Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


0
 

 

47. Sayı - Ocak 2007

Susurluk davasının aktörlerinden Yaşar Öz, tam da adı unutulmaya başlamışken sonunda yine bir taşın altından çıkıp gündeme gelmeyi başardı. Kıbrıs’taki son kumarhane hesaplaşmalarında çıkan çatışmada iki kişi ölünce “Casino”lardan birinin sahibi olan Öz de gözaltına alındı.
Hatırlanacağı gibi, daha önce de aynı davanın sanıklarından bir başkası, özel timci Oğuz Yorulmaz “su testisi su yolunda…” deyimini kanıtlarcasına Bursa’da bir batakhanede vurulup öldürülmüştü.
Öyle anlaşılıyor ki, “vatan için yürekleri yanıp tutuşan” kahramanların (!), hani şu Tansu Çiller’in ünlü “şerefli” evlatlarının şansları her zaman yaver gitmeyebiliyor…

Neden Kıbrıs?
Mafya hikayeleri bir yana, Kıbrıs’ta neler oluyor? Ecdadımızdan kaldığı söylenen şu “bin yıllık Türk yurdu” neden sürekli olarak çevresine pis kokular yayıyor. Kimsenin ciddiye almadığı bir “devlet” tarafından yönetildiği iddia edilen bu toprak parçasının gerçek sahipleri kimler?
Son zamanlarda AB-Türkiye pazarlıklarında Kuzey Kıbrıs’ın adı sık sık gündeme geliyor. Daha doğrusu zaten bu adanın ismi, son 60 yıldır hiç gündemden düşmüş değil. Öyle ki, şimdi yaşlanıp ölmeye başlamış olan bir kuşak çocukluğundan beri bu bitmez tükenmez “sorun” ile birlikte var oldu ve “Kıbrıs sorunu” dedikleri şey hiç çözülmedi.
Şimdi de oligarşi 1974 işgalinden bu yana kangren haline gelen bu soruna bir yol aramaya çalışıyor; daha doğrusu adanın işgal ettiği parçasını bir kukla “devlet” aracılığıyla meşrulaştırdıktan sonra, bu durumu bütün dünyaya kabul ettirmeye uğraşıyor. Burjuva siyasetinin bütün unsurları aslında bunun öyle kolay olmadığını ve eninde sonunda tavizler vermek zorunda kalacaklarını biliyorlar; ama yine de bu konuda karşılıklı tartışmalar sürüyor, “ihanet” suçlamaları havalarda uçuşuyor.

Biraz Geçmişe Dönersek…
Aslında “Kıbrıs’ta ne oluyor” sorusundan önce “Kıbrıs’ta ne oldu?” sorusunu sormak gerekiyor.
Stratejik önemi nedeniyle tarih boyunca başta İngiltere olmak üzere bütün sömürgeci güçlerin ilgisini çeken bu adadaki asıl keskin kutuplaşma 1950’lerden sonra başlamıştır. Nüfusun çoğunluğunu oluşturan Rum kesiminde Yunanistan faşist güçleri tarafından örgütlenen ve şovenist “Büyük Yunanistan” düşünü kuran Grivas’ın ırkçı EOKA-B çetesi sahneye çıkınca, Türk kesiminde de benzeri bir gelişme yaşanmış ve Türkiye’deki kontr-gerilla (Özel Harp Dairesi) tarafından örgütlenen bir başka faşist çete, Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulmuştur. EOKA-B Türk azınlığa saldırırken, TMT de önce içerdeki solcuları, sendikacıları ve Türk-Rum kardeşliği savunucularını öldürmeye koyulur. İki tarafın da en büyük hedefi Türk ve Rum işçilerini birlikte örgütleyen sendikalardır. 1965’te Denktaş’ın örgütlediği TMT tarafından katledilen Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Michaulis tam da bu tanıma uyan sendikacılardır.
16 Ağustos 1960’ta İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde resmen bir ortak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda, olaylar iyice hızlanır.
1960’larda Yunanistan’da CIA ajanı Albaylar darbe yaptığında her şey tamamen çığırından çıkar ve sonunda Grivas’ın ölümüyle EOKA-B liderliğine oynayan Nikos Sampson’un darbe girişimiyle 1974’te ada patlamaya hazır hale gelir.
Bu fırsatı kaçırmayan Türkiye askeri müdahalede bulunur ve adanın güneyini fiilen işgal eder. Ama asıl önemli olan işgal değil, işgalden sonra uygulanan politikalardır. Türkiye, durumunu sağlamlaştırmak ve işgali kalıcılaştırmak için özellikle Güney illerinden çok sayıda ailenin Kıbrıs’a göç etmesinin önünü açır, bizzat yerleştirir. Tabii ki bu insanlar, Rumların boşaltmak zorunda kaldığı (ve çoktan soyulup soğana çevrilmiş) köylere ve evlere yerleştirilir. Böylece ortaya iki tür Kıbrıslı çıkar: Kendilerini Kıbrıslı Türk olarak adlandıran yerliler ve sonradan yerleştirilen Türkler.
Bu, aynı zamanda adanın bu bölümünün faşistleştirilmesinin de ilk adımıdır. MHP’nin adaya el atması ve (Batılı değerleri daha fazla benimseyen yerlilerden çok) göçmen Türkler üzerinde etki yaratması bu dönemde gerçekleşir. Bu arada cinayetler birbirini izlemekte ve adadaki devrimci ya da muhalif sesler boğulmaktadır.
Bir yerde faşistler olur da orada pis işler olmaz mı? Aksi düşünülemez bile!
Gerçekten de Kuzey Kıbrıs, bu noktadan sonra artık tam bir kara para, uyuşturucu ve fuhuş cenneti haline gelir. “Off-Shore Bankacılığı” denilen çok yüksek faizli uyduruk banka sistemi Kuzey Kıbrıs’a yerleşir. Diğer yandan büyük kumarhaneler ve oteller de faşist mafya çeteleri tarafından organize edilir. Bu arada nerede pis işler çeviren biri varsa Kuzey Kıbrıs’a uğramadan yapamaz. Tam bir Mafya cumhuriyeti kurulmuştur!
Yalnızca Mafya değil, onunla işbirliği içinde olan kontr-gerilla şefleri ve istihbarat kadroları da Kuzey Kıbrıs’ı mekan seçerler. Susurluk olayındaki ünlü İsrail malı silahların aracılığını yapan MOSSAD’çı Ertaç Tinar, KKTC vatandaşıdır ve bu uydurma devletin Cenevre’deki uydurma fahri konsolosluğuna talip olurken referans gösterdiği kişi Mehmet Ağar’dır. Böylece kontr-gerilla ile MOSSAD arasındaki ilişkiler de yine bu adadan sürdürülür.

Mafya Cumhuriyeti’nin Maceraları
Geçtiğimiz yıl, Fransa’da yayımlanan Le Figaro gazetesi, Kuzey Kıbrıs’ı “Avrupa’nın kaçak göç kapısı” olarak tanımladı ve adanın bu bölümünün bir kumar ve fuhuş merkezi olduğunu belirtti. Le Figaro haberinde “sadece Türkiye tarafından tanınan bir devlet olan KKTC, Ortadoğu ve Avrupa’nın tüm haydutlarına barınak görevi görmektedir” diye yazıyordu. Gazete, İsrailli ve İngiliz mafya babalarının da Kuzey Kıbrıs’a yerleştiğini belirtiyor ve KKTC’nin kara paranın aklandığı bir yer haline geldiğini anlatıyordu.
Önce Vatan gazetesinin yazarlarından Levent Özadam ise geçen yıl “KKTC’ye öğrenci gönderen velilerin dikkatine” başlıklı yazısında şunları söylüyordu: “Kıbrıs Rum kesiminde bile sadece bir üniversite mevcutken, KKTC’de tam 5 tane koskocaman üniversite var. Bu üniversitelerde yaklaşık 40 bir kadar öğrenci öğrenim görürken, bunlardan 30 bine yakını Türkiye’den gelen öğrenciler. (…) KKTC’ye öğrenci gönderen velilerimizi önemle uyarıyoruz; burada öğrencileri bekleyen iki önemli tuzak var...
Birincisi ve en önemlisi casinolar adı altında insanı içine çekti mi bir türlü bırakmayan ve çırpındıkça da batıran kumarhaneler... Dışarıdan bakıldığında ışıl ışıl, mini etekli kızların kuripiyerlik yaptığı, bedava içki sigara ve yemek dağıtılan renk cümbüşü... İşin iç yüzü ise bambaşka! Maalesef ki öğrenciler için içi tuzaklarla dolu bir batakhane... (…) KKTC’de ki 40’a yakın Las Vegas kumarhanelerini aratmayan özelliklere sahip batakhane Türkiye’den buraya gelen öğrenciler için en tehlikeli yer...
“Bir bataklık da gece kulüpleri! Sizi memnun etmek için her şeyini feda eden yaşları 18-22 arası Moldovalı, Ukraynalı gencecik zavallı kızlar... Buraya dadanan öğrenciler içkinin de tesiriyle her gece yüz milyonlarca lira parayı hiç gözlerini kırpmadan harcayabiliyorlar...”
İşte bu iki haber-yazı şanlı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin özetidir.
Yani kısacası, Susurlukçu Yaşar Öz’ün yeniden sahneye çıktığı yer, tam da uygun yerdir.
Kıbrıs üzerine pazarlıklarla birlikte “çakıltaşı” edebiyatı da önümüzdeki günlerde devam edecek ve eninde sonunda Türkiye köşeye sıkışacak. Ama bütün bu diplomatik oyunlar sürerken rulet masaları da dönmeye devam ediyor ve edecek.
Asıl önemli olan ise bu yaygara sırasında bir kumar ve mafya cennetinin bize bir “vatan parçası” gibi sunulmasıdır. Asıl önemli olan, küçücük bir adayı 30 yılda bir batakhaneye dönüştürenlerin bize ahlak nutukları atmasıdır.
Yoksa Kıbrıs meselesi de, meselenin çözümü de son derece basittir. İngiliz üssü ve Türk ordusu dahil bütün işgalci güçlerin adayı (beraberinde getirdikleri faşist mafya çeteleriyle birlikte) terk etmesi ve Kıbrıslıların baş başa kalması bunun için yeterlidir. Halkların eşit ve özgür koşullar altında kardeşçe yaşaması, bunun için federatif ya da üniter yollar bulması sanıldığı kadar zor değildir; yeter ki Yaşar Öz gibileri ve onları taşıyan resmi çeteler kontr-gerilla güçleri ve diğerleri ortalıktan çekilsin!

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19