizm ve milliyetçi burjuvazi. Parti, en büyük düşman olan emperyalizme karşı mücadelenin daha önemli olduğuna inandığından, hükümeti emperyalizme karşı mücadele ettiği sürece desteklemeye karar verdi. Öte yandan da, işçi ve köylüler için demokratik reformlar talep etmeye ve onları örgütlemeye devam etti.” (Türkiye Komünist ve işçi Hareketleri s, 68)
Yine Sadrettin Celal 2 Aralık 1922’de yaptığı konuşmada : “...Komünist Partinin ve bu partinin her bir üyesinin bugüne kadar izlemiş olduğu siyasete gelince, bu siyaset daima demokratik reformlar yapılmasını talep etmek, işçilerin, köylülerin ve proleter aydınların durumlarının düzeltilmesi için çalışmak olmuştur. Bundan da anlaşılacağı gibi Partinin ve Türkiyeli komünistlerin faaliyeti hiçbir zaman hükümetin varlığını tehdit etmemiştir. (vurgular bizim) Hele bu hükümet, kendini daima demokratik reformların savunucusu olarak gösterdikçe...” (Türkiye Komünist ve işçi Hareketleri s, 89)
“...Komünist Enternasyonal’in 4. kongresi, (...) emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadeleyi sürdürecek ve Türkiye emekçi kitlelerinin yararına DEMOKRATİK REFORMLAR (vurgular bizim) gerçekleştirecek olan her hükümeti ya da siyasi partiyi desteklemeye hazır olduğunu bildirmeyi görev sayar...” (K.E belgelerinde Türkiye dizisi -4 Türkiye Komünist ve işçi Hareketleri s, 76-77)
30 Haziran 1924’te Komünist Enternasyonalin 5. dünya kongresinde TKP delegesi Faruk yaptığı konuşmada: “...1. gerçi milliyetçi devrim henüz sınırlarına gelip dayanmamıştır, ama bu sınırlar ufukta belirmeye başlamıştır ve en radikal burjuvazi bile bu sınırları aşamaz. Bunu ancak proletarya yapabilir. Proletarya milletin emperyalist boyunduruktan kurtuluşunu sonuna kadar götürmek için devrimini tamamlamak için mücadele etmeli ve feodalitenin ve Ortaçağ kurumlarının tüm kalıntılarını nihai olarak ortadan kaldırmalıdır. Proletarya bunu milliyetçilik açısından değil, salt proleter açıdan yapmak zorundadır.” (Türkiye Komünist ve işçi Hareketleri s, 124-125)
Görüldüğü gibi TKP, Mustafa Kemal’i desteklerken, burjuva demokratik devrimin sonuçlarına varmasını istemektedir. Bu aşamada da bir takım demokratik hak ve özgürlükler kazanılmasını önermektedir. (*-20. sayfada)
Yani bu yaklaşım, doğrudan siyasal iktidarın alınmasını değil, burjuva hükümet demokratik işlevlerini yerine getirdiği ölçüde desteklemek, böylece burjuva demokratik devrimi sınırlarına kadar götürdükten sonra, siyasal iktidarı almak tarzında ifade edilebilir. Mustafa Kemal hareketinin bu düzeyde ve ısrarlı desteklenmesinin arka planında bu etken -belirttiğimiz diğer etkenlerle birlikte- bulunuyor.
Kapitalizmin serbest rekabetçi dönemi, devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmadığı bir tarihsel evreyi anlatır. Böylesi tarihsel koşullarda proletarya, çoğu zaman doğrudan düşmanıyla değil, düşmanıyla daha özgür koşullarda dövüşmek için düşmanının düşmanıyla çarpışır. Devrimin nesnel koşullarının olgunlaşmadığı koşullarda proletaryanın düşmanını, düşmanıyla savaşında desteklemesinin aykırı bir yanı bulunmuyor.
Oysa emperyalizm dönemiyle birlikte savaşım koşulları açısından tüm sınıfların karşılıklı konum -olanak- hedefleri açısından yeni bir döneme girilir. Artık iradi çıkışların nesnel engellere “takıldığı” evre geride kalmıştır. İktisadi ve toplumsal evrim, toplumsal devrimler ve sosyalizm için koşulları “genel olarak” hazırlamıştır. Demokrasi hedefinde daima tutarsız ve “her zaman” gericilikle uzlaşma çabası içinde olan burjuvazi (özellikle egemen büyük burjuvazi) artık gericiliğin odağı haline gelmiş, “her alanda gericilik eğilimi” egemen olmuştur. Bu koşullarda çağımız demokratik devrimlerinin niteliği, proletaryanın giderek keskinleşen belirleyiciliği ve toplumsal içeriği süreç içinde hâkimiyeti yönünde şekillenmektedir. 1848’de burjuva devrimine “toplumsal bir karakter aşılayan”, sosyal cumhuriyeti Fransa’da ilan eden proletarya olanaklılığın sınırlarını zorluyor, nesnelliğe yenik düşüyordu. Emperyalizm döneminde, bu toplumsallık, sadece coşkunun ve tasarımın değil, bilimin de gereğidir. 1848’de tohum halinde olan, emperyalizm döneminde egemen olandır. Proletarya artık, demokrasiyi daha tutarlı ve geniş olmaya zorlamayla yetinmeyecek, bunu kendi perspektifinde biçimlendirecektir. Çağın genel özellikleri, toplumsal ilerleme gelişen sosyalizmin deneyimi politik güç ve proletaryanın etkinliğindeki nicel ve nitel değişim bu biçimlendirmenin temelidir.
“Şimdi artık yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz; siyasal alt üst olmalar ve devrimler dönemi başlamıştır.” (Lenin, İki Taktik, s.24) der Lenin. Demokratik devrimlerde proletaryanın önündeki görev, proletarya ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüdür. Bu devrimle beraber kesintisiz sosyalizme geçiştir.
1905 koşullarında burjuva sınırların dışına çıkılmasa da “bu sınırları fazlasıyla genişletmek” mümkündür. Burjuva devrimine “proleter” ya da “proleter-köylü damgası” vurulmalıdır. Savaşımın sınırları ve içeriği yalnızca Burjuva demokratik devrimin amaçlarına göre değil, SD’in amaçlarını da kapsayacak biçimde genişletilmelidir. Proletarya dönemin Rusya’sında “burjuva demokratik devrimin öncüsü ve yöneticisi olabilir ve olmalıdır” (Lenin’den aktaran Bolşevik Partisi Tarihi s.85)
Bu anlayış temel bir özelliğe sahiptir ve bunun gerisine düşmemek gerekir. Mustafa Suphi dönemi TKP’si ise kendini, burjuva demokratik devriminin öncüsü olabileceğini göremedi. Bunu burjuvaziden bekledi ve burjuvaziyi de demokratik görevleri yerine getirmesi noktasında zorladı. Bunları yerine getirdiği sürece burjuva hükümetini desteklemeyi uygun gördü. Burjuvazi demokratik istemleri yerine getirdiği oranda TKP, düşmanıyla daha demokratik/özgür ortamda mücadele verebileceğini ve sosyalizme geçeceğini umut etti/bunun için mücadele verdi. Mustafa Suphilerin Kemalist burjuvazi tarafından katledilmesinden sonra da bu anlayış devam etmiş, giderek sınıf işbirlikçisi bir çizgi haline dönüşmüştür.
Bu çizgi Komintern’in 5. kongresinin 25. oturumunda (30 Haziran 1924) Ukrayna delegesi D. Z. Manuilski tarafından ağır şekilde eleştirilmiştir. Manuilski şöyle diyordu: “gerçekte proletarya ile burjuvazinin sınıfsal işbirliği yapmalarını savunan Aydınlıkçı yoldaşlarımızın (vurgular bizim) yanlışları yeni değildir”, “Eski Avusturya imparatorluğunu Ukraynalı sosyal demokratlarının ve Avrupa’nın Polonyalı sosyalistlerinin tutumunu hatırlayan herkes, Türk yoldaşlarımızın yanlışının köklerinin 2. Enternasyonalin bütün sosyal patriyotik (yurtsever) ideolojisinde olduğunu anlayacaktır.” (vurgular bizim) (Türkiye’de Sol Akımlar, BDS yayınları 2. baskı s,559)
Manuilski’nin Türkiye’ye ilişkin sözleri şöyle devam ediyor: “(...)Bununla birlikte, durumun apaçıklığına karşın, Türk yoldaşlarımız ciddi taktik hatalar işlemişlerdir. Örneğin TKP’nin yayın organı Aydınlık’ta, Komünist Partisini, yabancı kapitalizme karşı ulusal kapitalizmin gelişmesini desteklemeye çağıran bazı makaleler çıktı. Bu noktada Türk yoldaşlarımız arasında bir zamanlar Rusya’da Struve’nin savunduğu (işçi sınıfı Rusya’da kapitalizmin gelişmesini desteklemeli, diyen) ‘yasal Marksizm’ görüşünde açık anlatımını bulan bir eğilim görüyoruz. Onun gibi, Türk yoldaşlarımızdan bazıları da, önceleri ülkelerindeki üretici güçlerin gelişmesinin çıkarlarını, kapitalizmin gelişmesinin çıkarlarıyla karıştırmak yönsemesinde göründüler.” (vurgular bizim)belirtti. (Türkiye’de Sol Akımlar, BDS yayınları 2. baskı s, 559)
Bu eleştirileri Komintern’in 5. kongresinde 1 Temmuz 1924 tarihinde TKP adına Türkiye delegesi olarak katılan Faruk (Faruk’un Şefik Hüsnü olduğu belirtiliyor) yanıtladı. “Yoldaş Manuilski’nin TKP ile ilgili düşünceleri doğru değildir. Böyle bir işbirliği eğilimi olmamıştır” diyerek eleştirilerin doğru olmadığını belirttikten sonra “parti yalnızca, devrimini bitirmiş burjuvazinin verdiği savaşın ancak ikinci aşamasında, burjuvaziye karşı izlenmesi gereken yol konusunda bir an için duraksamıştı.” (Türkiye’de Sol Akımlar, BDS yayınları 2. baskı s, 561)
Yani Faruk, eleştiriyi önce reddetti, sonra kabul etti ve konuşmasının bundan sonraki paragrafında şunları söyleyerek açıklamasını yaptı: “yoldaşlar izninizle, bu eğilimin ortaya çıkışını ve ortadan kalkmasını (vurgular bizim) kısaca açıklamak istiyorum. Emperyalizme ve gericiliğe savaş (saltanatın ve halifeliğin, feodal ayrıcalıkların ve bütün ortaçağ kurumlarının ortadan kaldırılması) anlaşmaların imzalanması veya saltanatın ilgası ve hilafetin kaldırıldığının ilan edilmesiyle sona ermedi.” (Türkiye’de Sol Akımlar, BDS yayınları 2. baskı s, 561)
TKP, Manuilski’nin bu eleştirisinin/suçlamalarının altından hiçbir zaman kalkamadı… Böylece Mustafa Suphi döneminde yapılan çeşitli eksikler ve hatalar sonraki yıllarda bir çizgi haline getirildi. Dersim ayaklanmasında takınılan tutum, TKP’nin yeni çizgisinin vardığı son noktayı gösteriyor.
Ancak burada şunun altını çizmemiz gerekiyor. TKP’nin bu noktaya gelmesinin bir ayağı kendisi ise, bir diğer ayağı Komünist Enternasyonalin yaşadığı bozulma oluşturuyor. Komünist Enternasyonalin 2. kongresinde “...biz komünistler olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş hareketlerini ancak gerçekten devrimci bir ruhla eğitip örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz ve destekleyeceğiz...” anlayışına rağmen, 5. kongresinde bu ilke “Türk hükümeti, bir yandan Türkiye proletaryasının, emekçi sınıfların partisi olan Türkiye Komünist Partisini (TKP) kovuşturuyor. Ne var ki bugünkü iktidara karşı izlenecek taktiği onun sırf bu özelliğine bakarak, yani komünistleri kovuşturmasına dayanarak belirlemek ağır hata olurdu” denilerek sulandırılmıştır. Komünist Enternasyonal adına Manuilski’nin TKP’ye 1924’de yaptığı eleştiriler bir yıl sonrasında alınan bu kararla deyim yerindeyse boşa çıkarılmıştır.
TKP’nin bu eğilimini güçlendiren bir başka etken de Komünist Enternasyonal’in 1928 programında teorik bir ilke haline getirdiği “Burjuva demokratik devrimden sosyalizme geçiş” anlayışıdır. Bu yaklaşım, Komünist Enternasyonalin 1928 programının sorunlu temel noktası ve aynı zamanda “Aşil topuğu”ydu.
1928 programında “Ekonomik gelişmelere bağlı devrim tipleri” olarak kabul edilen kararların 2. ve 3. maddelerinde sergilenen yaklaşım, -TKP’nin ilk kuruluşundan itibaren bunu savunmuştur- serbest rekabetçi dönemde savunulan devrim anlayışıyla örtüşmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkileri tarafından engellenmeye başladığı emperyalizm döneminde proletaryanın öncelikli görevi düşmanının düşmanıyla değil, bizzat düşmanıyla olmalıdır. Proletaryanın düşmanının düşmanına karşı mücadelesi, düşmanına karşı mücadelesini başarıya ulaştırdığı oranda mümkündür.
Bu anlamıyla ülkenin ekonomik gelişme düzeyinden bağımsız olarak proletaryanın siyasal iktidarı almasının ve kesintisiz şekilde komünizme doğru evrilecek bir süreci başlatabilmesinin nesnel zemini oluşmuştur. Bunun dışındaki her yaklaşım Kesintisiz devrim anlayışının inkârı anlamına gelir. Sonraki yıllarda SBKP’yi merkez gören klasik komünist partilerin oluşmasının arka planında bu gerçek yatmaktadır. Yani bu sorun sadece coğrafyamızda değil, Ortadoğu, Latin Amerika ve dünyanın diğer bölgelerinde SBKP merkezli tüm KP’lerde yaşanmıştır. TKP’deki farklılık bunun erken dönemde yaşanmış olması ve Mustafa Suphi’lerin ölümünün ardından bir çizgi haline gelmesidir.

TKP ve Kemalizm
TKP ve Kemalizm ilişkilerinin açığa çıkartılıp doğru bir temelde netleştirilmesi, komünistler açısından büyük bir önem taşımaktadır. Zira Kemalizm, Türkiye’de bugüne kadar komünizm adına çıkan hareketlerin tamamına yakınını doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemiştir. Bu etkileşim ya Kemalizm’in komünist hareketin ittifak gücü olarak görülmesi ya da ulusal soruna bakışta kendini göstermiştir.
Kemalizm’in ve genel anlamda burjuva ulusal kurtuluş hareketlerin Komünistlerin ittifak gücü olup olmayacağı sorunu, gerek TKP’nin ilk çıkışı ve gerekse sonraki süreçleri ile gerekse de Komünist Enternasyonal’de yoğun olarak tartışılan sorunların başında yer almıştır.
Komünist Enternasyonal’e üye bir parti olarak doğan TKP, Komünist Enternasyonal’in ve SB’nin Kemalist burjuvaziye olan ihtiyacını görmekteydi. Dünya devrimin gerilediği bir koşulda Kemalist burjuvazinin iktidara gelmesi ve ayakta kalması, kazanılmış bir devrimin (Sovyet devrimi) ayakta tutulabilmesi açısından büyük bir önem taşıyor ve emperyalist ablukanın çevrelediği SB’nin güney sınırlarının önemli bir bölümünün kısmen güvence altına alınması anlamına geliyordu. TKP bu durumun farkındaydı ve Enternasyonal bir parti olarak buna uygun davranıyordu. Bu nedenle gerek ilk oluşum sürecinde ve gerekse de 15’lerin katledilmesinden sonra TKP delegeleri sık sık bunu tekrarlıyorlardı:
Şüphesiz ki, Komünist Enternasyonal de, Kemalist hareketin desteklenmesini istiyordu. Öncelikle ilkesel açıdan demokratik burjuva hareketlerin ulusal devrimci konumda olmaları halinde desteklenmelerini istiyordu. Yani şartlı bir destek. İkinci olarak güncel politika açısından da Kemalist hareketin desteklenmesini istiyordu. (SB’nin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle. )
Komünist Enternasyonal’in 2. kongresi demokratik burjuva hareketleri karşısındaki ilkesel tutumunu TKP kongresinin hemen öncesinde netleştirmişti. Komünist Enternasyonal’in 2. kongresinde Lenin’in bir konuşması ve Hintli komünist Roy’un tezleri tartışılmıştı. Lenin, “... Geri kalmış ülkelerde demokratik burjuva hareketi sorununun önemine özellikle parmak basmak isterim. Aramızda bazı görüş ayrılıkları doğuran sorundur bu. Komünist Enternasyonalin ve komünist partilerinin geri kalmış ülkelerde demokratik burjuva hareketi desteklemeleri gerektiğini söylemenin ilke olarak ve teoride doğru olup olmadığını tartıştık. Tartışmanın sonunda oy birliği ile ‘burjuva demokratik’ hareket yerine ulusal devrimci hareketten söz etme kararına vardık. Hiç şüphe yok ki her ulusal hareket ancak bir demokratik burjuva hareketi olabilir. Çünkü geri kalmış ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu burjuva kapitalist ilişkileri temsil eden köylülerdir. Bu geri kalmış ülkelerde proletarya partilerinin kurulmaları gerçekten mümkün olsa bile köylü hareketiyle kesin ilişkiler kurulmadan ve köylü hareketini etkin bir biçimde desteklemeden komünist taktikleri ve komünist politika izleyebileceklerini sanmak düşe kapılmaktır. Biz komünistler olarak sömürgelerde burjuva kurtuluş hareketlerini ancak gerçekten devrimci bir ruhla eğitip örgütlenmemize engel olmadıkları takdirde desteklemeliyiz, destekleyeceğiz” demektedir. (Lenin’in KE’in 2. kongresinde Ulusal Sorunu ve sömürgeler üzerine konuşması, Lenin Döneminde KE, cilt 1, s, 206)
Bir başka yerde de; “Komünist Enternasyonal, sömürgelerle geri ülkelerdeki ulusal burjuva demokratik hareketleri bir koşulla desteklemelidir. O koşul şudur: bu ülkelerdeki komünistliği yalnızca sözde kalmayacak olan gelecekteki proleter partilerin öğeleri birlikte ortaya çıkarılacak ve kendi özel amaçlarını, yani kendi ulusları içindeki burjuva demokratik hareketlerle savaşım amaçlarını anlayacak biçimde yetiştirilmiş olacaktır. Komünist Enternasyonal, sömürge ve geri ülkelerdeki burjuva demokrasisi ile geçici bir ittifaka girmeli, ancak onlarla kaynaşmamalı, henüz ilk adımlarını atıyor olsa bile proleter hareketin bağımsızlığını kesinlikle yeğ tutmalıdır.” (Lenin, Ulusal Sorun ve ulusal Kurtuluş Hareketleri, s, 392)
Aynı şekilde Roy’un tezlerinde “11. Geri kalmış ataerkil köylü nitelikteki uluslara ilişkin olarak şunlar göz önünde bulundurmalıdır:
a- Bütün komünist partileri bu tür ülkelerdeki devrimci kurtuluş hareketlerini fiilen desteklemelidir; desteğin biçimini söz konusu ülkelerdeki komünistlerle tartışılmalıdır; ve eylemle yükümlülüğü ilk elde bu ülkenin bağlı olduğu metropol ülkenin işçilerine düşer.” destek (Lenin Döneminde Komünist Enternasyonal, cilt 1, s, 211-212)
Tamamlayıcı tezlerde de:
“...Yabancı egemenlik iktisadi güçlerin özgürce gelişmesini köstekler. Bu nedenle bu egemenliğin yıkılması, sömürgelerdeki devrimin ilk adımıdır; bu nedenle sömürgelerde yabancı egemenliğin yıkılması için yürütülen mücadeleye verilen destek, yerli burjuvazinin milliyetçi hareketine sunulan bir destek değil, kendisi de ezilen proletaryanın önündeki yolun açılması demektir.” (Lenin Döneminde KE, cilt 1, s, 214-215)
Burada altı çizilmesi gereken temel nokta, Komünist Enternasyonalin ilkesel yaklaşımlarda belirlediği çerçevenin, ulusal devrimci hareketlerin komünistlere karşı tutumu üzerinden tanımlanmasıdır. Bu, gerisine düşülmemesi gereken ana halkadır.
Kemalizm’in komünist harekete yaklaşımı baştan itibaren bütüncül ve düşmancadır. Ekim devriminin Türkiye’deki emekçiler ve aydınlar üzerindeki etkisinin yarattığı korku, sınıf bilinçli burjuvazinin temkinli ve kurnazca davranmasını gündeme getirmiştir. Bir yandan rakip sınıfın temsilcilerini (komünistleri) baskı ve yok etme hareketleriyle sindirmeye çalışırken öte yanda oluşan sempatiyi sistem içine çekmek noktasında sahte bir komünist partisi oluşturmuştur. Zaman zaman SB’den yardım alabilmek noktasında komünist hareketi bir araç olarak düşündüyse de esas olarak kovuşturmak ve yok etmek üzerinde kurulu politikası hiç değişmemiştir. Kuruluş öncesi TKP belgeleri, 15’lerin katledilmesi ve sonraki yıllarda yapılan açıklamalar bunun açık göstergesidir.
TKP, 1920 Temmuz’unda yayımladığı beyannamesinde buna dikkat çekerek şöyle der “Fakat burjuva elinde bulunan bu hükümet de iğfal siyasetini elden bırakmadı. Burjuvaların tahtı tesirinde milliyetperverlikten uzaklaşmadığı gibi Rusya’daki cereyanı alkışlamaktan fariğ olamadı. Milliyetperverlikten ayrılmadığını, aylardan beri idareyi muhafaza etmekle ve bilhassa komünizm cereyanlarına fiili müdahalelerle ispat ettiği gibi iğfal siyasetini de elden bırakmadığı da Rusya Sovyet hükümetine ve hatta 3. beynelmilel kongreye maskeli milliyetperver siyasetçileri murahhas olarak göndermekle ispat etti...) (Türkiye’de Sol Akımlar s, 255) denilmektedir. Bu bildirinin yayımlanmasından 6 ay sonra TKP merkez komitesinden başta Genel başkan ve genel sekreter olmak üzere 15 üyesi katledilir.
Ancak baskı politikası bu süreçle de sınırlı kalmaz: TKP delegesi Sadrettin Celal’in 19 Kasım 1922 yılında KE’in 4. kongresinde söyledikleri konuya daha da açıklık getiriyor. Sadrettin Celal şöyle diyor: “Yoldaşlar, Ankara’daki komünistlerin kitle halinde tutuklandıklarını ve İstanbul’daki Türkiye İşçi Birliğinin dağıtıldığını gazetelerden okumuşsunuzdur. (...) TKP, kurulmasına işçi ve köylülerin ön ayak oldukları burjuva milliyetçi hükümetin emekçi kitlelerin hayati çıkarlarına karşı bir tutum takındığı bir zamanda kurulmuştu. Onun için TKP kurulduğu zaman, kendisini iki düşmanla karşı karşıya buldu: emperyalizm ve burjuva milliyetçiliği. Parti en büyük düşman olan emperyalizmle olan mücadeleyi dünya ölçüsünde önemli sayarak, emperyalizme karşı savaştığı sürece hükümeti desteklemeye karar verdi; bir yandan işçi ve köylüler için demokratik reformların yapılmasını istedi ve onları örgütlemeye çalıştı. Bu kararlar, ikinci kongrenin ulusal ve sömürge sorunları hakkında kabul ettiği tezlere uygundu. Parti kuruluşundan bugüne dek bu politikayı değiştirmemiştir. Bunun kanıtı olarak partinin orduyla, işçi ve köylülere seslendiği ve onları kesin zafer için mücadele çağırdığı bildiriyi gösterebilirim.(...) (Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s 508)
“Gördüğünüz gibi, Ankara hükümeti kendini kapitalizmin proletaryaya ve komünistlere karşı genel saldırısının dışında tutmamıştır.(...) Mustafa Kemal hükümeti toplu tutuklamalar yaparken hapsedilen yoldaşlarımızı Sovyet Rusya hesabına casusluk etmekle ve dolayısıyla vatana ihanetle suçlamıştır... 200’den fazla yoldaş tutuklanmış bulunmaktadır; İstanbul’da bile Türk İşçiler Birliği kapatılmıştır ve komünistler kovuşturulmaktadır...” (Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s, 510)
Aynı konuşmanın sonu şöyle bitiyor: “Yoldaşlar şimdi söylediklerimden görebileceğiniz üzere TKP ve İstanbul Parti örgütü, Komünist Enternasyonal’in talimatlarına uymuşlar ve ulusal kurtuluş hareketini her zaman desteklemişlerdir. Genel durumu göz önünde tutarak, çabalarının çoğunu proletaryanın örgütlenmesine ve eğitilmesine harcamışlar, genel işçi kitleleri yararına demokratik reformlar yapılmasını istemişlerdir. Fakat burjuva milliyetçi hükümet sürekli olarak partiye baskı yapmıştır; bugün de hükümetin devrimci komünist hareketini silip süpürme kararlılığına tanık oluyoruz.” (Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s, 510)
Görülebileceği gibi Kemalist burjuvazinin komünist harekete yaklaşımı temelde hiç değişmemiştir.
Oysa TKP’nin Kemalist harekete yaklaşımı aynı şekilde sınıf bilinçli tarzda olmamıştır.
TKP’nin Kemalizm’e bakış açısı, -sadece- Komünist Enternasyonal’e bağlanmayacak kadar iyimserdir. Bu iyimserliği üyelerinin konuşmaları ve ülkeye dönüş kararında görebiliriz.
Örneğin, Komünist Enternasyonalin 2. kongresine TKP adına katılan delegelerden İsmail Hakkı’nın yaptığı bir konuşma dikkat çekici. İsmail Hakkı konuşmasında “şimdi demokratik partilerin önderlik ettiği Anadolu hükümeti, Türkiye’nin Antanta tarafından uğratıldığı hayâsız sömürüye en iyi cevaptır. Bütün Antanta düşmanı güçleri çevresinde toplayan ve emperyalizme karşı öteden beri nefret duygularıyla dolup taşan Anadolu’daki devrimci hükümet, şimdi Avrupa emperyalizmine karşı bir savaşıma girişmeye hazırlanmaktadır” (Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s, 208) bu konuşma iyimserliğin ifadesi bir konuşmadır.
Aynı şekilde TKP merkezinin toplu ve açık tarzda ülkeye gelişi de, aynı iyimserliğin ifadesidir. TKP, gönderdiği temsilcinin (Süleyman Sami) Mustafa Kemal’le görüşmesinden sonra ülkeye dönüş kararı alınmıştır. Yapılan görüşmede Mustafa Kemal, Komünistleri, oluşturulan (“BMM.’inde sol koltukları işgal ve Türkiye işçi ve çiftçilerinin haklarını müdafaa için”( Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s, 354) görmek istediğini, ama faaliyetlerinin de yasal mevzuata uygun hale getirmelerini istemiştir/uyarmıştır.
Görüşmede TKP temsilcisi Süleyman Sami, M. Kemal’e, programlarında değiştirilmesini istediği yerlerin olup olmadığını sormuştur. Bunun yanı sıra Mustafa Suphi’nin 1921’in ilk günlerinde Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta “...her hususta memleket kanunlarının varageldiği müsaadeler dahilinde görev yapmada birlik olarak hareket e(tmekten)derek ...” bahsetmektedir. Eldeki bu veriler TKP’nin işçi ve köylülerin haklarını savunmak ve yasal çerçevede faaliyette bulunmak doğrultusunda ülkeye dönüş kararı aldığını göstermektedir.(**) Bununla bağlantılı olarak dönüş de baştan itibaren Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal’e bildirilmiştir.
Böylesi bir dönüş kararına en başta Merkez Komitesi’nden itiraz gelir. İtiraz edenler esas olarak toptan ve açık değil, küçük gruplar halinde ikişer üçer ve gizlice dönülmesi gerektiği üzerinde durmuşlardır. İtiraz edenlerden Süleyman Nuri daha sonraları bununla ilgili olarak “kâfi derecede muannidane teşebbüste bulunmadığı”(yeterli derecede diretmediği) için kendini eleştirirken, karar ve uygulamalardan ötürü asıl “Şarklılara has diktatörlük zihniyetine kapılarak” hareket ettiği için Mustafa Suphi’yi eleştirir.(Bkz. Mete Tunçay s, Türkiye’de Sol Akımlar, s 355)
Tüm bunların yanı sıra böylesine önemli bir karar için ülkedeki komitelerden gerekli raporların alınması ve geri dönüşün bu örgütlü duruş üzerinden sağlanması beklenmeliydi. Oysa bunun yapıldığına ilişkin en ufak bir veriye rastlayamıyoruz. Dönüş kararıyla ilgili tüm veriler Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir’le yapılan görüşmeler sonrasında alındığını göstermektedir.
TKP merkezinin bu dönüşünü SBKP de erken bulur. Doğu Halkları Propaganda ve İcra Şurası Genel Sekreteri E.D. Stasova, Süleyman Nuri’ye Kafkasya’da kalmasını ister. Aynı şekilde bir dönem Türkiye’de çalışmış Başkırt’lı devrimci/komünist Şerif Manatov, doğrudan Mustafa Suphi’yi uyarır. Mustafa Suphi’nin Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir’le haberleştiğini belirtmesi üzerine Şerif Manatov, “Türk paşalarına güvenmemesi gerektiğini, Türk paşalarının sözüne inanmaya gelinemeyeceğini, onların eski kurt olduklarını” belirtir. Mustafa Suphi’nin Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir’le ilgili kimi tereddütleri olsa da, sonuçta geliş kararını onlara bildirerek gelir.
Bu sonuca yol açan nedenleri nasıl açıklamalı? Sadece deneyimsizlikle açıklanabilir mi?
TKP’nin genç ve deneyimsiz bir parti olduğu söylenebilir. Hatta daha ileri de gidilebilir: Ulusal Kurtuluş Hareketleri konusunda Komünist Enternasyonal de deneyimsizdir. Komünist Enternasyonal’in tartışmalarında bunu görmek mümkün. Lenin’in, Doğu’lu komünistlere “bugüne kadar karşılamadığınız sorunlarla karşılaşacaksınız” biçiminde uyarıları da var. Hatta Doğu’daki sorunların daha iyi anlaşılması noktasında, kısa raporların hazırlanmasını ve bu raporların Komünist Enternasyonal’de tartışılmasını istiyor. Öte yanda TKP’nin genç bir parti olması itibarıyla sınıf mücadelesinde yeterince pişmediği ve bundan kaynaklı olarak yeterli sınıf refleksi göstermediği de söylenebilir. Ancak, bu tarz bir gelişi sadece buna bağlamak olanaklı değildir.
Ya da sadece Mustafa Suphi’lerin SBKP ve Komünist Enternasyonal gibi bir gücü arkalarına almalarıyla açıklanabilir mi?
Mustafa Suphi’lerin Komünist Enternasyonal, SBKP ve SB gibi bir gücü arkalarında hissettiklerin kuşku duymuyoruz. Ancak dönüş kararını sadece bununla da açıklayamayız.
Biz bu nedenlerin yanında TKP’nin devrim perspektifi ve kadrolarının geldiği gelenekle de bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. ‘TKP ve devrim’ bölümünde daha kapsamlı ortaya koyduğumuz gibi TKP, programında ortaya koyduğu gibi devrim sonrasında siyasal, sosyal ve ekonomik boyutta ne yapılması gerektiğini kapsamlı olarak ortaya koymuştur.
Ama bunlara hangi yol ve yöntemlerle ulaşılacağı noktasında net bir düşünce ortaya koymaz. Yani strateji ve taktikler konusunda somut bir yaklaşıma sahip değildir.
Bunun yanı sıra TKP’nin kadrolarına baktığımızda büyük oranda ittihatçı gelenekten geldiklerini görürüz. Gelinen geleneğin burjuva kurtuluş hareketlerine ve bu anlamda Kemalizm’e bakış açılarının iyimserlikle süslendiğini söyleyebiliriz. Ülkeye geri dönüşte bu düzeyde ihtiyatsız yaklaşımda bu iki etkenin baskın olduğunu söyleyebiliriz.

****
Suphiler döneminde Kemalistler “misak-ı milli”de hâkimiyetlerini kurabilmiş değillerdi; ülkenin en önemli merkezi olan İstanbul işgal altında bulunuyordu. Kemalistlerin “misak-ı milli”deki egemenlikleri kurdukları 1923’e kadar fiilen iki iktidar bulunuyordu. Bir tarafta İstanbul’daki hükümet (aristokrasinin ve geri ilişkilerin hükümeti), öte tarafta Ankara’daki hükümet (burjuva hükümeti) bulunuyordu.
Kemalistlerin komünistlere yönelik katliamdan sonra, Komünist Enternasyonal, SBKP ve TKP’den politika değiştirmeleri beklenirken sanki bir şey olmamış gibi davranılmıştır.
TKP, kendi merkezini yok eden şiddetli saldırılara karşın Kemalizm’i desteklemeye devam etmiştir.
Ancak hatalar zincirinin TKP ile bitmediğini belirtmek gerekir. Mustafa Suphi’lerin katledilmesinden sonra da Komünist Enternasyonal de ilkeli davranmamıştır. Gerek Sadrettin Celal’in 1922’deki konuşmasında dile getirdiği “...TKP ve İstanbul Parti örgütü, Komünist Enternasyonalin talimatlarına uymuşlar ve ulusal kurtuluş hareketini her zaman desteklemişlerdir”(vurgular bizim) beyanatı ve gerekse de 1925’lerdeki şu yaklaşımı “Türk hükümeti, bir yandan da Türkiye proletaryasının, emekçi kitlelerinin partisi olan TK Partisini kovuşturuyor. Ne var ki bugün Türkiye’deki iktidara karşı izlenecek taktiği onun sırf bu özelliğine bakarak, yani komünistleri kovuşturmasına dayanarak belirlemek ağır hata olurdu. Türkiyeli yoldaşlar, Kemalist hükümetin devrimci kazançlarını sağlamlaştırmaya ve SSCB ile dostça ilişkiler kurmaya yönelik her adımını, bundan sonra da kararlılıkla ve tereddütsüzce desteklemelidirler...” (KE Dergisi, 1925, sayı 12, s 1238-1239’dan- Türkiye Komünist ve İşçi Hareketi, s, 135) yazımızın başlarında belirtilen ilkenin nasıl değiştirildiğinin açık bir ifadesidir.
Kemalist devrimin, etrafı emperyalistlerle çevrilen genç Sovyet Devleti tarafından desteklenmesini anlasak da, SBKP ve Komünist Enternasyonal’in yanlışlıklarını paylaşmanın doğru olmadığını belirtmek gerekir.

Devamı Gelecek Sayıda...

(*) "...Türkiye Komünist Partisi, memlekette emperyalizme karşı yürütülen milli Kurtuluş Savaşını desteklemekle beraber, işçi sınıfının gerçek ve nihai amacı olan emekçilerin egemenliğini kurmak için gereken şartları ve zemini hazırlamaya çalışacaktır. Kongre, "Türkiye işçilerine" yaptığı çağrıda, emperyalizme karşı tek cephede birleşilmesi gerektiğini belirmekte ve bir takım istekler ileri sürmektedir.
1. Sendikaların bağımsızlıklarının ve dokunulmazlıklarının tanınması,; toplantı, grev ve basın özgürlüğünün eksiksiz kabulü ve kişi dokunulmazlığının sağlanması.
2.Tek dereceli, genel, eşit serbest ve gizli oy esasına dayalı bir seçim sisteminin kabulü.
3. Jandarma birliklerinin yerine, halk tarafından seçilen milis kuvvetlerinin teşkilatlandırılması;
4. Yürürlükteki bütün vergilerin kaldırılması, yerine kazanç oranına göre artan bir vergi sisteminin kabul edilmesi;
5. Eğitimin parasız olması
6. Topraksız ve az topraklı köylülere bedava toprak ve tarım aleti dağıtılması;
7. Padişahlığın ortadan kaldırılması, cumhuriyetin ilanı valilerin ve kaymakamların seçimle işbaşına gelmesi;
8. 1 Mayıs'ın işçi bayramı olarak kabul edilmesi
9. Toprak reformunun eksiksiz uygulanabilmesi için köylü komitelerinin oluşturulması, tarım işçilerine sendika kurma hakkı tanınması;
10. Kurtuluş savaşına karşı olanların, padişahın, toprak ağalarının mal ve mülklerine el konulması;
11. Vatanın savunulması için beylerden, ağalardan, eşraftan, tüccardan, fabrikatörden bedel alınması
12. Düyun-u Umumiye'nin, Tekel'in, Reji'nin, yabancı kumpanyaların, kapitülasyonların kaldırılması, 'Osmanlı Borçları'nın tanınmaması.
Bu genel isteklerin dışında, ayrıca işçiler için şu özel istekler yer almaktaydı:
1. Sekiz saatlik işgünü.
2. Kısıtlamasız grev kanununun kabulü;
3. Toplu iş sözleşmelerinin uygulanması;
4. İşçilere konut verilmesi;
5. 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması;
6. Hamile ve kadın işçilere, gündelikleri kesilmeden doğumdan önce ve doğumdan sonra ikişer ay izin verilmesi;
7. Yaşlı ve çalışma gücünü kaybeden işçilere emeklilik ve sosyal güvenlik hakkının sağlanması;
8. Ücretli hafta sonu tatilinin kabulü;
9. Gündelik ve aylakların yaşama seviyesine uygun olması;
10. İş kanununun tam olarak uygulanmasını sağlamak için özel işçi komisyonlarının kurulması. (Dimitir Şişmanov, Türkiye işçi ve sosyalist hareketi, s, 105-106

(**) 1924’te Faruk’un yaptığı konuşma da bu eksendeydi. Faruk konuşmasında şunları belirtir: “...ilk önce Mustafa Suphi yoldaş şehit düştü. O, legal bir parti olarak faaliyet yürütmemizin mümkün olduğu görüşündeydi. Bu görüş onun ve on dört yoldaşın hayatına mal oldu...”

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19