Dünyanın gündemini uzun süredir işgal eden nükleer
bomba meselesinin en son durağı Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti’ydi. Kendilerini dünyanın efendileri
zanneden ve başını ABD’nin çektiği emperyalist
haydutlar yine ortalığı karıştırıp, açıklama üzerine
açıklama yaptılar. Dünyanın tehlike içinde olduğunu,
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi “terörist”
ülkelerin ellerinde bulunan nükleer bombaların,
insanlık için tehdit oluşturduğu üzerine söylevler
verdiler. Zaten bu açıklamalar, ABD’nin Irak’a
saldırı bahanesi yapılmış, arkasından İran hedef
tahtasına oturtulmuştu. Şimdi de Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti…
Herkesin bildiği gibi Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti,
geçtiğimiz Ekim ayında bir açıklama yaparak nükleer
deneme yaptığını açıklamıştı. Bunun üzerine başlayan
tartışmalar uzayıp gitmiş ve ortaya iki sonuç
çıkmıştı: Birincisi, nükleer bomba (insanlığa
faydası sonuna kadar tartışılabilir) sadece emperyalistlerin
tahakkümünde değildir, ikincisi ise, dünyadaki
her şey emperyalistlerin denetiminde değildir.
Kore’nin İkiye Bölünüşü
Bütün bu tartışmalar vesilesiyle Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti’ni tanıyalım.
Kore, Asya kıtasının kuzey doğusunda uzunluğu
1000 km ve en dar noktada genişliği 216 km olan
bir yarımadadır. Yüzde 70’i dağlarla kaplı olan
Kore, dünyanın coğrafi olarak en dağlık bölgeleri
arasındadır.
1945 yılından bu yana Kore Cumhuriyeti (Güney
Kore)ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti (Kuzey
Kore) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti’nin yüzölçümü 222,154 km2 (yaklaşık
İngiltere kadar), Güney Kore’nin yüzölçümü ise
99,154 km2’dir.
İdari olarak ülke 9 eyalete, bu eyaletler de 72
ile ve 93 ilçeye ve ayrıca 5 metropolitan şehre
ve başkente ayrılmıştır.
Yakın tarihe baktığımızda, Kore toprakları her
zaman işgalci ülkelerin saldırılarına açık olmuştur.
Özellikle ABD ve Japonya’nın Kore halkı üzerindeki
baskı ve şiddeti tarihe kara lekeler halinde düşmüştür.
Kore’de ilk devletin MÖ 2333 yılında Çason halkı
lideri Tangun tarafından kurulduğu bilinmekte
olup, MÖ 13. asırda bölgede Puyi ve Koguryya (Kore)kabileleri
birlikte hüküm sürmüşler, daha sonra kuzeyde Kogurya,
güneyde Pekçe hanedanları egemenliklerini pekiştirmişlerdir.
MS 1. asırda Kogurya Hanedanı ülkede mutlak egemenlik
kurmuş, MS 313’de Çinlileri Kore Yarımadası’ndan
çıkarmışlardır.
Japonya Çin’e karşı kendisini desteklemediği gerekçesi
ile 1590 yılında Kore’yi işgal etmiş, bazı Avrupa
ülkeleri ile birlikte Japonya, Kore’den limanlarını
ticarete açmasını istemiş ve 1876 yılında baskılara
dayanamayan Kore kapılarını Japon ticaretine açmıştır.
1884 yılında ABD’nin Kore’de yaptığı darbe ile
2. Dünya Savaşı’na kadar sürecek bir Japon işgali
söz konusudur. 1896’da Kore halkı, Bağımsızlar
Birliği altında Japonlara karşı bir direniş örgütler.
1904-1905 savaşında Rus-Japon savaşı sırasında,
Kore halkı Japon saldırılarına hemen cevap veremez
ve Japon askerleri Kore topraklarına girer. 1910
yılında artık Kore toprakları Japonlar tarafından
ilhak edilmiştir. Katı bir sömürge yönetimi kuran
Japonlar, Kore halkı üzerinde asimilasyona girişir.
Japonlar, ülkenin ekonomisini tamamen ele geçirmek
isterken, diğer taraftan da Kore topraklarını
Japonlara satar. Bu baskıya karşı Kore halkı tepki
gösterir ve 2 milyona yakın kişi sokaklara dökülür.
Bu tepki eylemleri şiddetli bir şekilde bastırılırken,
aynı yıl Bağımsızlık Hareketi diye kendilerini
adlandıranlar, Şanghay’da geçici bir hükümet oluşturur.
Japonlara karşı örgütlenme çalışmaları hızlanır,
aydınlardan oluşan Yeni Kadro adlı bir grup, birçok
eyleme öncülük eder.
1937 yılında Japonya Çin’e saldırır. Bu arada
Japonlar, Kore halkına uyguladığı baskıyı, 2.
Dünya Savaşı’nda ulusal kimliği yok etmeye kadar
götürür. Dernek, dergi, gazeteler kapatılır, Kore
halkına Japon dini dayatılır ve halk Japon isimleri
almaya zorlanır. Yüz binlerce genç, cephelerde
savaşmaya, maden, fabrika ve askeri tesislerde
çalışmaya mecbur edilir. Şanghay Japonların eline
geçtikten sonra, Geçici hükümeti Chongquin’a taşıyan
ulusal hareket 1942’de Japonya’ya savaş açar.
2. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın yenilmesinden
sonra, Kore’de 36 yıllık Japon işgali sona erer.
Bu tarihe kadar Kore, Japonya’nın atadığı yüksek
rütbeli subayların başında olduğu bir hükümet
tarafından yönetiliyordu. Baskıcı bir rejimle
yönetilen Kore’de dernekler kapatılıyor, toplantı
ve Kore dilinde yayın yapan gazeteler yasaklanıyordu.
Dahası 1938 yılından itibaren Kore dilinde eğitim
yasaklanmıştı.
Kore’de Silahlı Mücadele
1920’li yıllarda silahlı mücadele kitleselleşmeye
başlamıştı. Ekim Devrimi’nin estirdiği rüzgar,
Kore’de yankısını gösteriyordu. 1920’de Seul’lu
işçilerin de katılımıyla Kore Yardımlaşma Derneği
kuruldu. 17 Nisan 1926 Seul’de örgütlenen Komünist
Partisi, 1928’e kadar Japon polisinin dört kez
kitlesel tutuklamaya girişmesi üzerine, 400’den
fazla üyesini kaybetti ve hizipçilik nedeniyle
güçten düştüğünden, Komintern’in talebi üzerine
1928’de kendisini feshetti. 1931 yılında Kim İl
Sung önderliğinde gerilla hareketi başlatıldı.
1937 Çin-Japon ve özellikle II. Dünya Savaşı’nın
başlamasından sonra Japonların giderek artan operasyonları
sonucu, Kim İl Sung’un da aralarında bulunduğu
çok sayıda direnişçi SSCB içlerine doğru çekilmek
zorunda kaldı.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, 2. Dünya Savaşı’nda
Japonya yenilmişti. 1945 yılında Sovyetler Birliği
Japonya’ya savaş ilan etti ve Kore’ye girdi. Bununla
birlikte Kore’deki Japon işgali sona ermişti.
İlerleyen aylarda ABD Kore’nin güneyini işgal
etmesiyle, Kore ikiye bölünmüş oluyordu. Bölünmeden
sonra sanayinin yüzde 65’i Kuzey’de, yüzde 35’i
Güney’de kaldı. Buna karşılık da tarımsal alanların
yüzde 63’ü güneydeydi.
Kuzey Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin İlanı
Koreli komünistlerin önderi Hyon Jun-Hyok’un 28
Eylül 1945 yılında Sovyet yetkilileri ile yaptığı
görüşmeden dönerken öldürülmesinden sonra, Kim
İl Sung önderliğe getirildi. 10 Kasım 1945’te
komünist parti yeniden kuruldu.
3 Kasım 1945’de yapılan genel seçimlere Ulusal
Demokratik Cephe’nin hazırladığı tek liste katıldı.
Yüzde 99.6 katılımın gösterildiği seçimlerde 453’ü
kadın, 3459 delege belirlendi. Mart-Ağustos 1946
arasında birçok reform gerçekleştirildi. 5 Mart’ta
tarım reformu, 24 Haziran’da iş kanunu, 30 Temmuz’da
cinsiyetlerin eşitliği kanunu, 10 Ağustos’ta sanayinin,
ulaşımın, bankaların vb. ulusallaştırılmasının
kanunu çıkarıldı. Köylü ailelerinin yüzde 76’sına
toprak dağıtıldı, büyük toprak sahiplerinin çoğu
güneye kaçtılar. İş kanunuyla 8 saatlik iş günü
kabul edildi, çocukların çalışması yasaklandı,
çalışanlara fazla mesai ücreti, yıllık izin, sosyal
sigorta gibi haklar sağlandı. Ülkeye Japonların
hakim olduğu zaman sanayi sermayesinin yüzde 5’i
Korelilerin elindeyken, 1947’de sanayi üretiminin
yüzde 80.2’si devlet işletmeleri tarafından gerçekleştiriliyordu.
Tüm bu reformları eğitim alanındaki atılım ve
okuma-yazma kampanyaları izledi.
15 Ağustos 1948’de Güney Kore resmen kurulmuş
ve ABD’nin desteklediği Syngmen Rhee Cumhurbaşkanı
olmuştur. 9 Eylül 1948’de de kuzeyde Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti kurulmuş ve Kim İl Sung başbakanlığa
getirilmiştir.
25 Haziran 1950’de ise emperyalistlerin kışkırtmasıyla
Güney Kore ile Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
savaşa girdi. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti,
Seul’u ele geçirerek, ABD’ye rağmen Naktong ırmağına
kadar ilerledi. Bu kez emperyalistler, BM Kuvvetleri
adı (Türkiye’de emperyalistlerle birlikte bu savaşta
yer aldı) altında Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne
girdi ve bu kez Çin savaşa müdahale ederek bütün
dengeleri değiştirdi. 1952 ilkbaharında kuzeyde
kararlı bir cephe oluşturuldu ve emperyalistler
yenildi.
Bu süreci Kim İl Sung önderliğinde, komünist partinin
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nde sosyalizmin
inşası süreci izleyecekti. Bir taraftan ABD emperyalizmi
ve işbirlikçilerinin saldırıları sürerken, komünist
partisi içinde de oportünistlere karşı mücadele
devam etti. “Parti içinde ideolojik cephede verilen
başlıca mücadeleler, klikçiliğe karşı ve parti
birliğini güçlendirmek için mücadele, dogmatizme
karşı Juche’yi (kendi gücüne güven ilkesi) yerleştirmek
için mücadele ve modern revizyonizme karşı, Marksizmin
Leninizmin arılığını korumak için verilen mücadeleydi”
(Kore Devrimi Üzerine, Kim İl Sung, sf.13)
1950’li ve 60’lı yıllarda Kore Demokratik Halk
Cumhuriyeti’nin iktisadi gelişimi kapitalist Güney
Kore’yi geride bırakmıştı. Güney Kore çok gerilerdeyken
Kuzey’de 1968 yılında bütün evlere elektrik veriliyordu.
Yetmişli yıllarda Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
yurttaşları güneydeki komşularına oranla çok daha
yüksek bir yaşam düzeyinin tadını çıkarıyorlardı;
güneydeki yaygın yoksulluk ve konut bulamama gibi
sorunlara karşılık Kuzeyde ücretsiz sağlık ve
eğitim hizmetleri veriliyordu. Barınma neredeyse
ücretsizdi. İhtiyaç maddelerinin fiyatı düşüktü
Nükleer ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin nükleer enerji
meselesi ise eskilere dayanır. Kore Demokratik
Halk Cumhuriyeti’nin nükleer tesisleri başkent
Pyongyang’ın kuzeyinde bulunan Yongbyum bölgesindedir.
Aylardır, ortalığı ayağa kaldıran ABD ve diğer
emperyalistler, nükleer enerjinin niye üretildiğinden
bağımsız olarak, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni
kendilerine karşı tehdit olarak dünyaya göstermek
istemektedir. Aslında emperyalistlerin bu tutumu
tam bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin, nükleer
enerji üretmesi konusunda birçok nokta belirtilebilir.
Mesela, kötü giden ekonomiye, petrolün yerini
tutabilecek uranyumun, eldeki kömür ve hidroelektrik
güç kaynaklarına destek olması belirtilebilir.
Bunun böyle olmadığını bir an için düşünürsek
ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin emperyalist
ülkeleri tehdit ettiği gerçeğinden yola çıksak
bile, bir şey değişmez. Nasıl ki, ABD emperyalizmi
kendi emperyal çıkarları için binlerce kilometre
uzağındaki topraklara bomba yağdırıyorsa, buna
karşı hiçbir ülke “terörist” itirazını yapmıyorsa,
aynı şeyi rahatlıkla Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti
için de söyleyebiliriz.
Bütün bu tartışmaların ortasında KDHC, geçtiğimiz
aylarda nükleer silah denemesini yaptı. KDHC yetkilileri,
bu denemeyi yaparken, “Amerikanın artan düşmanca
tavrını” gerekçe gösterdi. Hükümet ayrıca ABD’nin
yeni yaptırımlarının KDHC’nin ekonomisini boğma
ve sistemi çökertme amaçlı olduğunu da belirtti.
Bunu kışkırtıcı bir eylem olarak sayan ABD emperyalizmi,
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne karşılık verilmesinden
dem vurdu.
KDHC’nin nükleer konusundaki adımları yeni değildir.
Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra ABD’nin
hedeflerinden birisi haline gelen KDHC’nin her
zaman nükleer konusunda çalışmaları olmuştur.
1994 yılında, KDHC, NSA’dan imzasını çekince,
ABD ile anlaşma yoluna gidildi. Bu anlaşmaya göre,
ABD, Japonya ve Güney Kore, Kuzey’e iki elektrik
reaktörü satın alabilmesi için kredi ve borç verecek,
karşılığında ise, KDHC nükleer tesislerini kapatacaktı.
Ayrıca, ABD, KDHC’ne petrol verecek, ilişkileri
normalleştirecekti.
Ancak ABD, verdiği sözü tutmayarak ambargoyu kaldırmadı.
Tam aksine ABD bölgede uzun menzilli nükleer silahlarla
tatbikat yaptı. Anlaşmanın maddelerinden biri
de reaktörlerin 2003 yılında tamamlanmış olmasıydı.
Fakat, reaktörlerin yapımına 2003 yılında başlandı.
Washington, anlaşmayı bozarak ve bunu KDHC’nin
üzerine atmak için bu ülkenin nükleer programına
devam ettiğini açıkladı. Oysa bu tamamen bahaneydi.
Çünkü KDHC, yaptığı açıklamada, böyle bir programının
olmadığını açıklıyordu. Aynı yıl, KDHC Nükleer
Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasından çekildiğini
açıkladı.
Bu soruna çözüm bulmak bir platform daha oluşturuldu.
KDHC, Güney Kore, Rusya, ABD, Japonya ve Çin’den
oluşan Altılı Görüşmeler başlatıldı. Fakat, bu
Altılı Görüşmelerden bir sonuç çıkmadı.
KDHC, bu yılın yaz aylarında balistik bir deneme
yaptı. Ekim ayında ise, nükleer denemesini gerçekleştirdi.
Bu denemenin ardından, ABD deneme için “kışkırtıcı
bir eylem” açıklamasını yaptı. ABD’nin arkasından
diğer emperyalist ülkeler de KDHC’ni kınayan açıklamalar
yaptı. ABD başkanı George Bush, derhal karşılık
vermek gerektiğini söylerken, Güney Kore savunma
bakanlığı güvenlik alarmı seviyesinin yükseltildiğini
açıkladı. Japonya ise, Bakanlar Kurulu’nu olağanüstü
toplantıya çağırdı. Çin ise, Kore’yi kınayarak,
Kore’nin diplomatik görüşmelere geri dönmesi umudunu
dile getirdi.
Yani ABD emperyalizmi ve uşakları, kuyruğuna basılmış
kedi gibi havaya zıplamışlardı. KDHC’nin çıkışı
belki hiçbir emperyalist ülkeyi tehdit edecek
büyüklükte değildi. Fakat bu kadarı bile onlara
yetti. Çünkü, bu çıkışın anlamı dünya halklarının
gözünde farklıydı; KDHC, “kötü” örnek oluyordu.
Çok netti aslında mesaj, bu ülke emperyalizme
karşı bir duruş sergilemişti ve bu da diğer halklara
güç ve moral verebilirdi. Bu durumu düşünmek bile
emperyalizmin rüyalarının kabusa dönmesi için
yeterliydi. Diğer taraftan ise, nükleer bomba
kimin için tehditti, kimin için tehdit değildi?
Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, Pakistan, Hindistan
ve Amerika’nın bekçi köpeği İsrail gibi ülkeler,
yıllardır nükleer güç konumundaydı. Özellikle
İsrail’e tanınan sınırsız “özgürlük” ve bu ülkenin
elinde bulunan nükleer başlıklı füzeler, dünyayı
yok edecek büyüklüktedir. Ama ne hikmetse bu durum
bir “tehdit” oluşturmamaktadır!
Sonuçta, ortada dönen senaryo oldukça nettir!
ABD emperyalizminin dünya karşısındaki “karizma”sı
her geçen gün yok olmaktadır. Artık her şey ABD
emperyalizminin kontrolü altında değildir. KDHC’nin
“tehdit” ve “terörist” unsuru damgasını yemesinin
tek sebebi budur. Çünkü o, sınırın dışına çıkmıştır.
Önümüzde emperyalizmi zor günler beklemektedir.
Bize ve dünya halklarına düşen ise, emperyalizmin
daha da batağa batmasını sağlamak, dünya halklarının
başına bela olmasının önüne tez zamanda geçmektir.
|