Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

41. Sayı - Mayıs 2006

2006 1 Mayıs’ı coğrafyamızda ve tüm dünyada işçi sınıfının ve emekçilerin diri güçlerini mücadele alanlarına çekti.
Coğrafyamız bağlamında baktığımızda İstanbul’da 30 bin işçi ve emekçi Kadıköy meydanını doldururken, diğer kentlerde de onbinler alanlardaydı. Rakamlar geçtiğimiz yıllara nazaran nispeten daha düşük katılımlar olduğunu gösteriyor. Hiç kuşkusuz bunda 1 Mayıs’ın hafta içine denk gelmesi önemli bir faktördü. Bu ve benzeri faktörleri de dikkate alarak baktığımızda aslında devrimci ve demokratik hareketlerin ciddi bir gerileme yaşamasalar da, genel bir durgunluk tablosunun olduğunu tespit etmek gerekiyor. Latin Amerika başta olmak üzere tüm dünyada büyümekte olan genel devrimci, demokratik mayalanmanın henüz coğrafyamızda karşılığını üretemediği açıkça görülüyor.
Hiç kuşkusuz, bu tablodan hareketle karamsar senaryolar üretmek gerekmiyor. Devrimci sosyalizm genel tablonun, sınıflar arası güç dengesinin nasıl köklü biçimde değiştirilebileceği konusunda net düşüncelere sahiptir. Proletarya ve geniş emekçi kitlelerin devrimci politik partisi-cephesi süreci stratejik mücadele hattı yoluyla müdahale etmeden bu tablonun köklü biçimde değişmesini beklemek sadece bir hayal olabilir. Bu bağlamda esas olan devrimci stratejik çizgiyi yaşamda somutlaştırmak, bu yoldan tüm toplumsal yaşamı proletarya ve emekçi halk sınıfları ile oligarşi ve destekçisi sınıf ve tabakalar olarak ayrıştıracak politik-askeri pratik çizgiyi hayata güçlü biçimde yansıtmaktır. Bu saflaşmayı yaratacak pratik çizgiyi güncel ve somut bir olgu haline getirmeden militan ve kitlesel bir emek hareketinin yaratılamaz.
Elbette, bu pratik çizginin yaratılması kendiliğinden ya da yarım yamalak pratik müdahaleler yoluyla değil, bütün cephelerde sağlam bir biçimde örülmüş devrimci parti-cephe önderliğindeki merkezi bir müdahaleyle mümkün olabilir. Devrimci sosyalizm yeniden inşa süreciyle önüne bu büyük hedefi koymuştur.
Bu noktada, tüm iniş çıkışlara karşın, yeniden inşanın temel hedeflerinden sapmadan, devrimci pratik çizginin temellerinin örülmesi büyük önem taşıyor.
Tam da bu noktada, stratejik çizgimize uygun bir devrimci pratik izlenmeden militan bir kitle mücadelesinin örülemeyeceği biçimindeki kestirmeci, sol (aslında sağcı) söylemler karşısında da net olmak gerekiyor. Evet, mücadelenin bütün cephelerinde büyük devrimci kitlesel mücadeleler ancak stratejik çizgimize uygun bir pratik hat yarattığımızda mümkündür. Öte yandan, stratejik çizginin uygulanması ve büyük devrimci kitlesel mücadelelerin kaynağı haline gelebilmesi, ancak bugünden bütün mücadele cephelerinde küçük küçük de olsa mevziler yaratmamıza, bu mevzileri militan ve kitlelerle buluşma yönünde kesin bir pratik kararlılığa sahip hale getirmemize bağlıdır. Yeniden inşa sürecimizin özü de budur. Bu sıkıntılı, küçük ilerlemelerin bile büyük emekleri gerektirdiği çalışmaların, yani yeniden inşanın üstünden atlayarak büyük mücadelelere ulaşmak mümkün değildir. Büyük atılımlar geçmişin deneyimlerini de içeren ve aşan küçük ama sağlam mücadele zeminleri üzerinden yükselecektir. Devrimci sosyalizm bu noktada önemli bir yerde durmaktadır. Yeni tarihsel sürece ilişkin açık bir fikre sahiptir, stratejik mücadele çizgisinin yaşama geçirilmesi noktasında net ve kesin bir iradeye sahiptir, yani neyi, nasıl yapacağı konusunda nettir. İrade bulanıklığı, karamsar nesnelcilik, büyük adımlar için kitle hareketinin yükselmesini beklemek gibi kuyrukçu tezler bizden uzaktır. Genel-geçer ve günlük olgulardan hareketle bir mücadele sürecinden söz etmiyoruz. Somut bir hedef ve çalışma olarak yeniden inşa ve bütün mücadele cephelerinde devrimci yenilenme ve stratejik mücadele çizgisi temelinde devrimci atılım hedefiyle-planıyla pratiğimizi örüyoruz. Bu doğrultuda ilmek ilmek örülen mücadele mevzileri yaratıyoruz. Elbette, yeterince hızlı değiliz, sahip olduğumuz potansiyele uygun bir tempo ve tarzı istikrarlı biçimde henüz tutturamıyoruz. Önümüzdeki süreç kendimizi bu tempoyu ve tarzı yakalama süreci olmalıdır/olacaktır. 1 Mayıs tablosu bunun salt kendi gerçeğimiz açısından değil, tüm devrimci ve demokratik hareketin gerçeğinden baktığımızda ne denli zorunlu olduğunu açıkça gösteriyor.
Bu bağlamda, güncel gelişmelere ve somut görevlere güçlü biçimde yüklenirken, bu pratik içinde yeniden inşa sürecimizin temel hedeflerine daha sağlam biçimde yaklaşmamızı sağlayacak düzenleme ve açılımları yapma göreviyle karşı karşıyayız. 1 Mayıs’ın çok açık ve somut biçimde gösterdiği gerçek budur.

Kürt Coğrafyasında Büyük Saldırı
Bu noktada en önemli güncel gelişmelerden birini Kürt coğrafyasının bütün bütün bölgelerinde birden sömürgeci devletlerin özellikle PKK’yi hedef alarak başlattıkları saldırı oluşturuyor. Başını TC’nin çektiği İran ve Suriye koalisyonu yüzbinlerce asker ve korucuyla büyük bir kuşatma harekatı başlatmış durumdalar. Hemen yanlarında ise bu aşamada istihbarat desteğiyle katıldığını açıklayan ABD bulunuyor. Özellikle İran ve Suriye ile ABD ilişkileri düşünüldüğünde oldukça ilginç bir bileşim. Elbette buradan hareketle komplo teorileri kurmaya gerek yok. Her devletin bu harekattan farklı beklentileri ve çıkarları bulunuyor.
TC, yeniden başlayan sınırlı gerilla hareketliliğini köşe sıkıştırmaya, büyük bir operasyon yoluyla PKK’nin zaten politik olarak zayıf olan savaşma iradesini önemli ölçüde kırmayı, en azından daha da zayıflatmayı hedefliyor. Biraz açarsak; PKK’nin savaş-barış söylemleri arasında sallanan politik iradesini ve pratik çizgisini büyük bir saldırıyla zorlamak, kırmak, hem örgütsel gücünde, hem de politik iradesinde istikrarsızlık yaratmak, barış söylemleri ile savaş pratiği arasındaki paradoksu iç ayrışmaya dönük çatlaklara dönüştürmek, TC açısından başlıca saldırı hedefleri arasındadır. Yaklaşık 250 bin asker yani kara gücünün neredeyse yarısı bölgeye yığılmış durumda. Kara Kuvvetlerinin karargahının operasyon için bölgeye taşınmasının düşünüldüğü ifade ediliyor. Böylece operasyon bir tür prestij operasyonuna da dönüşmüş durumda.
İran’ın bir yandan kendi devlet sınırları içinde kalan Kürdistan parçasında giderek güçlenen PKK’yi sınırlamayı hedefliyor. PKK’nin İran sınırları içinde olan Doğu Kürdistan’da giderek güçlenmesi saldırı için başlı başına bir gerekçe. Ancak saldırının tek nedeninin bu olduğunu düşünmek de gerçekçi değil. PKK’nin geçen yıllarda ABD’nin desteğini sağlamak için yaptığı İran’a ilişkin açıklamalar da bu noktada önemli bir role sahip. Hatırlanacağı üzere, PKK, ABD’ye İran’a dönük planlarında yararlanabileceği en önemli toplumsal muhalefet dinamiğinin kendisi ve İran’daki Kürtler olduğunu açıklamıştı. İran, PKK’ye yönelik saldırıları harekatına katılarak aslında bu yönlü bir gelişme için daha baştan tedbir alıyor. Bunun yanı sıra, İran, PKK’ye saldırı ile TC ile ilişkileri de derinleştirmek istiyor. Bu yoldan, TC’nin ABD ile birlikte kendisine karşı harekete geçmesinin önünü sınırlı ölçülerde de olsa almak istiyor.
Suriye’nin saldırıya katılmasının gerekçeleri de aşağı yukarı İran’ınkilerle benzer nitelikte. ABD’nin güçlü basıncı altındaki Suriye rejimi bir yandan tüm toplumsal muhalefet dinamiklerini, bu arada da Kürtleri baskı altına almaya çalışıyor, öte yandan, TC ile yakınlaşmayı hedefliyor.
Hiç kuşkusuz, bu belirleyici faktörlerin yanı sıra, her üç sömürgeci devleti saldırıya yönelten bir diğer önemli faktörde Güney Kürdistan’da kurulmuş olan federe Kürt devletidir. PKK’ye saldırı ve Güney Kürdistan topraklarına değişik düzeylerden girişler yoluyla Güney’deki devletsel oluşuma açık mesajlar veriliyor. Kürt ulusunun bağımsızlığa giden yolunda tüm sömürgeciler olarak ortak hareket edecekleri mesajını veriyorlar. Nihayetinde İran’lı bir bakan bunu “Kürt sorununda Türkiye ile İran’ın çıkarları birdir” mealindeki sözleriyle açıkça ifade etmiştir.
ABD emperyalizmi ise bir yandan TC’nin PKK’ye ilişkin ısrarlı talepleri karşısında TC’yi sınırlı ölçüde rahatlatmayı, öte yandan orta vadede ise PKK’nin gücünün zayıflatılması yoluyla sisteme entegrasyonunun daha kolay olacağı tespitinden hareket etmektedir.
Saldırı harekatını güdüleyen hiç kuşkusuz daha pek çok faktör bulunmaktadır. Ancak ana faktörler özetle esas olarak bunlardır.
Saldırı sadece PKK üzerinden Kürt ulusuna değildir. Saldırı tüm devrimci ve demokratik güçlere göz dağı vermeyi, gerici kuşatmayı güçlü biçimde tahkim etmeyi hedeflemektedir.
Bu sürecin ayrılmaz bir parçası tüm TC sınırları içinde gerici saldırıların tüm devrimci ve demokratik güçlere karşı yoğunlaşması olacaktır. Cephe geriside boş bırakılmayacaktır. Son 1 yıldır bayrak provakasyonuyla başlayan süreç faşist saldırılar için gereken politik-toplumsal atmosferin yaratılmasına dönük olmuştur.
PKK’ye dönük bu kapsamlı harekatın ve daha da ötesinde son bir yıldır ısıtılan şovenist saldırıların oligarşinin siyaset alanındaki güçler arasındaki mücadele açısından da büyük önemi bulunuyor. Saldırı genel kurmay başkanlığı’na gelmesine kesin gözüyle bakılan Yaşar Büyükanıt’ın bozulan imajını düzeltme operasyonudur bir yanıyla. Saldırılara doğrudan komuta edeceği ifade ediliyor. Böylece büyük savaşçı komutan olarak geçmeyi planlıyor koltuğuna. Hükümetin ise “bitmiş terörü kontrol edemeyen, tekrar hortlatan hükümet” olarak lanse edilip sıkıştırılması hedefleniyor. Daha da ötesi, toplumsal-politik atmosfer şovenist temelde biçimlendirilerek hükümetin toplumsal tabanının zayıflatılmaya çalışılıyor. Özellikle giderek daha çok gündeme getirilen olası bir erken seçimde “terör hortladı” vb. söylemlerle, faşist milliyetçilik dalgasıyla hükümet köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyor. Daha şimdiden Erdoğan hükümetinin de hizaya gelerek şovenist söylemi yoğunca kullanmaya başladığı görülüyor.

Yoğunlaşan Faşist Saldırılar
Oligarşinin saldırganlığı sadece büyük askeri operasyonla sınırlı değil. Bunun bir uzantısı olarak özellikle Batı kentlerinde bir yandan, sokak hakimiyetini kesin biçimde ele geçirmek amacıyla faşist linç terörü, diğer yandan da üniversitelerde devrimci ve demokrat gençlere karşı çeşitli düzeylerdeki saldırılar artarak sürüyor. Devrimcilerin sokaktaki eylem inisiyatifini kesin biçimde engellemek, sokağı teslim almak hedefi Anadolu kentlerindeki linç saldırılarıyla ortaya konuyor. Oligarşi devrimcileri sokaktan çekilmeye ve faaliyet alanlarını bürolara, binalara sıkıştırmaya çalışıyor.
Aynı zamanda tüm halk güçlerini sokak eylemi bağlamında demoralize etmeyi hedefliyor. Devrimci ve demokrat güçlerin önemli faaliyet alanlarında biri olan üniversitelerdeki saldırılarda benzer amaçlar taşıyor. Sokaktan ve üniversitelerden sökülmüş bir devrimci ve demokratik hareketin yaşama şansı olamayacağı açıktır. Bu saldırılar henüz 75-80 sürecindeki boyutlarda değildir. Ancak ivmesi giderek artmaktadır. Denetimi ve planlaması ise kesin biçimde genelkurmaydadır. Ön adımlar atılmakta, devrimcilerin direnme potansiyeli anlaşılmaya çalışılmaktadır. Bu saldırıların belki kısa sürede daha büyük boyutlar kazanması beklenmeyebilir. Açıktır ki, büyük boyutlar kazanacak sivil faşist saldırıların genel toplumsal ilişkilerde ve siyasette yankıları daha farklı olacaktır. Bu aşamada oligarşinin bunu kesin biçimde istediğinden belki söz edilmeyebilir. Ancak sürecin başladığı açıktır. Saldırıların irili ufaklı adımlarla süreklileştiği ve sistematik bir yan taşıdığı da açıktır.
Bu noktada, faşist saldırganlığın bir diğer bileşeni yeni terörle mücadele yasasıdır.

İran Sorunu ve ABD’nin Türkiye’de Büyüyen Etkinliği
Oligarşi içte saldırganlığını arttırırken, bir yandan da Ortadoğu’daki emperyalist planların batağına giderek daha fazla gömülüyor. ABD emperyalizminin hedef tahtasına çaktığı İran’a dönük saldırı planlarına Türkiye oligarşisi de her gün biraz daha fazla dahil oluyor.
Sorun ne?
İran’ın tüm uluslar arası anlaşmalarla garanti altında olan nükleer çalışmaları, emperyalistler tarafından İran’ın baskı altına alınması ve geriletilmesi için bir araç haline getirilmeye çalışılıyor. Hiç kuşkusuz, gerici İran rejiminin nükleer olanaklarını sadece barışçıl amaçlar için kullanacağını beklemek fazlaca saf bir yaklaşım olur. Açıktır ki, bugün enerji vb. gibi barışçıl hedeflerle yürütülen çalışmaların kısa sürede askeri amaçlarla kullanılması mümkündür. Ancak ortada koskaca bir emperyalist yalan bulunmaktadır. Sözde İran’ın nükleer silahlara sahip olması Ortadoğu ve dünya barışını tehlikeye sokacaktır. Her şeyden önce, bölgede zaten iki tane nükleer güç bulunmaktadır; bunların başında da dünyada nükleer silahları kullanmış tek güç olan ABD emperyalizmi bulunmaktadır. Hemen yanında ise bölgede işgalci ve yayılmacı emellerini hiçbir zaman saklamamış olan İsrail bulunuyor. İsrail halen bölgede bir çok devletle savaş hali devam eden ve elinde 300’ün üzerinde nükleer bomba bulunan bir saldırgan, korsan devlettir. Bu gerçekler apaçık ortadayken İran’ın nükleer silah üretmesinin bölge barışını tehlikeye atacağını iddia etmek, herkesi aptal yerine koymaktır. İstenen şey açıktır; ABD’nin ve İsrail’in elindeki nükleer ve diğer askeri güçlerle bölgeyi adeta rehin alması durumunun hiçbir biçimde bozulmamasıdır.
İran’ın gerici rejiminin bölgede hegamon güç olma iddiası ve anti-Amerikan söylemi ile nükleer güce ulaşma çabası birleşince doğal olarak, başta ABD emperyalizmi olmak üzere Batılı emperyalistler için kabul edilemez bir durum ortaya çıkmaktadır.
Süreç adım adım İran’a dönük emperyalist bir saldırıya doğru ilerlemektedir. Saldırının boyutlarının büyük bir işgale dönüşmesi belki mümkün değil, ancak ekonomik yaptırımlardan başlayarak, sınırlı askeri saldırılara değin uzanan bir sürecin başlamakta olduğu da açık.
Tam da bu noktada, Türkiye kritik bir önem taşımaktadır. Güney Batı’da Irak üzerinden, doğu’sunda Afganistan ve Pakistan üzerinden kuşatma altında olan İran’ın Batı’da da Türkiye üzerinden kuşatılması nefes borularının ciddi biçimde tıkanması anlamına geliyor.
Türkiye’nin saldırı planlarına sağlam biçimde angaje edilmesi için ABD emperyalizmi özel olarak son süreçte ciddi bir performans sergiliyor. Hükümete dönük direkt ve dolaylı basınç arttırılıyor. Erdoğan hakkında ABD gazetelerinde yazılan eleştiri dozu yüksek yazılar aslında onu kıvama getirmeye dönüktür. Bunlar sonuçlarını da vermiştir. Erdoğan’ın danışmanı C. Zapsu’nun hemen ABD’ye koşması ve Erdoğan için “lağıma atacağınıza, Erdoğan’ı kullanın” tavsiyesi hükümetin içine girdiği psikolojinin açık ifadesidir.
Öte yandan, ABD emperyalistlerinin üst düzey temsilcilerinin Türkiye geliş gidiş trafiğindeki yoğunluk dikkat çekici ölçüdedir. Denilebilir ki, birkaç ay gibi kısa sürede ABD emperyalizminin üst düzey temsilcilerinin bu denli yoğun biçimde Türkiye’ye geldikleri başka bir dönem zor bulunur. CIA, FBI ve Askeri İstihbarat başkanları, Genelkurmay başkanı, Dışişleri Bakanı adeta bir resmi geçit haline arzı endam eylediler. Ancak ABD emperyalizminin Türkiye’deki etkinliğinin yoğunlaşması sadece bu geliş-gidişlerle sınırlı değil. Yeni üsler bağlamında kalıcı askeri yerleşimler yaratılarak Türkiye bir savaş alanına giderek daha fazla ölçüde dönüştürülüyor. Antakya Kisecik’de yapımı sürmekte olan üssün, yanı sıra İskenderun, Urla ve bir başka bölge de daha askeri üs yapmak için yerler-planlar hazırlanıyor.
Öyle görülüyor ki, Ortadoğu bağlamında yapılacak işbirliği yeniden organize ediliyor. Bunun güncel boyutu İran ve Suriye’ye dönük saldırılar için hazırlıktır. Ancak orta ve kısa vadede ise Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında daha büyük savaş planlarına hazırlanıyor.
Bu hummalı emperyalist faaliyet karşısında sözde milliyetçi vatanseverlerin, sözde ABD karşıtlarının ise çıtı çıkmıyor. Milliyetçi ve vatansever TC Ordusu Irak’da kafasına geçirilen çuvalın üzerine bir de üslerin geçirilmesini sessiz sedasız kabullenmiş durumda.

Gözümüzü Yeniden İnşanın Hedeflerinden Ayırmadan Güncel Görevlere Daha Güçlü Sarılalım!
Bu tablo karşısında elbette proletaryanın ve emekçi sınıfların yegane sesi ve gücü devrimci ve demokratik güçler olabilir. Başka hiçbir gücün bu tablo karşısında tutarlı ve anlamlı bir direniş geliştirmesi mümkün değildir.
Kürt ulusuna yönelik saldırılar karşısında netiz. Ne PKK’nin bugünkü sallantılı ve postmodern milliyetçi duruşu, ne de giderek genel gerici atmosferin etkisiyle sol ve demokratik güçlerin saflarına sızmakta olan sosyal şovenist basınç bizi geriletmeyecektir. Kürt ulusunun ulusal özgürlük taleplerini sahiplenmek, Kürt ulusuna dönük saldırıların gerçekte Kürdüyle, Türküyle tüm halklarımıza yapılmış saldırılar olduğu bilinciyle tavır geliştirmek güncel görevlerimizin başlıcalarındadır.
Genel saldırganlık dalgasının bir parçası olan ve şimdilik sokaklardaki ve üniversitelerdeki devrimci güçlere yönelmiş olan sivil faşist saldırganlık karşısında tavizsiz bir meşru savunma hattı örmek bir diğer güncel mücadele görevidir. Bu noktada daha çok çaba ve emek gerekmektedir ve devrimci sosyalizm bu konuda net olacaktır.
Emperyalistlerin bölgemiz Ortadoğu’da giderek artan saldırganlıkları karşısında net bir anti-emperyalist duruşla karşı durmak bir diğer güncel görevdir.
Önümüzdeki yaz ayları emperyalist üretimi kentsel dönüşüm projeleri temelinde geliştirilen yıkım saldırılarının yoğunlaşacağı aylar olacak. Emekçi semtlerinde halkın somut sorunları temelinde kökleşmek için bu saldırılara karşı durmak güncel görevlerimiz arasındadır ve bu göreve hazır olmalıyız.
Bütün bu görevlere hazırlanmada ve halen yürütmekte olduğumuz anti-emperyalist kampanyamızı güçlü bir adımla büyütmede önümüzde önemli bir fırsat olarak Haziran başındaki Halk Konseri çalışmamız bulunuyor. Bu çalışmayı basitçe bir halk etkinliğinin ötesinde yukarıdaki görevlerimize hazırlanmada, bu düşüncelerimizi emekçilere taşımada bir fırsat olarak değerlendirmek gerekiyor. Kitle çalışmamızın ivmelendirilmesinde, açık çalışmamızın güçlendirilmesinde ve yeni çalışmalara daha güçlü bir moral ve kitle ilişkileriyle girmesinde bu çalışmanın hakkını vermeliyiz.
Devrimci sosyalizm proletarya önderliğinde halkın devrimci potansiyellerini eyleme ve örgütlülüğe dönüştürmek için yeniden inşa sürecini, devrimci yenilenmeyi daha da ivmelendirerek yürüyecektir. Güncel görevlere bu bilinçle yaklaşacağız ve ilerleyeceğiz.




 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19