Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


0
 

 

47. Sayı - Ocak 2007

Hatırlanacaktır, bir süre önce, Siyonistlerin Lübnan’a saldırısı henüz sürerken Ortadoğu’da boy gösteren ABD Dışişleri Bakanı C. Rice, “Ortadoğu’ya artık yeni bir düzen getirileceğini” müjdelemişti.
Yüzeysel bir bakışla ele alırsak, o günden şu ana kadar bölgede olup bitenler sanki Rice’ı doğrulamamış gibi görünüyor. Daha doğrusu, “düzen” dediğimiz şeyin anlamını sınırlı bir düşünme biçimiyle algılarsak önümüze böyle bir tablo çıkıyor.
Oysa bir başka açıdan bakmayı denersek, Rice’ın “düzen”in klasik anlamda bir “istikrarlı durum” anlamına gelmediğini düşünebiliriz ve buradan hareketle karmakarışık bir tablonun da emperyalist çıkarlar açısından geçici bir “düzen” olduğunu anlayabiliriz.

Filistin’de Provokasyonun Boyutları…
Gerçekten de son aylarda artık Ortadoğu’da her şey çığırından çıkmış gibi görünüyor. Filistin toprakları kardeş kanıyla sulanmaya başladı. Filistin direniş grupları arasında çatışma çıkması belki tarihte hiç olmamış bir şey değil; ama bu kadar kapsamlı ve sürekli bir çatışma herhalde ilk kez yaşanıyor. Hamas ve El-Fetih arasındaki sokak çatışmaları zaman zaman hafifliyor, araya başka direniş örgütleri giriyor, sonra yeniden alevleniyor ve doğal olarak her ölüm olayı geleceğe yönelik yeni kriz tohumları ekiyor.
Çatışmaların kaynağı ise, sonradan ne sebep uydurulmuş olursa olsun, aslında geçen yılın seçimleridir. Kolayca hatırlanacağı gibi, geçen yıl yapılan seçimlerde sandık başına giden Filistin halkı, bu kez El-Fetih’i değil, Hamas’ı tarcih etmişti. O zamanlar da yazdığımız gibi bu, Hamas’ın niteliği ne olursa olsun, halkın daha direniş yanlısı olan bir gücü tercih etmesiydi. Son yirmi yıldır sürüp giden uzlaşmacı eğilimlerden bıkmış olan Filistin halkı, daha fazla sıkıntı çekeceğini bile bile, İsrail’le uzlaşmama söylemine sahip olan Hamas’ı seçmişti.
Daha o gün, Filistin halkı bu seçiminin bedelini ödemeye başladı bile. Bir yandan ağır ambargo koşulları ve özellikle Gazze’nin tümüyle insanlık dışı koşullara mahkum edilmesi, diğer yandan ardı arkası kesilmeyen suikastlar, saldırılar ve tehditler birbirini izledi. Halkı bezdirmek ve direnişçi tutumdan vazgeçirmek için Siyonistler ve emperyalist efendileri ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu durumun üstüne bir İsrailli askerin Filistinli savaşçılar tarafından esir alınması eklenince son yılların en kapsamlı gaddarlık harekatı başladı ve İsrail ordusu önce Gazze’yi, sonra da Lübnan topraklarını kana bulamaya başladı. Bu arada Hamas hükümetinin üyeleri tutuklanıyor, liderleri açık hedef ilan ediliyor, saldırılar birbirini izliyordu. Ancak bütün katliamlarına karşın Siyonistler, özellikle Hizbullah’ın direnişi karşısında açık bir yenilgiye uğramaktan kurtulamadı. Bir “yıldırım harekatı” ile Hizbullah’ı çökerteceğini uman Siyonist ordu ağır kayıplar vererek geri çekilmeye razı oldu.
İşte tam da bugünlerde, emperyalistler ve Siyonistler büyük bir prestij kaybına uğramışlarken, birden bire Filistin’in iç çatışmaları öne çıkmaya başladı. Hamas’ın tek başına iktidarını bir ölçüde törpüleyip bir ulusal birlik yönetimini öneren ve cezaevindeki direniş örgütü liderlerinin imzaladığı “Tutsaklar Belgesi” belki bu noktada bir çıkış yoluydu. Ancak daha sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın erken seçim zorlaması, çatışmaların kaynağını oluşturdu. Doğrusu bu noktada, Abbas’ın bu tutumunu, onun kişisel niyetinden de bağımsız olarak, pek masumane yorumlamak mümkün değildi. Bu, apaçık bir provokasyon anlamına geliyordu ve bütün emperyalist ülkelerin yanında İsrail’in de Abbas’ı destekleyen tavırları provokasyondan kimlerin çıkarı olduğunu net olarak gösteriyordu. Sonuçta daha yedi-sekiz ay önce Filistin halkının desteğini almış olan bir yönetime karşı saldırıya geçmek ve bunu yaparken Siyonistler ve emperyalistler tarafından yaratılan ablukanın ağır sonuçlarını kullanmak emperyalistlerin arzularını yerine getirmekten başka bir anlam taşımıyordu. 1950’li yıllarda ilk silahlı eylemleri başlatarak Filistin davasının ateşini yakmış olan El-Fetih’in bir yönetici kastın elinde bugünkü noktaya sürüklenmiş olması acı vericiydi. Aynı günlerde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve İslami Cihad gibi direniş örgütlerinin araya girerek sağladıkları ateşkes ise çok uzun ömürlü olmuyor, daha doğrusu sık sık ihlal ediliyordu. Dergimizin yayına girdiği gün bile Filistin’de çatışmalar olanca hızıyla devam ediyordu ve arada fırsat bulan Siyonist ordu da operasyonlarını sürdürüyordu.

Saddam’ın İdamı ve Kaos Kapılarının Ardına Kadar Açılması
Aynı günlerde Irak’ta Saddam’ın emperyalizmin kuklası hükümet ve bir soytarılar mahkemesi tarafından idam edilmesi ise bir başka halkadır.
İdam olayının kendisi üzerine tartışmak son derece yersizdir. Saddam’ın halkın öfkesini binlerce kez hak etmiş bir katil olduğu, ayrıca bu katliamlarını bizzat ABD’nin himayesinde gerçekleştirdiği yeterince açık olgulardır. Ve yine biliyoruz ki, eğer Irak halkları kendi dinamikleriyle bir ayaklanma gerçekleştirip, Saddam’ı devirerek demokratik bir halk iktidarı kurma girişiminde bulunsalardı, böyle bir ayaklanmaya ilk müdahale edecek güç ABD’den başkası olmayacaktı.
Bugünkü durum ise son derece tiksinti verici bir rezillikten ibarettir. Meseleye sadece “ölü Saddam en iyi Saddam’dır” penceresinden bakmak, dar bir bakıştır. İşgalci ABD emperyalizmi, Irak’ta uşaklıktan başka bir meziyeti olmayan bir kukla yönetim kurmuş, bu yönetime bağlı olarak kurulan ve hiçbir meşruiyeti olmayan bir sözde mahkeme kararı vermiştir. Daha doğrusu zaten var olan bir hükmü imzalamıştır. Öyle ki, bu mahkemenin savcıları ve hakimleri bile salona ABD askerlerinin koruması altında gelip gitmektedirler.
Üstelik, tam da beklendiği gibi Halepçe katliamı ve şu malum kimyasal silahların kimden geldiği sorularına sıra bile gelmeden alelacele sehpa kurulmuş ve iş bitirilmiştir.
Ancak konumuz açısından daha önemli olan şey, bu idamının zamanlaması ve şeklidir. İşin başından sonuna dek her şeyi belirleyen işgalci Amerikan emperyalizminin en son aşamada cellatlık görevini Şii ağırlıklı bir hükümete vermesi, son derece önemlidir.
Üstelik idam, yine Şii milisleri tarafından gerçekleştirilmiş ve bu görüntülerin bütün dünyaya yayılması da aslında bilerek engellenmemiştir. Bütün infaz boyunca maskeli kişiler hiç durmadan Şii olduklarını belirten sözler söylemekte, Saddam’la mezhepsel polemiklere girmekte ve hatta ölümünden sonra da sevinç dansları yapmaktadır. Sokaklarda yapılan “kutlamalar” da bunun devamıdır.
Bütün bu görüntülerin binlerce kez yayınlanmasının amacı, Irak’ta zaten uzun süredir başlatılmış olan kanlı mezhep savaşlarının (Cami bombalamaktan yakalanan İngiliz ajanları anımsansın!) bin kez daha şiddetlenmesi ve belki yüz yıl sürecek kanlı bir hesaplaşma içinde Irak halklarının anti-emperyalist enerjisinin tüketilmesidir. Bir yaralı köpeğin görüntülerini bile meslek etiği adına yayınlamayan dünya medya devlerinin bu provokasyon görüntülerini her gün bin kez göstermesi başka türlü açıklanamaz.

Yeni Ortadoğu Düzeni: Halkların Birbirini Kırması
Böylece, iki ayrı ülkedeki iki ayrı olaydan tek bir sonuca ulaşmak mümkündür. Rice’ın sözünü ettiği yeni düzenin bir ayağını oluşturan bu sonuç, bölgedeki direnişçi güçlerin “istikrarsızlaştırılması”dır. Pentagon’un strateji belirleyicileri, Şii sloganları eşliğinde gerçekleşen idam görüntülerinin sadece Irak’taki iç çatışmayı körüklemekle kalmayacağını, İran-Lübnan-Suriye-Filistin ilişkilerine uzanan parçalayıcı etkilerinin olacağını elbette hesaplamaktadırlar. Yani böylece bir yandan emperyalizmin kadir-i mutlak bir güç olduğunun altı çizilir ve halklara gözdağı verilirken, diğer yandan da bin yıllık nefretler körüklenmekte ve anti-emperyalist duyguların yön değiştirmesi amaçlanmaktadır. Filistin’de olan şey de bundan bağımsız değildir; yüz yıllık deneyimiyle emperyalizm, küçük küçük çatışmaların ve karşılıklı ölümlerin kitleler arasında on yıllarca silinmeyecek izler bırakacağını bilmekte ve bu çatışmaları (muhtemelen zaman zaman bizzat kendi elemanlarını da işin içine sokarak) şiddetlendirmektedir.
Kısacası emperyalizm, en azından bu süreçte bölgede kendi çıkarlarına tümüyle uyumlu bir “sütliman ortam” yaratamayacağını, bunun fiilen mümkün olmadığını bilmekte ve bunun yerine direnişçi güçlerin iç çatışmalarla felç edildiği bugünkü karmaşa ortamını bir tür “düzen” olarak yaratmaktadır.
Bu noktada devrimci sosyalizmin tutumu nedir?
Devrimci sosyalizm, bu karmaşa karşısında oldukça açık ve yalın kriterlere sahiptir. Biz, dünyanın neresinde olursa olsun emperyalizme karşı bir direniş isteği ve iradesi varsa, bu iradeyi desteklemeyi önümüze somut görev olarak koyarız. Afganistan’daki Taliban gericiliği ile de, İran’daki mollalarla ya da Lübnan’daki Hizbullah güçleri ile de, Irak’taki değişik mezheplerin militanları ile de aramızda bir yakınlık söz konusu bile olamaz. İdamın arkasındaki kirli gücü görmeksizin kuklalara alkış tutmak ya da idam sehpasındaki görüntülerinden hareketle Halepçe canavarı Saddam’ı “dost ve kardeş” ilan etmek gibi saçmalıklar da bize tümüyle uzaktır. Bütün bunlar yeni tarihsel süreçte emperyalist hegemonyanın aldığı yeni biçimleri ve olguların iç bağlantılarını görmekten uzak dar bakışlardır. Genel emperyalist politikaları ve dünyadaki genel direniş çizgisini gözardı ederek bütün olgulara kendi oturduğu yerden, daracık bir pencereden bakanlar kuşkusuz olayları yanlış değerlendireceklerdir. Biz, son derece açık bir biçimde bütün bu provokatif çukurlara düşmeden Ortadoğu halklarının anti-emperyalist irade birliğini ve direnişini desteklemek durumundayız. Örneğin sırf daha “laik” bir görüntüden ötürü El-Fetih’in İsrail’le aynı çizgiye düşen tutumunu desteklemek de aynı biçimde aklımızın ucundan geçmez.
Yani Ortadoğu’daki bugünkü durumun karışık olması, bizim kafamızın da “karışık” olmasını gerektirmiyor. Biz, bugünkü karışıklığın ancak Ortadoğu devrimci hareketinin güçlü bir atılımı ile çözülebileceğini, bütün taşların yerine böyle oturabileceğini söylüyor ve kendi coğrafyamızdaki devrimci süreci de böylesi büyük bir bölgesel atılımın en önemli ayaklarından biri olarak görüyor, dört elle bu göreve sarılıyoruz. Bu süreç boyunca bölgede emperyalizme karşı her direniş odağını desteklemek, aynı görevin bir parçasıdır. Bugün Ortadoğu’daki emekçi halkların bir irade birliğinin olmaması, tek tek emekçilerin derin ayrılıklarla sakatlanmış olması kuşkusuz verili bir durumdur. Ancak devrimciler, sadece verili durumları tespit ederek bu durumlara uygun anlık politikalar oluşturmakla yetinemezler; bir yandan da onlar gözlerini yakın ve uzak geleceğe dikmek, o geleceğin ilişkilerini, çıkış yollarını örmek zorundadırlar.
Sorumluluk ağırdır; ağır olduğunu da biliyoruz. Ama bu sorumluluk, günlük değerlendirmeler uğruna vazgeçemeyeceğimiz kadar da önemlidir. Günümüzün bütün gelişmelerini değerlendirerek gelecek projemize uygun tutumlar almak, ama öte yandan asıl işimize dört elle sarılmak birbirinden ayrılamaz görevlerdir. İrade, güç ve kararlılık, geleceğin özgür Ortadoğu’sunu yaratmak için atılacak her adımın ön koşullarıdır.

 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19