Hem uluslararası alanda, hem de coğrafyamızda
oldukça önemli gelişmelere gebe yeni bir yıl geliyor.
Gerçektende önümüzde çarpıcı gelişmelerle dolu
bir süreç bulunmakta. Bu sürecin ana başlıklarını
özellikle gündeme ilişkin yazılarımızda sıkça
ifade ediyoruz. Gelişmelerin doğrultusu vurgu
yaptığımız noktaları doğruluyor.
Öyle görünüyor ki, 2007, son birkaç yıldır biriken
pek çok çelişkinin, çatışmanın yeniden biçimleneceği,
kırılmaların ve yeniden yapılanmaların gerçekleşeceği
bir yıl olacak. Kasım ayı bu bağlamda ele alınabilecek
pek çok gelişmeyle, ipuçlarıyla doluydu.
***
Coğrafyamızdaki sistem-içi siyasetin odağında
2007’deki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler bulunuyor.
Artık istisnasız bütün adımlar bu iki olgu ekseninde
biçimleniyor. Kartlar yeniden karılıyor ve taraflar
ilk hamlelerini yapmaya girişiyor. Şimdiden ittifaklar
için, hükümet senaryoları için beyin jimnastiği
yapılıyor, atmosfer hazırlanıyor.
Hazırlanan CHP-MHP Koalisyonu
Sistem içi siyaset alanı 2007’ye doğru yavaş yavaş
yeniden saflaşıp, netleşiyor. Bu cephenin en önemli
cenahını, Genelkurmay’ın önderliğinde CHP ve MHP’nin
ana partileri oluşturduğu, ideolojik, politik
olarak azgın bir milliyetçilik söyleminden hareket
eden, TÜSİAD başta olmak üzere oligarşinin hakim
fraksiyonunun da dahil olduğu kesim oluşturuyor.
Genelkurmay’ın organizasyonuyla şovenizm dalgası
büyümesine karşın, ilginç bir biçimde onun desteklediği
partiler bu dalgadan yeterince faydalanamıyor.
Şovenizmin etkisi altındaki geniş kesimler, bu
durumun sonucu olarak MHP veya CHP’ye büyük kütleler
halinde kaymıyorlar. Gelişen şovenizm dalgası
ırkçı fanatizmin derin etkilerini taşımasına karşın,
esas olarak genel geçer bir milliyetçilik söylemi,
ikiyüzlü bir “düşman dış güçler” ekseni üzerine
kuruludur. MHP’nin ırkçı faşist söylemiyle pek
çok noktada çakışmasına karşın, bu milliyetçilik
dalgası MHP’nin söylemiyle tam olarak üst üste
düşmüyor. Buna MHP’nin genel olarak imajı eklendiğinde,
şovenizm dalgası yükselmesine karşın, MHP’nin
oylarında ciddi bir artış görülmüyor. MHP, tescilli
MİT’çi Devlet Bahçeli eliyle geçmişteki imajından
ve ırkçı söylemden kısmen uzaklaştırılmaya çalışılmasına
karşın, tablo henüz değişmiş değildir. Son MHP
kongresi bu yöndeki yeni bir adımı daha ifade
ediyor. Atılan adım, MHP’nin imajını ve duruşunu
popüler milliyetçilik denilen genelkurmay çıkışlı
şovenist dalgaya uyumlu hale getirmek ve CHP ile
olası bir koalisyona hazırlamaktır.
Tam da bu noktada, sistem içi paylaşım mücadelesinde
Genelkurmay önderlikli cenahın 2007 hedefleri
de beliriyor; yapılacak genel seçimlerde AKP’nin
yenilgiye uğratılması ve CHP-MHP koalisyonunun
kurulması. Önümüzdeki aylar bunun altyapısının
örülmesine dönük olacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine
dönük henüz hamle yapılmış değildir, ancak genel
seçim konusunda bu cenahın tercihi aşağı yukarı
netleşmiştir.
Genel seçim planı kabaca budur, işleyecek midir?
Bu sorunun çok açık bir yanıtı şimdiden bulunmuyor.
Ancak sonuç ne olursa olsun, özellikle ordunun
duruşunda çok fazla geri adım atmayacağı açıktır.
Kasım ayı başında Genelkurmay başkanının ordunun
siyasetteki rolünün büyüklüğüne ilişkin AB’nin
yaptığı açıklamalara yanıtı bunu daha net ortaya
koymaktadır. Genelkurmay başkanı siyaset yapmıyoruz,
ordu siyaset yapmaz nakaratını tekrarladıktan
sonra; laiklik ve Kürt sorununda taraf olduklarını,
tavır alacaklarını, bunun doğal olduğu, bunun
Türkiye’nin özgün gerçekliğinin gereği olduğu
anlamına gelen açıklamalar yaptı. Yani, seçimler
ya da partilerin durumu ne olursa olsun biz borumuzu
öttürürüz diyor. TC demokrasisinin sınırları böylece
oldukça net biçimde çiziliyor.
AKP, DYP... İktidar Oyununun Diğer Aktörleri
İktidar oyununda elini güçlendirmek isteyen AKP,
bu oyuna yeniden dahil olmak isteyen DYP, ANAP,
Saadet Partisi vb. ise sistem içi politikanın
diğer ana cenahını oluşturuyor. Bu kanatta yer
alan partiler farklı ölçülerde de olsa, çeşitli
sorunlarda mevcut politik yönelimleri zorlama
ya da şu veya bu düzeyde aşma isteği içindeler.
Hiç kuşkusuz, bu emekçiler lehine bir değişim
isteğini ifade etmiyor. Esas olarak, iktidar oyununa
dahil olmak için yeni bir açılım isteğinden kaynaklanıyor
çabaları. AKP, her konuda Genelkurmay’la cepheden
karşı karşıya gelmekten kaçınarak, küçük adımlarla
mevzi kazanma oyununu devam ettirme çabasında.
Bu küçük adımlarla ilerleme oyununun ilk büyük
sınavı; ödülü ya da başarısızlığı Cumhurbaşkanlığı
seçimleri olacaktır. AKP’nin bu konudaki tutumu
henüz netleşmemiş olsa da, bu mevziyi kesin biçimde
kazanmak istediği açıktır.
Ağar Ne İstiyor?
Bu noktada, en ilginç gelişme M. Ağar’ın özellikle
Kürt sorunundaki çıkışlarıdır. M. Ağar’ın barışseverliğinin,
ABD’nin politikalarına angaje olarak önünü açma
isteğinden kaynaklandığını vurgulamıştık. Genelkurmay
tarafından üstü çizilmiş olan Ağar ve ekibinin
iktidar oyununa güçlü biçimde dahil olmasını sağlayacak
hiçbir güç odağı bulunmamaktadır. TÜSİAD, MÜSİAD,
Ticaret ve Sanayi odaları vb.’nin Ağar’ın arkasında
aktif bir desteği bulunmamaktadır. Uluslararası
destek bağlamında güçlü bir desteği yoktur. İdeolojik
ve politik söylem olarak Genelkurmay’ın söylemlerini
tekrar etmenin Ağar ve ekibine bir faydası yoktur.
İşte bu koşullar altında, Ağar ABD’nin Kürt sorunundaki
yaklaşımlarına ve Ortadoğu’da Türkiye’ye verebileceği
olası rollerin sözcülüğüne soyunarak burjuva siyasetinde
inisiyatif almıştır. İfade ettiği noktalar, Kürt
ulusu için ulusal demokratik hakların tanınmasının
tümüyle uzağındadır. Kürtleri, sadece Kuzeydekileri
de değil, yayılmacı bir yaklaşımla Güneydeki ve
diğer bölgelerdekileri de, ABD ile birlikte himayeci
bir sömürgecilik geliştirerek denetime alma, bunun
için PKK’yi sistem içine dahil etme; yani ABD’nin
ve İsrail’in bu konudaki özlemlerini ifade eden
bir plan Ağar eliyle siyaset arenasına sürülmüştür.
Ağar bu planın bir diğer parçasını da, ABD eksenine
girmiş ya da girme isteğinde olan Ortadoğu ve
Kafkas ülkelerini birleştirecek bir federasyon
olarak ifade etmektedir. Ermenistan, Gürcistan,
Azerbaycan, Güney Kürdistan bölgesel hükümeti
ve Suriye’yi de kapsayacak, Benelüks ülkeleri
gibi bir birlik önermektedir. Böylece Rusya’nın
karşısına, TC’nin önderliğinde ABD’nin emir erlerinden
oluşan bir ülkeler koalisyonu çıkarılmış olacaktır.
Böylesi bir gelişme, giderek güç kazanan Rusya’nın
barajlanmasını sağlayacağı gibi, yeni bir güç
ilişkileri ağı ve odağı da yaratacak Kafkasya
ve Ortadoğu’da ABD’nin hegemonyasına ciddi bir
güç katacaktır. Bu plan, Türkiye oligarşisi için
AB yolunda yaşanacak kırılmalara karşı hem gerçekçi
bir seçenek, hem de TC’ye bölgesel önderlik sağlaması
nedeniyle iştahını kabartan plandır. Bu adımı
ABD’nin isteğiyle mi, yoksa kendi inisiyatifi
ile mi attığı da çok önemli değildir. ABD’nin
coğrafyamızı ilişkin planları, söylemleri Ağar
nezdinde en açık sözlü ifadesine kavuşmuştur.
Bunun ABD’nin Ağar’a fiili desteğiyle tamamlanıp
tamamlanmayacağı önümüzdeki günlerde görülecektir.
En tıkanmış görünen ulusal sorunlarda, somut adımları
ezen ulusun en gerici partilerinin ve liderlerinin
attığı sıkça görülen bir durumdur. Ağar Kürt sorununa,
ateşkese, Ortadoğu ve Kafkaslara ilişkin konuşurken,
AKP’den çok daha rahattır, çünkü onu PKK işbirlikçiliği
ile suçlamak en zor işlerden biridir. O, “devlet
için bin operasyon” yönetmiş bir katliamcıdır.
Savaşmış akil adam pozları diğerlerinin saldırılarını
püskürtmek için önemli bir kozdur onun için. Hiç
kuşkusuz böyle planlar çok yapılıp bozulmuştur.
Bunun akıbeti de meçhuldür. Ancak ne olursa olsun,
Ağar kendi cephesinden bir yenilik yaratmıştır.
Topallaşan AB Süreci
Kıbrıs Cumhuriyetine Türk limanlarının açılmaması
bahanesiyle TC’nin üyelik sürecinin ciddi ölçüde
askıya alınması sürecin diğer önemli gelişmeleri
arasındadır. AKP’nin bu durumdan hiçbir biçimde
memnun olduğu söylenemez. Ancak, AKP aslında bu
gelişmeler karşısındaki tutumuyla, burjuva pragmatizmi
konusunda olağanüstü bir deneyime sahip olduğunu
ortaya koyuyor. Genelkurmay popüler milliyetçilik
denilen olaylar ve söylemler örgüsü içinde şovenizmi
körükleyerek AKP’nin karşısında alternatif bir
siyaset örmeye çalışırken, AKP kendisine karşı
geliştirilen bu dalganın karşısında durmak yerine,
tersine bu dalgayla kendi meşrebince binmeyi başarmış,
kendisine yöneltilen silahtan en çok yararlanan
parti olmuştur. Bir yandan, Diyarbakır’da Kürtlere
dönük ufak tefek mavi boncuklar dağıtılırken,
Karadeniz’de ya da Türkiye’nin herhangi başka
bir yerinde en şahin şovenist söylemler kullanılmıştır.
AKP bu ikiyüzlü, korkak, pragmatist tutumun karşılığını
da alıyor. Tüm kamuoyu yoklamaları en milliyetçi
parti olarak beklenenin aksine MHP yerine, AKP’yi
gösteriyor. Seçim atmosferine girilirken, AB’nin
Rumlara dönük istemlerini kabul etmesinin kendisine
karşı ciddi bir koza dönüştürüleceğinin farkında
olan AKP, limanların açılması konusunda geri adım
atmamış, en milliyetçiliği yine kimseye bırakmamıştır.
Hiç kuşkusuz, seçimlerin ardından, hatta seçimlerden
önce geliştirilecek gözboyayıcı bir formülle bu
sorun aşılacaktır. Ancak, AB sürecinin üzerinden
henüz daha bir yıl geçmeden, moral kırılmaların
yanı sıra, böylesi pratik kırılmalarda yaşanmaya
başlanmıştır. Oligarşinin AB umudu ve söylemi
eski gücünü yitirmektedir. Bu durum, yakın vadede
olmasa bile, Ağar’ın formüle ettiği türden seçeneklerin
ya da başkaca ABD eksenli seçeneklerin geliştirilmesini,
güç kazanmasını sağlayabilir.
Ateşkes Süreci ve Kürt Coğrafyasında Sel Felaketi
Kürt coğrafyası geride bıraktığımız ay içinde
sel felaketleriyle sarsıldı. 40’ı aşkın emekçinin
canını kaybettiği ve günler süren sel felaketinde
sömürgeci oligarşinin tutumu gerçekten ibret vericiydi.
Bölge felaket bölgesi olarak ilan edilmediği gibi,
ciddi hiçbir yardım da almadı. Adeta bir kez daha,
devlet tarafından cezalandırıldı. Diyarbakır gibi
metropol bir şehirde dahil olmak üzere Kürt kentlerinin
tümünün altyapısı yok denilecek bir düzeydedir.
Ortada duran sorunlar Kürt coğrafyasına yapılan
askeri yığınaklar için harcanan paranın çok küçük
bir bölümü ile çözülebilecek sorunlardır. Bölgede
her gün arzı endam ederek dağı taşı bombalayan
helikopterler, amfibik araçlar vb. her ne hikmetse
onlarca emekçi can verirken pek ortada görünmemiştir.
Tayyip afet bölgesi ilan edilmesi talebi karşısında
“ne var ki” diyebilmiştir. Sömürgeciliğin mantığı
çok net biçimde işlemektedir. Sömürgenin canı
cehenneme! Kuşkusuz, bütün bu olgular Kürt coğrafyasının
belleğine işlemektedir ve mutlaka siyasal karşılığını
bulacaktır.
Öte yandan, PKK’nin ilan ettiği ateşkes sürecinin
arka planı giderek daha da açığa kavuşuyor. ABD
isteği ve AKP’nin talebinin bu noktada belirleyici
olduğu açığa çıkıyor. AKP’nin Cumhurbaşkanlığı
ve genel seçim öncesinde genel bir sükunet atmosferi
yaratma ve böylece “terörü sizin döneminizde azdı”
söylemini boşa çıkarma isteğinin belirleyici olduğu
görülüyor. Ortada herhangi bir demokratik açılım
isteği bulunmamaktadır. Ateşkes vb. taktik süreçler
genel olarak egemen sınıfların şu ya da bu kesiminin
güç mücadelelerinin manivelası olarak talep ediliyor
ve bu güçlere hizmet ettiği ölçüde devam ediyor.
Kalıcı ateşkes yönünde PKK’nin ısrarlı istek ve
talepleri oligarşi cephesinde bir karşılık bulmuş
değildir. Oligarşinin buna yanıtı en ilerisinden
operasyonların yaklaşan kışla birlikte bitirilmesi
olabilir. Ki bu da şüphelidir. PKK’nin Kasım ayı
içinde devam eden operasyonlar ve ateşkese yanıt
verilmemesi nedeniyle savaşın yeniden başlayacağı
yönündeki mesajları ve ardından Öcalan’ın Mayıs
2007 tarihine kadar beklenebileceğini ifade etmesi,
PKK’nin en azından bu kez ateşkesle kısmi tavizler
koparma yönündeki güçlü isteğini ifade ediyor.
..
Uluslararası Gelişmeler... Mücadele Mevzileri
Büyüyor...
ABD emperyalizminin imparatorluk hayalleri zavallı
söylemlere dönüşüyor. Henüz sistem içinde kendisine
karşı güçlü bir seçenek oluşmadığı için, sistemin
önemli aktörlerini şu veya bu düzeyde kendi politikalarına
entegre eden ya da güçlü bir karşı koyuş geliştirmelerini
engelleyen ABD emperyalizmi yeni-sömürgelere karşı
giriştiği savaşlarda ise yenilginin eşiğinde bulunuyor.
Ortadoğu’yu yeniden düzenleme gibi büyük iddialarla
Irak’ı işgal eden, Filistin’i İsrail eliyle adeta
her gün yeniden yeniden işgal eden, Afganistan’da
haçlı seferi yürüten ABD, her üç cephede de giderek
bozgun atmosferine giriyor. Gerileyen ekonomik
ve siyasal gücünü, askeri gücünün devasalığı ile
dengeleyen ve bu alanda kendi rakipsiz gören ABD
emperyalizmi, yürüttüğü savaşlarda yaşadığı başarısızlıklarla
bu büyük kozunu da artık kaybetme noktasına geliyor.
Hiç kuşkusuz, bu hemen olmayacak ancak gerileme
açıktır ve bu en üst düzeydeki askeri ve siyasi
yetkilileri aracılığıyla itiraf edilemektedir.
Afganistan’ın Kabil ve işbirlikçi kuzey bölgesi
dışında inisiyatif kaybedilmiştir. Orta ve Güney
bölgelerin ezici bir bölümü direniş güçlerinin
eline geçmiş durumdadır. Kabil’de patlayan ve
büyük can kayıplarına yol açan bombalamalar, başkentte
de otoritesinin zayıflamaya başladığını gösteriyor.
İngiliz ve Amerikan genelkurmayları Orta ve Güney
Afganistan’da inisiyatifin kaybedildiğini, savaşın
da kaybedilmesinin bir zaman meselesine dönüşmeye
başladığını açıkça itiraf ettiler. Emperyalist
kabadayılar durumun vahameti karşısında, ülkede
bulunan NATO güçlerinin artık tüm Afganistan çapında
muharip olmasını, yani doğrudan savaş operasyonlarına
katılmasını istiyorlar. Tabii ki, bu noktada en
çok bastırılan ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Geçtiğimiz günlerde yapılan NATO zirvesinde ABD
emperyalizmi istediğini kısmen kopardı. Türkiye,
300 kişilik bir birlik ve helikopterlerle, Kabil
dışında da operasyonlara katılacak. Ayrıca Afganistan’da
bulunan tüm NATO güçleri operasyonel güç olarak
kabul edildi. Hiç kuşkusuz ki, bu yeni düzenlemede
emperyalistlerin gerileme tablosunu esastan değiştirmeyecektir.
Gerileme yavaşlayabilir, ancak Afganistan’ın emperyalistlere
yar olması olasılığı artık çok düşüktür.
Irak’ta ise durum ABD emperyalizmi ve her yerdeki
baş suç ortağı İngiltere için en az Afganistan
kadar kötüdür. Direniş büyümekte ve kontrol kaybedilmektedir.
Direniş durdurmak için denenen tüm yollar ellerinde
patlamıştır. Artık büyük askeri, ekonomik ve siyasal
kayıplara uğramadan Irak’tan nasıl çekilineceği
tartışılmaktadır ABD cephesinde. Irak’taki yükselen
direniş, ABD seçimlerini de doğrudan belirlemiş
ve Bush’un cumhuriyetçileri yapılan ara seçimler
sonucunda hem Kongre’de, hem de Temsilciler Meclisinde
çoğunluğu kaybetmiştir. ABD seçmenlerinin çoğunluğu
oylarını Irak’taki duruma bakarak kullanacaklarını
söylemişlerdir. Irak’taki durum ise vahimdir.
Direniş böylece ABD emperyalizminin siyasal iradesinin
oluşum sürecinde ilk sonucunu yaratmış, ilk yarılma
gerçekleşmiştir. Bunu savunma bakanı Rumsfeld’in
istifası izlemiştir. Sadece bu da değil, ABD emperyalizminin
Ortadoğu planları da direniş karşısında giderek
parçalanmakta ve birer hayale dönüşmektedir. ABD,
en yakın olası saldırı hedefi seçtiği İran ve
Suriye’den Irak’taki durumun düzeltilmesi için
açıkça yardım isteyecek konuma düşmüştür. Direniş
henüz ABD emperyalizmini yenecek güçte değildir,
büyümekte ve ilerlemekte, kökleşmektedir. Halkla
bütünleşmiş bir direnişin, şehir gerillasının
dünyanın en güçlü askeri gücünü dahi nasıl perişan
edebileceğinin en iyi örneklerinden birini yaşanmaktadır.
ABD emperyalizminin güçlüyüm, her istediğimi yaparım
havası kırılmaktadır.
Askeri gücüyle herkese meydan okuyan ABD emperyalizmi
Afganistan’da kırlarda, Irak’ta ise şehirlerde
gelişen gerilla faaliyetlerinin karşısında tek
kelimeyle çaresiz konuma düşmüş durumdadır. Halkların
direnişi ve savaşımının emperyalistlerinin büyük
güç afra tafralarını tuzla buz edebileceğini bir
kez daha görülüyor.
Filistin’de neredeyse her gün tekrarlanan işgal
durumu karşısında direniş taviz vermiyor. Hamas,
El Fetih ve İsrail-ABD ikilisi arasında üçlü kıskaçta
olan Filistin halkı herşeye karşın ileri hamleler
yaparak, kimi zaman geri çekilerek direnişini
sürdürüyor. Amerikan-İsrail planları yürümüyor.
Ortadoğu’da bu gelişmeler olurken, Meksika’da
Oaxaca’daki halk direnişi büyüyerek sürüyor. Emekçilerin
demokratik direnişlerinin her gün yeni biçimleri
başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada boy
veriyor. Oaxaca direnişi aylara yayılan direngenliği
ve militan tarzıyla emperyalizm ve işbirlikçilerine
karşı ezilen halkların kendi yaşam seçeneklerini
oluşturma kararlılığını gösteriyor, bu noktada
öğretici bir deneyim oluşturuyor.
Venezuela’da halkçı başkan Chavez’in tüm emperyalist
güçlerin birleşik ortak çabasına karşın seçimleri
rahat biçimde kazanması demokratik halk hareketinin
güçlü biçimde kökleşmeye başladığını gösteriyor.
Ortadoğu ve Latin Amerika’daki bu gelişmeler 2007’ye
akarak ve daha da derinleşerek büyüyecektir. Önümüzdeki
yıl bütün bu süreçlerin güçlü sonuçları yaratmasının
muhtemel olduğu bir yıldır.
2007: Daha Büyük Mücadeleler İçin...
Büyük mücadeleler ideolojik, politik, örgütsel,
askeri vd. alanlarda buna uygun birikimleri gereksinir.
Bugün bölgemiz Ortadoğu’da, dünyanın diğer bölgelerinde,
coğrafyamızda gelişen büyük mücadele dinamiklerine
devrimci yanıtlar oluşturabilecek bir devrimci
birikim henüz yaratılabilmiş değildir. Yeniden
inşa sürecimiz bu birikimi yaratmak için her cephede
planlı çalışmanın adıdır. Büyük bir devrim hareketi
yaratmak için ilerliyoruz. Bugünkü süreç küçük
adımlarla ilerliyor. Yeniden inşanın mantığı budur.
Küçük adımlar ve sıçramalar...
Bu süreçte sistemin siyaset alanının tartışmaları
ekseninde konumlanmak yerine, emekçilerin gerçek
sorunlarından hareket ederek devrimci çalışmayı
örmek zorunludur. Gerçek sorunlara devrimci yanıtlar;
sürecin gereksinimi budur.
Yakın dönemde bütçe görüşmeleri gündemdedir ve
aralarında devrimci sosyalist hareketin de bulunduğu
çeşitli devrimci ve demokratik güçlerin oluşturduğu
Halk İçin Bütçe Platformu, insanca yaşam için
bütçe talebini yükseltiyor. Bu küçük ama emekçilerin
sesinin, istemlerinin ifadesi olan çalışmayı bulunduğumuz
her alana yaymalıyız.
Filistin halkıyla dayanışma faaliyetleri sürüyor,
tüm emekçiler nezlinde oldukça meşru bir temele
sahip olan bu çalışmayı mutlaka geliştirmeliyiz.
Yozlaşmaya karşı bulunduğumuz bütün alanlarda
sabırlı ve dikkatli bir faaliyeti uzun vadeli
olarak geliştirmek zorunludur. Devrimci sosyalistler
bu görevi güçleri oranında omuzlamalıdırlar.
Kürt coğrafyasında tablo açıktır. Kürt ulusunun
ulusal demokratik talepleri ortadadır ve bunun
tek bir açık anlamı vardır: kendi kaderini tayin
hakkı. Bunun unun dışındaki seçeneklerin sistem
içi kanallarda erimesi kaçınılmazdır. Kürt ulusuna
dostluk ve birlikte mücadele ateşkesi destekleme,
desteklememe vb. ikilemleri içine sıkıştırılamaz.
Kürt sorununda politikayı yapmayı bu ikileme sıkıştıranların
gerçekte politikasız oldukları, bir tabiyet ilişkisi
geliştirdikleri açıktır. Bugün tamamen postmodern
milliyetçi kulvarda hareket eden PKK’nin savaşıp
savaşmayacağı ve nasıl savaşacağı kendi sorunudur.
Devrimci sosyalistler açısından bugün üzerinde
durulması gereken nokta, ortadaki tablo içinden
Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkını tutarlılıkla
nasıl savunulacağı ve Kürt coğrafyasında devrimci
sosyalist bir hareketin nasıl geliştirileceğidir.
Kürt coğrafyasındaki tüm arayışlarımız bu eksene
yoğunlaşmalıdır. Yoksa bol bol durum tahlilleri
ve PKK’nin ne yapacağı sorusunda da değil.
Nesnel gerçekliğin bütün boyutlarını sıkı biçimde
analiz etmek sonuçlar çıkarmak, pratik gündemimizi
ise dönemsel temel hedeflerimiz ve emekçilerin
sorunları ekseninde biçimlendirmek; bütün gelişmeleri
bu bilinçle kucaklıyoruz. Yürüyüşümüzü bu bilinçle
büyüteceğiz.
|