Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

42. Sayı - Haziran 2006

10- Yeni Tarihsel Süreçte Anti-emperyalizm Emek Eksenlidir
Yeni tarihsel dönemde, anti-emperyalist hareketler, bir çok olgudan beslenmektedır. Bunlar; Orta-Doğu savaşlarında olduğu gibi, açık işgal ve sömürgecilik, yeni-sömürgelerde yaygınlaşan ekonomik, askeri ve siyasal müdahaleler, emperyalist saldırı programlarının sonuçları olan özelleştirme, sosyal güvenlik, tarımın tasfiyesi vb.’nde ifadesini bulan sosyal yıkım ve yaşam düzeyinin düşmesi ve eşitsiz ticaret ve yatırımları ifade eden serbest ticaret ve sonuçları ilk akla gelenlerdir. Tüm bunlar, anti-emperyalist hareketler için zemin yaratıyor ve bu hareketlere rengini vererek sınıfsal yanı güçlendiriyor.
Emperyalizm çağında, emperyalizmle ezilen halklar arasındaki mücadele stratejik bir niteliğe sahiptir. Bu mücadele, Ekim devrimi ile sosyalizmin dünyanın 1/6’sında zafer kazanması sonucu yeni bir boyut kazanmıştır. 2. Paylaşım Savaşı sonrası ise, dünyanın 1/3’de sosyalizmin egemenliğini ilan etmesi, dahası bir sosyalist blokun oluşması, emperyalizmin dünya çapında hareket alanını büyük ölçüde daraltarak ezilen halklar ve ulusların özgürlük mücadeleleri için büyük maddi ve moral zeminler yaratmıştır. Çoğu geri bıraktırılmış ülkelerde, daha çok siyasal bağımsızlığı zorlayan “bağlantısızlar hareketi” gibi oluşumlar bu temelde ortaya çıkmıştır. Bu tablo içinde anti-emperyalist mücadeleyi iki kanalda görmek ve bu iki eksende değerlendirmek mümkündür. Birincisi; emperyalizme karşı ulusal ve halk kurtuluş savaşlarında ifadesini bulan, ezilen halkları güçlü etkileyen, proletarya öncülüğünde ezilen halkların mücadelesi. İkincisi ise; bu mücadelenin devletler arası bir görüntü ya da biçim altında sürmesi. Özellikle, emperyalizme tam bağımlılığın sürdüğü ancak biçimsel bir bağımsızlığa kavuşmuş yeni-sömürge ülkelerde emperyalist baskının, yeni-sömürge ülke ile emperyalist devlet arasındaki “dış ilişki”lerin bir ifadesi olarak görünmesi, devletler arası bir ilişki ve daha çok siyasal bağımlılık-bağımsızlık sorunu olarak görünmesi, yani gizli işgal gerçekliğinin yarattığı perdeleme, sınıfsal mücadele ile ulusal özgürlük mücadelesi arasında bir mesafenin oluşmasına yol açmıştır.
Bu süreç, “reel sosyalizm”in çözülmesi ve emperyalist-kapitalist sistemin tek kutuplu, ama çok parçalı ilişkilere dönüşmesi, çok yönlü ve stratejik saldırısını her düzeyde halklara dayatması sonucu yeni bir ilişkiler boyutuna sıçradı. Artık, anti-emperyalist mücadele, bir “dış ilişkiler” sorunu vb. değil, bu yeni tarihsel sürecin tüm olgularından beslenen, güncel, emek eksenli bir sorun haline geldi. Böylece sınıfsal ve anti-emperyalist ulusal çelişkiler, aynı kanalda iç içe, birbirinden kopmaz hal aldı. Genel düzeyde, emperyalist saldırı politikaları, tek tek ülkelerde ulusal düzeyde, tek tek sektörlerde sınıfsal düzeyde kendini çok güçlü hissettirdi. Böylece tüm emekçi sınıflar, eski süreçlerden daha farklı ve yoğun olarak, bu ulusal ve sınıfsal çelişkileri günlük yaşamında gördü.
Emperyalizm, liberalizmin tüm yalanlarına rağmen, ulus devleti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine, emperyalist sömürü ve hegemonya mücadelesinde, ulus devlet önemli bir yer tutuyor. Ulus devlet, dünyaya egemen olan çokuluslu tekellerin çıkarına göre yeniden biçimleniyor. Ancak, bu süreç, emperyalist ülkelerde bazı stratejik sektörlerde korumacı ve devletçi politikalarla, ama sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde, ulusal devletin “sosyal” boyutu yok edilerek işliyor. Böylece sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde, çok yönlü emperyalist dayatmalar ve neo liberal politikaların yaşam bulması için her engel düzleniyor. “Devletin küçültülmesi” demagojileri ile, liberal sol ve anarşist tezlerden de destek bularak, dayatılan bu politikalar, özellikle yeni-sömürge ülkelerde, içsel olgu olan emperyalizme, her türlü müdahale koşulları yaratılmış oluyor. Biçimsel olan “bağımsızlık” ortadan kalkıyor, ülke emperyalizmin açık pazarına dönüşüyor, politik düzeyde oligarşi tamamen emperyalizmin hizmetinde konumlanıyor. Ekonomi alanında pek çok durumda kimi detay düzenlemeler dahi açık biçimde emperyalist sömürü kurumları tarafından yapılıyor. Kars’taki devlet işletmelerinden kaç işçi atılacağına, hangi memur kategorisine ne ücret verileceğine, Edirne’deki çiftçi’den yapılacak alımların nasıl olacağına kadar IMF tarafından belirleniyor. Artık çok fazla gizlenmeden saklanmadan hayatın tümü emperyalistler tarafından kontrol ediliyor ve düzenleniyor. Bunun doğal sonucu olarak emperyalist müdahale ve saldırı emekçiler açısından çok daha fazla görünür hale geliyor. Bu temelde ortaya çıkan ve ulusal onuru ayaklar altına alan politikalar, bağımlılık ilişkileri, kitlelerde emperyalizme karşı ulusal duyguları büyütüyor. Ancak bu tepkiler, hem emperyalist ülkeler arası ilişki ve çelişkiye bağlı olarak, hem de ipleri tamamen oligarşilerin elinde olan “ulusal sol” kanalda, tekrar sisteme bağlanıyor.
En temel ve stratejik sektörlerde yapılan ve neo liberalizmin temel desturu olan özelleştirmeler, sadece “sosyal devlet”i budamak, işçi ve emekçi sınıfların kazanılmış haklarını elinden almakla kalmıyor, işsizlik gibi en temel sorunu besliyor, işçileri örgütsüzleştiriyor. Kapitalizm, her süreçte işsizler ordusu yaratır ve hem kriz, hem de refah dönemlerinde bu “yedek emek gücü”nü kullanır. Ancak, kapitalizmin ürünü olan işsizlik ve aynı anlama gelmek üzere yoksulluk, neo liberal saldırılarla büyüyor kronikleşiyor. Latin Amerika’da yoksulluk oranı % 80’lere ulaşırken, bu oran bizde % 25’lerden aşağı inmez. İşsizlik ise giderek büyür, sadece işçileri tehdit etmekle kalmaz, kadınları, genç kuşakları içine alarak hızla artar, her ülkede değişmekle birlikte % 20 ila % 50’lere uzanan bir boyuta ulaşır. Sendikalar, işçi sınıfının ilk ve temel örgütlenmelerinden biridir ve kapitalizmin ürünü olan bu örgütlenme, neo liberal saldırılarla tamamen daralmış, kapitalizm sınırları içindeki rolünden bile arındırılmış, etkisiz örgütlenmelere dönüştürülmüştür. Özellikle büyük işletmelerde sınırlı sendikal örgütlenme vardır ve bu sendikalı oranı işçi sınıfının % 5-6 sını kapsamaktadır. Tarımın tasfiyesi, IMF, DTÖ ve D.Bankasının talimatları ile yapılıyor, bir dönemin “haşhaş sorunu” gibi emperyalizmle ulus devlet arasındaki çelişkiler görülmüyor, tütün, şeker vb.’de üretici bizzat emperyalizm ve işbirlikçiler tarafından yoksullaştırılıyor. Taban fiyatları, temel ürünlerin üretilmemesi için verilen sınırlı doğrudan destekleme politikaları (DGD), tarımda girdilere verilen desteğin kaldırılması ve girdi ürünlerin fiyatlarının yüksekliği bizzat IMF, D.Bankası tarafından belirleniyor. “Sosyal güvenlik ve sağlıkta dönüşüm”, “kentsel dönüşüm” gibi yasalar IMF, D.Bankasının talimatları ile güncelleşiyor, işçi ve emekçilerin sağlık, emeklilik, barınma gibi en doğal ve insani hakları gasp ediliyor. Tahkim yasası gibi yasalarla uluslararası sermayenin tüm çıkarları güvenceye alınıyor. Borçlandırma, emperyalizmin tüm tarihinde vazgeçemediği politikadır ve borçlandırarak bağımlılığın, hem ekonomik hem siyasal boyutu vardır. Ödenen her kuruş, ki bunlar borçların faizlerine bile yetmiyor, halkın sofrasından kesiliyor.
Milyonlarca insan; işçi, işsiz, kent ve kır yoksulu, küçük üretici, kadın, genç, yaşlı bu emperyalist saldırı politikalarının sonuçlarıyla yüz yüze geliyor, bu toplumsal kesimleri aynı eksende birleştiriyor. Tüm bunların toplamında, emperyalizmin yeni-sömürgelerin tüm toplumsal yaşamına dönük zaten varolan bütünlüklü ve çok yönlü müdahale ve denetiminin yeni tarihsel süreçte artık pervasızca yürütüldüğü ve çok daha görünür hale geldiği söylenebilir. Bunun sonucu olarak, emekçilerin giderek artan ölçüde emperyalizmi sadece siyasal bağımsızlığa müdahale eden bir güç dışsal bir güç olarak görmenin ötesinde, doğrudan aşına, işine, hayatının her alanına müdahale eden, bir avuç tekelciyle tüm ulusal değerleri yağmalayan, tahrip eden bir güç olarak görmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda, ulusal değerlerin yağmalanması ve tahrip edilmesine karşı mücadele zeminiyle, sınıfsal mücadele zemini aynı potada birleşiyor. Gerçekten geliştirici bir anti-emperyalizmin yegane yolu bu birleşik pota haline geliyor.
Anti-emperyalizm, sınıfsal çelişki ve emek ekseninde güçleniyor...

11- Devrimimiz İçin Anti-emperyalist Mücadelenin Bazı Dinamikleri
Daha somut olarak anti-emperyalist mücadele zemininin devrimimiz açısından önemli nesnel potansiyeller biriktirdiği net ifade edilebilir. Devrimimiz için bunların hem iç, yani sınıfsal eksende ulusal dinamikleri vardır, hem de ülkemizin coğrafi konumu gereği, bölgesel dinamiklere sahiptir.
İç dinamikleri, yukarıdaki anlatımlarımız temelinde, özetle; bağımlılık ve işbirlikçilik, emperyalist saldırı politikaları olan özelleştirme, tarımın tasfiyesi, borçlar, sosyal yıkımı yasallaştıran politikalar vb. olarak tanımlamak mümkün. Bunlara savaş gibi çok temel bir unsuru da eklemek gereklidir.
Bölgesel dinamikler ise, oldukça kabarık bir liste tutar ve sadece anti-emperyalizmin değil, bölgesel gelişmelerin, nüfuz alanı politikalarının da konusudur.
Ortadoğu ve özellikle Filistin, Irak’ta devam eden işgal ve direniş, Afganistan bu sorunların başında gelir.
Filistin sorunu bugünün sorunu değil, 2.Paylaşım Savaşı’ndan sonra emperyalizmin desteği ile oluşturulan İsrail’in varlığından bu yana karmakarışık olmuştur, işgal ve sürekli savaş bu ülkede hiç eksik olmamıştır. Sosyalizm ve ulusal/halk kurtuluş savaşlarından beslenen Filistin ulusal kurtuluşu, özellikle İsrail’e karşı direniş geliştirdiği oranda güçlenmiş, özellikle 1970’li yıllarda dünya ve Ortadoğu halklarının desteğini, güvenini kazanmıştır. Bu süreçte, sosyalist ve halkçı karakteri oldukça güçlüdür. Ama emperyalist kanallarda, diplomasi oyunları içinde giderek eriyen bu özellikler, 1982 yenilgisi sonrası, dünyadaki gelişmelere de bağlı olarak oldukça geriledi. Aynı süreçte İran İslam devriminin de etkisi ile İslamcı akımlar giderek güçlendi; ve bugün HAMAS Filistin de, yozlaşmaya, direniş dinamiğinin zayıflamasına, diplomasi içinde direnişin halkçı ve sosyalist yanının erimesine karşı tepkiler sonucu iktidar oldu. Emperyalizm, “reel sosyalizm”in çözülmesi ve Körfez Savaşı’nda ilan ettiği “YDD” içinde bu sorunu çözeceğini iddia etmişti. Önerilen çözüm, Filistin devriminin halkçı ve sosyalist dinamiklerini tasfiye ile İsrail’i her açıdan güvenceye alan bir çözümdü. Bir dizi oyuna rağmen, gelinen aşamada bu alanda bile ciddi gelişmelerin olmadığı, direniş dinamiğini yok etmenin mümkün olmadığı açığa çıktı. Ayrıca TC oligarşisi, İsrail’le yapmış olduğu “stratejik anlaşma” ile, eskiden utangaç desteğini bırakarak, BOP’nin bir unsuru olarak açıktan taraf olduğunu ilan etti. Ortak din, yani İslam bir gerginlik yaratsa da bu siyasal gerçeği değiştirmez.
Irak yeni direniş odağıdır. Bölgesel güç olmak isteyen Saddam diktatörlüğü, uzun yıllar hırpalanarak, 3 yıl önce ABD ve İngiltere öncülüğüne yıkıldı ve Irak işgal edildi. Ve 3 yıldır, İslami karakteri ön planda olan direniş var. Bu direniş,emperyalizmin BOP çerçevesinde saldırmayı planladığı İran ve Suriye’ye saldırının önünü kesti. Direniş, daha çok anti-ABD ve anti-siyonist karakter gösterse de, aslında emperyalizme karşı güçlü darbeler vuruyor. Sosyalist ve halkçı yanı çok zayıf. Ortadoğu’nun en temel sorunlarından biri olan Kürt sorunu, bu işgalle farklı bir rotaya girdi ve bu halkların birliği açısından bir olumsuzluğu ifade etmektedir. TC oligarşisi, Kürt sorununda emperyalizmle hem birlik hem bir gerginlik içindedir. Ama ünlü “kırmızı çizgiler” emperyalizmin stratejik çıkarları doğrultusunda yok oldu, özünde aynı rotada emperyalizmle oligarşi el eledir. Yani, Irak’ta oligarşi, emperyalizmin suç ortağıdır.
Afganistan da aynı. 11 Eylül sonrası işgal edilen Afganistan’da emperyalizm, nispeten daha kolay sonuçlar elde etti. İşgal devam ediyor, İslamcılar direnişte. Ama bu İslamcı direniş en gerici unsurları içeriyor. İşbirlikçi kukla iktidar ve “sömürge valiliği” hiç bir sorunu çözemiyor. Oligarşiye verilen rol, emperyalizmin politikalarını sürdürmek ve işgalde suç ortaklığıdır.
Balkanlar yine bir başka bölgesel dinamiktir. Emperyalizm, Balkanlarda önce halkları birbirine düşürdü, özellikle “reel sosyalist” ülkelerde ulusal boğazlaşmayı kışkırttı, sonra ABD ve AB arasında nüfuz alanı çelişkilerinin arenası oldu. Tüm bunlarla birlikte, bunların devamı olarak ABD ve NATO askeri müdahale gerçekleştirerek, yani işgal ederek Balkanlar için yeni bir süreç başlattı. Başta Yunanistan olmak üzere, Balkanlarda emekçi karakterli anti-emperyalizm hiçte zayıf değildir. BOP süreci ve Afganistan ile Irak’ın işgali, Balkanlarda bir ara dönemi yarattı, emperyalizm bu bölgede tam hedeflerine ulaşamadı. Balkanlarda tarihsel açıdan sosyalist ve halkçı birikim var ve bu anti-emperyalizme rengini veriyor.
Aynı biçimde, Kafkaslarda emperyalizmin kışkırtmasıyla derinleşen, uluslararası boğazlaşma var. Burada ABD, AB ve Rusya arasındaki nüfuz mücadelesi yoğun biçimde sürüyor. Bilinen “turuncu”,”kadife” vb. karşı devrimler tam da bundandır.
Tüm bu bölgeler, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, emperyalistler arası çıkar çatışması alanlarıdır ve bu çıkar çatışmasının izleri vardır. Ama bununla birlikte, tüm bunlar, tarihsel ve siyasal ilişkiler açısından, bazılarında zayıf, bazılarında ise güçlü anti-emperyalizm dinamiklerini taşımaktadır ve devrimimizi dolaylı ya da dolaysız beslemektedir.

12- Son mu Başlangıç mı?
“Reel sosyalizm” çözülünce, bu gürültü içinde 1989-90’da, ki bunu Saddam Irak’ına karşı, 1. Ortadoğu savaşı ile çok daha net ilan ettiler: “emperyalizm yenilmez ve her şeye egemendir”. Hatırlanmalıdır; “sosyalizm öldü” söylemleri ile “tarihin sonu” ilan edilmişti, “YDD” içinde her şey çözülecekti, “demokrasi” en çok kullanılan ve ilgi çeken sihirli kavramdı ve bunun üzerinden yeni bir liberal sağ tasfiyecilik her yanı kaplamıştı.
Bu rüzgar çok sert esti/estirildi, asıl genel yenilgi buydu, her şeyi alt üst etti ve sadece politik değil, örgütsel, ideolojik boyutları vardı. Direnen sağlam marksistler elbet vardı, ama bu direniş genel olarak savunma zeminini aşamıyordu. Ve savunma refleksi içeren bu zeminde, sadece direnişle kapsamlı saldırı karşılanıp, tıkanan sürecin önü aşılamazdı. Dar ve devrimci çevrelerin bu savunma çizgisi doğal olarak bu kapsamlı saldırı ve her şeyi alt üst eden politik atmosferde yeteri kadar net anlaşılamadı. Dünya gerçekten değişmişti ve eski parametrelerle dünya, ülke, sınıf gerçeği açıklanamazdı. Emperyalizm için, artık sosyalizm ciddi bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Ama emperyalizm düşmansız duramazdı. Bu kez, sistem içindeki çatlak seslere gözdağı vermek ve bazı aykırı sesleri susturmak için, “şer eksenleri” ilan edildi, tüm halklar düşman görüldü, bu temelde her şey kullanıldı. Emperyalist savaş bir çok alana yansıdı, Balkanlardan Ortadoğu’ya kadar bir çok alanı kapsadı. Libya örneğinde olduğu gibi bazıları direnemedi ve uzlaştı, Suriye ve İran örneklerinde olduğu gibi, bazıları ise sırasını beklemektedir. Bu süreç devam etmektedir.
Hemen belirtelim, bu süreç devam ederken, ilk sert ve yanılsamalı rüzgarlar yerini nesnel gerçeklere bırakmaya başladı. İlan edilen “tarihin sonu” bizzat ilan eden emperyalist ideologlar tarafından geri alındı, tarihin sonu değil, sınıf mücadelesinin devam ettiği itiraf edildi.(*) Yeni tarihsel süreç kendi ilişkilerini yaratıyor. Sadece kapitalist iç sömürü biçimini değil, emperyalist ülkeler arası ilişki ve çelişkiler; emperyalizmle sömürge ve yeni sömürge ülkeler ve bu ülke halkları arası ilişki ve çelişkiler; emperyalist-kapitalist sistemle sosyalizm arasındaki ilişki ve çelişki de bu temelde yeniden biçim alıyor, sınıfsal ve ulusal çelişkilere yön veriyor. Bu ilişki ve çelişkiler kendine özgü siyasal, kültürel, askeri ilişkiler yaratıyor, her şey bu temelde belirleniyor.
Ve bir süre sonra, bu gürültü ve kaos, her şeyi flu gösteren belirsizlikler daha netleşmeye başladı. İlan edilen “YDD” tel tel dökülmeye başladı ve gerçek tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Bu gerçeği ortaya çıkaran, bu siyasal ve toplumsal zeminde boyveren direniş dinamikleridir. Yani, artık emperyalizm her şeye egemen değil, onun dışında ve ona karşı mücadele eden halklar vardır. Başta, L.Amerika olmak üzere, daha çok sınıfsal eksende direniş, “tarihin sonu” saçmalıklarını, neo liberalizmin sınırsız egemenliğini parçaladı. Venezuela halkçı bir direniş gösteriyor, neo liberalizme karşı, ABD emperyalizminin tehdit ve darbe girişimlerine karşı aykırı bir ses oldu. Bolivya’da, koka üreticileri ve madenciler, neo liberal politikaları elinin tersi ile itti. Brezilya, neo liberalizme karşı gür bir ses oldu ama sosyal demokrat bir programla, PT (İşçi Partisi) tekrar bu ses IMF ve emperyalizme bağlanmaya çalışılıyor. Kolombiya, dünyanın en büyük gerilla ordusu, ünlü “Kolombiya planları”nı parçalayıp ve yaratılan devrimci ve halkçı iktidarlarla belki de en istikrarlı mücadele geleneği yarattı. Arjantin neo liberal politikaların dikiş tutmadığı ve kitlesel direnişlerin yükseldiği bir ülkedir. Bunlara Ortadoğu ve Asya halkları eklendi. Filistin ve Irak, İslami yan ön planda da olsa, politik açıdan emperyalizme ve siyonizme darbe vuran direniş odaklarıdır. Kürdistan’da, Güneyde ilkel milliyetçi önderlikler, Kürt hareketini emperyalizmin destekçisi yaparken, kuzeyde ise, İmralı’da somutlanan tüm ideolojik kırılmalara rağmen, politik açıdan, özellikle Şemdinli serhildanı ve sonrası, Yüksekova, Hakkari, Van, Siirt, Batman ve çok daha görkemli Amed serhıldanları eklenmiş, halkların mücadelesi için güçlü dinamikleri açığa çıkarmıştır. Asya halkları ayaktadır, gerilladan kitlesel direnişlere kadar uzanan bir mücadele hattı vardır. Emperyalist ülkelerde “küreselleşme karşıtı” veya “barış” temelli hareketler ortaya çıktı, Seattle, Prag, Roma direnişleri sokakları tutuşturdu. Fransa da 68 baharı yeniden geldi, göçmenlerin kendiliğinden öfke patlamalarına bu kez işçi ve gençlerin daha hedefli ve siyasal içeriği olan büyük kitlesel direnişleri boy attı. Her ülke, her alan emperyalizme, neo liberalizme karşı tepkileri mayaladı ve çoğunda bu açığa çıktı, kuşatmayı parçaladı, direnişe dönüştü. Yani o koca yalanlar yaşamın nesnel gerçeğine çarptı ve tuz buz oldu.
Tarihin sonu değil, kapitalizmin sonu için, bugün çanlar daha güçlü çalmaktadır. Bir sürecin belirsizlikleri bugün daha azdır ve saflar netleşmektedir.
Bu süreç ve sınıfsal dinamikler kendi yolunu açıyor..
Bize düşen buradan “uzlaşma” ve emperyalizmden “demokrasi”, “sorunları çözme” beklentisi değil, yanılsamalar içinde üzeri perdelenen nesnel gerçeği görmek, bu nesnelliğe dayanarak, biriken “patlayıcı maddeleri” tahlil edip onlarla bağı güçlendirmek, yani sınıfsal eksende kitlelerin tepkisini örgütleyip harekete geçirmek, gür ve tok sesle devrim ve sosyalizmi savunmak, bunu güncelleştirmektir.
Varsın emperyalistler ve işbirlikçi oligarşiler “tarihin sonu” ile sahte zaferlerini ilan etsinler, devrimin ayak sesleri hızlanıyor; bu son değil bir başlangıç...

(*)”ABD’nin Irak’la savaşa başlamasının üçüncü yılına girdiğimiz şu günlerde ABD’nin Irak’a müdahalesi veya bu inancın sahipleri konusunda tarihin olumlu yargıda bulunması ihtimal dışı görünüyor. Bush hükümeti, Irak’a saldırmakla bu ülkeyi Afganistan’a çevirdi. Irak şu ansa Afganistan yerine teröristleri kendine çeken mıknatıs rolünü oynuyor... Birleşik Devletler’in şu ana kadar saçtığı servet ve döktüğü kanı nasıl açıklayabileceği kolay anlaşılır bir şey değil. Bush’un iktidarının ilk dönemindeki icraatların çerçevesini oluşturan doktrinden bugün geriye harabeden başka bir şey kalmadı.”
(19 Mart 2006/radikal)
Bu sözler, ABD emperyalizmin “şer ekseni”, “önleyici vuruş”, “terörle savaş” vb. adına, bu saldırgan politikaların mimarı olan, ünlü “tarihin sonu” tezinin sahibi Fukuyama’ya ait. Ve, bu sözleri “tarihin sonu” değil, sınıfsal ve ulusal mücadelenin devam ettiği olarak okumak mümkün.
ABD emperyalizmin BOP’nin Irak direnişine nasıl takıldığının da itirafıdır....

13- Netleşmek İçin Ayrışmak İçin
Bir çok çalışmamızda bir temel tespitin altını sık sık çizdik. Bu temel tespit, devrimci sosyalizm için, yeni tarihsel süreci anlamada ve açıklamada da ilk veridir. Nedir bu? Her tarihsel dönem, nesnel bir gerçeğe dayanır ve bu nesnel gerçek, kendine özgü ilişkileri, ayrışma ve birleşme noktalarını yaratır. Nesnel gerçek; yukarıda özetle ifade ettiğimiz gibi, kapitalist sömürünün almış olduğu biçim, bu temelde politikalar, emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerin almış olduğu biçim, emperyalizmle bağımlı ülkeler arası ilişki ve çelişkiler ve emperyalizmle sosyalizm arasındaki ilişki ve çelişkiler. Bu temelde, her dönem kendi içinde tasnif olmaktadır veya bir dönem, bir başka dönemden ayrılmaktadır. Elbette bu ayrışma matematiksel değil, hatta bir dönemde olan bir olgunun bir diğer dönemde olmayacağı hiç değil, temel ayrım noktalarından bir tasnif etmedir. Bu ilişkiler bütünü, her dönemin kendine özgü parametreleri, ayrım ve birleşme noktaları, hatta politik kültür dahil politik tarzı vb. belirler.
Bu özeti yapmamızın nedeni, sadece yeni tarihsel süreçte, anti-emperyalist mücadele dinamikleri ve biçimini daha iyi kavramanın yanı sıra, sol ve devrimci hareketinde bu temelde yeniden ayrışıp netleşmesi nedeniyledir. Yani, diğer unsurların yanı sıra, bu alanda da sol ve devrimci hareket ayrışma yaşamaktadır. Anti-emperyalist mücadele yeniden biçim alırken, sosyalistlik ve yurtseverlik bu biçime bağlı olarak, yeniden tanımlanmakta, sol ve devrimci hareket de bu temelde ayrışmaktadır.
Sol ve devrimci hareket, emperyalizm ve anti-emperyalizm sorununu, çeşitli vesilelerle sık sık tartışır, en çok tartıştığı konuların başında gelir. Hatta emperyalizm, daha çok genel geçer sözlerle devrimci çevrelerde yinelenirken, liberal sol “küreselleşme”, “ulus devlet”, “AB” gibi konularda en temel M-L tezleri bir yana atar. Anti-emperyalizm ise, çok daha karmaşık tartışılır. Sol ve devrimci harekette, Kürt liberal çevreleri bir yana bırakırsak, ABD emperyalizmi konusunda, genel olarak ortak bir karşı tutumdan bahsedilebilir. Ama söz konusu AB emperyalizmi olunca yönler, hatta yıllarca savunulanlar bir yana atılıp, hepten karışmaktadır. Kürt liberalleri başta olmak üzere, liberal sol, AB’den demokrasi beklemekte, Kürt sorunu başta olmak üzere, demokrasinin tüm sorunlarının çözüleceği yanılsaması içinde, kitleleri yanıltmaktadır. “Emeğin Avrupası” söylemleriyle, AB’den oligarşinin beklentilerinden öte, “Burjuva Demokratik Devrimin tamamlandığı /tamamlanacağı” gibi saçmalıklar hiçde az taraftar bulmamaktadır. Kürt pragmatizmi, ABD emperyalizmden her şey beklemeyi ve “demokratik emperyalizm”saçmalıklarına ulaştırıp, Irak’ta işgali “statüleri bozma” adına desteklemeye götürmektedir. Sol ve devrimci çevrelerde, özellikle biraz orta sınıf aydınlarında, sorun sadece AB’den siyasal demokrasi beklentisi değil, fonlardan nemalanmak da vardır. AB ve bu temelde AB emperyalizminin taleplerinin, en gerici kışkırtmalar için kullanıldığı da bilinmektedir. “Ulusal sol”, en gerici şoven milliyetçilikle kol kola “AB’ye Hayır” derken ya da Irak işgaline karşı çıkarken aslında Kürt düşmanlığı yaptığı bir gerçektir. Özetle bu sorun ve bu temelde yeniden tasnif olurken, aynı zamanda ortada bir karmaşada söz konusudur.
Devrimci sosyalizm, tüm bu akımlarla arasına temelde mesafe koyar. Anti-emperyalist mücadeleyi sınıfsal temelde ele alırken, bunu devrim ve sosyalizmle birleştirir. Anti-emperyalist tavrı, sadece açık işgale karşı tavır veya “AB’ye Hayır” derecesini indirgemez, emperyalizmi kapitalizmden ayırmaz ve bu temelde sorunu bütünsel ele alır.

14-Devrim Programanın Temel Unsurlarından Biri Olarak Anti-emperyalizm
Nasıl?
Dostu ve düşmanı net ayrıştırıp, net bir politik hatla, net bir duruşla mücadele ederek.
Düşmanımız; emperyalizm ve onun işbirlikçileri oligarşilerdir. Sadece ABD emperyalizmi değil, AB ve tüm emperyalistlerdir, onların ekonomik, siyasal, askeri örgütleridir. NATO, IMF, DB, DTÖ, emperyalist sermaye ve kurumlarıdır. Emperyalizm tek başına sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde tutunamaz, mutlaka işbirlikçilere ihtiyacı vardır. Bugünün işbirlikçileri ise kraldan çok kralcıdır, emperyalizmden daha çok emperyalizm savunucularıdır. Bunlar; yerli tekelci sermaye, büyük toprak sahipleri ve orta burjuvaların en irilerini içine alan azınlıktır. Bunların siyasal, askeri, ekonomik örgütleridir, MGK, TÜSİAD, MİT, Ordu, tüm burjuva partileri vb dir. Kısaca oligarşidir, devlettir.
İşçiler, emekçi sınıflar, küçük üreticiler, kent ve kır yoksulları, sınıfsal ve ulusal düzeyde emperyalizm ve oligarşi ile çıkar çatışması içindedirler. Bu sınıflar, başta proletarya olmak üzere, tüm halk emperyalizme ve işbirlikçi oligarşilere karşıdır, bu sınıfların çıkarı anti-emperyalist mücadeleden, bunu içeren devrimden yanadır. Anti-emperyalist mücadele anti-oligarşik mücadele ile iç içedir, devrim, Demokratik Halk Devrimi bu stratejik hedeflere yönelerek zafere ulaşacaktır.
Her devrimin temel politik hedefi iktidarıdır. DHD, emperyalizmi bu ülke topraklarından silip süpürürken, emperyalizmin temel toplumsal dayanağı olan işbirlikçi oligarşinin elinde olan, emperyalizm ve oligarşinin egemenliğini ifade eden oligarşik devleti/sömürge tipi faşizmi parçalayacak, tüm militarist ve bürokratik kurumları dağıtacak, bu ülkenin işçilerinin öncülüğünde, tüm halkın söz ve yetki sahibi olduğu halk iktidarı kurulacaktır. Proletarya demokrasisinin özgün bir biçimi olan halk demokrasisi, halk için demokrasi, halk düşmanı sınıflar için diktatörlük olacak, bu Halk İktidarı hızla sosyalizme yönelecektir.
Demokratik Halk İktidarı, derhal, emperyalistlerle yapılan tüm gizli, açık, ikili, çok yönlü anlaşmaları tek taraflı fesh edecek, bu anlaşmaları tüm halka açıklayacaktır. Ülkemizin topraklarında bulunan emperyalist üs, tesis, askeri birim vb. tamamen dağıtılacak, komşu ve kardeş halklara karşı bu üslerden yapılan saldırılara son verilecektir.
Demokratik Halk İktidarı, emperyalistlere ve onların kurumlarına, IMF, DB. ve diğer emperyalist kurumlara bir kuruş borç vermeyecek, bunların bugünden garanti altına aldıkları tüm kazanımlarına el konulacaktır.
Başkasını ezen ulus özgür olamaz. Kürt ulusu, egemen Türk burjuvazisi tarafından ezilmiş, Kürt coğrafyası bu temelde sömürgeleştirilmiştir. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı tartışılmazdır ve bu hak her koşulda vazgeçilmez bir haktır. Kürt ulusu bu hakkı nasıl kullanır, söz ve yetki Kürt ulusuna aittir. Türkiye işçi ve ezilen sınıfları olarak, Kürt ulusunun bu hakkının bağımsız devlet kurma hakkı olduğunu bilerek, bunu bugünden savunarak, Kürt ulusu ile eşit ve özgür ilişki kurulacaktır. Kürtler ayrı bağımsız bir demokratik devlet kurabilir, kurmalıdırlar da, bu devletle, eşit ve özgür ilişkilerle Ortadoğu halklar federasyonu için adımlar atmak, emperyalizme karşı büyük bir kazanım olacaktır.
Emperyalizm, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da halkları birbirine düşman etmekte, savaşları kışkırtmaktadır. Halklar birbirinin düşmanı değildir. Eşit ve özgür ilişkiler, halklar arasındaki çelişkileri ortadan kaldırır, halkların kardeşliği güçlenir. Tüm bölge halkları ile eşit, özgür, onların iç işlerine karışmadan, egemenlik haklarına saygılı bir ilişki kurulacak, bölge barış ve kardeşlik alanı olacaktır.
Emperyalizm ve oligarşi, bölge düzeyinde tüm gerici iktidarlar düşmanımızdır. Kürt ulusu başta omak üzere, tüm bölge halkları, Araplar, Acemler, Rum ve Yunan halkı, Kafkas halkları dostumuzdur. İçte; proletarya önderliğinde, işçi, köylü, kır ve kent yoksulu, Türk, Kürt, diğer ulusal topluluklardan ezilenlerin oluşturduğu halk cephesi. Dışta ise, bölge halkları ile kurulan eşit ve özgür ilişkiler, bu temelde birleşik mücadele cephesi.
İşte, emperyalizme karşı mücadelenin zaferi buna bağlıdır.
Emperyalizm yenilecek, halkların mücadelesi kazanacaktır.
Tartışmasız tarihin hükmü budur....

15- İnsanca Yaşam Sosyalizmde Güvence Altındadır
Emperyalizm, bu ülke topraklarından kovulmadan, ülkemiz tam bağımsız olmadan, ne özgürlük, ne demokrasi, ne de insanca yaşam mümkündür.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir. Emperyalizm, demokrasiyi ve demokrasinin tüm unsurlarını inkar eder, her alana baskı ve kendi egemenlik ilişkilerini taşır. Emperyalizmin gizli veya açık işgali altında hiç bir ülkede burjuva anlamda demokrasi yoktur. Tam tersine bu ülkelerde kurumlaşan faşizm, sadece işbirlikçi sınıflara değil, aynı zamanda emperyalizme dayanır. Bunun için, devrimimiz, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmi hedeflerken, sadece anti-emperyalist değil aynı zamanda anti-oligarşiktir. Emperyalizme karşı mücadele oligarşiye karşı mücadeleden ayrılamaz. Tam bağımsızlık olmadan halk için demokrasi olamaz; ancak tam bağımsızlık koşullarında Halk İktidarı inşa edilir. Devrimimiz, mevcut faşist devlet aygıtını, tüm kurumlarıyla parçalayacak, işçi, kır ve kent yoksulu, küçük üretici tüm halkın söz ve karar sahibi olduğu Halk Demokrasisini kuracaktır. Halkın, kendi iktidar organlarında doğrudan katıldığı, yönetimde söz ve karar sahibi olduğu, seçilenlerin halk tarafından tekrar görevden alınabileceği bir demokrasi, devrimimizin hedefidir. Bu demokrasi burjuva demokrasisinden temelde farklı ve ondan kat be kat demokratiktir. Tüm siyasal özgürlükler ancak bu Halk İktidarında güvenceye alınır.
İnsanca yaşamak için halk demokrasisi, ekmek ve su kadar gereklidir. Böyle bir demokrasi olmadan, insanca yaşamın belki maddi bir çok koşulu yaratılabilir, ama bu insanı geliştiren, insanı özgürleştiren bir yaşam olmaz. “Reel sosyalizm”, insanca yaşamda ekonomik ve sosyal düzeyde ciddi kazanımlar yaratmıştır, ancak siyasal demokraside zaaflıdır, ekonomist sosyalizm ve bürokratizm arasında demokrasi ve özgürlükleri geliştirememiştir. “Reel sosyalizm” bu konuda özürlüdür, devrimimiz bunun bilincindedir ve kendi programını sadece kapitalizm eleştirisi üzerinde değil, aynı zamanda, 20.yüzyıla damgasını vuran sosyalizmin eleştirel yaklaşımı üzerinde kurar.“
Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge toplumsal sistem, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşi; aşımızı, ekmeğimizi, çalışma, barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik haklarımızı elimizden almakta, her şeyi emperyalizm ve işbirlikçileri için düzenlemektedir. Emperyalist saldırı politikaları; özelleştirme, tarımın tasfiyesi, kentsel dönüşüm projesi, sosyal güvenlik yasası, eğitim ve sağlığın paralı ve kalitesizleşmesi vb. her gün geniş kitleleri daha çok yoksullaştırmakta, onları teslim almaktadır. Halbuki, tüm bu haklar insan olmanın en doğal hakları olup, insanca yaşamak için bir lüks değil, zorunlu ihtiyaçtır.
Bunun için, en kötü ve çarpık kapitalizm koşullarında emeğimizin korunması; yani, 7 saatlik işgünü ve 35 saatlik çalışma haftası, eşit işe eşit ücret, her türlü fazla mesainin yasaklanması, kadınların annelik ve çocuk sağlığına aykırı yerlerde çalıştırılmaması, doğum, kreş ve tıbbi yardımı için her koşulun yaratılması, küçük çocukların çalışmasına izin verilmemesi, esnek üretimin yarattığı tüm çalışma ve iş güvencesi yoksunluklarına son verilmesi vb. insanca yaşam için zorunludur. Devrim programımız bu “emeğin korunması”nı içerir.
Ama bunlar insanca yaşam için yeterli değildir. Herkese sağlıklı koşullarda barınma hakkı; eğitim ve sağlığın eşit ve parasız olması ve herkesin ulaşabilmesi; herkes için çalışma, üretime doğrudan katılma hakkı ve bunun üzerinden üretime bağlı demokrasinin kurumlaşması; işsizlik, yoksulluk gibi insanı kendine yabancılaştıran kapitalizmin yarattığı sonuçların ortadan kalkması ve emeğin karşılığının alınması; toplumun ürettiği kültürel değerler ve faaliyetlerden herkesin eşit olarak yararlanması ve bu kültürel değerlerin üretilmesine doğrudan katılım; kadın ve erkek arasında toplumsal eşitliğin sağlanması; yardıma muhtaç herkesin toplumun güvencesi altında olması ve bunların en sağlıklı koşullarda yaşaması; çevre koşullarının insana yakışan biçimde düzenlenmesi vb. insanca yaşamda en temel sorunlardır. Tüm bu sorunlar, devrim programımızın bir parçasıdır, devrimimiz bunlar için mücadele eder.
Biliyoruz ki, kapitalizm koşullarında bunlar ancak sınırlı elde edilir. Kapitalizm koşullarında, emperyalist neo liberal saldırı altında, bunları tümden elde etmek mümkün değildir. Ve, sosyalizm deneylerinin de somutladığı gibi, tüm bunlar ancak sosyalizmle mümkündür ve sosyalizm insanca yaşamın tek güvencesidir.

16- Yeni Enternasyonalizm İçin
Devrimimiz, dünya devriminin bir parçasıdır, ana yönelimi dünya devrimidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, eşitsiz ve dengesiz gelişim kapitalizmin yasasıdır ve devrim bu temelde, emperyalist-kapitalist sistemin en zayıf halkasında gerçekleşir. Devrim tek ülkede başarı kazanabilir, sosyalizmde inşa edilebilir, ama sınıfsız toplum olan komünizm ancak dünya ölçüsünde somutlanır. Dünya devrimine yönelmeyen devrim, darlaşır, ulusallığı aşamaz ve yozlaşır. Sosyalizm deneylerinde bu temel bir hata olarak karşımıza çıkar ve devrimimiz bu hatalı yaklaşımı reddeder.
Bugün, 21.yüzyıl başında, sosyalizmin maddi koşulları, örneğin Ekim Devrimi koşullarından daha olgundur. Ekim Devrimi için sosyalizmin maddi koşullarının olmadığı yönünde değerlendirmeler ise koca bir aldatmacadır. Emperyalist çağda, sosyalizmin koşulları vardır ve bu maddi koşullar, günümüzde daha da olgundur. Sosyalizm, evrensel bir sınıf olan proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlendiği, proletarya iktidarı altında, proletaryanın kendini yadsıdığı, yok ettiği bir evredir. Bu evre, sosyalizm ya da komünizmin alt evresi, dünya devrimi perspektifi ile komünizme ulaşacaktır.
Sosyalizmin koşullarını kapitalizm yaratır ve bu koşullar dünya ölçüsünde vardır. Kapitalizm bir dünya sistemidir ve kapitalizmi yeryüzünden silip atmak ancak dünya devrimini hedefleyen proleter enternasyonalizmle ve bunun örgütsel biçimi olan dünya devrim partisi ile mümkündür. Dünya devrim partisi olarak enternasyonalizm, tüm dünya komünistlerinin çatı örgütüdür ve tüm ulusal seksiyonları eşit ve özgür ilişkilerle birbirine bağlıdır.
Dünya devrimini hedefleyen enternasyonal bir örgütlülükten bugün dünya proletaryası yoksundur. Bu eksiklik devrimimizi de etkilemektedir. Nesnel koşullar yeni bir enternasyonal için vardır ama öznel koşullar, gerileyen sosyalist hareketin iç zaaflarından dolayı oldukça zayıftır. İç zayıflıklar güçlendirilerek bu süreç aşılacak, yeni bir enternasyonal kurulacaktır.
Devrimci sosyalizm, bunu bugünden ilan etmektedir.
İşte, bugün, oldukça geri noktalara düşen sosyalist hareket ve devrimci sosyalist güçler, kapitalizmin yarattığı maddi koşullara da dayanarak, yeniden bu alanda, proleter enternasyonalist yaklaşımla adımlarını çoğaltmak ve bunu dünya devrimine bağlamak zorundadır.
Emperyalizme karşı, emek ekseninde yurtseverlik yeniden biçim alırken, bu yurtseverlik asla enternasyonalizmle çelişmez, tam tersine bir birini besler.
Devrimci sosyalizm bu bakış açısı ile başta devrimci sosyalist hareketler olmak üzere, tüm anti-emperyalist hareketlerle, bağımsızlığını gözü gibi koruyarak, eşit ve özgür ilişkilerden yanadır ve bunun için üzerine düşeni yapmaktan asla geri kalmayacaktır.
Bu temelde;
Sosyalist Küba başta olmak üzere tüm sosyalist ülkelerle dayanışmak, emperyalist kuşatmaya karşı bu ülke ve halkları ile omuz omuza olmak, bugünden devrimimizle bu ülkeler arasındaki bağları güçlendirmek;
Ortadoğu ve Balkanlar başta olmak üzere, tüm dünyada devrimci sosyalist güçlerle sıkı ideolojik ve politik ilişkileri içinde olmak, kendi birikimimizi bu güçlere, onların birikimini devrimimize kanalize etmek;
Ortadoğu, emperyalizmin işgali altındadır ve BOP temelinde daha da yayılacaktır. Tereddütsüz Devrimci Sosyalizm, bu savaşa karşı çıkacak, Ortadoğu halkları ile doğrudan dayanışma içinde olup, emperyalizme karşı halkların birleşik mücadelesi için çaba harcayacaktır. “Yaşasın Ortadoğu Devrimci Çemberi”; güncel bir şiar olarak bölge devrimlerini birbirine yaklaştıran, halklar arasında kardeşliği geliştiren temel bir yaklaşımdır. Emperyalizmin silinip süpürüldüğü, işbirlikçilerin iktidarının yıkıldığı yarının Ortadoğu’su, eşitlik ve özgürlük temelinde, halkların büyük federasyonu yaratacaktır; “Yaşasın Orta Doğu Devrimci Çemberi” bu stratejik yaklaşıma yön veren güncel ve stratejik şiardır.
Yeni bir enternasyonalizm için, bu günden, bu temelde birlik ve dayanışma içinde olmak; küçük adımları bu büyük ütopya için büyütmek.
Ütopyası olmayanların, sadece ayağının ucuna bakanların geleceği olmaz.
Proleter enternasyonalizmi her adımda içselleştirmek, devrimci iyimserlikle, ütopyamız peşinde adımları sıklaştırmak bizim görevimizdir.
Görevlere sahip çıkıyoruz.....


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19