Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


0
 

 

47. Sayı - Ocak 2007

Kapsam ve içeriği itibariyle gerçekten de bir hayli geniş konu olan “Eleştiri-özeleştiri”nin kısa tanımlamasını ve bilincimizde yarattığı çağrışımları ifade etmeye çalışalım.
Çok kısa bir tanımlama zemini ve kavramaya da yardımcı olsun anlamında, örneğin sadece “öz-eleştiri” kavramını ele alalım… Bunu gerçekten hissederek düşünmek ve değişik anlamlarını yakalama çabaları; bize geniş bir tarif yelpazesi, daha önemlisi de şeyleri (her hangi bir konuyu) çok boyutlu algılama, sorgulama zemini sunacaktır. Kendini ve kendisinde olan şeyleri sorgulayıp değerlendirme, mevcut var-olunan noktaları eleştirerek ve orayı terk ederek daha olumlu ve bilimsel olanın yanına geçiş, onu kavrama ve hemen ardından pratik-eylem adımları…
Daha açık bir ifadeyle “eleştiri ve özeleştiride anlayış ve davranışlardaki eksiklik, hata ve zaaflar, aynı zamanda bunların karşıtı halinde doğru ve olumlu alternatifler söz konusu edilir” demek, doğru olacaktır. Ve bu belirlenmiş kurallar bütünlüğü altında yapıldığı gibi, kural olmayan ama kural yerine geçen sosyal-kültürel birikimler çerçevesinde de yapılabilmektedir.
Yani bir disiplin alanıdır eleştiri-özeleştiri. Kendine has özellikleri, işleyiş ve işlevsellik bütünselliği vardır.
Konunun öne çıkan yanları olan “bilimsel, yapıcı, yıkıcı, yenileştirici, geliştirici, ilerletici, yeniden düzenleyici, eğitici, belirli bir toplumsal homojenlikte düzen sağlayıcı vb.” nitelik ve işlevlerinden de, temel olarak söz edilebilir, edilmektedir de… Demokratik, sosyalist toplum (veya topluluklar) yaşamında, bunlar çok daha anlamlıdır.
Bir alan sınırı çizme sorunumuz olsun. Buradan hareketle de başka şeylerle karıştırma tehlikesini önleme çabası anlamında şunu belirleyelim istiyoruz. Eleştiri ve öz-eleştiri olayı, öncelikle ceza yasaları tarafından değerlendirilen ve suç kapsamında görülen anlayışları-davranışları değil, daha farklı düzlemde kavranılan ve yaşanılan; toplumsal, grupsal ve bireysel şeyleri (soyut-somut ne varsa), ilişki ve iletişim unsurlarını konu edinmektedir.
Olumsuzlanan anlayış ve davranış, “eleştiri-özeleştiri sistematiğine” bağlı değerlendirilmesinin hemen yanı başında suç kapsamında görülebilir. Bu durum olgunun içerik ve önemine, yer ve zamana bağlıdır. Belki de bu yanıyla eleştiri-özeleştiri olayında, masaya yatırılanın ‘suç’ diye nitelenmesinin de ilk zemini oluşmaktadır diyebiliriz. Suç olayında, sonuçta bir cezalandırma, dolayısıyla da yaptırım dayatması bulunmaktadır. Ancak “eleştiri-özeleştiri” de daha farklı işleyişler ve işlevsellik uğrakları bulunmaktadır. Örneğin tartışma, öneri, ikna, öz-eleştiri kavramlarının anlattığı anlayış ve davranış kalıplarıyla, daha barışçıl, uzlaşmaya dönük tarzlar söz konusudur. Elbette bir yere kadar...
Yine anlaşılır olmak için örneğin, ayıplama, kınama, uyarma vb. türü hal ve davranışları da “eleştiri-özeleştiri” kapsamında, onun teşhir ve yaptırımları anlamındaki yanları olarak görmek mümkün. Ancak kimi kurumsal işleyişlerde de, “eleştiri-özeleştiri” işleyiş ve işlemi ardından yasal cezai yaptırımlar doğabilmektedir. Ceza yasalarının işlemesinde, eleştiri-özeleştiri işlemi önsel olabilmektedir.
Yine konuya örnek olsun, parti kurumu işleyişinde bir eleştiri işlemi, gerekli anlayış ve davranış beklentisini göremediği zaman tüzüksel-cezasal yaptırımları uygulamaya yönelebilir.
Bu uyarmaların yanı sıra denilebilir ki, “suç” kavramı ve onun beslendiği hukuk sistematiğinin dışında kalan bir işleyiş ve işlem bütünselliği, eleştiri-özeleştiri olayının ayırt edici karakteridir.
Bu dikkat çekme ve gezinmelerden sonra, eleştiri-özeleştiri olayının kapsamlı hukuksal bir ilişki biçimi olduğu tespitini yapabiliriz. Hem kurumsal, hem de toplumsal ilişki ve işleyişlerde, yaşam biçimine yön veren işlevleri de bulunan çok önemli hukuk tarzıdır.
Ancak,
Bir yanılsamaya yol açmamak için, içerik boyutunda önemsediğimiz şu noktayı vurgulayalım. “Eleştiri ve öz-eleştiri” olayı, kaba bir hukuksal işlem ve kurumsal işleyiş tarzı olmanın ötesinde, özünde vazgeçilemez bir yaşam tarzı unsuru, şeklinde algılanıldığında anlamı yerine oturmaktadır. Eleştiri-özeleştiri eyleminde, tamamıyla olumlu değişim ve dönüşüm içerme, bu temelde yanlışlardan veya en azından ilkesizliklerden uzaklaşmayı ısrarla önde tutma vardır. Özellikle demokratik ve sosyalist içeriklerdeki toplumsal ve kurumsal ilişkilerde temel alınan, gözetilen/vazgeçilemez değerlerin önemsendiği eylemlerdendir. Dolayısıyla özümsenerek yaşanılan değerler bütünlüğü ve mücadele eylemidir dersek, abartmış ve yanılmış olmayacağız.
Devrimci sosyalistliği bireysel ve toplumsal yaşamımızda öne çıkarıyorsak, “eleştiri ve öz-eleştiri” bu yaşam tarzının bir taraftan temellerinden ve diğer taraftan da onun şekillendiricilerinden sayılmalıdır.
Öte yandan, özümsenmiş, yani bilinçli tercihle yaşanılan samimiyet ve dürüstlük olguları da konuyla bağlantılı, hatta onunla at başı giden bir yandır. “Eleştiri, öz-eleştiri” üretkenliğinin kaçınılmaz sacayaklarındandır bu…
Elbette bunlara ek bir dizi özellik daha sıralanabilir. Belirttiklerimiz, bir çerçevenin ana hatları ve temel taşları anlamındaki yönleridir.
Eleştiri-Özeleştiri olayını, dünya ve ülke sosyalist literatürü birikimlerine bakarak özetle şunlar söylenebilir.
Örgütlü grup yapısı ve toplumsal yaşam alanları boyutlarında konu ele alınabilir. Bunların ikisini de kucaklayan, biraz daha fazla önem gösterilmesi gereken birey yaşamı alanı da özellikle söz konusu edilmelidir.
Burada bir vurguya gerek var. Çünkü her şeyden önce kişi yaşamı ve bunun toplumsal yaşamda izlediği rotada sergiledikleri çok önemli. Günümüzde dayatılan emperyalist sistem ilişkileri, özellikle post-modernlik unsurları karşısında, kişinin aldığı tutumlar çoğu kez belirleyici noktalardadır. Kişinin topluma karşı eleştirel ve kendine karşı öz-eleştirel konumda olması her zaman tercih edilmelidir. Bu bir dizi özelliğe sahip olma anlamındadır. Yanlışlar, sistemin yarattığı ve dayattığı toplumsal sapkınlıklar, yozlaşmalar ve çürümeler karşısında duruş sergilemenin önemi artık yadsınamaz düzeydedir. Demokratik, adil, saygın ilişkiler isteniyor ise, öncelikle kişi bunları kendinde aramalıdır. Yani kişinin anlayış ve davranışlarında kendisine karşı saygı duyabilmesi, demokrat ve adil olması çok önemli... Çünkü kendine dönük sorgu ve eleştiri buradan başlar, dolayısıyla öz-eleştiri adımı atılır. Kişilik sahasında başlayan bu eylem, çerçevesini büyüterek kaçınılmaz olarak da kişilik formatlarını yaratan çevreye yönelir. Bunların toplamı üzerinden ve bunlarla birlikte gruba veya topluma yüklenme yaşanır. Ve bu, aslında arzu edilir tarzdır.
Grup yaşamı içerisinde (örneğin devrimci sosyalist parti yaşamında), eleştiri ve özeleştiri olayı sürekli gündemde tutulur. İşleyişlerde vazgeçilmez unsurdur. Anlayış ve davranışlar bağlamında, yönetsel kademeler (kişi ve organlar) dahil tüm ortak paydalar, eleştiri-özeleştiri işleyişi ile güçlendirilir. Bu önemli ve karakteristik yan onu, diğer burjuva ve sistem içi parti uygulamalarından da ayırt eder. Eleştiri-özeleştiri, kendi içerisinde ilkesel özellikler de taşır ve bunlar önemle gözetilir. Parti çizgisine ve iradesine bağlılık, açıklık, katılımcılık, hataları ifade etme ve kabul etme, objektif olma, gerçekçi ve gerçekleri sulandıran yozlaştıran şeylere karşı eleştirel olma, eleştiriyi somut nedenlere dayandırma, kişi ve olayı yıpratma değil, değiştirici ve yenileyici olma, tutarlılık, samimi ve dürüst olma… Bunlar eleştiri-özeleştiri disiplin alanının vazgeçilmezlerindendir.. Ve kesinlikle ayrı alt başlıklarda tartışmak gerekir.
Eleştiri ve özeleştiri olayının temeli sayılan, genellikle bilinen diğer birkaç özelliğini de tespit etmeliyiz.
Eleştiri-özeleştiri bir yöntem anlamında mıdır? Evet. Toplumun ve örgütlü kitlelerin grupsal yaşamının ve ilişkilerinin, oralardaki hataların zaafların ele alınması ve onlardan arınma, en azından uzaklaşma, tavır alma yöntemidir.
Eleştiri-özeleştiri, toplumsal ve grupsal yaşam ilişkilerini olumlu yönde geliştirme ve bu anlamda katılımcılık yanını önemseyerek, yönetsel işlerde ve işleyişlerde yer alma boyutuyla, bir işleyiş ilkesi anlamındadır.
Eleştiri-özeleştiri, bir eğitim fonksiyonu içerir mi? Elbette... Yukarıda belirttiğimiz kapsamlar bütününde, şeylerin (anlayış ve davranışların) değerlendirilmesinde izlenen yol ve başvurulan araçlar, sonuçta toplumu ve grupsal yaşam içindeki muhataplarını eğiterek bir ileri noktaya taşır. Yanlışlar, zaaflar, olumsuz şeylerin içeriklerini öğrenme vb. tümü de, kavrama ve onun özgün pratik süreciyle birlikte değişir…
Eleştiri ve öz eleştiri grup veya toplumsal yaşam akışında yanlışı, zaafı, uzlaşır ya da uzlaşmaz çelişkileri, genel anlamda da olumsuzlukları açığa çıkarma eylemidir. Bir eylem olması anlamında çok kuvvetli işlevi bulunmaktadır.
Bu nedenledir ki, gerçek bir eleştiri-özeleştiri işleyişi; mekanik, dogmatik, bürokratik ve yüzeysel anlayış ve durumlarla, en baştan uyumsuzdur. Bunlarla kesinlikle yan yana gelmez.

Felsefe Alanında “Eleştiri”
Eleştiri’nin tarihselliği burada konumuzun kıyısında kalıyor. Tarihsel evriminde aldığı mesafeler ve kazandığı içerikler elbette önemli. “Kendi üzerine iç düşünme” noktasıyla birlikte dogmatizme karşı eleştiriciliği sistematikleştiren Kant, daha çok sonraki katkıcıları sayesinde eleştirinin dogmatiklikten ve ruhbilim hegemonyasından çıkarılıp bilime kaydırılmasına hizmet etmiştir. Bunu yaparken bilimsel analize dayanan, bilginin temeli sorununu ileri çeken, sonraki süreçlerde ise bunu ayrıntılandıran eleştirici felsefe, sonuçta yine de kapitalist ilişkileri güçlendiren ve idealizm kulvarından çıkamayan bir nitelik göstermiştir. Yine de, eninde sonunda şeylerin sonuç durumundan hareketle, anlayış ve davranışları bütünlüklü biçimde içeren bilimsel bilgiyi, ‘eylem’i yorumlama, değerlendirme, yanlışı veya eksiği belirleyerek yeniden üretime ışık tutma bağlamındaki yaklaşım, sanırız felsefe alanından alabileceğimiz bir öz olarak, bize başlangıç zeminini sağlar.
Burjuva felsefecilerinin idealizme zemin teşkil eden yaklaşımları kısmen doğru işaretleri barındırsa da, Marksist felsefe ve sosyalizm, olguların diyalektik materyalist yaklaşımla ve kaçınılmaz biçimde neden-sonuç bağlamında ele alınarak yanlışlardan arındırılması ve yeniden üretiminin praksis olarak algılanması bakımlarından ondan kalın bir çizgiyle ayrılır.
Birey-toplumsal grup-toplum- doğa olgularının kendileri ve birbirleriyle bağlantılı iletişim ve etkileşimlerini bilimsel yöntemlerle ele almak, olayın diğer bir tartışma zeminidir.
Farklılıklar veya ortak paydalar bütünselliğinde; birey, toplumsal grup ve toplum yaşamına değiştirme mantığıyla yaklaşmak, burjuva ve Marksist düşünme sistematiklerinin ayrım noktasıdır. Özne ve nesne ilişkisinde, özneyi nesneleştiren burjuva felsefesi ve kapitalist yaşamı, tarihsel olarak sınıfta kalmıştır. Bilimleri de kendi özgünlüğünden saptırarak, ticarileştirilmesi onun belirleyici özelliğidir. İnsana ve topluma eleştirel, yenileyici değil, içten çürüterek tamamen tüketici tarzda yaklaşması, onun evrensel karakteridir.
Marksist felsefe ve demokratik-sosyalist toplumsal deneyimler ise, anlayış ve toplumsal yaşama yaklaşımlarda kendisini geliştirmeye devam eden bir iç tutarlılığa sahiptir. Marksizm, öznenin, yani tarih yapıcısının yaşamında, anlayış ve davranış (buna eylem, praksis diyebiliriz.) bütünlüğünde kendini ve edimini gözden geçirerek ilerlemesini özellikle vurgular ve temel alır. Marksizmle, sosyalizmle bağlantılı kişi, grup ve kurumlarda bu yönde birçok tartışma yapılsa da, genel içerik anlamında böyledir. İleri sürülebilecek itirazlar ve sorunlar, hatalar ve zaaflar yine “eleştiri-özeleştiri” ile aşılacaktır…

Bazı Yanlış Tanımlama ve Anlam Yüklemeler Üzerine
Birkaç noktada anımsatma ve uyarmalarda bulunmak istiyoruz..
“Eleştiri, öz-eleştiri” sistematiği ve tarzı, sıradan bir ‘özür dileme’ mekanizması değildir. Hatalı, zaaflı ve yanlış olandan uzak durmanın bilincine varmadır. Bu bilince varış, bilimsel olduğunda, gerçekten samimiyet ve dürüstlük zemininde gerçekleşiyorsa anlamlıdır. Kişiyi ve toplumsal grubu ileri taşıyorsa, işlevini yerine getirmiş demektir. Yeni ve olumlu olana doğru gelişme yoksa ve eskiye ait tekrarlar oluyorsa orada anlama, özümseme ve gerçekten de hatadan uzak durma çabası yoktur. O zaman “eleştirdik veya özeleştiri yaptık”ın da bir anlamı kalmıyor. Belirli hoşgörü çerçevesi içerisinde yenilenmenin, hatalı olandan gelişerek uzaklaşmanın yeri ve zamanı gözetilmesine rağmen ilerleme kaydedilmiyorsa, sonuç kısaca bu anlamdadır.
“Eleştiri yıkıcı olmamalıdır” deyiş ve uyarısını hep duyar, belki de sık sık dillendiririz. Kişinin veya bir toplumsal grubun moral değerlerinin bozulmaması anlamında söyleniyorsa, bu belli ölçüye kadar kabul edilebilir. Ancak eleştiri zaten hatalı, zaaflı olan anlayış ve davranışları geriletme, yerine yeni ve doğru olanı koymaksa, doğallıkla bunlara karşı yıkıcı olmalıdır. Aksi düşünülemez. Yani yanlış ve zaaflı olanı yıkma yok etme temelinde bir eylemdir. Üslubun ve araçların ‘sert’ olması da önemli değildir. Eleştiri dostane ve samimi içerikte yapılır zaten. Konunun sert dillendirilmesi bu samimiyeti ortadan kaldıramaz. Bu da eleştiri konusunun yani hataların-yanlışların önemine göre değişebilir. Olumlu tepkinin geri dönmesi ve kişilikte kırılma, geri kaçmanın olmaması için üsluba dikkat edilir, anlayış ve davranış ise yıkılıp değiştirilmek üzere ele alınır. Bu yanlış tarifleme ve yönlendirmeye dikkat çekiyoruz. Yani eleştiride yönelim yanlış olanadır, kişiyi veya bir kurumu ezme, tahrip etme eleştiri dışı bir şeydir.
Kişilerin eleştirilmesi veya özeleştiri vermesinin sonrasında, önerilen doğrultuda gelişme ve yenilenmenin gecikmesine bakılarak erken hüküm vermemeye dikkat edilmelidir. Bir eğitim, bir özümseme, davranış değişimi vb. gerektiren olaylarda acelecilikten uzak ve hoşgörülü olunmasında yarar vardır. Karşı tarafa olay ve evrimine göre bir değişim ve dönüşüm süreci tanınmalıdır. Karşılıklı samimiyet ve yardımlaşma işlev görücü niteliktedir. Samimiyetsiz veya dürüst değil, vb. gibi nitelemeler en son halka olmalıdır.
Diğer bir sorun, eleştiri-özeleştiri işleyişi sonrasında yaşanabilmektedir. Değerlendirme ve tartışma sonucunda hata yapan kişi (eleştiriye uğrayan, özeleştiri yapan) konu üzerinde bir konsensus sağlayarak beklenti içine girer. Ancak tespit edilen hatanın tekrarı olduğunda bir esneklik ötesi gevşeklik, olmaması gereken ‘hoşgörü’ sergilenmesi yaşanabilmektedir. Eleştiricinin ötesinde eleştiriye uğrayan kimse, olguyu devam ettirdiğinde, sorun daha derin bir ilgi bekler. Ayrıntılı sorgulamayı konu ve taraflar bağlamında masaya yatırmak gerekir. Bu, bilimlerin ışığında ama özellikle davranış bilimleri ışığında bir incelemeyi öne çıkarabilir, ki öyle de olmalıdır.
Hem hata tespiti yapılacak, hem taraflar anlayış ve davranış yenileme niyeti gösterecek, ama sonra bir değişim olmayacak!
Ciddi bir yanılsama mı bu? Tarafların ciddiyetsizliği, samimiyetsizliği, dürüst olmayışları, dahası yanlış anlayış ve davranışın varlığını sürdürmesi çok önemli… Ama tavır alan ve değiştiren yok!
Bu durumda gerçekten de bir gerilik ve samimiyetsizlik, doğru eylemden uzak kalma ve hatta iddiaların ardında gizli kalan bulandırma olayı söz konusudur. “Evet yanlış var, bir daha olmaz, olmamalı...” denildikten sonra değişim geçirmeyenlere ne demeli, ne yapılmalı?
Devrimcilerin içerisinde ve çevre ilişkilerinde bu noktada çok duyarlı olmak, devrimci sosyalist sorgulama ve yanlışı değiştirme eyleminde tutarlı olmak kaçınılmazdır. Aksi halde devrimcilikten, sosyalistlikten söz edilemez...
Kapitalist ilişki ve anlayışların bir kültürel veri halinde devrimci saflarda etkili olmasının panzehiri, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının içeriğine uygun davranmadır. Özellikle davranış ve kültürel değerlerimiz, bu titizlikle korunabilir ve geliştirilebilir... Başka çaresi yoktur. Yoksa post-modern kültürün yarattığı erozyonların, liberalizmin sulandırmalarının önüne geçilmesi çok zor olur.
Eleştiriye tahammülsüzlük, örgütlü gruplarda ve bireylerde görülen ciddi bir zaafiyettir. Kesinlikle tedaviye ihtiyaç duyar. Tedavinin yolu, eleştiri ve öz-eleştirinin, devrimci anlamda kavranması ve uygulamasındadır.
Kişi ve gruplara ait anlayış ve davranışları konu edinen eleştiriler karşısında, muhataplarının eleştiriyi bir şekilde kabullenmeme ve korumacı-tutucu bir mantıktan hareketle eleştirinin işlevini boşa çıkarma tutumları sergileme davranışı üzerinde durmakta yarar var.
Eleştiriyi kabaca yanlıştan arınma, değişme ve gelişme formatında bir olgu olarak görürsek, eleştiriye tahammülsüzlük, bir anlamda bu gelişmelere de kapalı olmak anlamına gelmektedir.
Bu, “ben bilirim”ci, ben-merkezci, “benden ötesi tu-kaka” tutumu gibi sosyal ve psikolojik sapkınlıkları da içeren anlayış ve davranışların açık dışa vurumudur. Eleştirileri, işleyişin ve işlevlerin formatları dışında sert ve itici kalıplarla reddetmek, eleştiri olayına sahte yaklaşmak anlamını da taşır.
Dolaysıyla eleştiri işlemi bir toplumsal iletişim biçimi ise, bunun işleyiş ve işlevlerine karşı tavır almak da onun içeriğine aykırıdır. Eleştiri-özeleştiri olayını sözde kabullenmek, ancak kendine dönük eleştirilerde tahammülsüzlük göstermek, kişilik ve grup varlığında hastalıklı unsurların, yanlış kültürel biçimlerin etkisinin ileri derecede var oluşuna işaret eder. Bu hastalığın yerleşikliğini kırmak ve etkilerini gidermek, çok zorlu da olsa mümkündür. Öncelikle ön-yargılardan arınmak için, söylenenlerde ve davranışlarda özgüvenli, bilimsel ve dürüst zeminde yaklaşım sahibi olunması kaçınılmazdır. Eleştiri karşısında hatanın-yanlışın ve zaafın değerlendirilmesi ve kabullenilmesi sonrasında, aynı davranışları yeniden tekrarlamak, konunun dikkatle tartışılması gereken ilginç bir yönüdür.
Bu, özellikle sol-devrimci çevreler içerisinde ve ilişkilerde gözlemlenen bir durumdur. Aslında burjuva post-modern anlayış ve davranışların yarattığı etkiler de bu çevrelerde olgunlaşmamış devrimciliğe, özgün kültürel özelliklerin barındırdığı zayıflığa ve geriliğe bağlıdır. Eleştirinin özümsenmesindeki sıkıntı, verilen özeleştirinin yüzeysel-göstermelik özelliği ile kendini ele verir. Sonuçta eleştiri-özeleştiri işlevsiz kalmıştır…
Herhangi bir anlayış ve davranışın eleştiri ve özeleştiri işlemi sonrasında değiştirilmesi, tarafların olayı özümsemesine, samimiyetine ve çabasına bağlıdır. Esas belirleyen olgu da, bütünlüklü kültürel dokunun aldığı şekiller ve gösterdiği dirençlerdir. Kalıpları değiştirmek, bizzat iç devrimsel dönüşümlerle ve yönelmelerle ilgilidir.
Örneğin sol içi şiddet konusunda yaşananlar sonrasında tarafların özeleştirilerini ortak deklere ettikleri bilinir. Ondan sonra eleştirilen şeyi, yine birbirine veya dost gördükleri çevrelere yeniden uyguladıklarına bakarsak, bir davranış davranış bozukluğu içinde bulundukları söylenebilir.
Siyasal tahammülsüzlük, demokratik olamama, dostlarına karşı samimi olmama, grup çıkarlarını yanlış kalıplarda koruyarak motive etme, vb. hastalıklarını bir davranış kültürü olarak görebiliyoruz.
Eğer sol içi şiddetin yanlışlığından söz ediliyor ve bir süre sonra aynı şeyler yaşanıyorsa, olayda ve taraflarında bu hastalıklar, en hafifinden zaaflar ve kültürel sapkınlıklar var demektir. İdeolojik politik yapılanışta ciddi arıza ve kaçaklar var demektir. Öte yandan bu duruma sessiz kalanlar tarafına baktığımızda da henüz gizli bazı sosyal-siyasal çarpıklıklar vardır ve bunlar ayrıca eleştiri konusu edilebilir...
Dolayısıyla imzalar atılarak deklarasyonlar yapılırken özeleştiriye ve doğru anlayışlara hala uzak duruluyorsa, artık başka şeylerin aranması, ittifak ilişki ve kültüründeki değerlerin tartışılması ve gerçek eleştiri-özeleştiri üzerinden yenilenme gereklidir.
Devrimci kitleler ve halk karşısında ilan edilen yanlışların devam ettirilmesi, güvensizlik-samimiyetsizlik tablosunun sürmesini sağladığı gibi, zarar verici kültürel kalıpların yerleşmesine de neden olmaktadır. Dolayısıyla bu tür ilişkilerin sonuçları tahminimizin ötesinde zararlara yol açmaktadır.
O zaman samimi olunarak, yapılan eleştiri-özeleştirinin neden değişime ve yenilenmeye yol açmadığını sorgulamak gerekiyor. Bu durumun devrimci sosyalist ilişki ve kültürel tarzlarımıza katkıları açısından ciddiyetle düşünülmesi gerekmektedir.
Belirtmiştik ve çok önemsemiştik. Eleştiri ve özeleştiri konusu, devrimci sosyalist yaşam tarzımızın vazgeçilmez zeminlerinden biridir. Özellikle gelişme ve değişimin itici unsuru, yozlaşma ve her türlü çürümenin panzehiridir.
Bir yaşam tarzı unsuru ve disiplin alanı olan “eleştiri-özeleştiri”nin, tam anlamıyla hakkı verilerek uygulanmasıyla gerçekten de kazanan; eleştiriyi yapan ve özeleştiri verendir, dahası üzerine düşülen hatadan uzak durma eylemidir... Hatalar, zaaflar ve yanlışlar, sapkınlıklar kaybeden taraf olacaktır… Hangi konuda, kim ve ne olursa olsun; tüm süreçleri diyalektik bir bütünlük içerdiğinde, eleştiri ve öz-eleştiri de, devrimci sosyalist tarzda gerçekleşmiş olur.
Eleştiri ve öz-eleştiri devrimci bir eylemdir.
Çünkü eleştiri ve öz-eleştiri mekanik bir işlem değildir. Marksist bir tutum, bir eylem biçimi, değiştirme ve dönüştürme etkinliği, bilimsel işleyişle neden-sonuç ilişkisi taşıyan süreçler topluluğudur.
Birey ve kurum kişiliğini parçalayan neo-liberal egemenliğin ve postmodern kültürün önüne sürülebilecek bir barikat, kişiliği bütünleyen, diyalektik yöntemle yeniden yapılandıran bir süreçtir.
Eleştiri almadan öz-eleştiri yapabilmek ve değişebilmek, gerçekten kelimenin içerdiği anlamıyla erdem sayılmalıdır. Örgütlü kişilerin, örgüt organlarının ya da politik önderliğin bu anlamdaki tutumları; kendi kitlesi ve halk kitleleri karşısındaki konumuna çok önemli değerler katar.
Tüm anlatılanlardan sonra şu denilebilir; eleştiri ve öz-eleştiri, devrimci kişiliğin ve devrimci kurumsallığın, kısacası yaşam tarzımızın vazgeçilmez öğelerindendir.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19