Geçtiğimiz günlerde devrimci kamuoyu, 6 Haziran
1981’de şehit düşen devrim savaşçıları ile ilgili
bir tartışmaya tanık oldu. Bilindiği gibi, 78’liler
birliği adına bir grup, 6 Haziran şehitlerinden
Tamer Arda ve Atilla Ermutlu’nun katledilmeleri
ile ilgili dosyanın yeniden açılması ve bu “yargısız
infaz”ın sorumlularının cezalandırılmasını talep
edeceklerini ifade ederek, bu amaçla bir basın
açıklaması düzenledi ve Adalet Bakanlığı’na dilekçeler
gönderdi. Aynı süreçte bu girişimi yanlış ve saygısızca
bulan devrimci sosyalist hareket de 6 Haziran
2006 günü Taksim Gezi Parkı’nda yapılan basın
açıklamasına kendi metniyle müdahale etti ve basına,
kamuoyuna 78’liler Birliği’nin bu girişiminin
meşru olmadığını duyurdu. Aynı gün devrimci kamuoyu
da bu konuyla ilgili olarak tarafımızdan bilgilendirildi.
Sorun neydi?
Hareketimizi tanıyanlar, bizim özellikle bu tür
konularda asla kompleksli olmadığımızı, devrim
davası uğruna şehit düşmüş yoldaşlarımızın başka
insanlar tarafından da sahiplenilmesinden ayrıca
kıvanç ve mutluluk duyduğumuzu bilir. Ancak burada
bir sahiplenme değil, içini boşaltma girişimi
ile karşı karşıyaydık ve müdahale etmek zorunluluğunu
hissettik.
Bilindiği gibi 6 Haziran 1981, Türkiye devrimci
hareketindeki önemli günlerden biridir. 6 Haziran
1981 şafağında, THKP-C Marksist Leninist Silahlı
Propaganda Birliği savaşçıları Tamer Arda, Atilla
Ermutlu, Doğan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir bir
devrimci eyleme hazırlanırlarken cunta tarafından
katledilmişlerdi. Trajik bir ihanet sonucunda
İstanbul’un çeşitli semtlerinde pusuya düşürülen
ve planlı bir biçimde öldürülen bu devrim savaşçıları,
buna karşın son anlarına dek cuntanın katillerine
karşı direnmişler ve devrimin onurunu yüksekte
tutmayı başarmışlardır.
Kuşkusuz bu dört devrimci kadronun kaybı, yalnızca
üyesi oldukları devrimci parti için değil, bütün
devrimci hareket için çok ağır olmuştur. Bizler
aradan geçen onca yıldan sonra bir yandan bu büyük
kaybın acısını derinliklerimizde hissediyoruz,
diğer yandan ise onların aydınlattığı onurlu yolda
yürümeyi bir görev biliyoruz.
Bu nedenle, son süreçte, “78’liler Birliği” içersinde
bir grubun 6 Haziran 1981 direnişi üzerine yaptığı
girişimler konusu bizim için önemliydi. Artık
kamuoyunun da bildiği gibi çeşitli vesilelerle
12 Eylül döneminde gerçekleşmiş bir dizi olayın
dosyasının “yeniden açılması” konusunda girişimlerde
bulunan bu grup, aynı şeyi 6 Haziran hakkında
da tekrarlamak istemekteydi. Özellikle Celalettin
Can’ın başını çektiği bu grup dosyanın “yeniden
açılması” ve gerekirse “AİHM’e gidilmesi” yönünde
kararlar almış ve bütün bunları yaparken 6 Hazirancıların
yoldaşlarıyla görüşme zahmetine bile katlanmamışlardı.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, devrimci sosyalist
hareket, 78’liler Birliği ile özel bir husumete,
özel bir çelişmeye sahip değildir. Geçmişe ve
geleceğe bakışta farklı düşünüyor olabiliriz ama
herkesle olduğu gibi bu kurumla da ilişkilerimizi
karşılıklı saygı çerçevesinde sürdürebiliriz,
sürdürmekteyiz. Ancak özellikle Can ve çevresindekiler,
bu konuda açık bir saygısızlık içindeydiler. Sorun
yalnızca bizimle görüşüp görüşmeme sorunu değildir.
Bu ülkede birileri cuntanın katliamlarını kınamak,
protesto etmek istiyorlarsa elbette bunun için
kimseden izin alacak değillerdir. Dergimiz de
zaman zaman Türkiye devrimci hareketinin yitirdiği
değerleri sayfalarında anmakta ya da kurumlarımız
bu değerlerin anısını yaşatmak için etkinlikler
düzenlemektedir. Ama bu devrimciler adına, onları
bağlayan bir girişimde bulunmak istenildiğinde,
onların yoldaşlarıyla görüşmek, asgari saygı gereğidir.
Oysa Can ve çevresindekiler, ısrarla tarihsel
bir devamlılığı görmezden gelmekte, bu devrimci
kadroların yoldaşlarını yok sayarak adeta bir
boşluk içersinde davranabileceklerini sanmaktadırlar.
Ancak bundan daha önemlisi şudur: Bu ekip, kendi
siyasal mantığının sonucu olarak devrimci sosyalist
hareketin bu baş eğmez savaşçılarını, “bir dönemin
mağduru” gibi göstermekte, meseleyi bir hukuk
meselesine indirgeyerek böylece bu savaşçıların
anısını da incitmektedir. Bu devrimci savaşçılar,
emperyalizm ve oligarşiye karşı savaşmak için
yola çıkmış, bunun için bütün bedelleri ödemeyi
göze alarak hayatlarını ortaya çekinmeksizin koymuş
şehir gerillalarıdır. Şehit düştükleri anın trajik
olduğu doğrudur; cuntanın katillerinin özellikle
bu olayda tümüyle “yok etme” amacıyla hareket
ettiği de çok açıktır. Bu “yok edici” vahşetin
kamuoyuna taşınması, protesto edilmesi de mümkündür.
Ancak onlarla ilgili herhangi bir girişim, “mağduriyet”
dili üzerine kurulamaz. Can ve arkadaşları kendilerini
“12 Eylül mağduru” gibi hissedebilirler; ama emperyalizm
ve oligarşiye karşı yürütülen mücadelenin militanlarını
böyle bir çerçeveye sığdırmaya çalışmak, onların
politik düzeyini böylece aşağıya doğru çekmek,
en hafif deyimle saygısızlıktır. Onlar savaşçıdırlar
ve bütün savaşçıların mücadele içersinde şöyle
ya da böyle karşılaşabilecekleri bir olayla karşılaşarak
şehit düşmüşlerdir. Buradan yola çıkarak kimse
onları kendi çarpık siyasal mantığının aracı yapamaz;
onlar adına AİHM gibi AB kurumlarından “adalet”
isteminde bulunamaz. Onların yaratıcısı olduğu
devrimci sosyalist hareket, kendi seyrinde yürümektedir
ve bu yoldaşlara ve bütün devrim şehitlerine olan
borcun da ancak bir devrimle ödeneceği konusunda
son derece nettir.
Burada söz konusu olan şey bir duygusallık ya
da grupçuluk, vs. değildir. Burada politik bir
sorunla karşı karşıyayız. Biz, devrimci sosyalist
hareket olarak, yalnızca düne değil bugüne de
böyle bakıyoruz. Son yirmi yıl boyunca ortalığa
yayılan postmodern ideolojik salgının etkisiyle
devrimci dil deforme edilmiş, bir “mağduriyet”
ve “şikayet” dili ve tavrı onun yerine ikame edilmiştir.
Devrimcilerin düzenle ve emperyalizmle savaşan
ve bunun için bedel ödemeye hazır insanlar oldukları
gerçeğinin üzerinden atlanarak bunun yerine “yargısız
infaz” gibi içeriği bulanık kavramlar ikame edilmiştir.
Devrimci sosyalist hareket, böyle bir yaklaşımı
temelinden reddetmektedir. Devrim mücadelesi,
maalesef zaman zaman bazı yoldaşlarımızı yitirerek
yürüdüğümüz bir süreçtir ve bu yoldaşlarımız düşmanın
zulmüne uğramış “mağdurlar” değil, inandıkları
dava için hayatlarını ortaya koyan devrimciler
olarak bu tarihte yerlerini alırlar.
Bu anlamda da onlar üzerine konuşulur, yazılır
çizilirken ya da girişimlerde bulunulurken elbette
herkes özen gösterecek, onların gerçeğine saygı
duyacaktır. Bu konu elbette hassastır, herkesin
canının istediği gibi davranabileceği bir zemin
değildir. Unutulmamalı ki, bu ülkede Deniz Gezmiş’in
hayatı üzerine ilk sahnesi Bedri Baykam ve Gürbüz
Çapan’la başlayan bir film yapılabilmiş ve devrimci
güçler “hoşgörü” adına inanılmaz bir kayıtsızlık
göstermişlerdir. Yine aynı biçimde Nazım Hikmet’in
her satırı Türkiye işçi sınıfına adanmış şiirleri
bir finans tekeline satılabilmiş ve bu da ciddi
bir refleks görmemiştir. Bütün bunlar tabii ki
son derece olumsuz örmeklerdir ve konumuzla örtüşmediklerini
biliyoruz. Ama bunları şunun için söylüyoruz:
Genel olarak devrimci hareketin değerleri, kendileri
bugün artık hayatta olmadıkları için bir “serbest
çalışma alanı” haline gelmezler, herkes o insanlar
üzerine kendi üslubunca kendi politik yaklaşımınca
oynayamaz. O insanların bizzat kendisine, onların
yaşamlarının gerçeğine, inandıkları amaçlara,
bir parçası ve hatta yöneticisi oldukları politik
örgütlere, onların yoldaşlarına saygı duymak açık
bir zorunluluktur. Birileri zaman içersinde unutmuş
olabilir ama “yoldaşlık”, sınıf arkadaşlığı gibi
bir şey değildir; dönemlerle, yıllarla ilgili
değildir. Onlar kurşunlanırken henüz ilkokula
giden Betül Altındal, Tamer’in Atilla’nın yoldaşıdır;
hatta o tarihte dünyaya bile gelmemiş olan gencecik
devrimci arkadaşlarımız da Hazirancı yoldaşlarının
bayrağını kavrayıp biraz daha yukarı kaldırmanın
onurunu taşırlar. Dolayısıyla “birilerinden izin
mi alacağız” gibi sözler anlamsızdır; devrimci
mücadele alanı kimsenin kimseye saygısının olmadığı,
kopuk kopuk düzlemlerden oluşan şekilsiz bir zemin
değildir. Türkiye devrimini yeniden ayakları üzerine
dikmek için gecesini gündüzüne katan bu insanlar,
kaç yaşında ya da hangi “kuşak” gurubunda olurlarsa
olsunlar, elbette bu mirasın sahibidirler. Devrimci
sosyalist hareketin insanlarının 6 Haziran şehitleri
ile olan ilişkisi, bir tanışıklık ya da ortak
anıların varlığıyla ilgili değildir; bu, derinlikli
bir ilişkidir. Bunu anlamak birileri için zor
olabilir ama en azından saygı duymayı öğrenmeleri
gerekir.
Sonuç olarak Celalettin Can ve çevresi, bu devrim
savaşçılarının anıları üzerinden ellerini çekmelidir.
İçinde yaşadıkları boşluktan hareketle kendilerine
bir siyasal meşgale bulmak isteyenler, bunu devrimci
sosyalist hareketimizin kadroları üzerinde değil,
başka yerlerde aramalıdırlar.
Devrimci sosyalist hareket bu konuda girişim sahiplerini
uyarmıştır, uyarmaktadır ve böyle bir saygısızlığa
izin vermeyeceğini bir kez daha tekrarlamaktadır.
Haziran Şehitleri Onurumuzdur
Ya Özgür Vatan Ya Ölüm
Kurtuluşa Kadar Savaş
6 Haziran 2006
|