10- Yeni Tarihsel Süreçte Anti-emperyalizm
Emek Eksenlidir
Yeni tarihsel dönemde, anti-emperyalist hareketler,
bir çok olgudan beslenmektedır. Bunlar; Orta-Doğu
savaşlarında olduğu gibi, açık işgal ve sömürgecilik,
yeni-sömürgelerde yaygınlaşan ekonomik, askeri
ve siyasal müdahaleler, emperyalist saldırı programlarının
sonuçları olan özelleştirme, sosyal güvenlik,
tarımın tasfiyesi vb.’nde ifadesini bulan sosyal
yıkım ve yaşam düzeyinin düşmesi ve eşitsiz ticaret
ve yatırımları ifade eden serbest ticaret ve sonuçları
ilk akla gelenlerdir. Tüm bunlar, anti-emperyalist
hareketler için zemin yaratıyor ve bu hareketlere
rengini vererek sınıfsal yanı güçlendiriyor.
Emperyalizm çağında, emperyalizmle ezilen halklar
arasındaki mücadele stratejik bir niteliğe sahiptir.
Bu mücadele, Ekim devrimi ile sosyalizmin dünyanın
1/6’sında zafer kazanması sonucu yeni bir boyut
kazanmıştır. 2. Paylaşım Savaşı sonrası ise, dünyanın
1/3’de sosyalizmin egemenliğini ilan etmesi, dahası
bir sosyalist blokun oluşması, emperyalizmin dünya
çapında hareket alanını büyük ölçüde daraltarak
ezilen halklar ve ulusların özgürlük mücadeleleri
için büyük maddi ve moral zeminler yaratmıştır.
Çoğu geri bıraktırılmış ülkelerde, daha çok siyasal
bağımsızlığı zorlayan “bağlantısızlar hareketi”
gibi oluşumlar bu temelde ortaya çıkmıştır. Bu
tablo içinde anti-emperyalist mücadeleyi iki kanalda
görmek ve bu iki eksende değerlendirmek mümkündür.
Birincisi; emperyalizme karşı ulusal ve halk kurtuluş
savaşlarında ifadesini bulan, ezilen halkları
güçlü etkileyen, proletarya öncülüğünde ezilen
halkların mücadelesi. İkincisi ise; bu mücadelenin
devletler arası bir görüntü ya da biçim altında
sürmesi. Özellikle, emperyalizme tam bağımlılığın
sürdüğü ancak biçimsel bir bağımsızlığa kavuşmuş
yeni-sömürge ülkelerde emperyalist baskının, yeni-sömürge
ülke ile emperyalist devlet arasındaki “dış ilişki”lerin
bir ifadesi olarak görünmesi, devletler arası
bir ilişki ve daha çok siyasal bağımlılık-bağımsızlık
sorunu olarak görünmesi, yani gizli işgal gerçekliğinin
yarattığı perdeleme, sınıfsal mücadele ile ulusal
özgürlük mücadelesi arasında bir mesafenin oluşmasına
yol açmıştır.
Bu süreç, “reel sosyalizm”in çözülmesi ve emperyalist-kapitalist
sistemin tek kutuplu, ama çok parçalı ilişkilere
dönüşmesi, çok yönlü ve stratejik saldırısını
her düzeyde halklara dayatması sonucu yeni bir
ilişkiler boyutuna sıçradı. Artık, anti-emperyalist
mücadele, bir “dış ilişkiler” sorunu vb. değil,
bu yeni tarihsel sürecin tüm olgularından beslenen,
güncel, emek eksenli bir sorun haline geldi. Böylece
sınıfsal ve anti-emperyalist ulusal çelişkiler,
aynı kanalda iç içe, birbirinden kopmaz hal aldı.
Genel düzeyde, emperyalist saldırı politikaları,
tek tek ülkelerde ulusal düzeyde, tek tek sektörlerde
sınıfsal düzeyde kendini çok güçlü hissettirdi.
Böylece tüm emekçi sınıflar, eski süreçlerden
daha farklı ve yoğun olarak, bu ulusal ve sınıfsal
çelişkileri günlük yaşamında gördü.
Emperyalizm, liberalizmin tüm yalanlarına rağmen,
ulus devleti ortadan kaldırmıyor. Tam tersine,
emperyalist sömürü ve hegemonya mücadelesinde,
ulus devlet önemli bir yer tutuyor. Ulus devlet,
dünyaya egemen olan çokuluslu tekellerin çıkarına
göre yeniden biçimleniyor. Ancak, bu süreç, emperyalist
ülkelerde bazı stratejik sektörlerde korumacı
ve devletçi politikalarla, ama sömürge ve yeni-sömürge
ülkelerde, ulusal devletin “sosyal” boyutu yok
edilerek işliyor. Böylece sömürge ve yeni-sömürge
ülkelerde, çok yönlü emperyalist dayatmalar ve
neo liberal politikaların yaşam bulması için her
engel düzleniyor. “Devletin küçültülmesi” demagojileri
ile, liberal sol ve anarşist tezlerden de destek
bularak, dayatılan bu politikalar, özellikle yeni-sömürge
ülkelerde, içsel olgu olan emperyalizme, her türlü
müdahale koşulları yaratılmış oluyor. Biçimsel
olan “bağımsızlık” ortadan kalkıyor, ülke emperyalizmin
açık pazarına dönüşüyor, politik düzeyde oligarşi
tamamen emperyalizmin hizmetinde konumlanıyor.
Ekonomi alanında pek çok durumda kimi detay düzenlemeler
dahi açık biçimde emperyalist sömürü kurumları
tarafından yapılıyor. Kars’taki devlet işletmelerinden
kaç işçi atılacağına, hangi memur kategorisine
ne ücret verileceğine, Edirne’deki çiftçi’den
yapılacak alımların nasıl olacağına kadar IMF
tarafından belirleniyor. Artık çok fazla gizlenmeden
saklanmadan hayatın tümü emperyalistler tarafından
kontrol ediliyor ve düzenleniyor. Bunun doğal
sonucu olarak emperyalist müdahale ve saldırı
emekçiler açısından çok daha fazla görünür hale
geliyor. Bu temelde ortaya çıkan ve ulusal onuru
ayaklar altına alan politikalar, bağımlılık ilişkileri,
kitlelerde emperyalizme karşı ulusal duyguları
büyütüyor. Ancak bu tepkiler, hem emperyalist
ülkeler arası ilişki ve çelişkiye bağlı olarak,
hem de ipleri tamamen oligarşilerin elinde olan
“ulusal sol” kanalda, tekrar sisteme bağlanıyor.
En temel ve stratejik sektörlerde yapılan ve neo
liberalizmin temel desturu olan özelleştirmeler,
sadece “sosyal devlet”i budamak, işçi ve emekçi
sınıfların kazanılmış haklarını elinden almakla
kalmıyor, işsizlik gibi en temel sorunu besliyor,
işçileri örgütsüzleştiriyor. Kapitalizm, her süreçte
işsizler ordusu yaratır ve hem kriz, hem de refah
dönemlerinde bu “yedek emek gücü”nü kullanır.
Ancak, kapitalizmin ürünü olan işsizlik ve aynı
anlama gelmek üzere yoksulluk, neo liberal saldırılarla
büyüyor kronikleşiyor. Latin Amerika’da yoksulluk
oranı % 80’lere ulaşırken, bu oran bizde % 25’lerden
aşağı inmez. İşsizlik ise giderek büyür, sadece
işçileri tehdit etmekle kalmaz, kadınları, genç
kuşakları içine alarak hızla artar, her ülkede
değişmekle birlikte % 20 ila % 50’lere uzanan
bir boyuta ulaşır. Sendikalar, işçi sınıfının
ilk ve temel örgütlenmelerinden biridir ve kapitalizmin
ürünü olan bu örgütlenme, neo liberal saldırılarla
tamamen daralmış, kapitalizm sınırları içindeki
rolünden bile arındırılmış, etkisiz örgütlenmelere
dönüştürülmüştür. Özellikle büyük işletmelerde
sınırlı sendikal örgütlenme vardır ve bu sendikalı
oranı işçi sınıfının % 5-6 sını kapsamaktadır.
Tarımın tasfiyesi, IMF, DTÖ ve D.Bankasının talimatları
ile yapılıyor, bir dönemin “haşhaş sorunu” gibi
emperyalizmle ulus devlet arasındaki çelişkiler
görülmüyor, tütün, şeker vb.’de üretici bizzat
emperyalizm ve işbirlikçiler tarafından yoksullaştırılıyor.
Taban fiyatları, temel ürünlerin üretilmemesi
için verilen sınırlı doğrudan destekleme politikaları
(DGD), tarımda girdilere verilen desteğin kaldırılması
ve girdi ürünlerin fiyatlarının yüksekliği bizzat
IMF, D.Bankası tarafından belirleniyor. “Sosyal
güvenlik ve sağlıkta dönüşüm”, “kentsel dönüşüm”
gibi yasalar IMF, D.Bankasının talimatları ile
güncelleşiyor, işçi ve emekçilerin sağlık, emeklilik,
barınma gibi en doğal ve insani hakları gasp ediliyor.
Tahkim yasası gibi yasalarla uluslararası sermayenin
tüm çıkarları güvenceye alınıyor. Borçlandırma,
emperyalizmin tüm tarihinde vazgeçemediği politikadır
ve borçlandırarak bağımlılığın, hem ekonomik hem
siyasal boyutu vardır. Ödenen her kuruş, ki bunlar
borçların faizlerine bile yetmiyor, halkın sofrasından
kesiliyor.
Milyonlarca insan; işçi, işsiz, kent ve kır yoksulu,
küçük üretici, kadın, genç, yaşlı bu emperyalist
saldırı politikalarının sonuçlarıyla yüz yüze
geliyor, bu toplumsal kesimleri aynı eksende birleştiriyor.
Tüm bunların toplamında, emperyalizmin yeni-sömürgelerin
tüm toplumsal yaşamına dönük zaten varolan bütünlüklü
ve çok yönlü müdahale ve denetiminin yeni tarihsel
süreçte artık pervasızca yürütüldüğü ve çok daha
görünür hale geldiği söylenebilir. Bunun sonucu
olarak, emekçilerin giderek artan ölçüde emperyalizmi
sadece siyasal bağımsızlığa müdahale eden bir
güç dışsal bir güç olarak görmenin ötesinde, doğrudan
aşına, işine, hayatının her alanına müdahale eden,
bir avuç tekelciyle tüm ulusal değerleri yağmalayan,
tahrip eden bir güç olarak görmeye başladığını
söyleyebiliriz. Bu bağlamda, ulusal değerlerin
yağmalanması ve tahrip edilmesine karşı mücadele
zeminiyle, sınıfsal mücadele zemini aynı potada
birleşiyor. Gerçekten geliştirici bir anti-emperyalizmin
yegane yolu bu birleşik pota haline geliyor.
Anti-emperyalizm, sınıfsal çelişki ve emek ekseninde
güçleniyor...
11- Devrimimiz İçin Anti-emperyalist Mücadelenin
Bazı Dinamikleri
Daha somut olarak anti-emperyalist mücadele zemininin
devrimimiz açısından önemli nesnel potansiyeller
biriktirdiği net ifade edilebilir. Devrimimiz
için bunların hem iç, yani sınıfsal eksende ulusal
dinamikleri vardır, hem de ülkemizin coğrafi konumu
gereği, bölgesel dinamiklere sahiptir.
İç dinamikleri, yukarıdaki anlatımlarımız temelinde,
özetle; bağımlılık ve işbirlikçilik, emperyalist
saldırı politikaları olan özelleştirme, tarımın
tasfiyesi, borçlar, sosyal yıkımı yasallaştıran
politikalar vb. olarak tanımlamak mümkün. Bunlara
savaş gibi çok temel bir unsuru da eklemek gereklidir.
Bölgesel dinamikler ise, oldukça kabarık bir liste
tutar ve sadece anti-emperyalizmin değil, bölgesel
gelişmelerin, nüfuz alanı politikalarının da konusudur.
Ortadoğu ve özellikle Filistin, Irak’ta devam
eden işgal ve direniş, Afganistan bu sorunların
başında gelir.
Filistin sorunu bugünün sorunu değil, 2.Paylaşım
Savaşı’ndan sonra emperyalizmin desteği ile oluşturulan
İsrail’in varlığından bu yana karmakarışık olmuştur,
işgal ve sürekli savaş bu ülkede hiç eksik olmamıştır.
Sosyalizm ve ulusal/halk kurtuluş savaşlarından
beslenen Filistin ulusal kurtuluşu, özellikle
İsrail’e karşı direniş geliştirdiği oranda güçlenmiş,
özellikle 1970’li yıllarda dünya ve Ortadoğu halklarının
desteğini, güvenini kazanmıştır. Bu süreçte, sosyalist
ve halkçı karakteri oldukça güçlüdür. Ama emperyalist
kanallarda, diplomasi oyunları içinde giderek
eriyen bu özellikler, 1982 yenilgisi sonrası,
dünyadaki gelişmelere de bağlı olarak oldukça
geriledi. Aynı süreçte İran İslam devriminin de
etkisi ile İslamcı akımlar giderek güçlendi; ve
bugün HAMAS Filistin de, yozlaşmaya, direniş dinamiğinin
zayıflamasına, diplomasi içinde direnişin halkçı
ve sosyalist yanının erimesine karşı tepkiler
sonucu iktidar oldu. Emperyalizm, “reel sosyalizm”in
çözülmesi ve Körfez Savaşı’nda ilan ettiği “YDD”
içinde bu sorunu çözeceğini iddia etmişti. Önerilen
çözüm, Filistin devriminin halkçı ve sosyalist
dinamiklerini tasfiye ile İsrail’i her açıdan
güvenceye alan bir çözümdü. Bir dizi oyuna rağmen,
gelinen aşamada bu alanda bile ciddi gelişmelerin
olmadığı, direniş dinamiğini yok etmenin mümkün
olmadığı açığa çıktı. Ayrıca TC oligarşisi, İsrail’le
yapmış olduğu “stratejik anlaşma” ile, eskiden
utangaç desteğini bırakarak, BOP’nin bir unsuru
olarak açıktan taraf olduğunu ilan etti. Ortak
din, yani İslam bir gerginlik yaratsa da bu siyasal
gerçeği değiştirmez.
Irak yeni direniş odağıdır. Bölgesel güç olmak
isteyen Saddam diktatörlüğü, uzun yıllar hırpalanarak,
3 yıl önce ABD ve İngiltere öncülüğüne yıkıldı
ve Irak işgal edildi. Ve 3 yıldır, İslami karakteri
ön planda olan direniş var. Bu direniş,emperyalizmin
BOP çerçevesinde saldırmayı planladığı İran ve
Suriye’ye saldırının önünü kesti. Direniş, daha
çok anti-ABD ve anti-siyonist karakter gösterse
de, aslında emperyalizme karşı güçlü darbeler
vuruyor. Sosyalist ve halkçı yanı çok zayıf. Ortadoğu’nun
en temel sorunlarından biri olan Kürt sorunu,
bu işgalle farklı bir rotaya girdi ve bu halkların
birliği açısından bir olumsuzluğu ifade etmektedir.
TC oligarşisi, Kürt sorununda emperyalizmle hem
birlik hem bir gerginlik içindedir. Ama ünlü “kırmızı
çizgiler” emperyalizmin stratejik çıkarları doğrultusunda
yok oldu, özünde aynı rotada emperyalizmle oligarşi
el eledir. Yani, Irak’ta oligarşi, emperyalizmin
suç ortağıdır.
Afganistan da aynı. 11 Eylül sonrası işgal edilen
Afganistan’da emperyalizm, nispeten daha kolay
sonuçlar elde etti. İşgal devam ediyor, İslamcılar
direnişte. Ama bu İslamcı direniş en gerici unsurları
içeriyor. İşbirlikçi kukla iktidar ve “sömürge
valiliği” hiç bir sorunu çözemiyor. Oligarşiye
verilen rol, emperyalizmin politikalarını sürdürmek
ve işgalde suç ortaklığıdır.
Balkanlar yine bir başka bölgesel dinamiktir.
Emperyalizm, Balkanlarda önce halkları birbirine
düşürdü, özellikle “reel sosyalist” ülkelerde
ulusal boğazlaşmayı kışkırttı, sonra ABD ve AB
arasında nüfuz alanı çelişkilerinin arenası oldu.
Tüm bunlarla birlikte, bunların devamı olarak
ABD ve NATO askeri müdahale gerçekleştirerek,
yani işgal ederek Balkanlar için yeni bir süreç
başlattı. Başta Yunanistan olmak üzere, Balkanlarda
emekçi karakterli anti-emperyalizm hiçte zayıf
değildir. BOP süreci ve Afganistan ile Irak’ın
işgali, Balkanlarda bir ara dönemi yarattı, emperyalizm
bu bölgede tam hedeflerine ulaşamadı. Balkanlarda
tarihsel açıdan sosyalist ve halkçı birikim var
ve bu anti-emperyalizme rengini veriyor.
Aynı biçimde, Kafkaslarda emperyalizmin kışkırtmasıyla
derinleşen, uluslararası boğazlaşma var. Burada
ABD, AB ve Rusya arasındaki nüfuz mücadelesi yoğun
biçimde sürüyor. Bilinen “turuncu”,”kadife” vb.
karşı devrimler tam da bundandır.
Tüm bu bölgeler, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
emperyalistler arası çıkar çatışması alanlarıdır
ve bu çıkar çatışmasının izleri vardır. Ama bununla
birlikte, tüm bunlar, tarihsel ve siyasal ilişkiler
açısından, bazılarında zayıf, bazılarında ise
güçlü anti-emperyalizm dinamiklerini taşımaktadır
ve devrimimizi dolaylı ya da dolaysız beslemektedir.
12- Son mu Başlangıç mı?
“Reel sosyalizm” çözülünce, bu gürültü içinde
1989-90’da, ki bunu Saddam Irak’ına karşı, 1.
Ortadoğu savaşı ile çok daha net ilan ettiler:
“emperyalizm yenilmez ve her şeye egemendir”.
Hatırlanmalıdır; “sosyalizm öldü” söylemleri ile
“tarihin sonu” ilan edilmişti, “YDD” içinde her
şey çözülecekti, “demokrasi” en çok kullanılan
ve ilgi çeken sihirli kavramdı ve bunun üzerinden
yeni bir liberal sağ tasfiyecilik her yanı kaplamıştı.
Bu rüzgar çok sert esti/estirildi, asıl genel
yenilgi buydu, her şeyi alt üst etti ve sadece
politik değil, örgütsel, ideolojik boyutları vardı.
Direnen sağlam marksistler elbet vardı, ama bu
direniş genel olarak savunma zeminini aşamıyordu.
Ve savunma refleksi içeren bu zeminde, sadece
direnişle kapsamlı saldırı karşılanıp, tıkanan
sürecin önü aşılamazdı. Dar ve devrimci çevrelerin
bu savunma çizgisi doğal olarak bu kapsamlı saldırı
ve her şeyi alt üst eden politik atmosferde yeteri
kadar net anlaşılamadı. Dünya gerçekten değişmişti
ve eski parametrelerle dünya, ülke, sınıf gerçeği
açıklanamazdı. Emperyalizm için, artık sosyalizm
ciddi bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Ama emperyalizm
düşmansız duramazdı. Bu kez, sistem içindeki çatlak
seslere gözdağı vermek ve bazı aykırı sesleri
susturmak için, “şer eksenleri” ilan edildi, tüm
halklar düşman görüldü, bu temelde her şey kullanıldı.
Emperyalist savaş bir çok alana yansıdı, Balkanlardan
Ortadoğu’ya kadar bir çok alanı kapsadı. Libya
örneğinde olduğu gibi bazıları direnemedi ve uzlaştı,
Suriye ve İran örneklerinde olduğu gibi, bazıları
ise sırasını beklemektedir. Bu süreç devam etmektedir.
Hemen belirtelim, bu süreç devam ederken, ilk
sert ve yanılsamalı rüzgarlar yerini nesnel gerçeklere
bırakmaya başladı. İlan edilen “tarihin sonu”
bizzat ilan eden emperyalist ideologlar tarafından
geri alındı, tarihin sonu değil, sınıf mücadelesinin
devam ettiği itiraf edildi.(*) Yeni tarihsel süreç
kendi ilişkilerini yaratıyor. Sadece kapitalist
iç sömürü biçimini değil, emperyalist ülkeler
arası ilişki ve çelişkiler; emperyalizmle sömürge
ve yeni sömürge ülkeler ve bu ülke halkları arası
ilişki ve çelişkiler; emperyalist-kapitalist sistemle
sosyalizm arasındaki ilişki ve çelişki de bu temelde
yeniden biçim alıyor, sınıfsal ve ulusal çelişkilere
yön veriyor. Bu ilişki ve çelişkiler kendine özgü
siyasal, kültürel, askeri ilişkiler yaratıyor,
her şey bu temelde belirleniyor.
Ve bir süre sonra, bu gürültü ve kaos, her şeyi
flu gösteren belirsizlikler daha netleşmeye başladı.
İlan edilen “YDD” tel tel dökülmeye başladı ve
gerçek tüm çıplaklığı ile ortaya çıktı. Bu gerçeği
ortaya çıkaran, bu siyasal ve toplumsal zeminde
boyveren direniş dinamikleridir. Yani, artık emperyalizm
her şeye egemen değil, onun dışında ve ona karşı
mücadele eden halklar vardır. Başta, L.Amerika
olmak üzere, daha çok sınıfsal eksende direniş,
“tarihin sonu” saçmalıklarını, neo liberalizmin
sınırsız egemenliğini parçaladı. Venezuela halkçı
bir direniş gösteriyor, neo liberalizme karşı,
ABD emperyalizminin tehdit ve darbe girişimlerine
karşı aykırı bir ses oldu. Bolivya’da, koka üreticileri
ve madenciler, neo liberal politikaları elinin
tersi ile itti. Brezilya, neo liberalizme karşı
gür bir ses oldu ama sosyal demokrat bir programla,
PT (İşçi Partisi) tekrar bu ses IMF ve emperyalizme
bağlanmaya çalışılıyor. Kolombiya, dünyanın en
büyük gerilla ordusu, ünlü “Kolombiya planları”nı
parçalayıp ve yaratılan devrimci ve halkçı iktidarlarla
belki de en istikrarlı mücadele geleneği yarattı.
Arjantin neo liberal politikaların dikiş tutmadığı
ve kitlesel direnişlerin yükseldiği bir ülkedir.
Bunlara Ortadoğu ve Asya halkları eklendi. Filistin
ve Irak, İslami yan ön planda da olsa, politik
açıdan emperyalizme ve siyonizme darbe vuran direniş
odaklarıdır. Kürdistan’da, Güneyde ilkel milliyetçi
önderlikler, Kürt hareketini emperyalizmin destekçisi
yaparken, kuzeyde ise, İmralı’da somutlanan tüm
ideolojik kırılmalara rağmen, politik açıdan,
özellikle Şemdinli serhildanı ve sonrası, Yüksekova,
Hakkari, Van, Siirt, Batman ve çok daha görkemli
Amed serhıldanları eklenmiş, halkların mücadelesi
için güçlü dinamikleri açığa çıkarmıştır. Asya
halkları ayaktadır, gerilladan kitlesel direnişlere
kadar uzanan bir mücadele hattı vardır. Emperyalist
ülkelerde “küreselleşme karşıtı” veya “barış”
temelli hareketler ortaya çıktı, Seattle, Prag,
Roma direnişleri sokakları tutuşturdu. Fransa
da 68 baharı yeniden geldi, göçmenlerin kendiliğinden
öfke patlamalarına bu kez işçi ve gençlerin daha
hedefli ve siyasal içeriği olan büyük kitlesel
direnişleri boy attı. Her ülke, her alan emperyalizme,
neo liberalizme karşı tepkileri mayaladı ve çoğunda
bu açığa çıktı, kuşatmayı parçaladı, direnişe
dönüştü. Yani o koca yalanlar yaşamın nesnel gerçeğine
çarptı ve tuz buz oldu.
Tarihin sonu değil, kapitalizmin sonu için, bugün
çanlar daha güçlü çalmaktadır. Bir sürecin belirsizlikleri
bugün daha azdır ve saflar netleşmektedir.
Bu süreç ve sınıfsal dinamikler kendi yolunu açıyor..
Bize düşen buradan “uzlaşma” ve emperyalizmden
“demokrasi”, “sorunları çözme” beklentisi değil,
yanılsamalar içinde üzeri perdelenen nesnel gerçeği
görmek, bu nesnelliğe dayanarak, biriken “patlayıcı
maddeleri” tahlil edip onlarla bağı güçlendirmek,
yani sınıfsal eksende kitlelerin tepkisini örgütleyip
harekete geçirmek, gür ve tok sesle devrim ve
sosyalizmi savunmak, bunu güncelleştirmektir.
Varsın emperyalistler ve işbirlikçi oligarşiler
“tarihin sonu” ile sahte zaferlerini ilan etsinler,
devrimin ayak sesleri hızlanıyor; bu son değil
bir başlangıç...
(*)”ABD’nin Irak’la savaşa
başlamasının üçüncü yılına girdiğimiz şu günlerde
ABD’nin Irak’a müdahalesi veya bu inancın
sahipleri konusunda tarihin olumlu yargıda
bulunması ihtimal dışı görünüyor. Bush hükümeti,
Irak’a saldırmakla bu ülkeyi Afganistan’a
çevirdi. Irak şu ansa Afganistan yerine teröristleri
kendine çeken mıknatıs rolünü oynuyor... Birleşik
Devletler’in şu ana kadar saçtığı servet ve
döktüğü kanı nasıl açıklayabileceği kolay
anlaşılır bir şey değil. Bush’un iktidarının
ilk dönemindeki icraatların çerçevesini oluşturan
doktrinden bugün geriye harabeden başka bir
şey kalmadı.”
(19 Mart 2006/radikal)
Bu sözler, ABD emperyalizmin “şer ekseni”,
“önleyici vuruş”, “terörle savaş” vb. adına,
bu saldırgan politikaların mimarı olan, ünlü
“tarihin sonu” tezinin sahibi Fukuyama’ya
ait. Ve, bu sözleri “tarihin sonu” değil,
sınıfsal ve ulusal mücadelenin devam ettiği
olarak okumak mümkün.
ABD emperyalizmin BOP’nin Irak direnişine
nasıl takıldığının da itirafıdır.... |
13- Netleşmek İçin Ayrışmak İçin
Bir çok çalışmamızda bir temel tespitin altını
sık sık çizdik. Bu temel tespit, devrimci sosyalizm
için, yeni tarihsel süreci anlamada ve açıklamada
da ilk veridir. Nedir bu? Her tarihsel dönem,
nesnel bir gerçeğe dayanır ve bu nesnel gerçek,
kendine özgü ilişkileri, ayrışma ve birleşme noktalarını
yaratır. Nesnel gerçek; yukarıda özetle ifade
ettiğimiz gibi, kapitalist sömürünün almış olduğu
biçim, bu temelde politikalar, emperyalistler
arası ilişki ve çelişkilerin almış olduğu biçim,
emperyalizmle bağımlı ülkeler arası ilişki ve
çelişkiler ve emperyalizmle sosyalizm arasındaki
ilişki ve çelişkiler. Bu temelde, her dönem kendi
içinde tasnif olmaktadır veya bir dönem, bir başka
dönemden ayrılmaktadır. Elbette bu ayrışma matematiksel
değil, hatta bir dönemde olan bir olgunun bir
diğer dönemde olmayacağı hiç değil, temel ayrım
noktalarından bir tasnif etmedir. Bu ilişkiler
bütünü, her dönemin kendine özgü parametreleri,
ayrım ve birleşme noktaları, hatta politik kültür
dahil politik tarzı vb. belirler.
Bu özeti yapmamızın nedeni, sadece yeni tarihsel
süreçte, anti-emperyalist mücadele dinamikleri
ve biçimini daha iyi kavramanın yanı sıra, sol
ve devrimci hareketinde bu temelde yeniden ayrışıp
netleşmesi nedeniyledir. Yani, diğer unsurların
yanı sıra, bu alanda da sol ve devrimci hareket
ayrışma yaşamaktadır. Anti-emperyalist mücadele
yeniden biçim alırken, sosyalistlik ve yurtseverlik
bu biçime bağlı olarak, yeniden tanımlanmakta,
sol ve devrimci hareket de bu temelde ayrışmaktadır.
Sol ve devrimci hareket, emperyalizm ve anti-emperyalizm
sorununu, çeşitli vesilelerle sık sık tartışır,
en çok tartıştığı konuların başında gelir. Hatta
emperyalizm, daha çok genel geçer sözlerle devrimci
çevrelerde yinelenirken, liberal sol “küreselleşme”,
“ulus devlet”, “AB” gibi konularda en temel M-L
tezleri bir yana atar. Anti-emperyalizm ise, çok
daha karmaşık tartışılır. Sol ve devrimci harekette,
Kürt liberal çevreleri bir yana bırakırsak, ABD
emperyalizmi konusunda, genel olarak ortak bir
karşı tutumdan bahsedilebilir. Ama söz konusu
AB emperyalizmi olunca yönler, hatta yıllarca
savunulanlar bir yana atılıp, hepten karışmaktadır.
Kürt liberalleri başta olmak üzere, liberal sol,
AB’den demokrasi beklemekte, Kürt sorunu başta
olmak üzere, demokrasinin tüm sorunlarının çözüleceği
yanılsaması içinde, kitleleri yanıltmaktadır.
“Emeğin Avrupası” söylemleriyle, AB’den oligarşinin
beklentilerinden öte, “Burjuva Demokratik Devrimin
tamamlandığı /tamamlanacağı” gibi saçmalıklar
hiçde az taraftar bulmamaktadır. Kürt pragmatizmi,
ABD emperyalizmden her şey beklemeyi ve “demokratik
emperyalizm”saçmalıklarına ulaştırıp, Irak’ta
işgali “statüleri bozma” adına desteklemeye götürmektedir.
Sol ve devrimci çevrelerde, özellikle biraz orta
sınıf aydınlarında, sorun sadece AB’den siyasal
demokrasi beklentisi değil, fonlardan nemalanmak
da vardır. AB ve bu temelde AB emperyalizminin
taleplerinin, en gerici kışkırtmalar için kullanıldığı
da bilinmektedir. “Ulusal sol”, en gerici şoven
milliyetçilikle kol kola “AB’ye Hayır” derken
ya da Irak işgaline karşı çıkarken aslında Kürt
düşmanlığı yaptığı bir gerçektir. Özetle bu sorun
ve bu temelde yeniden tasnif olurken, aynı zamanda
ortada bir karmaşada söz konusudur.
Devrimci sosyalizm, tüm bu akımlarla arasına temelde
mesafe koyar. Anti-emperyalist mücadeleyi sınıfsal
temelde ele alırken, bunu devrim ve sosyalizmle
birleştirir. Anti-emperyalist tavrı, sadece açık
işgale karşı tavır veya “AB’ye Hayır” derecesini
indirgemez, emperyalizmi kapitalizmden ayırmaz
ve bu temelde sorunu bütünsel ele alır.
14-Devrim Programanın Temel Unsurlarından
Biri Olarak Anti-emperyalizm
Nasıl?
Dostu ve düşmanı net ayrıştırıp, net bir politik
hatla, net bir duruşla mücadele ederek.
Düşmanımız; emperyalizm ve onun işbirlikçileri
oligarşilerdir. Sadece ABD emperyalizmi değil,
AB ve tüm emperyalistlerdir, onların ekonomik,
siyasal, askeri örgütleridir. NATO, IMF, DB, DTÖ,
emperyalist sermaye ve kurumlarıdır. Emperyalizm
tek başına sömürge ve yeni-sömürge ülkelerde tutunamaz,
mutlaka işbirlikçilere ihtiyacı vardır. Bugünün
işbirlikçileri ise kraldan çok kralcıdır, emperyalizmden
daha çok emperyalizm savunucularıdır. Bunlar;
yerli tekelci sermaye, büyük toprak sahipleri
ve orta burjuvaların en irilerini içine alan azınlıktır.
Bunların siyasal, askeri, ekonomik örgütleridir,
MGK, TÜSİAD, MİT, Ordu, tüm burjuva partileri
vb dir. Kısaca oligarşidir, devlettir.
İşçiler, emekçi sınıflar, küçük üreticiler, kent
ve kır yoksulları, sınıfsal ve ulusal düzeyde
emperyalizm ve oligarşi ile çıkar çatışması içindedirler.
Bu sınıflar, başta proletarya olmak üzere, tüm
halk emperyalizme ve işbirlikçi oligarşilere karşıdır,
bu sınıfların çıkarı anti-emperyalist mücadeleden,
bunu içeren devrimden yanadır. Anti-emperyalist
mücadele anti-oligarşik mücadele ile iç içedir,
devrim, Demokratik Halk Devrimi bu stratejik hedeflere
yönelerek zafere ulaşacaktır.
Her devrimin temel politik hedefi iktidarıdır.
DHD, emperyalizmi bu ülke topraklarından silip
süpürürken, emperyalizmin temel toplumsal dayanağı
olan işbirlikçi oligarşinin elinde olan, emperyalizm
ve oligarşinin egemenliğini ifade eden oligarşik
devleti/sömürge tipi faşizmi parçalayacak, tüm
militarist ve bürokratik kurumları dağıtacak,
bu ülkenin işçilerinin öncülüğünde, tüm halkın
söz ve yetki sahibi olduğu halk iktidarı kurulacaktır.
Proletarya demokrasisinin özgün bir biçimi olan
halk demokrasisi, halk için demokrasi, halk düşmanı
sınıflar için diktatörlük olacak, bu Halk İktidarı
hızla sosyalizme yönelecektir.
Demokratik Halk İktidarı, derhal, emperyalistlerle
yapılan tüm gizli, açık, ikili, çok yönlü anlaşmaları
tek taraflı fesh edecek, bu anlaşmaları tüm halka
açıklayacaktır. Ülkemizin topraklarında bulunan
emperyalist üs, tesis, askeri birim vb. tamamen
dağıtılacak, komşu ve kardeş halklara karşı bu
üslerden yapılan saldırılara son verilecektir.
Demokratik Halk İktidarı, emperyalistlere ve onların
kurumlarına, IMF, DB. ve diğer emperyalist kurumlara
bir kuruş borç vermeyecek, bunların bugünden garanti
altına aldıkları tüm kazanımlarına el konulacaktır.
Başkasını ezen ulus özgür olamaz. Kürt ulusu,
egemen Türk burjuvazisi tarafından ezilmiş, Kürt
coğrafyası bu temelde sömürgeleştirilmiştir. Kürt
ulusunun kendi kaderini tayin hakkı tartışılmazdır
ve bu hak her koşulda vazgeçilmez bir haktır.
Kürt ulusu bu hakkı nasıl kullanır, söz ve yetki
Kürt ulusuna aittir. Türkiye işçi ve ezilen sınıfları
olarak, Kürt ulusunun bu hakkının bağımsız devlet
kurma hakkı olduğunu bilerek, bunu bugünden savunarak,
Kürt ulusu ile eşit ve özgür ilişki kurulacaktır.
Kürtler ayrı bağımsız bir demokratik devlet kurabilir,
kurmalıdırlar da, bu devletle, eşit ve özgür ilişkilerle
Ortadoğu halklar federasyonu için adımlar atmak,
emperyalizme karşı büyük bir kazanım olacaktır.
Emperyalizm, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da
halkları birbirine düşman etmekte, savaşları kışkırtmaktadır.
Halklar birbirinin düşmanı değildir. Eşit ve özgür
ilişkiler, halklar arasındaki çelişkileri ortadan
kaldırır, halkların kardeşliği güçlenir. Tüm bölge
halkları ile eşit, özgür, onların iç işlerine
karışmadan, egemenlik haklarına saygılı bir ilişki
kurulacak, bölge barış ve kardeşlik alanı olacaktır.
Emperyalizm ve oligarşi, bölge düzeyinde tüm gerici
iktidarlar düşmanımızdır. Kürt ulusu başta omak
üzere, tüm bölge halkları, Araplar, Acemler, Rum
ve Yunan halkı, Kafkas halkları dostumuzdur. İçte;
proletarya önderliğinde, işçi, köylü, kır ve kent
yoksulu, Türk, Kürt, diğer ulusal topluluklardan
ezilenlerin oluşturduğu halk cephesi. Dışta ise,
bölge halkları ile kurulan eşit ve özgür ilişkiler,
bu temelde birleşik mücadele cephesi.
İşte, emperyalizme karşı mücadelenin zaferi buna
bağlıdır.
Emperyalizm yenilecek, halkların mücadelesi kazanacaktır.
Tartışmasız tarihin hükmü budur....
15- İnsanca Yaşam Sosyalizmde Güvence Altındadır
Emperyalizm, bu ülke topraklarından kovulmadan,
ülkemiz tam bağımsız olmadan, ne özgürlük, ne
demokrasi, ne de insanca yaşam mümkündür.
Ülkemiz, emperyalizme bağımlı yeni sömürge bir
ülkedir. Emperyalizm, demokrasiyi ve demokrasinin
tüm unsurlarını inkar eder, her alana baskı ve
kendi egemenlik ilişkilerini taşır. Emperyalizmin
gizli veya açık işgali altında hiç bir ülkede
burjuva anlamda demokrasi yoktur. Tam tersine
bu ülkelerde kurumlaşan faşizm, sadece işbirlikçi
sınıflara değil, aynı zamanda emperyalizme dayanır.
Bunun için, devrimimiz, bağımsızlık, demokrasi
ve sosyalizmi hedeflerken, sadece anti-emperyalist
değil aynı zamanda anti-oligarşiktir. Emperyalizme
karşı mücadele oligarşiye karşı mücadeleden ayrılamaz.
Tam bağımsızlık olmadan halk için demokrasi olamaz;
ancak tam bağımsızlık koşullarında Halk İktidarı
inşa edilir. Devrimimiz, mevcut faşist devlet
aygıtını, tüm kurumlarıyla parçalayacak, işçi,
kır ve kent yoksulu, küçük üretici tüm halkın
söz ve karar sahibi olduğu Halk Demokrasisini
kuracaktır. Halkın, kendi iktidar organlarında
doğrudan katıldığı, yönetimde söz ve karar sahibi
olduğu, seçilenlerin halk tarafından tekrar görevden
alınabileceği bir demokrasi, devrimimizin hedefidir.
Bu demokrasi burjuva demokrasisinden temelde farklı
ve ondan kat be kat demokratiktir. Tüm siyasal
özgürlükler ancak bu Halk İktidarında güvenceye
alınır.
İnsanca yaşamak için halk demokrasisi, ekmek ve
su kadar gereklidir. Böyle bir demokrasi olmadan,
insanca yaşamın belki maddi bir çok koşulu yaratılabilir,
ama bu insanı geliştiren, insanı özgürleştiren
bir yaşam olmaz. “Reel sosyalizm”, insanca yaşamda
ekonomik ve sosyal düzeyde ciddi kazanımlar yaratmıştır,
ancak siyasal demokraside zaaflıdır, ekonomist
sosyalizm ve bürokratizm arasında demokrasi ve
özgürlükleri geliştirememiştir. “Reel sosyalizm”
bu konuda özürlüdür, devrimimiz bunun bilincindedir
ve kendi programını sadece kapitalizm eleştirisi
üzerinde değil, aynı zamanda, 20.yüzyıla damgasını
vuran sosyalizmin eleştirel yaklaşımı üzerinde
kurar.“
Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge toplumsal sistem,
emperyalizm ve işbirlikçi oligarşi; aşımızı, ekmeğimizi,
çalışma, barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik
haklarımızı elimizden almakta, her şeyi emperyalizm
ve işbirlikçileri için düzenlemektedir. Emperyalist
saldırı politikaları; özelleştirme, tarımın tasfiyesi,
kentsel dönüşüm projesi, sosyal güvenlik yasası,
eğitim ve sağlığın paralı ve kalitesizleşmesi
vb. her gün geniş kitleleri daha çok yoksullaştırmakta,
onları teslim almaktadır. Halbuki, tüm bu haklar
insan olmanın en doğal hakları olup, insanca yaşamak
için bir lüks değil, zorunlu ihtiyaçtır.
Bunun için, en kötü ve çarpık kapitalizm koşullarında
emeğimizin korunması; yani, 7 saatlik işgünü ve
35 saatlik çalışma haftası, eşit işe eşit ücret,
her türlü fazla mesainin yasaklanması, kadınların
annelik ve çocuk sağlığına aykırı yerlerde çalıştırılmaması,
doğum, kreş ve tıbbi yardımı için her koşulun
yaratılması, küçük çocukların çalışmasına izin
verilmemesi, esnek üretimin yarattığı tüm çalışma
ve iş güvencesi yoksunluklarına son verilmesi
vb. insanca yaşam için zorunludur. Devrim programımız
bu “emeğin korunması”nı içerir.
Ama bunlar insanca yaşam için yeterli değildir.
Herkese sağlıklı koşullarda barınma hakkı; eğitim
ve sağlığın eşit ve parasız olması ve herkesin
ulaşabilmesi; herkes için çalışma, üretime doğrudan
katılma hakkı ve bunun üzerinden üretime bağlı
demokrasinin kurumlaşması; işsizlik, yoksulluk
gibi insanı kendine yabancılaştıran kapitalizmin
yarattığı sonuçların ortadan kalkması ve emeğin
karşılığının alınması; toplumun ürettiği kültürel
değerler ve faaliyetlerden herkesin eşit olarak
yararlanması ve bu kültürel değerlerin üretilmesine
doğrudan katılım; kadın ve erkek arasında toplumsal
eşitliğin sağlanması; yardıma muhtaç herkesin
toplumun güvencesi altında olması ve bunların
en sağlıklı koşullarda yaşaması; çevre koşullarının
insana yakışan biçimde düzenlenmesi vb. insanca
yaşamda en temel sorunlardır. Tüm bu sorunlar,
devrim programımızın bir parçasıdır, devrimimiz
bunlar için mücadele eder.
Biliyoruz ki, kapitalizm koşullarında bunlar ancak
sınırlı elde edilir. Kapitalizm koşullarında,
emperyalist neo liberal saldırı altında, bunları
tümden elde etmek mümkün değildir. Ve, sosyalizm
deneylerinin de somutladığı gibi, tüm bunlar ancak
sosyalizmle mümkündür ve sosyalizm insanca yaşamın
tek güvencesidir.
16- Yeni Enternasyonalizm İçin
Devrimimiz, dünya devriminin bir parçasıdır, ana
yönelimi dünya devrimidir. Yukarıda da ifade ettiğimiz
gibi, eşitsiz ve dengesiz gelişim kapitalizmin yasasıdır
ve devrim bu temelde, emperyalist-kapitalist sistemin
en zayıf halkasında gerçekleşir. Devrim tek ülkede
başarı kazanabilir, sosyalizmde inşa edilebilir,
ama sınıfsız toplum olan komünizm ancak dünya ölçüsünde
somutlanır. Dünya devrimine yönelmeyen devrim, darlaşır,
ulusallığı aşamaz ve yozlaşır. Sosyalizm deneylerinde
bu temel bir hata olarak karşımıza çıkar ve devrimimiz
bu hatalı yaklaşımı reddeder.
Bugün, 21.yüzyıl başında, sosyalizmin maddi koşulları,
örneğin Ekim Devrimi koşullarından daha olgundur.
Ekim Devrimi için sosyalizmin maddi koşullarının
olmadığı yönünde değerlendirmeler ise koca bir aldatmacadır.
Emperyalist çağda, sosyalizmin koşulları vardır
ve bu maddi koşullar, günümüzde daha da olgundur.
Sosyalizm, evrensel bir sınıf olan proletaryanın
egemen sınıf olarak örgütlendiği, proletarya iktidarı
altında, proletaryanın kendini yadsıdığı, yok ettiği
bir evredir. Bu evre, sosyalizm ya da komünizmin
alt evresi, dünya devrimi perspektifi ile komünizme
ulaşacaktır.
Sosyalizmin koşullarını kapitalizm yaratır ve bu
koşullar dünya ölçüsünde vardır. Kapitalizm bir
dünya sistemidir ve kapitalizmi yeryüzünden silip
atmak ancak dünya devrimini hedefleyen proleter
enternasyonalizmle ve bunun örgütsel biçimi olan
dünya devrim partisi ile mümkündür. Dünya devrim
partisi olarak enternasyonalizm, tüm dünya komünistlerinin
çatı örgütüdür ve tüm ulusal seksiyonları eşit ve
özgür ilişkilerle birbirine bağlıdır.
Dünya devrimini hedefleyen enternasyonal bir örgütlülükten
bugün dünya proletaryası yoksundur. Bu eksiklik
devrimimizi de etkilemektedir. Nesnel koşullar yeni
bir enternasyonal için vardır ama öznel koşullar,
gerileyen sosyalist hareketin iç zaaflarından dolayı
oldukça zayıftır. İç zayıflıklar güçlendirilerek
bu süreç aşılacak, yeni bir enternasyonal kurulacaktır.
Devrimci sosyalizm, bunu bugünden ilan etmektedir.
İşte, bugün, oldukça geri noktalara düşen sosyalist
hareket ve devrimci sosyalist güçler, kapitalizmin
yarattığı maddi koşullara da dayanarak, yeniden
bu alanda, proleter enternasyonalist yaklaşımla
adımlarını çoğaltmak ve bunu dünya devrimine bağlamak
zorundadır.
Emperyalizme karşı, emek ekseninde yurtseverlik
yeniden biçim alırken, bu yurtseverlik asla enternasyonalizmle
çelişmez, tam tersine bir birini besler.
Devrimci sosyalizm bu bakış açısı ile başta devrimci
sosyalist hareketler olmak üzere, tüm anti-emperyalist
hareketlerle, bağımsızlığını gözü gibi koruyarak,
eşit ve özgür ilişkilerden yanadır ve bunun için
üzerine düşeni yapmaktan asla geri kalmayacaktır.
Bu temelde;
Sosyalist Küba başta olmak üzere tüm sosyalist ülkelerle
dayanışmak, emperyalist kuşatmaya karşı bu ülke
ve halkları ile omuz omuza olmak, bugünden devrimimizle
bu ülkeler arasındaki bağları güçlendirmek;
Ortadoğu ve Balkanlar başta olmak üzere, tüm dünyada
devrimci sosyalist güçlerle sıkı ideolojik ve politik
ilişkileri içinde olmak, kendi birikimimizi bu güçlere,
onların birikimini devrimimize kanalize etmek;
Ortadoğu, emperyalizmin işgali altındadır ve BOP
temelinde daha da yayılacaktır. Tereddütsüz Devrimci
Sosyalizm, bu savaşa karşı çıkacak, Ortadoğu halkları
ile doğrudan dayanışma içinde olup, emperyalizme
karşı halkların birleşik mücadelesi için çaba harcayacaktır.
“Yaşasın Ortadoğu Devrimci Çemberi”; güncel bir
şiar olarak bölge devrimlerini birbirine yaklaştıran,
halklar arasında kardeşliği geliştiren temel bir
yaklaşımdır. Emperyalizmin silinip süpürüldüğü,
işbirlikçilerin iktidarının yıkıldığı yarının Ortadoğu’su,
eşitlik ve özgürlük temelinde, halkların büyük federasyonu
yaratacaktır; “Yaşasın Orta Doğu Devrimci Çemberi”
bu stratejik yaklaşıma yön veren güncel ve stratejik
şiardır.
Yeni bir enternasyonalizm için, bu günden, bu temelde
birlik ve dayanışma içinde olmak; küçük adımları
bu büyük ütopya için büyütmek.
Ütopyası olmayanların, sadece ayağının ucuna bakanların
geleceği olmaz.
Proleter enternasyonalizmi her adımda içselleştirmek,
devrimci iyimserlikle, ütopyamız peşinde adımları
sıklaştırmak bizim görevimizdir.
Görevlere sahip çıkıyoruz.....
|