Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

42. Sayı - Haziran 2006

İşçi sınıfının oluşumu tüm dünya çapında eş zamanlı değildir. İşçi sınıfının oluşum süreci her coğrafyada, farklı zamanlarda ve sanayinin gelişim aşamalarına göre değişmektedir. Türkiye İşçi Sınıfının tarihi genç bir sınıf olmasına karşın önemli gelişmelere sahne olmuştur.
Türkiye işçi sınıfı Avrupa İşçi sınıfından farklı özgünlükler barındırmaktadır. Türkiye İşçi sınıfının bu özgünlükleri bulunduğu coğrafyanın etkisinin olmasının yanında geç kapitalistleşmenin de etkilerini ve sancılarını yaşamıştır. Bu yazımızda Türkiye işçi sınıfının önemli dönemeçlerini incelemeye çalışırken, sınıfın bir takım özgünlüklerini de ortaya koymaya çalışacağız.

Sanayileşme İşçi Sınıfının Nicel Olarak Çoğalması Ve İlk Grevler
Osmanlı imparatorluğu I. Emperyalist Paylaşım savaşında Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında geniş topraklara sahipti. Bu geniş topraklarda kendi içine kapanmış bir yapısı vardı. Diğer Avrupa devletleriyle siyasal ve ekonomik ilişkileri olmasına karşın ülkede kapitalizm diğer Avrupa ülkelerinden çok sonra gelişmiştir.
Osmanlı imparatorluğunun askeri feodal sınıf yapısı ve İslam felsefesi gereği sistemde yeniliklere ve değişikliklere yol açacak olanak ve sosyal reformlara kapalı durumdaydı. Gelişen batı kapitalizmi bir yandan yeni sömürgeler yaratırken diğer taraftan, Avrupa ülkelerinde gelişen sanayileşme atılımları, modern silah üretimi, bir anlamda tek gelir kaynağı savaş ve savaş ganimetleri olan Osmanlı İmparatorluğunu tarihsel gelişim karşısında bir takım atılımlara zorlamaya başladı.
Modern silahlara karşı savaşmak ancak modern silah üretmekle mümkün olabilirdi. Osmanlıda askeri feodal sınıf büyük bir tüketici konumundaydı ve ihtiyaçlarının karşılanması gerekiyordu. Ordunun ihtiyaçlarının karşılanması zorunlu silah, maden, dokuma, dericilik ve gıda sanayinin gelişmesine ve ticaretin gelişmesine imkân tanımıştır.
Bu ihtiyaçların karşılanması zanaatkârlar tarafından el emeğiyle yapılmaktaydı. Bu durum ordunun ihtiyaçlarına cevap veremeyince daha büyük üretim alanlarına ihtiyaç duyuldu. İstanbul, Bursa, Selanik, İzmir ve Şam gibi büyük şehirlerde birçok atölyeler kuruldu.
Ancak bu üretim sürecinde milli burjuvazinin varlığından söz edemeyiz. Çünkü Osmanlı döneminde ticaret ve sanayi Rum, Ermeni, Slav ve Yahudi gibi Müslüman olmayan kesimin tekelindeydi. Sanayinin gelişmesiyle birlikte işçi sınıfı kendi varlığını dayatmaya başladı.
1908-1913 yılları arasında sanayinin ağır gelişimi işçi sınıfının da nicel olarak çoğalmasını sağlamıştır. Araştırmalara göre 1913 yılında fabrikalarda çalışan işçi sayısının 50 bine ulaştığı yönündedir. İşçi sınıfının nicel olarak çoğalması aynı zamanda kendi sınıf çıkarlarını korumak için işçi kuruluşları etrafında toplanmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu dönemde Şark ve Anadolu demir yolları işçileri "Şark Şimendiferleri Müstahdemin Teavün Cemiyeti"ni, İstanbul'daki basın işçileri "Mürettibin-i Osmaniye Cemiyeti"ni kurdular. 1908-1913 yılları arasında birçok grev gerçekleştirilmiş ve 1 Mayıs kutlamaları yapılmıştır.
Bu dönemde işçi sınıfının gelişimini sağlayan etkenlerden biri Osmanlı toprakları içinde olan Balkanlarda, diğeri ise I. Emperyalist Paylaşım savaşı öncesinde Avrupa'da esen sosyalist hareketlenmelerdir. I. Emperyalist Paylaşım savaşı öncesinde Avrupa'da yükselen politik atmosferle birlikte egemenlere karşı işçi sınıfı mücadelesi de bir yükseliş gösterdi. Bu dönemde Avrupa'da okuyan ve çalışan birçok genç işçi mücadelesinin etkisinde kalmış ve bu mücadeleye aktif katılmıştır. II. Meşrutiyet döneminde ülkeye dönen bu gençler işçi sınıfını sosyalizm doğrultusunda bilinçlendirme ve örgütleme faaliyetleri yürüttüler.
Osmanlı topraklarında sanayinin gelişimi ve buna bağlı olarak işçi sınıfının durumu kendine has özgün bir duruma sahiptir. Şöyle ki Osmanlıda kapitalistleşme süreci azınlıkların ağırlığıyla sürmüştür. Sermaye sınıfını gayrimüslim burjuvazi oluşturmaktaydı. Bu durum işçi sınıfı açısında da geçerliydi. Rum, Ermeni, Yahudi ve yabancı uyruklu işçiler işçi sınıfı içinde önemli bir yer tutmaktaydılar. Doğal olarak bu durum örgütlenme ve öncülük alanlarına da yansımaktaydı. Birçok işçi örgütlenmelerin yönetimi de aynı şekilde gayrimüslim işçilerden oluşmaktaydı.
İşçi sınıfının etnik farklılığı, sınıfın genç olması ve mücadele deneyiminin yetersizliği işçi sınıfını bölen ve savaşla birlikte milliyetçiliği körükleyen ve ulusalcı bir temele oturtan bir rol oynamıştır.
Savaş sırasında işgal bölgesinde kalan işçi sınıfı daha çok azınlık halklardan oluşuyordu, işçi sınıfı kendi ulusal hareketlerine katılmış ve dört yıl süren savaşta önemli kayıplar vermiştir. Anadolu'da nüfusun genç ve faal kesimini oluşturan 1 milyon kişi Birinci Emperyalist Paylaşım savaşında hayatını yitirmişti. (Kurtuluş savaşındaki kayıplar ise 19 bindi.) Bu durum işçi sınıfın gücünü zayıflatmış, sınıfın proleterleşmiş kesiminin Balkanlar’da kalması sınıf mücadelesini gerileten bir etken olmuştur.

I. Emperyalist Paylaşım Savaşı Ve Savaş Sonrası Sınıfın Durumu
Savaş yıllarında sınıf varlığını gösterememiş ve bu yıllarında farklı etnik kökende oluşan işçi sınıfı savaşın başlamasıyla kendi ulusal mücadelelerinin içinde yer almışlardır. Savaşın anti sömürgeci bir tarzda gelişmesi işçi sınıfının bu savaşta ulusal kimliklerinin peşinden gitmelerini sağlamış ve sınıf temelinde bir hareketliliğin oluşmasını engellemiştir. Dönemin verilerine göre 1919-1922 yıllarında, %30'u İstanbul'da olmak üzere 19 grev gerçekleştirilmiştir. Ama bunlara rağmen işçi sınıfı kurtuluş savaşı sırasında belirleyicilik özelliği taşımamaktadır. Çünkü işçi sınıfı bu yıllarda gerek nicel, gerekse nitel açıdan zayıf bir durumdadır.
1923 yılında burjuva program temelinde burjuvazi ve feodallerin ittifakı temelinde gelişen Anadolu hareketinin yarattığı kapitalist karakterdeki TC devletinin oluşumuyla birlikte burjuvazi kendi kurumlaşmalarını ve toplumsal ağını hızla yaratma yoluna koyulmuştur. Savaşla birlikte sanayi bölgelerin ulusal sınırlar dışında kalması ve genç nüfusun savaşta büyük kayıplara uğraması sınıfın varlığını zayıflatmıştır. Bu durum büyük bir işgücü açığına ve kalifiye işçi kaybına neden olmuştur. Oluşan bu açığı kapatmak için, devlet eliyle Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) kurulmuş ve buralarda çalışma koşulları kısmi bir takım sosyal haklarla güçlendirilerek işçilik özendirilmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında sermayenin cılızlığı ve iş gücünün zayıflığı, sürekli ve kalıcı olarak çalışmayı cazip hale getirmeyi, bir takım maddi özendiricilikle sürekli işçilik sağlanmaya çalışılırken, diğer taraftan, toprağıyla meşgul köylü yılın belli dönemlerinde işçilik yaparak, belli dönemlerde ise toprağını işlemeye çalışan yarı işçi yarı köylü mevsimlik işçiler oluşturmuştur. Mülksüzleşme sürecinin yaşanmaması işçi sınıfının proleterleşme sürecini de geciktiren bir etken olmuştur.
Savaş yıllarında ve sonrasında işçi sınıfı mücadele deneyimlerinden yeterince yararlanamamış, bu deneyimler yeterince Türkiye işçi sınıfına aktarılamamış ve bu durum sınıfın mücadele gücünü zayıflatmıştır. Savaş yıllarında sanayi bölgelerinin Balkanlar'da kalması, sanayinin cılız olması, proleter bir sınıfın gelişmesinden çok toprağa bağlı yarı işçi konumunda olan mevsimlik işçi doğmuştur. Bu durum sınıf bilincinden yoksun bir işçi topluluğunu oluşturmuştur. Denilebilir ki savaş sonrasında 1940'lı yılların sonuna doğru yeniden bir işçi sınıfı yaratılmıştır.
Savaştan sonra yapılan mübadele (değiş tokuş) sonucunda sanayinin daha gelişmiş, sınıfın daha bilinçli olduğu ve eğitim seviyesi daha yüksek olan Balkanlardan gelen işçiler, kısmi anlamda işçi sınıfını bilinçlendirme ve örgütlenme alanlarında olumlu bir etki yaratmıştır.
Sınıfın ağırlıklı olarak KİT'lerde istihdam edilmesi, sınıfın devlete bakış açısında bir zayıflık oluşturmuş devlete "baba" unvanı atfetmiştir.
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar sınıf önemli bir varlık göstermemekle birlikte bir takım hareketlenmelere sahne olmuştur. İlk dönemin makine kırıcılığı, sabotaj gibi eylemlilikler dışta tutulursa, eylemler ağırlıkla grev biçiminde olmuş ve bu eylemlerde temel bir çizgi olarak barışçıl yöntemlerin kullanılmıştır.

II. Emperyalist Paylaşım Savaşı Ve Sonrası Sınıfın Durumu
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı başlar başlamaz dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de faşist rüzgâr esmeye başlar. Savaşla birlikte tüm sol akımlar yasaklanır ve yaşam alanları ortadan kaldırılır. Bırakalım marksist solu, liberal solun bile yaşamasına izin verilmez.
Savaşa katılmayan ama savaşta Almanya'nın yanında yer alan Türkiye bu savaşta savaş ihtiyaçlarını karşılayarak önemli bir kâr elde etmeyi amaçlamıştır. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Alman faşizminin Sovyet'lere yenilmesi gerek sol hareketler açısından, gerekse işçi sınıfı açısından önemli bir kazanım olmuştur.
Almanya'yı desteklemesine karşın savaşa girmeyen Türkiye, Almanya'nın yenilgiye uğramasından sonra ABD'ye yakın durmaya başlamıştır. Savaş sonrasında Türkiye'de Avrupa ve ABD emperyalizmi (özellikle ABD) destekli bir kapitalist gelişme sürecine girer bu süreç aynı zamanda yeni sömürge ilişkilerin başladığı dönemdir. Buna paralel olarak işçi sınıfı nicel olarak çoğalmaya başlar.
Türk burjuvazisi gerek Ekim Devrimi deneyiminden ve gerekse de Avrupa'da yükselen sınıf hareketinin deneyiminden önemli dersler çıkartarak, ABD emperyalizmi destekli geliştirilmeye başlanılan kapitalizm ile birlikte, gelişmeye başlayan işçi sınıfı hareketi karşısında bilinçli bir tavır sergilemiştir. Sınıf hareketini ciddi bir güç olmadan bölmeye, sınıf hareketini denetlemeye, etkisi altına almaya ve gerektiğinde şiddet temelinde ezmeye çalışmıştır.
Burjuvazi, sınıf hareketini ağırlıklı olarak işçi sınıfının örgütleri olan sendikalar üzerinden denetleyip etkisizleştirmiştir. Sınıfı sendikalarla denetim altına alarak sistem içinde uysallaştırmaya çalışmış, aynı zamanda buralarda işçi sınıfına Kemalist ideolojiyi şırınga ederek devlete bağlamaya çalışmıştır.
1947'de çıkarılan sendikalar yasası, işçi sınıfının bağımsız hareket etmesini engellemenin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bunu takip eden yıllarda ABD emperyalizminin yeni sömürge ilişkileri diğer alanlarda olduğu gibi sınıf hareketini de baştan itibaren düzene bağlama çabalarının sonucu olarak ABD sendikacılığının bir ürünü olarak Türk-İş kurulur. Türk-İş Türkiye topraklarında kurulmuş devlet sendikacılığına en iyi örnektir.
1950-60'lı yıllar emperyalizm destekli kapitalist gelişmenin hız kazandığı yıllar olmuştur. Buna paralel olarak da işçi sınıfı aynı oranda nicel olarak bir büyüme içerisine girmiştir. Bu yıllarda işçi sınıfı içerisinde yavaş yavaş bir ikinci kuşak çekirdek bir proleter sınıfın oluşmaya başladığı görülür. Ama diğer taraftan henüz mülksüzleşmemiş, toprağından kopmamış ve sayıları azımsanmayacak ve yılın belli dönemlerinde toprağını işleyen, belli dönemlerinde işçilik yapan mevsimlik işçiler (yarı proleter) oluşmaktaydı.
Gelişen kapitalizm karşısında nicel olarak çoğalan işçi sınıfı bir takım hak arayışlarını da beraberinde getirir. 1960'lı yıllar özellikle sendikal örgütlenmelerin yaygınlaştığı yıllar olmuştur. İşçi hareketi bu yıllarda adeta bir sıçrama dönemine girmiştir. 1963-71 tarihleri arasında 600 civarında işçi eylemi gerçekleştirildiği belirtilmektedir. (Y.Akkaya, 2002: 65-70) Zira 1966'nın başlarında gerçekleştirilen ve 85 gün süren Paşabahçe direnişi bu dönemin ayırt edici özelliklerinden biridir. Aynı zamanda Paşabahçe direnişi devlet sendikacılığına baş kaldırmanın da bir ifadesi olmuş ve akabinde DİSK doğmuştur.
Şüphesiz DİSK Türkiye topraklarında doğmuş dönemin en ileri sendika olması itibarıyla işçi sınıfı hareketine bir ivme kazandırmıştır. Ama sınıfın 1968-70 yılları açısından en önemli çıkışı olan 15-16 Haziran direnişi karşısında bu ilericiliğini koruyamamış sınıfı hayal kırıklığına uğratmıştır. 15-16 Haziran kalkışması dönemin eylemliliklerinin tam da tepe noktasıdır. Ayrıca 1970'li yıllar ekonomik ve politik eylemlerin iç içe geçtiği yıllar olmuştur. Kutlanan 1 Mayıslarda DGM'leri protesto, faşizme ihtar eylemi, İTÜ'de öldürülen öğrencilere sahip çıkma, Kahramanmaraş olaylarını protesto etmek gibi politik atmosferi yüksek eylemlilikler yaşanmıştır. 1960'lı yıllarda işçi eylemliliklerinin en büyük özelliği eylemlerin direniş ve işgal şeklinde geçmesidir.
1970-80 yılları arasında gene bir takım işçi eylemlilikleri yaşandı. 1970'li yılların sonunda eylemlilikler gene işgal ve direniş şeklinde gelişmekteydi. Bu yıllarda TARİŞ direnişi dönemin en son ve en etkili eylemi olmuştur. Bu dönemde yaşanan ekonomik kriz ve siyasal hükümetlerin sürekli el değiştirmesi sonucunda kamuda toptan işten çıkarılmalar kamu emekçilerini de harekete geçirmeye başladı.

1980 Göç Dalgasından Sonra Sınıfın Durumu
1980 sonrası 1945'lerden sonra başlayan yeni-sömürge ilişkiler içinde olan Türkiye'nin, ABD emperyalizmiyle bütünleşme sürecinin tamamlanması için uygulanan ekonomik ve sosyal yaptırımların sınıf hareketini belirleyen bir kaç noktası üzerinde durulabilir: Birincisi, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin 24 Ocak 1980'lerde dayattıkları politikanın en önemli amaçlarından biri sınıf hareketinin etkisizleştirilmesiydi. 24 Ocak kararlarının bir ayağı sınıfın mücadele ile kazandığı ekonomik ve çalışmayla ilgili hakların gasp edilmesini hedefliyordu. İşçi sınıfı 12 Eylül 1980'lere kadar bu politikalar karşısında önemli direnişler sergilemiştir. Tariş, Adana Tekel, Mersin Soda grevleri bu dönemin önemli direnişleriydi.
Ancak 12 Eylül askeri faşist cuntasının iktidara el koymasından sonra ülke çapında başta grevler olmak üzere her türlü direniş ve hak isteme yasaklanmıştır. İşçi sınıfının ücret ve çalışma koşullarının belirlenmesi noktasında 9 kişiden oluşan Yüksek Hakem Kurulu oluşturulmuştur. Bunların üç tanesi sermaye örgütleri, 3 tanesi hükümet ve kalan üç tanesi de cunta işbirlikçisi Türk-iş tarafından belirlenmiştir. Böylece işçi sınıfı önemli hak gasplarına maruz kalmıştır.
İkincisi, işçi sınıfının öncü kadroları cunta tarafından biçilmiştir. Türk-İş dışındaki sendikalar kapatılmış, yöneticileri gözaltına alınmış, ilerici devrimci öncüler ya işten atılmış ya da gözaltına alınarak cezaevlerine atılmıştır. Genel baskı ve yasaklamaların öncü işçilerin biçilmesiyle tamamlanması sınıf hareketini olumsuz etkilemiştir. Bu gelişmeler sonucu 1980 12 Eylül ile 1984 arasında herhangi bir grev yaşanmamıştır. 24 Ocak'ı siyaseten tamamlayan 12 Eylül döneminde dayatılan özelleştirmeler de öncü işçilerin biçilmesinde etkili olmuştur.
Üçüncüsü, Çeşitli etkenlerin sonucu 1984'ler sonrasında sınıf hareketinde bir canlanma yaşanmaya başlar. 1986 Bahar eylemlilikleri ve doruk noktası Zonguldak ve hemen ertesinde yaşanan "genel grev"dir. Ancak yükselmeye başlayan sınıf hareketinin kendiliğindenciliği aşamaması ve aynı dönemlerde reel sosyalist ülkelerde yaşanan gelişmeler sınıf hareketini büyük oranda olumsuz etkilemiştir. Siyasi öznelerin mevcut tabloyu etkilemekten uzak oluşları ve gelişmeye başlayan tasfiyeciliğin sınıfı da etkilemesi sınıf hareketinin zayıflamasına neden olmuştur.
Üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri de 1980 sonrası işçi sınıfının yapısıyla ilgilidir. 1980'lerde oluşan işçi kuşağı büyük oranda 12 Eylül'ün etkilerini yaşamış, bunun sonucu örgütlülüğe mesafeli yaklaşan kesimlerden oluşmuştur. Bu etken esnek üretim ve özelleştirme saldırılarıyla bütünleşince sınıfın hareket alanı iyice daraltılmıştır.
12 Eylül sonrası yaşanan göç iki farklı etkenden kaynaklandı. Birincisi izlenen ekonomik politikanın ihracata dayalı olması, küçük ve orta üreticilerin yaşamlarını çekilmez hale getirmiş, bunun sonucu yeni bir göç dalgası yaşanmıştır. İkincisi, Kürt hareketinin geliştirdiği atağı önlemek noktasında binlerce köyün boşaltılması sonucu yaşanan göçtür. Birincilerinin 12 Eylül'ü yaşamaları ve onun etkilenmesi sonucu siyasete ve örgütlülüğe uzak durmaları, İkincilerinin bir kısmı ulusal hareketin yaptığı atılımdan etkilenmelerine karşın, etki ulusal boyutla sınırlı kalmıştır.
Tüm bu gelişmeler sınıf hareketinin içinde bulunduğu konumu anlamamız açısından önemli veriler sunmaktadır.

Sonuç
Osmanlılarda kapitalizm imparatorluğun son dönemlerinde yoğunluklu olarak Balkanlarda gelişti. Gelişen kapitalizm ulusal ve sınıfsal eksenli mücadeleyi geliştirmiştir. Balkanlardaki ulusların Osmanlılardan koparak kendi devletlerini kurmaları sınıfın önemli bir kesiminin bu uluslarda kalmasını gündeme getirmiştir.
Türk ulusal sınırlarının netleşmesinden sonra burada kalan sınıf ağırlıklı olarak devlet işletmelerinde çalışıyordu. Ayrıca önemli bir kısmının toprakla da ilişkileri devam ediyordu.
Savaştan hemen sonra yapılan mübadele ile karşılıklı göç yaşanmış, göç ile Türkiye'ye gelenler üzerinden sınıf hareketinde canlılık yaşanmıştır.
Ancak burjuvazi, kısa zamanda takrir-i sükûn yasası ile komünist ve sınıf hareketine yönelik saldırıları had safhaya ulaştırmış ve sınıf hareketini geriletmiştir.
Türkiye'deki sınıfın köyle/toprakla olan ilişkileri, ağırlıklı olarak devlet işletmelerinde çalışıyor olması ve komünist hareketin yediği ağır darbeler sınıf hareketinin bundan sonraki sınırlarını belirler hale gelmiştir. Burjuvazi bu durumdan yararlanarak zaman zaman milliyetçi eğilimleri provoke ederek kullanmıştır.
İkinci Paylaşım Savaşı’nın hemen sonrasında emperyalizmle girilen yeni ilişkiler bir tarafta sınıfın nicel ve nitel olarak hızla gelişmesine neden olurken öte yanda örgütlü ve güçlü sınıf bilincine burjuvazinin sınıf hareketini kontrol mekanizmaları geliştirmesine neden oldu. Önce devlet güdümlü sendikalar ve en son Türk-İş'te somutlaşan konfederatif sarı sendikalar oluşturulmuştur. Ancak 2. I. Emperyalist Paylaşım savaşı’ndan sonra değişen dünya dengeleri ve kapitalizmin gelişmesiyle nicelik ve nitelik olarak gelişmeye başlayan sınıf hareketi sarı sendikacılığı geriletmeye başlamıştır. Sınıf hareketi karşısında barikat işlevi gören Türk-iş aşılarak DİSK oluşturulmuştur. DİSK, ekonomik mücadelede militan ama eylemliliklerin siyasallaştırılması noktasında sınıf sendikacılığı işlevini yerine getirememiştir. DİSK, kendisiyle ilgili "sınıf sendikacılığı" yaptığını belirtmesine karşın gerçekte bundan hep uzak durmuş ve reformizmin sendikal kolu olarak işlev görmüştür. Bu dönemin devrimci hareketlerinin küçük burjuva bir zemin üzerinde oturması sonucu DİSK, dönemin devrimci güçleri tarafından aşılamamıştır.
12 Eylül Askeri faşist cuntası iktidara el koyduğu gün, yaşanan bunalımın temel nedeni olarak sınıfı göstermiş, DİSK'i kapatmış, her türlü grev ve direnişi yasaklamış, sendikacıların teslim olmasını istemiştir. 12 Eylül süreci boyunca on binlerce işçi ve sendika yöneticisi gözaltına alınmış, birçoğu ağır işkencelerden geçirilmiş bazıları tutuklanmış bazılarına da işten el çektirilmiştir. Bu süreç boyunca bir işçi öncü kuşağı tırpanlanmıştır. 1984'ler sonrası yükselmeye başlayan sınıf hareketi, 1989-1990'larda doruk noktasına ulaşmış (bunun doruk noktası 5 Ocak 1991 'genel grevi'dir) ancak devrimci hareketlerin sürece müdahale etmekten uzak konumları ve bu dönemde reel sosyalizmin çözülmesi sınıf hareketini hızla geriletmeye başlamıştır.
Yine bu dönemden sonra esnek üretimin dayatılması ve bunun sonuçlarının açığa çıkmaya başlaması (işsizlik, sendikasızlık vb.) sınıf hareketini olumsuz etkilemiştir/etkilemektedir. Daha da önemlisi, Sosyalist Barikat'ın 2. sayısında daha geniş biçimde ele aldığımız; 1980 sonrası dayatılan neo liberal politikalar temelinde kapitalist iş örgütlenmesinde yaşanan esnek üretim vb.. Biçimlerde tanımlanan kapsamlı değişimler sonucu işçi sınıfının yapısında, bileşiminde, çalışma koşullarında yaşanan büyük değişimler, sınıfın devrimci hareketini yaratmak için onun nesnel durumu kavramada anahtar niteliğindedir..
Devrimci hareket bu değişen yapısal koşullara uygun yeni bir devrimci sendikal çizgi ve sınıfın en ileri kesimlerinin devrimci politik mücadeleye akış kanallarını yaratamamıştır. Günümüzde sınıf hareketinin devrimcileştirilmesi noktasında ana halka bu sorundur. Genel geçer bir işçi sınıfı devrimciliği söyleminden, devrimci hareketin işçi sınıfının dinamik güçleriyle buluşmasına geçiş bu noktada atılacak irili ufaklı adımların toplamı üzerinden olacaktır.
Devrimci sosyalizmin yeniden inşa sürecindeki ana hedeflerinden biri bu noktada ilk temel mevzileri yaratmaktır.

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19