Kapsam ve içeriği itibariyle gerçekten de bir
hayli geniş konu olan “Eleştiri-özeleştiri”nin
kısa tanımlamasını ve bilincimizde yarattığı çağrışımları
ifade etmeye çalışalım.
Çok kısa bir tanımlama zemini ve kavramaya da
yardımcı olsun anlamında, örneğin sadece “öz-eleştiri”
kavramını ele alalım… Bunu gerçekten hissederek
düşünmek ve değişik anlamlarını yakalama çabaları;
bize geniş bir tarif yelpazesi, daha önemlisi
de şeyleri (her hangi bir konuyu) çok boyutlu
algılama, sorgulama zemini sunacaktır. Kendini
ve kendisinde olan şeyleri sorgulayıp değerlendirme,
mevcut var-olunan noktaları eleştirerek ve orayı
terk ederek daha olumlu ve bilimsel olanın yanına
geçiş, onu kavrama ve hemen ardından pratik-eylem
adımları…
Daha açık bir ifadeyle “eleştiri ve özeleştiride
anlayış ve davranışlardaki eksiklik, hata ve zaaflar,
aynı zamanda bunların karşıtı halinde doğru ve
olumlu alternatifler söz konusu edilir” demek,
doğru olacaktır. Ve bu belirlenmiş kurallar bütünlüğü
altında yapıldığı gibi, kural olmayan ama kural
yerine geçen sosyal-kültürel birikimler çerçevesinde
de yapılabilmektedir.
Yani bir disiplin alanıdır eleştiri-özeleştiri.
Kendine has özellikleri, işleyiş ve işlevsellik
bütünselliği vardır.
Konunun öne çıkan yanları olan “bilimsel, yapıcı,
yıkıcı, yenileştirici, geliştirici, ilerletici,
yeniden düzenleyici, eğitici, belirli bir toplumsal
homojenlikte düzen sağlayıcı vb.” nitelik ve işlevlerinden
de, temel olarak söz edilebilir, edilmektedir
de… Demokratik, sosyalist toplum (veya topluluklar)
yaşamında, bunlar çok daha anlamlıdır.
Bir alan sınırı çizme sorunumuz olsun. Buradan
hareketle de başka şeylerle karıştırma tehlikesini
önleme çabası anlamında şunu belirleyelim istiyoruz.
Eleştiri ve öz-eleştiri olayı, öncelikle ceza
yasaları tarafından değerlendirilen ve suç kapsamında
görülen anlayışları-davranışları değil, daha farklı
düzlemde kavranılan ve yaşanılan; toplumsal, grupsal
ve bireysel şeyleri (soyut-somut ne varsa), ilişki
ve iletişim unsurlarını konu edinmektedir.
Olumsuzlanan anlayış ve davranış, “eleştiri-özeleştiri
sistematiğine” bağlı değerlendirilmesinin hemen
yanı başında suç kapsamında görülebilir. Bu durum
olgunun içerik ve önemine, yer ve zamana bağlıdır.
Belki de bu yanıyla eleştiri-özeleştiri olayında,
masaya yatırılanın ‘suç’ diye nitelenmesinin de
ilk zemini oluşmaktadır diyebiliriz. Suç olayında,
sonuçta bir cezalandırma, dolayısıyla da yaptırım
dayatması bulunmaktadır. Ancak “eleştiri-özeleştiri”
de daha farklı işleyişler ve işlevsellik uğrakları
bulunmaktadır. Örneğin tartışma, öneri, ikna,
öz-eleştiri kavramlarının anlattığı anlayış ve
davranış kalıplarıyla, daha barışçıl, uzlaşmaya
dönük tarzlar söz konusudur. Elbette bir yere
kadar...
Yine anlaşılır olmak için örneğin, ayıplama, kınama,
uyarma vb. türü hal ve davranışları da “eleştiri-özeleştiri”
kapsamında, onun teşhir ve yaptırımları anlamındaki
yanları olarak görmek mümkün. Ancak kimi kurumsal
işleyişlerde de, “eleştiri-özeleştiri” işleyiş
ve işlemi ardından yasal cezai yaptırımlar doğabilmektedir.
Ceza yasalarının işlemesinde, eleştiri-özeleştiri
işlemi önsel olabilmektedir.
Yine konuya örnek olsun, parti kurumu işleyişinde
bir eleştiri işlemi, gerekli anlayış ve davranış
beklentisini göremediği zaman tüzüksel-cezasal
yaptırımları uygulamaya yönelebilir.
Bu uyarmaların yanı sıra denilebilir ki, “suç”
kavramı ve onun beslendiği hukuk sistematiğinin
dışında kalan bir işleyiş ve işlem bütünselliği,
eleştiri-özeleştiri olayının ayırt edici karakteridir.
Bu dikkat çekme ve gezinmelerden sonra, eleştiri-özeleştiri
olayının kapsamlı hukuksal bir ilişki biçimi olduğu
tespitini yapabiliriz. Hem kurumsal, hem de toplumsal
ilişki ve işleyişlerde, yaşam biçimine yön veren
işlevleri de bulunan çok önemli hukuk tarzıdır.
Ancak,
Bir yanılsamaya yol açmamak için, içerik boyutunda
önemsediğimiz şu noktayı vurgulayalım. “Eleştiri
ve öz-eleştiri” olayı, kaba bir hukuksal işlem
ve kurumsal işleyiş tarzı olmanın ötesinde, özünde
vazgeçilemez bir yaşam tarzı unsuru, şeklinde
algılanıldığında anlamı yerine oturmaktadır. Eleştiri-özeleştiri
eyleminde, tamamıyla olumlu değişim ve dönüşüm
içerme, bu temelde yanlışlardan veya en azından
ilkesizliklerden uzaklaşmayı ısrarla önde tutma
vardır. Özellikle demokratik ve sosyalist içeriklerdeki
toplumsal ve kurumsal ilişkilerde temel alınan,
gözetilen/vazgeçilemez değerlerin önemsendiği
eylemlerdendir. Dolayısıyla özümsenerek yaşanılan
değerler bütünlüğü ve mücadele eylemidir dersek,
abartmış ve yanılmış olmayacağız.
Devrimci sosyalistliği bireysel ve toplumsal yaşamımızda
öne çıkarıyorsak, “eleştiri ve öz-eleştiri” bu
yaşam tarzının bir taraftan temellerinden ve diğer
taraftan da onun şekillendiricilerinden sayılmalıdır.
Öte yandan, özümsenmiş, yani bilinçli tercihle
yaşanılan samimiyet ve dürüstlük olguları da konuyla
bağlantılı, hatta onunla at başı giden bir yandır.
“Eleştiri, öz-eleştiri” üretkenliğinin kaçınılmaz
sacayaklarındandır bu…
Elbette bunlara ek bir dizi özellik daha sıralanabilir.
Belirttiklerimiz, bir çerçevenin ana hatları ve
temel taşları anlamındaki yönleridir.
Eleştiri-Özeleştiri olayını, dünya ve ülke sosyalist
literatürü birikimlerine bakarak özetle şunlar
söylenebilir.
Örgütlü grup yapısı ve toplumsal yaşam alanları
boyutlarında konu ele alınabilir. Bunların ikisini
de kucaklayan, biraz daha fazla önem gösterilmesi
gereken birey yaşamı alanı da özellikle söz konusu
edilmelidir.
Burada bir vurguya gerek var. Çünkü her şeyden
önce kişi yaşamı ve bunun toplumsal yaşamda izlediği
rotada sergiledikleri çok önemli. Günümüzde dayatılan
emperyalist sistem ilişkileri, özellikle post-modernlik
unsurları karşısında, kişinin aldığı tutumlar
çoğu kez belirleyici noktalardadır. Kişinin topluma
karşı eleştirel ve kendine karşı öz-eleştirel
konumda olması her zaman tercih edilmelidir. Bu
bir dizi özelliğe sahip olma anlamındadır. Yanlışlar,
sistemin yarattığı ve dayattığı toplumsal sapkınlıklar,
yozlaşmalar ve çürümeler karşısında duruş sergilemenin
önemi artık yadsınamaz düzeydedir. Demokratik,
adil, saygın ilişkiler isteniyor ise, öncelikle
kişi bunları kendinde aramalıdır. Yani kişinin
anlayış ve davranışlarında kendisine karşı saygı
duyabilmesi, demokrat ve adil olması çok önemli...
Çünkü kendine dönük sorgu ve eleştiri buradan
başlar, dolayısıyla öz-eleştiri adımı atılır.
Kişilik sahasında başlayan bu eylem, çerçevesini
büyüterek kaçınılmaz olarak da kişilik formatlarını
yaratan çevreye yönelir. Bunların toplamı üzerinden
ve bunlarla birlikte gruba veya topluma yüklenme
yaşanır. Ve bu, aslında arzu edilir tarzdır.
Grup yaşamı içerisinde (örneğin devrimci sosyalist
parti yaşamında), eleştiri ve özeleştiri olayı
sürekli gündemde tutulur. İşleyişlerde vazgeçilmez
unsurdur. Anlayış ve davranışlar bağlamında, yönetsel
kademeler (kişi ve organlar) dahil tüm ortak paydalar,
eleştiri-özeleştiri işleyişi ile güçlendirilir.
Bu önemli ve karakteristik yan onu, diğer burjuva
ve sistem içi parti uygulamalarından da ayırt
eder. Eleştiri-özeleştiri, kendi içerisinde ilkesel
özellikler de taşır ve bunlar önemle gözetilir.
Parti çizgisine ve iradesine bağlılık, açıklık,
katılımcılık, hataları ifade etme ve kabul etme,
objektif olma, gerçekçi ve gerçekleri sulandıran
yozlaştıran şeylere karşı eleştirel olma, eleştiriyi
somut nedenlere dayandırma, kişi ve olayı yıpratma
değil, değiştirici ve yenileyici olma, tutarlılık,
samimi ve dürüst olma… Bunlar eleştiri-özeleştiri
disiplin alanının vazgeçilmezlerindendir.. Ve
kesinlikle ayrı alt başlıklarda tartışmak gerekir.
Eleştiri ve özeleştiri olayının temeli sayılan,
genellikle bilinen diğer birkaç özelliğini de
tespit etmeliyiz.
Eleştiri-özeleştiri bir yöntem anlamında mıdır?
Evet. Toplumun ve örgütlü kitlelerin grupsal yaşamının
ve ilişkilerinin, oralardaki hataların zaafların
ele alınması ve onlardan arınma, en azından uzaklaşma,
tavır alma yöntemidir.
Eleştiri-özeleştiri, toplumsal ve grupsal yaşam
ilişkilerini olumlu yönde geliştirme ve bu anlamda
katılımcılık yanını önemseyerek, yönetsel işlerde
ve işleyişlerde yer alma boyutuyla, bir işleyiş
ilkesi anlamındadır.
Eleştiri-özeleştiri, bir eğitim fonksiyonu içerir
mi? Elbette... Yukarıda belirttiğimiz kapsamlar
bütününde, şeylerin (anlayış ve davranışların)
değerlendirilmesinde izlenen yol ve başvurulan
araçlar, sonuçta toplumu ve grupsal yaşam içindeki
muhataplarını eğiterek bir ileri noktaya taşır.
Yanlışlar, zaaflar, olumsuz şeylerin içeriklerini
öğrenme vb. tümü de, kavrama ve onun özgün pratik
süreciyle birlikte değişir…
Eleştiri ve öz eleştiri grup veya toplumsal yaşam
akışında yanlışı, zaafı, uzlaşır ya da uzlaşmaz
çelişkileri, genel anlamda da olumsuzlukları açığa
çıkarma eylemidir. Bir eylem olması anlamında
çok kuvvetli işlevi bulunmaktadır.
Bu nedenledir ki, gerçek bir eleştiri-özeleştiri
işleyişi; mekanik, dogmatik, bürokratik ve yüzeysel
anlayış ve durumlarla, en baştan uyumsuzdur. Bunlarla
kesinlikle yan yana gelmez.
Felsefe Alanında “Eleştiri”
Eleştiri’nin tarihselliği burada konumuzun kıyısında
kalıyor. Tarihsel evriminde aldığı mesafeler ve
kazandığı içerikler elbette önemli. “Kendi üzerine
iç düşünme” noktasıyla birlikte dogmatizme karşı
eleştiriciliği sistematikleştiren Kant, daha çok
sonraki katkıcıları sayesinde eleştirinin dogmatiklikten
ve ruhbilim hegemonyasından çıkarılıp bilime kaydırılmasına
hizmet etmiştir. Bunu yaparken bilimsel analize
dayanan, bilginin temeli sorununu ileri çeken,
sonraki süreçlerde ise bunu ayrıntılandıran eleştirici
felsefe, sonuçta yine de kapitalist ilişkileri
güçlendiren ve idealizm kulvarından çıkamayan
bir nitelik göstermiştir. Yine de, eninde sonunda
şeylerin sonuç durumundan hareketle, anlayış ve
davranışları bütünlüklü biçimde içeren bilimsel
bilgiyi, ‘eylem’i yorumlama, değerlendirme, yanlışı
veya eksiği belirleyerek yeniden üretime ışık
tutma bağlamındaki yaklaşım, sanırız felsefe alanından
alabileceğimiz bir öz olarak, bize başlangıç zeminini
sağlar.
Burjuva felsefecilerinin idealizme zemin teşkil
eden yaklaşımları kısmen doğru işaretleri barındırsa
da, Marksist felsefe ve sosyalizm, olguların diyalektik
materyalist yaklaşımla ve kaçınılmaz biçimde neden-sonuç
bağlamında ele alınarak yanlışlardan arındırılması
ve yeniden üretiminin praksis olarak algılanması
bakımlarından ondan kalın bir çizgiyle ayrılır.
Birey-toplumsal grup-toplum- doğa olgularının
kendileri ve birbirleriyle bağlantılı iletişim
ve etkileşimlerini bilimsel yöntemlerle ele almak,
olayın diğer bir tartışma zeminidir.
Farklılıklar veya ortak paydalar bütünselliğinde;
birey, toplumsal grup ve toplum yaşamına değiştirme
mantığıyla yaklaşmak, burjuva ve Marksist düşünme
sistematiklerinin ayrım noktasıdır. Özne ve nesne
ilişkisinde, özneyi nesneleştiren burjuva felsefesi
ve kapitalist yaşamı, tarihsel olarak sınıfta
kalmıştır. Bilimleri de kendi özgünlüğünden saptırarak,
ticarileştirilmesi onun belirleyici özelliğidir.
İnsana ve topluma eleştirel, yenileyici değil,
içten çürüterek tamamen tüketici tarzda yaklaşması,
onun evrensel karakteridir.
Marksist felsefe ve demokratik-sosyalist toplumsal
deneyimler ise, anlayış ve toplumsal yaşama yaklaşımlarda
kendisini geliştirmeye devam eden bir iç tutarlılığa
sahiptir. Marksizm, öznenin, yani tarih yapıcısının
yaşamında, anlayış ve davranış (buna eylem, praksis
diyebiliriz.) bütünlüğünde kendini ve edimini
gözden geçirerek ilerlemesini özellikle vurgular
ve temel alır. Marksizmle, sosyalizmle bağlantılı
kişi, grup ve kurumlarda bu yönde birçok tartışma
yapılsa da, genel içerik anlamında böyledir. İleri
sürülebilecek itirazlar ve sorunlar, hatalar ve
zaaflar yine “eleştiri-özeleştiri” ile aşılacaktır…
Bazı Yanlış Tanımlama ve Anlam Yüklemeler
Üzerine
Birkaç noktada anımsatma ve uyarmalarda bulunmak
istiyoruz..
“Eleştiri, öz-eleştiri” sistematiği ve tarzı,
sıradan bir ‘özür dileme’ mekanizması değildir.
Hatalı, zaaflı ve yanlış olandan uzak durmanın
bilincine varmadır. Bu bilince varış, bilimsel
olduğunda, gerçekten samimiyet ve dürüstlük zemininde
gerçekleşiyorsa anlamlıdır. Kişiyi ve toplumsal
grubu ileri taşıyorsa, işlevini yerine getirmiş
demektir. Yeni ve olumlu olana doğru gelişme yoksa
ve eskiye ait tekrarlar oluyorsa orada anlama,
özümseme ve gerçekten de hatadan uzak durma çabası
yoktur. O zaman “eleştirdik veya özeleştiri yaptık”ın
da bir anlamı kalmıyor. Belirli hoşgörü çerçevesi
içerisinde yenilenmenin, hatalı olandan gelişerek
uzaklaşmanın yeri ve zamanı gözetilmesine rağmen
ilerleme kaydedilmiyorsa, sonuç kısaca bu anlamdadır.
“Eleştiri yıkıcı olmamalıdır” deyiş ve uyarısını
hep duyar, belki de sık sık dillendiririz. Kişinin
veya bir toplumsal grubun moral değerlerinin bozulmaması
anlamında söyleniyorsa, bu belli ölçüye kadar
kabul edilebilir. Ancak eleştiri zaten hatalı,
zaaflı olan anlayış ve davranışları geriletme,
yerine yeni ve doğru olanı koymaksa, doğallıkla
bunlara karşı yıkıcı olmalıdır. Aksi düşünülemez.
Yani yanlış ve zaaflı olanı yıkma yok etme temelinde
bir eylemdir. Üslubun ve araçların ‘sert’ olması
da önemli değildir. Eleştiri dostane ve samimi
içerikte yapılır zaten. Konunun sert dillendirilmesi
bu samimiyeti ortadan kaldıramaz. Bu da eleştiri
konusunun yani hataların-yanlışların önemine göre
değişebilir. Olumlu tepkinin geri dönmesi ve kişilikte
kırılma, geri kaçmanın olmaması için üsluba dikkat
edilir, anlayış ve davranış ise yıkılıp değiştirilmek
üzere ele alınır. Bu yanlış tarifleme ve yönlendirmeye
dikkat çekiyoruz. Yani eleştiride yönelim yanlış
olanadır, kişiyi veya bir kurumu ezme, tahrip
etme eleştiri dışı bir şeydir.
Kişilerin eleştirilmesi veya özeleştiri vermesinin
sonrasında, önerilen doğrultuda gelişme ve yenilenmenin
gecikmesine bakılarak erken hüküm vermemeye dikkat
edilmelidir. Bir eğitim, bir özümseme, davranış
değişimi vb. gerektiren olaylarda acelecilikten
uzak ve hoşgörülü olunmasında yarar vardır. Karşı
tarafa olay ve evrimine göre bir değişim ve dönüşüm
süreci tanınmalıdır. Karşılıklı samimiyet ve yardımlaşma
işlev görücü niteliktedir. Samimiyetsiz veya dürüst
değil, vb. gibi nitelemeler en son halka olmalıdır.
Diğer bir sorun, eleştiri-özeleştiri işleyişi
sonrasında yaşanabilmektedir. Değerlendirme ve
tartışma sonucunda hata yapan kişi (eleştiriye
uğrayan, özeleştiri yapan) konu üzerinde bir konsensus
sağlayarak beklenti içine girer. Ancak tespit
edilen hatanın tekrarı olduğunda bir esneklik
ötesi gevşeklik, olmaması gereken ‘hoşgörü’ sergilenmesi
yaşanabilmektedir. Eleştiricinin ötesinde eleştiriye
uğrayan kimse, olguyu devam ettirdiğinde, sorun
daha derin bir ilgi bekler. Ayrıntılı sorgulamayı
konu ve taraflar bağlamında masaya yatırmak gerekir.
Bu, bilimlerin ışığında ama özellikle davranış
bilimleri ışığında bir incelemeyi öne çıkarabilir,
ki öyle de olmalıdır.
Hem hata tespiti yapılacak, hem taraflar anlayış
ve davranış yenileme niyeti gösterecek, ama sonra
bir değişim olmayacak!
Ciddi bir yanılsama mı bu? Tarafların ciddiyetsizliği,
samimiyetsizliği, dürüst olmayışları, dahası yanlış
anlayış ve davranışın varlığını sürdürmesi çok
önemli… Ama tavır alan ve değiştiren yok!
Bu durumda gerçekten de bir gerilik ve samimiyetsizlik,
doğru eylemden uzak kalma ve hatta iddiaların
ardında gizli kalan bulandırma olayı söz konusudur.
“Evet yanlış var, bir daha olmaz, olmamalı...”
denildikten sonra değişim geçirmeyenlere ne demeli,
ne yapılmalı?
Devrimcilerin içerisinde ve çevre ilişkilerinde
bu noktada çok duyarlı olmak, devrimci sosyalist
sorgulama ve yanlışı değiştirme eyleminde tutarlı
olmak kaçınılmazdır. Aksi halde devrimcilikten,
sosyalistlikten söz edilemez...
Kapitalist ilişki ve anlayışların bir kültürel
veri halinde devrimci saflarda etkili olmasının
panzehiri, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının
içeriğine uygun davranmadır. Özellikle davranış
ve kültürel değerlerimiz, bu titizlikle korunabilir
ve geliştirilebilir... Başka çaresi yoktur. Yoksa
post-modern kültürün yarattığı erozyonların, liberalizmin
sulandırmalarının önüne geçilmesi çok zor olur.
Eleştiriye tahammülsüzlük, örgütlü gruplarda ve
bireylerde görülen ciddi bir zaafiyettir. Kesinlikle
tedaviye ihtiyaç duyar. Tedavinin yolu, eleştiri
ve öz-eleştirinin, devrimci anlamda kavranması
ve uygulamasındadır.
Kişi ve gruplara ait anlayış ve davranışları konu
edinen eleştiriler karşısında, muhataplarının
eleştiriyi bir şekilde kabullenmeme ve korumacı-tutucu
bir mantıktan hareketle eleştirinin işlevini boşa
çıkarma tutumları sergileme davranışı üzerinde
durmakta yarar var.
Eleştiriyi kabaca yanlıştan arınma, değişme ve
gelişme formatında bir olgu olarak görürsek, eleştiriye
tahammülsüzlük, bir anlamda bu gelişmelere de
kapalı olmak anlamına gelmektedir.
Bu, “ben bilirim”ci, ben-merkezci, “benden ötesi
tu-kaka” tutumu gibi sosyal ve psikolojik sapkınlıkları
da içeren anlayış ve davranışların açık dışa vurumudur.
Eleştirileri, işleyişin ve işlevlerin formatları
dışında sert ve itici kalıplarla reddetmek, eleştiri
olayına sahte yaklaşmak anlamını da taşır.
Dolaysıyla eleştiri işlemi bir toplumsal iletişim
biçimi ise, bunun işleyiş ve işlevlerine karşı
tavır almak da onun içeriğine aykırıdır. Eleştiri-özeleştiri
olayını sözde kabullenmek, ancak kendine dönük
eleştirilerde tahammülsüzlük göstermek, kişilik
ve grup varlığında hastalıklı unsurların, yanlış
kültürel biçimlerin etkisinin ileri derecede var
oluşuna işaret eder. Bu hastalığın yerleşikliğini
kırmak ve etkilerini gidermek, çok zorlu da olsa
mümkündür. Öncelikle ön-yargılardan arınmak için,
söylenenlerde ve davranışlarda özgüvenli, bilimsel
ve dürüst zeminde yaklaşım sahibi olunması kaçınılmazdır.
Eleştiri karşısında hatanın-yanlışın ve zaafın
değerlendirilmesi ve kabullenilmesi sonrasında,
aynı davranışları yeniden tekrarlamak, konunun
dikkatle tartışılması gereken ilginç bir yönüdür.
Bu, özellikle sol-devrimci çevreler içerisinde
ve ilişkilerde gözlemlenen bir durumdur. Aslında
burjuva post-modern anlayış ve davranışların yarattığı
etkiler de bu çevrelerde olgunlaşmamış devrimciliğe,
özgün kültürel özelliklerin barındırdığı zayıflığa
ve geriliğe bağlıdır. Eleştirinin özümsenmesindeki
sıkıntı, verilen özeleştirinin yüzeysel-göstermelik
özelliği ile kendini ele verir. Sonuçta eleştiri-özeleştiri
işlevsiz kalmıştır…
Herhangi bir anlayış ve davranışın eleştiri ve
özeleştiri işlemi sonrasında değiştirilmesi, tarafların
olayı özümsemesine, samimiyetine ve çabasına bağlıdır.
Esas belirleyen olgu da, bütünlüklü kültürel dokunun
aldığı şekiller ve gösterdiği dirençlerdir. Kalıpları
değiştirmek, bizzat iç devrimsel dönüşümlerle
ve yönelmelerle ilgilidir.
Örneğin sol içi şiddet konusunda yaşananlar sonrasında
tarafların özeleştirilerini ortak deklere ettikleri
bilinir. Ondan sonra eleştirilen şeyi, yine birbirine
veya dost gördükleri çevrelere yeniden uyguladıklarına
bakarsak, bir davranış davranış bozukluğu içinde
bulundukları söylenebilir.
Siyasal tahammülsüzlük, demokratik olamama, dostlarına
karşı samimi olmama, grup çıkarlarını yanlış kalıplarda
koruyarak motive etme, vb. hastalıklarını bir
davranış kültürü olarak görebiliyoruz.
Eğer sol içi şiddetin yanlışlığından söz ediliyor
ve bir süre sonra aynı şeyler yaşanıyorsa, olayda
ve taraflarında bu hastalıklar, en hafifinden
zaaflar ve kültürel sapkınlıklar var demektir.
İdeolojik politik yapılanışta ciddi arıza ve kaçaklar
var demektir. Öte yandan bu duruma sessiz kalanlar
tarafına baktığımızda da henüz gizli bazı sosyal-siyasal
çarpıklıklar vardır ve bunlar ayrıca eleştiri
konusu edilebilir...
Dolayısıyla imzalar atılarak deklarasyonlar yapılırken
özeleştiriye ve doğru anlayışlara hala uzak duruluyorsa,
artık başka şeylerin aranması, ittifak ilişki
ve kültüründeki değerlerin tartışılması ve gerçek
eleştiri-özeleştiri üzerinden yenilenme gereklidir.
Devrimci kitleler ve halk karşısında ilan edilen
yanlışların devam ettirilmesi, güvensizlik-samimiyetsizlik
tablosunun sürmesini sağladığı gibi, zarar verici
kültürel kalıpların yerleşmesine de neden olmaktadır.
Dolayısıyla bu tür ilişkilerin sonuçları tahminimizin
ötesinde zararlara yol açmaktadır.
O zaman samimi olunarak, yapılan eleştiri-özeleştirinin
neden değişime ve yenilenmeye yol açmadığını sorgulamak
gerekiyor. Bu durumun devrimci sosyalist ilişki
ve kültürel tarzlarımıza katkıları açısından ciddiyetle
düşünülmesi gerekmektedir.
Belirtmiştik ve çok önemsemiştik. Eleştiri ve
özeleştiri konusu, devrimci sosyalist yaşam tarzımızın
vazgeçilmez zeminlerinden biridir. Özellikle gelişme
ve değişimin itici unsuru, yozlaşma ve her türlü
çürümenin panzehiridir.
Bir yaşam tarzı unsuru ve disiplin alanı olan
“eleştiri-özeleştiri”nin, tam anlamıyla hakkı
verilerek uygulanmasıyla gerçekten de kazanan;
eleştiriyi yapan ve özeleştiri verendir, dahası
üzerine düşülen hatadan uzak durma eylemidir...
Hatalar, zaaflar ve yanlışlar, sapkınlıklar kaybeden
taraf olacaktır… Hangi konuda, kim ve ne olursa
olsun; tüm süreçleri diyalektik bir bütünlük içerdiğinde,
eleştiri ve öz-eleştiri de, devrimci sosyalist
tarzda gerçekleşmiş olur.
Eleştiri ve öz-eleştiri devrimci bir eylemdir.
Çünkü eleştiri ve öz-eleştiri mekanik bir işlem
değildir. Marksist bir tutum, bir eylem biçimi,
değiştirme ve dönüştürme etkinliği, bilimsel işleyişle
neden-sonuç ilişkisi taşıyan süreçler topluluğudur.
Birey ve kurum kişiliğini parçalayan neo-liberal
egemenliğin ve postmodern kültürün önüne sürülebilecek
bir barikat, kişiliği bütünleyen, diyalektik yöntemle
yeniden yapılandıran bir süreçtir.
Eleştiri almadan öz-eleştiri yapabilmek ve değişebilmek,
gerçekten kelimenin içerdiği anlamıyla erdem sayılmalıdır.
Örgütlü kişilerin, örgüt organlarının ya da politik
önderliğin bu anlamdaki tutumları; kendi kitlesi
ve halk kitleleri karşısındaki konumuna çok önemli
değerler katar.
Tüm anlatılanlardan sonra şu denilebilir; eleştiri
ve öz-eleştiri, devrimci kişiliğin ve devrimci
kurumsallığın, kısacası yaşam tarzımızın vazgeçilmez
öğelerindendir.
|