Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

42. Sayı - Haziran 2006

Ünlü yazar Tolstoy, bir yerde şöyle diyor: "Her yolculuğun ilk bölümünde geride bıraktıklarımızı, ikinci bölümünde ise varmak istediğimiz yerde bizi bekleyenleri düşünürüz"
Bu değişmez bir kural mıdır? Bilmiyoruz… Belki de değildir.
Yine de kendi deneyimlerimizle bildiğimiz bir şey var: Bir devrim hareketi, birbirini izleyen ve birbirine eklenen yeni kuşaklarla yoluna devam eder. Ve aradan bir zaman geçtiğinde, daha şanslı olanlar, ötekilere bir vakitler birlikte yürüdükleri insanları anlattıklarında, ortaya sanki biraz soyut bir şey çıkar. Onun kaybının bize nasıl korkunç bir acı verdiğini, nasıl berbat bir çaresizlik duygusu içinde kıvrandığımızı, onunla birlikte kendimizden neleri yitirdiğimizi, yüreğimizin nasıl sökülürcesine ağrıdığını ne kadar anlatsak, yine de bir şeyler tam yerini bulmaz. Biz, karşımızdaki insandan bizi daha fazla anlamasını, bu felaketi tüm yönleriyle hissetmesini bekleriz; ama hayat böyle değildir işte. Tarih kuşaklar boyunca akarken yol boyunca ayrıntılar azalır, cümleler sadeleşir ve bazen bu insanı çok incitir.
Ama ne iyi ki, ne mutlu ki, o söz konusu olduğunda bu kuralı bir ölçüde de olsa bozan bir şey var. Çünkü, ondan söz ediyorsanız eğer, yapmak istediğimiz her şeyden, ama her şeyden söz ediyorsunuz demektir. Bir ufka vardığımızda, şöyle diyebiliriz rahatlıkla: İşte bu yaptığımız şey odur! Onun ta kendisidir!
Bilmem kaç yıl sonra şurada ya da burada durduğumuzda, kendimize şöyle diyebiliriz ve diyeceğiz: Burada bulunmak en çok onun hakkıydı! Çünkü bu durduğumuz yer, tam da onun durmak istediği yerdir!
Bir şeyi hak etmek üzerine belki bin tane kriterden söz edilebilir ama ne olursa olsun, eninde sonunda asıl mesele, onu istemektir... Gerçekten istemek, tam olarak istemek, ondan başka hiçbir şey istemeksizin istemek...
Ondan söz ediyorsak eğer, işte tam da bunu söylüyoruz demektir: İstemek ve istediği şey için bütün hayatını ortaya koymak... En küçük bir hesap yapmadan. Gelecekle ilgili en küçük bir kaygı taşımadan. Kendini sakınmadan...
Ve severek istemek... Çocuklar gibi istemek... Bitmez tükenmez bir heyecanla istemek... İstediğinden daha azıyla yetinmeksizin istemek...

***
Çok teşekkür ederiz sana yoldaş...
Uykusuz geceler için, tartışmalar için, birlikte kurduğumuz düşler için, Adli Tıp kapısında döktüğümüz gözyaşları için... Hepsi için teşekkür ederiz.
Çok teşekkür ederiz yoldaş, seninle çalışmış olmak, seninle tanışmış olmak, ömrümüzün varıdır, çocuklarımıza bırakacağımız mirasımızdır.
Bunu korursak eğer, bunu saklarsak kalbimizin bir köşesinde, ne iyi... Bir gün, aramızdan bazıları, en şanslı olanlarımız boynunda çiçeklerle kentlerin kapılarından içeri girdiklerinde, elçilik çatılarından son helikopterler telaşla havalanırken, belki yeniden gelirsin, gelir ve kıvırcık saçlarını havada dalgalandırarak yine önümüzde yürürsün...
Çok teşekkür ederiz sana yoldaş...
Gelip bizi buldun. Buldun ve kalbimize dokundun.
Borcumuzu biliyoruz, iyi biliyoruz.
Ödemezsek utanırız senden; çok utanırız...

Dağ Doruklarının Kardelenisin Betül...

Bugün bir yoldaşımı kaybettim. Haberini aldığım an içime sanki koca bir taş oturdu kaldı. Hep düşünürdüm, insan yaşamını doyasıya paylaştığı bir yoldaşını kaybettiğinde acaba nasıl acı duyar diye. Kendi kendime ben buna nasıl dayanırım dedim. Geçmişte hiç tanımadığım ama kendime bir o kadar yakın hissettiğim yoldaşlarımın artık fiziki varlıklarının olmadığını düşündüğümde gözlerim dolardı. İnsanlardan kaçırırdım gözlerimi.
Mücadele ağırlaştıkça en yakınımdakileri bir bir kaybedeceğimin bilinciyle yaşadım. Ama vakit erken daha. Bu kadar tıpkı senin gibi çabuk ayrılmak doğru değil. Not defterin yanı başımda duruyor. Çok sevdiğin bir şiiri okumuştun bana. O zaman gözlerim dolmuş seni dinliyordum. Sen şimdi şiiri okuyorsun. "Karanlıkta kar yağıyor" dizesi ile başlayan...
Hani bir gün kar aniden bastırmış yolları kapatmıştı. Akşamın karanlığında yola çıktık. Sokakta tek tük çocuklar kar topu oynuyor. Bir avuç karı yüzüme attığında neye uğradığımı şaşırdım. Koluma girdin ve yürümeye başladık. Kar ayaklarımızın altında hışırdıyor. Sokaklar ıpıssız. Şimdi, ben de öyle ıssızım, öyle fukarayım ki, içim yanıyor... Her yerde sen varsın sanki. Nereye otursam sen karşıma geçmiş bana bakıyorsun. "Devrimci militan ayak bastığı, nefes aldığı her yerde ve zamanda bu kesintisizliği, başkalığını, güzelliğini göstermelidir" derdin. Bize öğrettiklerinle yürüyeceğiz... Durmak Yok, Kurtuluşa Kadar....

21 Mayıs 2006 Saat: 23:45 / ESENLER

“Ve senin için, birlikte yaratmayı düşündüğümüz
özgür dünyanın her tuğlası için savaşacağız.”

Biliyorum geç oldu... Erken ölümlerin yanında, gülüşleri kaybetmenin acısıyla, bir çayı bile paylaşamamanın üzüntüsüyle baktığımda küçücük yaşamıma, zamanın ne kadar geçtiğini gösteren şu saate, daha yaşama dair bir ton ayrıntıyı bile yaşamamış olan yaşamıma, evet bu yazmalar, sırf bu yazmalar için geç oldu yoldaşım.
Belki en hafifini yaşamak için bu lanet olası acının ve ayrılığın, yada kabullenmemek için, bir an rasyonalizm denilen kavrama dair herşeyi reddetmek için...
Ne dersin yoldaşım benim, kalksan baksan şimdi bana, hani şöyle bir bakış atsan umudu büyüten gözlerinle gözlerime ve gelsen, büyük umutlar beslediğimiz şu küçücük yaşamımıza, otursan yanıma ve yeniden girsen hiç çıkmadığın ve çıkmayacağın yaşamımıza. "Nedir bu haliniz" diye de bir kızmaya da kalksan hani, şimdi bu garipliğimle seni düşündüğüm her geceden birinde, sessizlikte, belki de bir çöküntü de; söyle ne dersin hayatında ki en büyük kırıklıklardan birini yaşayan bu küçücük yoldaşına....
Üzgünüm engel olamıyorum. Biliyorum yanımda olsan kızacaksın, belki susmam için, dayanamadığın için, gözyaşlarımı akıtmamam için bir şamarda sen vuracaksın, senin yokluğunla hüzne boğulmuş suratıma. Ama dedim ya üzgünüm, hem seni üzdüğüm, hem üzüldüğüm, hemde üzülmeler gördüğüm için yaşamımda. Yoldaşım; şimdi sana tek söyleyebileceğim üzgünüm...
Nasıl devam edeceğini bilmeden yazmak zor oluyor. Seni düşünerek, sensizliği düşünerek yazmalar, senin küçük bir tasvirini yapmaya çalışarak yazmalar içimi parçalıyor belki de. Biliyorum uygun sözcükler ve birbirini tamamlayan anlamlı cümleler yerleşmiyor şu an bu satırlara, ama bu tamamen sana ve sana dair olmasından. Senin gibi olmasından, bir cümleler bütünlüğüne sığmayacak kadar büyük olan bir yaşamın ve yoldaşların olmasından...
O yüzden şimdiden seni bütünlüklü bir yazıda anlatamadığım için üzgünüm. Senin gibi onurlu bir yaşamı, tavizsiz bir militanı anlatamayacağım belirli bir kalıpta, seni düşünürken sadece bir şeyler gelmediği için aklıma, ve aslında sadece bir şey olmadığın için yaşamda, yaşamımda. Ve yine biliyorum ki birbirinden kopuk olacak konular, aramızdan kopan yaşamlar gibi kopacaklar bütünlüğün o güzelim sarmalından...

Seni Çok Özledik Betül Yoldaş

nzanım belki tu ji zani
her bıhar çiçek geş dıbe
dersim amed serhat uha kurdistan
naha seri rake veke çawan bıqere
vak sıraneki azadi wak sıtrane ki tekoşin

biliyorum belki sen de bilirsin
her bahar çiçekler yeşerir
Dersim’de Amed’de Ağrı’da tüm Kürdistan’da
kaldır başını aç gözleri haykır
bir özgürlük türküsü bir mücadelü türküsü

çıma sar dıbe laşete
waki hestırka çawemın waki berfa zagrose
dur neçe hewal na na tu dur neçe
zanım xev şirine le rabe
waye bıner ber bage disa roj derdıkeve
agır lı çiyan wedıke
waye bıbise denge awki dıherike denge dıleki dıhele

niye soğuyor bedenin
gözümdeki yaş gibi zagroslardaki kar gibi
uzaklara gitme yoldaş hayır hayır uzaklara gitme
biliyorum uyku tatlıdır ama uyan artık
bak yine güneş doguyor daglarda yine ateş yanıyor
duy akan suyun sesini eriyen yüregin sesini

Devrim Şehitleri Ölümsüzdür / İzmir Sosyalist Barikat Okurları

Yoldaşım, yeniden inşanın içinde, birlikte en zor dinelebilecek yokluklara, imkansızlığa, yoksulluğa gülerek yarını büyüttüğümüz, ama hiç durmadan yürüyüşümüzü sürdüğümüz anlarımız bitmedi. Devrim için bir parti yaratma yolundaki tavizsiz duruşlarımız, içlerinde umudu taşıyan yüreklerimiz, belki ölümlerle gözyaşlarına boğulan, kırılan bedenlerimiz var ama, biliyorum ki yaratacak olduğumuz da koca bir dünya var yanı başımızda...
Yoldaşım, marşlarımız geliyor dilimin ucuna. Bir eylemde yürürken düşmanın üzerine, bakıpta birbirimizin gözlerine, hani bi de güvenerek elimizdeki taşın gücüne, slogan sesleriyle bütün kinimizi haykırırken şu asalaklara, senle birlikte unutulan sıcaklığı yaşadığım, bana unutulanları yaşatan yoldaşım. Hüzünlü parçalar diziliyor kulaklarıma ve dilimde hep bir tarafı kırık kalmış ezgiler. Ve marşlar, unutulanları unutturmamak için söylediğimiz marşlar. Dilimizin ucundan dökülen ve yarına dair özlemlerimizi dile getiren marşlar...
Ve ablamsın sen benim. Uzun boylu cüsselerin ardında, bir kere ablasından ablalık yaşamayan bu yoldaşına. Doğrularımsın, en çaresiz anımda, yanlışlarımı düzelten, düzeltmem için doğrunun yönünü gösteren, bunu bile bir gerçeklikle, bilimsellikle ortaya koyan ve şu kocaman dünyada yaşamlarımızı paylaşan en güzel yanımsın.
Bir masada oturmuş yaşama dair her ayrıntıyı ortaya koyduğum ve yeni yaşamlar kurduğum, bu ölümler ayıramaz bizi. Ve bu gidişinle biter mi uzun boylu tartışmalar? Yorulmaz bir konuşmamda dinleyicim olmazmısın bir daha... Ya hep beynimin bir taraflarında dönen sorulara yanıt, söyle yoldaşım olmazmısın?
Yoldaşım, ölümler zamansız biliyorum. Ayaklarımla ne zaman bastıysam bu kavganın onurlu yoluna, işte o zamandır düşünmüyorum nerden ve nasıl geleceğini. Ve biliyorum canım daha çok acıyacak. Zafer günleri için, bir kez daha, mitralyöz sesleriyle, zafer türküleriyle, son kanlı kavga için çıktığımızda bu varoşlardan, canım daha bi acıyacak...
Ama erkendi, bir gün, bir anda, ölümün soğukluğunu taşıyan bir atağa yenilmeyecek kadar erkendi. Ve sen direndin. Bize dayatılmaya çalışan bu yoz yaşama nasıl onurunla direndiysen, ölüme de direndin daha yapacaklarımız var diye. Ama adres sormuyor değil mi? Zaman vermekte olmuyor bu ayrılığa...
Ve biz hep yanındaydık. Sen o hastanede, tüm dayanılmaz acılarına direnirken, biz tekstil atölyelerinden, liselerden, köylerden, üniversitelerden, fabrikalardan sesimizi verdik sana. Yoldaş ölümler ayırmıyor, bayraklaştırıyor bizi. Ve sen bu gün benimlesin, bu küçücük yaşamımda, küçücük yaşımda, yarın tıpkısı olmak istediğim özlemimsin. Devrimci hareketimiz için, Devrimci Kurtuluş için, devrimimiz için öndersin.
Kırmızı tabutlar engelleyebilir mi yanyana yürüyüşümüzü? O zaman bile sen bizimleydin yoldaşım. Gözyaşlarımızda, kararlı duruşumuzda, sana karşı, senin cansız bedeninin önündeki saygı duruşumuzda...
Seninkiyle birleşmiş çarpıyordu yine yüreğimiz. Avrupa kentlerinden gelen yoldaşlarımızın sesleri seninleydi. Topları, tankları dize getiren, ölümlere inat yine de direneceğiz diyen Filistin Halkı, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, yürekleri senle bir atan Kürdistan gençleri, bu ülkenin onurlu sesleri, inan hepsi seninleydi.
Devrimci Harekemiz seninleydi. Uğrana ölümlere gideceğimiz partimiz, parti simgemiz, bayrağımız seninleydi. Ve yoldaşım biz seninleydik.
Yoldaş, sen partiydin, yaşamınla, pratiğinle, eyleminle partiliydin. Silah salvolarımız yoktu seni uğurlarken, ama silah salvolarını yaratma cesaretinde, cüretinde olan yüreklerimiz, türkülerimiz vardı dilimizde. Sen giderken toprağa, duyulmadıysa eğer topçu atışlarımız, rahat uyu yoldaşım, bu genç yüreğimizle, genç ölümlerimizle biz yaratacağız. Bu günden yaratmak için, sana sözümüzü yerine getirmek için, bir adım bile geri çekilmeden, belki ölümü yoldaş edinerek yürüyeceğiz ama, tüm bunları hayata geçireceğiz... Seni tanımış olmanın sorumluluğuyla, seninle aynı kavgada, onurlu bir yürüyüşe katılmanın coşkusuyla tüm bunları, olmaz denilen herşeyi varedeceğiz bu yaşamda.
Şimdi biraz kırık canlarımız. Yüreğimiz de yanıyor. Gözyaşlarımız ve özlemlerimiz var. Geçmişten kalan her fotoğrafınla, her anınla birlikte yeniden harmanlanan özlemlerimiz. Seni unutmayacağız ve unutturmayacağız, bu yolda her şey için bir adım ama senin için bir adım daha atarak yürüyeceğiz. Yarın, zafer meydanlarında yürürken, yeniden inşamızın en canlı ve yorulmaz militanını, meydanlarda selamlayacağız. Ve silahlarımız senin için sıkılacak düşmana, her yitirdiğimiz canlarımız, yoldaşlarımız gibi yanımızda olacaksın ve şimdi bile yanımızdasınız, yanımdasın...
Yürüyüşümüzün onurlu temsilcisi, devrimci kurtuluş mücadelemizin yorulmaz militanı, neferi, senin için fethedecek yoldaşlarımız Konsolosluk pencerelerini. Ve ölümleri hiçe sayan yoldaşlarımız el sallayacak sana. Orada olacaksın. Sana ve sana dair, yoldaşlığımıza dair olan tüm inancımla söyleyebilirim ki savaşımızda yaşayacaksın, bizimle birlikte savaşacaksın. Ağladığıma bakma, gözyaşlarım için kızma ve asla seni unuttuğumu, unuttuğumuzu sanma. Sen kavgamızsın, yoldaşımızsın, silahımızsın, yüreğimizde savrulan salvolarımız, düşmanın beynine patlayacak kurşunumuz ve yarın için zafer naramızsın... Şimdi bedenen yokluğun yaksa da canımı, sen canımsın... Ve senin için, birlikte yaratmayı düşündüğümüz özgür dünyanın her tuğlası için savaşacağız. Ölümün bir yorgunluk, kırgınlık değil, savaşımız için zafer narası olacak. Sana en içten devrimci selamlarımla ve devrimi yaratmaya and içmiş sarsılmaz devrimci kararlığımla...

Betül Yoldaş Ölümsüzdür
Ya Özgür Vatan Ya Ölüm
Kurtuluşa Kadar Savaş
Her Şey Cephe Her Şey Zafer İçin

İstanbul'dan Bir Devrimci Sosyalist

Sen Kuzeybatıdan Parlayan Yıldımızsın
Hiç Sönmeyecek...

Günde birkaç kez 1 metrekarelik pencereden sana bakıyorum, bakakalıyorum. Geçmiyorsun sokağımızdan. Hani o biraz irikıyım bedeninde taşıdığın minnacık yüreğin var ya ne yoğun ve derin sevgiyi, inancı sığdırmıştın oraya. Hafif zıplayarak yürüyüşünle etrafına taşırıyor, çiçek kokuları gibi yayıyordun en taze çağında tebessümlü sevgini, sıcaklığını yoldaşlığını. -Bir keresinde "ben bu yürüyüşle gerilla olamam" demiştin. O an bunu öylesine dolu dolu ve güçlü söylemiştin ki hissettiğim kararlılık şuydu sende; gerilla olamam belki ama bu mücadelenin zeminini yaratanlardan biri olurum.
Hep gelecekmişsin gibi tetikte oluyorum bazen. Bazen kuzeybatı yönünde tebessümle bize bakıyorsun. Yatağında bizleri ve mücadeleni düşlüyorsun. Artık zaman acıtıyor yüreğimizi çünkü seni bize akıtmıyor. Silkindiğimde senin yokluğun havada uçuşan gazlar gibi görünmez ve soyut geliyor bana kabul edemiyorum. Nasıl edeyim havadır bizi yaşatan, somutlaştıran her ne kadar göremesek de.
Bir insanın aynaya bakıp da kendini görememesinin şoku gibidir seni görememek, sana dokunamamak. Ama bu ayrılık seninle yaşamışlığın tadını ve gerçekliğini hiç bir zaman değiştiremeyecek sen kuzeybatıda parlayan yıldızımızsın hiç sönmeyecek...

İstanbul’dan Bir Devrimci Sosyalist

 

 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19