Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

42. Sayı - Haziran 2006

Geçtiğimiz günlerde devrimci kamuoyu, 6 Haziran 1981’de şehit düşen devrim savaşçıları ile ilgili bir tartışmaya tanık oldu. Bilindiği gibi, 78’liler birliği adına bir grup, 6 Haziran şehitlerinden Tamer Arda ve Atilla Ermutlu’nun katledilmeleri ile ilgili dosyanın yeniden açılması ve bu “yargısız infaz”ın sorumlularının cezalandırılmasını talep edeceklerini ifade ederek, bu amaçla bir basın açıklaması düzenledi ve Adalet Bakanlığı’na dilekçeler gönderdi. Aynı süreçte bu girişimi yanlış ve saygısızca bulan devrimci sosyalist hareket de 6 Haziran 2006 günü Taksim Gezi Parkı’nda yapılan basın açıklamasına kendi metniyle müdahale etti ve basına, kamuoyuna 78’liler Birliği’nin bu girişiminin meşru olmadığını duyurdu. Aynı gün devrimci kamuoyu da bu konuyla ilgili olarak tarafımızdan bilgilendirildi.
Sorun neydi?
Hareketimizi tanıyanlar, bizim özellikle bu tür konularda asla kompleksli olmadığımızı, devrim davası uğruna şehit düşmüş yoldaşlarımızın başka insanlar tarafından da sahiplenilmesinden ayrıca kıvanç ve mutluluk duyduğumuzu bilir. Ancak burada bir sahiplenme değil, içini boşaltma girişimi ile karşı karşıyaydık ve müdahale etmek zorunluluğunu hissettik.
Bilindiği gibi 6 Haziran 1981, Türkiye devrimci hareketindeki önemli günlerden biridir. 6 Haziran 1981 şafağında, THKP-C Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği savaşçıları Tamer Arda, Atilla Ermutlu, Doğan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir bir devrimci eyleme hazırlanırlarken cunta tarafından katledilmişlerdi. Trajik bir ihanet sonucunda İstanbul’un çeşitli semtlerinde pusuya düşürülen ve planlı bir biçimde öldürülen bu devrim savaşçıları, buna karşın son anlarına dek cuntanın katillerine karşı direnmişler ve devrimin onurunu yüksekte tutmayı başarmışlardır.
Kuşkusuz bu dört devrimci kadronun kaybı, yalnızca üyesi oldukları devrimci parti için değil, bütün devrimci hareket için çok ağır olmuştur. Bizler aradan geçen onca yıldan sonra bir yandan bu büyük kaybın acısını derinliklerimizde hissediyoruz, diğer yandan ise onların aydınlattığı onurlu yolda yürümeyi bir görev biliyoruz.
Bu nedenle, son süreçte, “78’liler Birliği” içersinde bir grubun 6 Haziran 1981 direnişi üzerine yaptığı girişimler konusu bizim için önemliydi. Artık kamuoyunun da bildiği gibi çeşitli vesilelerle 12 Eylül döneminde gerçekleşmiş bir dizi olayın dosyasının “yeniden açılması” konusunda girişimlerde bulunan bu grup, aynı şeyi 6 Haziran hakkında da tekrarlamak istemekteydi. Özellikle Celalettin Can’ın başını çektiği bu grup dosyanın “yeniden açılması” ve gerekirse “AİHM’e gidilmesi” yönünde kararlar almış ve bütün bunları yaparken 6 Hazirancıların yoldaşlarıyla görüşme zahmetine bile katlanmamışlardı.
Öncelikle belirtmeliyiz ki, devrimci sosyalist hareket, 78’liler Birliği ile özel bir husumete, özel bir çelişmeye sahip değildir. Geçmişe ve geleceğe bakışta farklı düşünüyor olabiliriz ama herkesle olduğu gibi bu kurumla da ilişkilerimizi karşılıklı saygı çerçevesinde sürdürebiliriz, sürdürmekteyiz. Ancak özellikle Can ve çevresindekiler, bu konuda açık bir saygısızlık içindeydiler. Sorun yalnızca bizimle görüşüp görüşmeme sorunu değildir. Bu ülkede birileri cuntanın katliamlarını kınamak, protesto etmek istiyorlarsa elbette bunun için kimseden izin alacak değillerdir. Dergimiz de zaman zaman Türkiye devrimci hareketinin yitirdiği değerleri sayfalarında anmakta ya da kurumlarımız bu değerlerin anısını yaşatmak için etkinlikler düzenlemektedir. Ama bu devrimciler adına, onları bağlayan bir girişimde bulunmak istenildiğinde, onların yoldaşlarıyla görüşmek, asgari saygı gereğidir. Oysa Can ve çevresindekiler, ısrarla tarihsel bir devamlılığı görmezden gelmekte, bu devrimci kadroların yoldaşlarını yok sayarak adeta bir boşluk içersinde davranabileceklerini sanmaktadırlar.
Ancak bundan daha önemlisi şudur: Bu ekip, kendi siyasal mantığının sonucu olarak devrimci sosyalist hareketin bu baş eğmez savaşçılarını, “bir dönemin mağduru” gibi göstermekte, meseleyi bir hukuk meselesine indirgeyerek böylece bu savaşçıların anısını da incitmektedir. Bu devrimci savaşçılar, emperyalizm ve oligarşiye karşı savaşmak için yola çıkmış, bunun için bütün bedelleri ödemeyi göze alarak hayatlarını ortaya çekinmeksizin koymuş şehir gerillalarıdır. Şehit düştükleri anın trajik olduğu doğrudur; cuntanın katillerinin özellikle bu olayda tümüyle “yok etme” amacıyla hareket ettiği de çok açıktır. Bu “yok edici” vahşetin kamuoyuna taşınması, protesto edilmesi de mümkündür. Ancak onlarla ilgili herhangi bir girişim, “mağduriyet” dili üzerine kurulamaz. Can ve arkadaşları kendilerini “12 Eylül mağduru” gibi hissedebilirler; ama emperyalizm ve oligarşiye karşı yürütülen mücadelenin militanlarını böyle bir çerçeveye sığdırmaya çalışmak, onların politik düzeyini böylece aşağıya doğru çekmek, en hafif deyimle saygısızlıktır. Onlar savaşçıdırlar ve bütün savaşçıların mücadele içersinde şöyle ya da böyle karşılaşabilecekleri bir olayla karşılaşarak şehit düşmüşlerdir. Buradan yola çıkarak kimse onları kendi çarpık siyasal mantığının aracı yapamaz; onlar adına AİHM gibi AB kurumlarından “adalet” isteminde bulunamaz. Onların yaratıcısı olduğu devrimci sosyalist hareket, kendi seyrinde yürümektedir ve bu yoldaşlara ve bütün devrim şehitlerine olan borcun da ancak bir devrimle ödeneceği konusunda son derece nettir.
Burada söz konusu olan şey bir duygusallık ya da grupçuluk, vs. değildir. Burada politik bir sorunla karşı karşıyayız. Biz, devrimci sosyalist hareket olarak, yalnızca düne değil bugüne de böyle bakıyoruz. Son yirmi yıl boyunca ortalığa yayılan postmodern ideolojik salgının etkisiyle devrimci dil deforme edilmiş, bir “mağduriyet” ve “şikayet” dili ve tavrı onun yerine ikame edilmiştir. Devrimcilerin düzenle ve emperyalizmle savaşan ve bunun için bedel ödemeye hazır insanlar oldukları gerçeğinin üzerinden atlanarak bunun yerine “yargısız infaz” gibi içeriği bulanık kavramlar ikame edilmiştir.
Devrimci sosyalist hareket, böyle bir yaklaşımı temelinden reddetmektedir. Devrim mücadelesi, maalesef zaman zaman bazı yoldaşlarımızı yitirerek yürüdüğümüz bir süreçtir ve bu yoldaşlarımız düşmanın zulmüne uğramış “mağdurlar” değil, inandıkları dava için hayatlarını ortaya koyan devrimciler olarak bu tarihte yerlerini alırlar.
Bu anlamda da onlar üzerine konuşulur, yazılır çizilirken ya da girişimlerde bulunulurken elbette herkes özen gösterecek, onların gerçeğine saygı duyacaktır. Bu konu elbette hassastır, herkesin canının istediği gibi davranabileceği bir zemin değildir. Unutulmamalı ki, bu ülkede Deniz Gezmiş’in hayatı üzerine ilk sahnesi Bedri Baykam ve Gürbüz Çapan’la başlayan bir film yapılabilmiş ve devrimci güçler “hoşgörü” adına inanılmaz bir kayıtsızlık göstermişlerdir. Yine aynı biçimde Nazım Hikmet’in her satırı Türkiye işçi sınıfına adanmış şiirleri bir finans tekeline satılabilmiş ve bu da ciddi bir refleks görmemiştir. Bütün bunlar tabii ki son derece olumsuz örmeklerdir ve konumuzla örtüşmediklerini biliyoruz. Ama bunları şunun için söylüyoruz: Genel olarak devrimci hareketin değerleri, kendileri bugün artık hayatta olmadıkları için bir “serbest çalışma alanı” haline gelmezler, herkes o insanlar üzerine kendi üslubunca kendi politik yaklaşımınca oynayamaz. O insanların bizzat kendisine, onların yaşamlarının gerçeğine, inandıkları amaçlara, bir parçası ve hatta yöneticisi oldukları politik örgütlere, onların yoldaşlarına saygı duymak açık bir zorunluluktur. Birileri zaman içersinde unutmuş olabilir ama “yoldaşlık”, sınıf arkadaşlığı gibi bir şey değildir; dönemlerle, yıllarla ilgili değildir. Onlar kurşunlanırken henüz ilkokula giden Betül Altındal, Tamer’in Atilla’nın yoldaşıdır; hatta o tarihte dünyaya bile gelmemiş olan gencecik devrimci arkadaşlarımız da Hazirancı yoldaşlarının bayrağını kavrayıp biraz daha yukarı kaldırmanın onurunu taşırlar. Dolayısıyla “birilerinden izin mi alacağız” gibi sözler anlamsızdır; devrimci mücadele alanı kimsenin kimseye saygısının olmadığı, kopuk kopuk düzlemlerden oluşan şekilsiz bir zemin değildir. Türkiye devrimini yeniden ayakları üzerine dikmek için gecesini gündüzüne katan bu insanlar, kaç yaşında ya da hangi “kuşak” gurubunda olurlarsa olsunlar, elbette bu mirasın sahibidirler. Devrimci sosyalist hareketin insanlarının 6 Haziran şehitleri ile olan ilişkisi, bir tanışıklık ya da ortak anıların varlığıyla ilgili değildir; bu, derinlikli bir ilişkidir. Bunu anlamak birileri için zor olabilir ama en azından saygı duymayı öğrenmeleri gerekir.
Sonuç olarak Celalettin Can ve çevresi, bu devrim savaşçılarının anıları üzerinden ellerini çekmelidir. İçinde yaşadıkları boşluktan hareketle kendilerine bir siyasal meşgale bulmak isteyenler, bunu devrimci sosyalist hareketimizin kadroları üzerinde değil, başka yerlerde aramalıdırlar.
Devrimci sosyalist hareket bu konuda girişim sahiplerini uyarmıştır, uyarmaktadır ve böyle bir saygısızlığa izin vermeyeceğini bir kez daha tekrarlamaktadır.

Haziran Şehitleri Onurumuzdur
Ya Özgür Vatan Ya Ölüm
Kurtuluşa Kadar Savaş

6 Haziran 2006

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19