Ünlü
yazar Tolstoy, bir yerde şöyle diyor: "Her
yolculuğun ilk bölümünde geride bıraktıklarımızı,
ikinci bölümünde ise varmak istediğimiz yerde
bizi bekleyenleri düşünürüz"
Bu değişmez bir kural mıdır? Bilmiyoruz… Belki
de değildir.
Yine de kendi deneyimlerimizle bildiğimiz bir
şey var: Bir devrim hareketi, birbirini izleyen
ve birbirine eklenen yeni kuşaklarla yoluna devam
eder. Ve aradan bir zaman geçtiğinde, daha şanslı
olanlar, ötekilere bir vakitler birlikte yürüdükleri
insanları anlattıklarında, ortaya sanki biraz
soyut bir şey çıkar. Onun kaybının bize nasıl
korkunç bir acı verdiğini, nasıl berbat bir çaresizlik
duygusu içinde kıvrandığımızı, onunla birlikte
kendimizden neleri yitirdiğimizi, yüreğimizin
nasıl sökülürcesine ağrıdığını ne kadar anlatsak,
yine de bir şeyler tam yerini bulmaz. Biz, karşımızdaki
insandan bizi daha fazla anlamasını, bu felaketi
tüm yönleriyle hissetmesini bekleriz; ama hayat
böyle değildir işte. Tarih kuşaklar boyunca akarken
yol boyunca ayrıntılar azalır, cümleler sadeleşir
ve bazen bu insanı çok incitir.
Ama ne iyi ki, ne mutlu ki, o söz konusu olduğunda
bu kuralı bir ölçüde de olsa
bozan bir şey var. Çünkü, ondan söz ediyorsanız
eğer, yapmak istediğimiz her şeyden, ama her şeyden
söz ediyorsunuz demektir. Bir ufka vardığımızda,
şöyle diyebiliriz rahatlıkla: İşte bu yaptığımız
şey odur! Onun ta kendisidir!
Bilmem kaç yıl sonra şurada ya da burada durduğumuzda,
kendimize şöyle diyebiliriz ve diyeceğiz: Burada
bulunmak en çok onun hakkıydı! Çünkü bu durduğumuz
yer, tam da onun durmak istediği yerdir!
Bir şeyi hak etmek üzerine belki bin tane kriterden
söz edilebilir ama ne olursa olsun, eninde sonunda
asıl mesele, onu istemektir... Gerçekten istemek,
tam olarak istemek, ondan başka hiçbir şey istemeksizin
istemek...
Ondan söz ediyorsak eğer, işte tam da bunu söylüyoruz
demektir: İstemek ve istediği şey için bütün hayatını
ortaya koymak... En küçük bir hesap yapmadan.
Gelecekle
ilgili en küçük bir kaygı taşımadan. Kendini sakınmadan...
Ve severek istemek... Çocuklar gibi istemek...
Bitmez tükenmez bir heyecanla istemek... İstediğinden
daha azıyla yetinmeksizin istemek...
***
Çok teşekkür ederiz sana yoldaş...
Uykusuz geceler için, tartışmalar için, birlikte
kurduğumuz düşler için, Adli Tıp kapısında döktüğümüz
gözyaşları için... Hepsi için teşekkür ederiz.
Çok teşekkür ederiz yoldaş, seninle çalışmış olmak,
seninle tanışmış olmak, ömrümüzün varıdır, çocuklarımıza
bırakacağımız mirasımızdır.
Bunu korursak eğer, bunu saklarsak kalbimizin
bir köşesinde, ne iyi... Bir gün, aramızdan bazıları,
en şanslı olanlarımız boynunda çiçeklerle kentlerin
kapılarından içeri girdiklerinde, elçilik çatılarından
son helikopterler telaşla havalanırken, belki
yeniden gelirsin, gelir ve kıvırcık saçlarını
havada dalgalandırarak yine önümüzde yürürsün...
Çok teşekkür ederiz sana yoldaş...
Gelip bizi buldun. Buldun ve kalbimize dokundun.
Borcumuzu biliyoruz, iyi biliyoruz.
Ödemezsek utanırız senden; çok utanırız...
Dağ
Doruklarının Kardelenisin Betül...
Bugün
bir yoldaşımı kaybettim. Haberini aldığım
an içime sanki koca bir taş oturdu kaldı.
Hep düşünürdüm, insan yaşamını doyasıya
paylaştığı bir yoldaşını kaybettiğinde acaba
nasıl acı duyar diye. Kendi kendime ben
buna nasıl dayanırım dedim. Geçmişte hiç
tanımadığım ama kendime bir o kadar yakın
hissettiğim yoldaşlarımın artık fiziki varlıklarının
olmadığını düşündüğümde gözlerim dolardı.
İnsanlardan kaçırırdım gözlerimi.
Mücadele ağırlaştıkça en yakınımdakileri
bir bir kaybedeceğimin bilinciyle yaşadım.
Ama vakit erken daha. Bu kadar tıpkı senin
gibi çabuk ayrılmak doğru değil. Not defterin
yanı başımda duruyor. Çok sevdiğin bir şiiri
okumuştun bana. O zaman gözlerim dolmuş
seni dinliyordum. Sen şimdi şiiri okuyorsun.
"Karanlıkta kar yağıyor" dizesi
ile başlayan...
Hani bir gün kar aniden bastırmış yolları
kapatmıştı. Akşamın karanlığında yola çıktık.
Sokakta tek tük çocuklar kar topu oynuyor.
Bir avuç karı yüzüme attığında neye uğradığımı
şaşırdım. Koluma girdin ve yürümeye başladık.
Kar ayaklarımızın altında hışırdıyor. Sokaklar
ıpıssız. Şimdi, ben de öyle ıssızım, öyle
fukarayım ki, içim yanıyor... Her yerde
sen varsın sanki. Nereye otursam sen karşıma
geçmiş bana bakıyorsun. "Devrimci militan
ayak bastığı, nefes aldığı her yerde ve
zamanda bu kesintisizliği, başkalığını,
güzelliğini göstermelidir" derdin.
Bize öğrettiklerinle yürüyeceğiz... Durmak
Yok, Kurtuluşa Kadar....
21
Mayıs 2006 Saat: 23:45 / ESENLER
|
“Ve senin için, birlikte yaratmayı
düşündüğümüz
özgür dünyanın her tuğlası için savaşacağız.”
Biliyorum geç oldu... Erken
ölümlerin yanında, gülüşleri kaybetmenin acısıyla,
bir çayı bile paylaşamamanın üzüntüsüyle baktığımda
küçücük yaşamıma, zamanın ne kadar geçtiğini gösteren
şu saate, daha yaşama dair bir ton ayrıntıyı bile
yaşamamış olan yaşamıma, evet bu yazmalar, sırf
bu yazmalar için geç oldu yoldaşım.
Belki en hafifini yaşamak için bu lanet olası
acının ve ayrılığın, yada kabullenmemek için,
bir an rasyonalizm denilen kavrama dair herşeyi
reddetmek için...
Ne dersin yoldaşım benim, kalksan baksan şimdi
bana, hani şöyle bir bakış atsan umudu büyüten
gözlerinle gözlerime ve gelsen, büyük umutlar
beslediğimiz şu küçücük yaşamımıza, otursan yanıma
ve yeniden girsen hiç çıkmadığın ve çıkmayacağın
yaşamımıza. "Nedir bu haliniz" diye
de bir kızmaya da kalksan hani, şimdi bu garipliğimle
seni düşündüğüm her geceden birinde, sessizlikte,
belki de bir çöküntü de; söyle ne dersin hayatında
ki en büyük kırıklıklardan birini yaşayan bu küçücük
yoldaşına....
Üzgünüm engel olamıyorum. Biliyorum yanımda olsan
kızacaksın, belki susmam için, dayanamadığın için,
gözyaşlarımı akıtmamam için bir şamarda sen vuracaksın,
senin yokluğunla hüzne boğulmuş suratıma. Ama
dedim ya üzgünüm, hem seni üzdüğüm, hem üzüldüğüm,
hemde üzülmeler gördüğüm için yaşamımda. Yoldaşım;
şimdi sana tek söyleyebileceğim üzgünüm...
Nasıl devam edeceğini bilmeden yazmak zor oluyor.
Seni düşünerek, sensizliği düşünerek yazmalar,
senin küçük bir tasvirini yapmaya çalışarak yazmalar
içimi parçalıyor belki de. Biliyorum uygun sözcükler
ve birbirini tamamlayan anlamlı cümleler yerleşmiyor
şu an bu satırlara, ama bu tamamen sana ve sana
dair olmasından. Senin gibi olmasından, bir cümleler
bütünlüğüne sığmayacak kadar büyük olan bir yaşamın
ve yoldaşların olmasından...
O yüzden şimdiden seni bütünlüklü bir yazıda anlatamadığım
için üzgünüm. Senin gibi onurlu bir yaşamı, tavizsiz
bir militanı anlatamayacağım belirli bir kalıpta,
seni düşünürken sadece bir şeyler gelmediği için
aklıma, ve aslında sadece bir şey olmadığın için
yaşamda, yaşamımda. Ve yine biliyorum ki birbirinden
kopuk olacak konular, aramızdan kopan yaşamlar
gibi kopacaklar bütünlüğün o güzelim sarmalından...
Seni
Çok Özledik Betül Yoldaş
nzanım belki tu ji zani
her bıhar çiçek geş dıbe
dersim amed serhat uha kurdistan
naha seri rake veke çawan bıqere
vak sıraneki azadi wak sıtrane ki tekoşin
biliyorum
belki sen de bilirsin
her bahar çiçekler yeşerir
Dersim’de Amed’de Ağrı’da tüm Kürdistan’da
kaldır başını aç gözleri haykır
bir özgürlük türküsü bir mücadelü türküsü
çıma sar dıbe laşete
waki hestırka çawemın waki berfa zagrose
dur neçe hewal na na tu dur neçe
zanım xev şirine le rabe
waye bıner ber bage disa roj derdıkeve
agır lı çiyan wedıke
waye bıbise denge awki dıherike denge dıleki
dıhele
niye soğuyor bedenin
gözümdeki yaş gibi zagroslardaki kar gibi
uzaklara gitme yoldaş hayır hayır uzaklara
gitme
biliyorum uyku tatlıdır ama uyan artık
bak yine güneş doguyor daglarda yine ateş
yanıyor
duy akan suyun sesini eriyen yüregin sesini
Devrim Şehitleri Ölümsüzdür / İzmir Sosyalist
Barikat Okurları
|
Yoldaşım, yeniden inşanın
içinde, birlikte en zor dinelebilecek yokluklara,
imkansızlığa, yoksulluğa gülerek yarını büyüttüğümüz,
ama hiç durmadan yürüyüşümüzü sürdüğümüz anlarımız
bitmedi. Devrim için bir parti yaratma yolundaki
tavizsiz duruşlarımız, içlerinde umudu taşıyan
yüreklerimiz, belki ölümlerle gözyaşlarına boğulan,
kırılan bedenlerimiz var ama, biliyorum ki yaratacak
olduğumuz da koca bir dünya var yanı başımızda...
Yoldaşım, marşlarımız geliyor dilimin ucuna. Bir
eylemde yürürken düşmanın üzerine, bakıpta birbirimizin
gözlerine, hani bi de güvenerek elimizdeki taşın
gücüne, slogan sesleriyle bütün kinimizi haykırırken
şu asalaklara, senle birlikte unutulan sıcaklığı
yaşadığım, bana unutulanları yaşatan yoldaşım.
Hüzünlü parçalar diziliyor kulaklarıma ve dilimde
hep bir tarafı kırık kalmış ezgiler. Ve marşlar,
unutulanları unutturmamak için söylediğimiz marşlar.
Dilimizin ucundan dökülen ve yarına dair özlemlerimizi
dile getiren marşlar...
Ve ablamsın sen benim. Uzun boylu cüsselerin ardında,
bir kere ablasından ablalık yaşamayan bu yoldaşına.
Doğrularımsın, en çaresiz anımda, yanlışlarımı
düzelten, düzeltmem için doğrunun yönünü gösteren,
bunu bile bir gerçeklikle, bilimsellikle ortaya
koyan ve şu kocaman dünyada yaşamlarımızı paylaşan
en güzel yanımsın.
Bir masada oturmuş yaşama dair her ayrıntıyı ortaya
koyduğum ve yeni yaşamlar kurduğum, bu ölümler
ayıramaz bizi. Ve bu gidişinle biter mi uzun boylu
tartışmalar? Yorulmaz bir konuşmamda dinleyicim
olmazmısın bir daha... Ya hep beynimin bir taraflarında
dönen sorulara yanıt, söyle yoldaşım olmazmısın?
Yoldaşım, ölümler zamansız biliyorum. Ayaklarımla
ne zaman bastıysam bu kavganın onurlu yoluna,
işte o zamandır düşünmüyorum nerden ve nasıl geleceğini.
Ve biliyorum canım daha çok acıyacak. Zafer günleri
için, bir kez daha, mitralyöz sesleriyle, zafer
türküleriyle, son kanlı kavga için çıktığımızda
bu varoşlardan, canım daha bi acıyacak...
Ama erkendi, bir gün, bir anda, ölümün soğukluğunu
taşıyan bir atağa yenilmeyecek kadar erkendi.
Ve sen direndin. Bize dayatılmaya çalışan bu yoz
yaşama nasıl onurunla direndiysen, ölüme de direndin
daha yapacaklarımız var diye. Ama adres sormuyor
değil mi? Zaman vermekte olmuyor bu ayrılığa...
Ve biz hep yanındaydık. Sen o hastanede, tüm dayanılmaz
acılarına direnirken, biz tekstil atölyelerinden,
liselerden, köylerden, üniversitelerden, fabrikalardan
sesimizi verdik sana. Yoldaş ölümler ayırmıyor,
bayraklaştırıyor bizi. Ve sen bu gün benimlesin,
bu küçücük yaşamımda, küçücük yaşımda, yarın tıpkısı
olmak istediğim özlemimsin. Devrimci hareketimiz
için, Devrimci Kurtuluş için, devrimimiz için
öndersin.
Kırmızı tabutlar engelleyebilir mi yanyana yürüyüşümüzü?
O zaman bile sen bizimleydin yoldaşım. Gözyaşlarımızda,
kararlı duruşumuzda, sana karşı, senin cansız
bedeninin önündeki saygı duruşumuzda...
Seninkiyle birleşmiş çarpıyordu yine yüreğimiz.
Avrupa kentlerinden gelen yoldaşlarımızın sesleri
seninleydi. Topları, tankları dize getiren, ölümlere
inat yine de direneceğiz diyen Filistin Halkı,
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, yürekleri senle
bir atan Kürdistan gençleri, bu ülkenin onurlu
sesleri, inan hepsi seninleydi.
Devrimci Harekemiz seninleydi. Uğrana ölümlere
gideceğimiz partimiz, parti simgemiz, bayrağımız
seninleydi. Ve yoldaşım biz seninleydik.
Yoldaş, sen partiydin, yaşamınla, pratiğinle,
eyleminle partiliydin. Silah salvolarımız yoktu
seni uğurlarken, ama silah salvolarını yaratma
cesaretinde, cüretinde olan yüreklerimiz, türkülerimiz
vardı dilimizde. Sen giderken toprağa, duyulmadıysa
eğer topçu atışlarımız, rahat uyu yoldaşım, bu
genç yüreğimizle, genç ölümlerimizle biz yaratacağız.
Bu günden yaratmak için, sana sözümüzü yerine
getirmek için, bir adım bile geri çekilmeden,
belki ölümü yoldaş edinerek yürüyeceğiz ama, tüm
bunları hayata geçireceğiz... Seni tanımış olmanın
sorumluluğuyla, seninle aynı kavgada, onurlu bir
yürüyüşe katılmanın coşkusuyla tüm bunları, olmaz
denilen herşeyi varedeceğiz bu yaşamda.
Şimdi biraz kırık canlarımız. Yüreğimiz de yanıyor.
Gözyaşlarımız ve özlemlerimiz var. Geçmişten kalan
her fotoğrafınla, her anınla birlikte yeniden
harmanlanan özlemlerimiz. Seni unutmayacağız ve
unutturmayacağız, bu yolda her şey için bir adım
ama senin için bir adım daha atarak yürüyeceğiz.
Yarın, zafer meydanlarında yürürken, yeniden inşamızın
en canlı ve yorulmaz militanını, meydanlarda selamlayacağız.
Ve silahlarımız senin için sıkılacak düşmana,
her yitirdiğimiz canlarımız, yoldaşlarımız gibi
yanımızda olacaksın ve şimdi bile yanımızdasınız,
yanımdasın...
Yürüyüşümüzün onurlu temsilcisi, devrimci kurtuluş
mücadelemizin yorulmaz militanı, neferi, senin
için fethedecek yoldaşlarımız Konsolosluk pencerelerini.
Ve ölümleri hiçe sayan yoldaşlarımız el sallayacak
sana. Orada olacaksın. Sana ve sana dair, yoldaşlığımıza
dair olan tüm inancımla söyleyebilirim ki savaşımızda
yaşayacaksın, bizimle birlikte savaşacaksın. Ağladığıma
bakma, gözyaşlarım için kızma ve asla seni unuttuğumu,
unuttuğumuzu sanma. Sen kavgamızsın, yoldaşımızsın,
silahımızsın, yüreğimizde savrulan salvolarımız,
düşmanın beynine patlayacak kurşunumuz ve yarın
için zafer naramızsın... Şimdi bedenen yokluğun
yaksa da canımı, sen canımsın... Ve senin için,
birlikte yaratmayı düşündüğümüz özgür dünyanın
her tuğlası için savaşacağız. Ölümün bir yorgunluk,
kırgınlık değil, savaşımız için zafer narası olacak.
Sana en içten devrimci selamlarımla ve devrimi
yaratmaya and içmiş sarsılmaz devrimci kararlığımla...
Betül Yoldaş Ölümsüzdür
Ya Özgür Vatan Ya Ölüm
Kurtuluşa Kadar Savaş
Her Şey Cephe Her Şey Zafer İçin
İstanbul'dan
Bir Devrimci Sosyalist
Sen
Kuzeybatıdan Parlayan Yıldımızsın
Hiç Sönmeyecek...
Günde
birkaç kez 1 metrekarelik pencereden sana
bakıyorum, bakakalıyorum. Geçmiyorsun sokağımızdan.
Hani o biraz irikıyım bedeninde taşıdığın
minnacık yüreğin var ya ne yoğun ve derin
sevgiyi, inancı sığdırmıştın oraya. Hafif
zıplayarak yürüyüşünle etrafına taşırıyor,
çiçek kokuları gibi yayıyordun en taze çağında
tebessümlü sevgini, sıcaklığını yoldaşlığını.
-Bir keresinde "ben bu yürüyüşle gerilla
olamam" demiştin. O an bunu öylesine
dolu dolu ve güçlü söylemiştin ki hissettiğim
kararlılık şuydu sende; gerilla olamam belki
ama bu mücadelenin zeminini yaratanlardan
biri olurum.
Hep gelecekmişsin gibi tetikte oluyorum
bazen. Bazen kuzeybatı yönünde tebessümle
bize bakıyorsun. Yatağında bizleri ve mücadeleni
düşlüyorsun. Artık zaman acıtıyor yüreğimizi
çünkü seni bize akıtmıyor. Silkindiğimde
senin yokluğun havada uçuşan gazlar gibi
görünmez ve soyut geliyor bana kabul edemiyorum.
Nasıl edeyim havadır bizi yaşatan, somutlaştıran
her ne kadar göremesek de.
Bir insanın aynaya bakıp da kendini görememesinin
şoku gibidir seni görememek, sana dokunamamak.
Ama bu ayrılık seninle yaşamışlığın tadını
ve gerçekliğini hiç bir zaman değiştiremeyecek
sen kuzeybatıda parlayan yıldızımızsın hiç
sönmeyecek...
İstanbul’dan
Bir Devrimci Sosyalist
|
|